Talkan Kurabiyesi 4. Bölüm 2. Part

4403 Words
BEGÜM'DEN... “Amacın ne gerçekten anlamıyorum.” Sol elinin baş ve işaret parmağını bir santim kadar açtı. “Bak ölümle arandaki mesafe şu kadarcık. Ne eksik ne fazla. Bunu sana ben, Tahsin Üsteğmen ve bir sürü insan defalarca anlattı. Yetmedi aleni El Zübeyir tarafından tehdit edildin.” “Yüzbaşım”. “Ne yüzbaşım ne? Anlat bana Begüm”. “Aha resmiyet kalktı içimizden geçecek” dedi Sultan. “Yüzbaşım bakın. Ben hatamın farkındayım. Başınıza bir sürü dert açtım. Üstüne Ercüment’i beni korumak için görevlendirdiniz. Ben doktorum. Gece 3’te telefon gelip acil ameliyata çağırılırım. Bu adamı gece gündüz peşimde sürüklemeye kıyamadım.” Alayla gülümsedi. “Kıyamadın demek.” “Peki gece 3’te El Zübeyir’in adamları hatta bizzat kendisi tarafından alnının ortasına ya da ense köküne bir kurşun yeseydin ne olacaktı?” Bir yandan da sağ elinin işaret parmağını iki kaşımın arasına hafif hafif vuruyordu.Olayın ciddiyetini o zaman anladım. Ancak karşımda bütün sinirini benden çıkarmaya çalışan adamı göründe yükseldim. Nedensiz. “Görevi başında şehit düşen sağlık ordusunun çalışanı olurdum.” “Yuh Begüm” dedi Sultan. “Daha gerizekalıca bir açıklama olamazdı.” Asıl bomba Gülten’den geldi. “ÇÖLDE SU BULSAK ÜTÜ OLURUZ. VOLTRANI OLUŞTURSAK GÖTÜ OLURUZ BEGÜM. AÇIKLAMAN O KADAR VİZYONSUZ.” Yüzbaşı uzun uzun inceledi yüzümü. Bana bir geri zekâlıya bakar gibi bakıyordu. Başını salladı. “Bundan sonra Ercüment’e haber vermeden tuvalete gidersen onun askerliği yakarım.” Yutkundum. “Bunun onunla bir ilgisi yok.” “Burası babası ateşe biz kızın doktorculuk oynamak için gelebileceği bir yer değil. Macera aramak için evinden barkından binlerce kilometre uzakta tik tok videoları çekip insanlara atacağın bir yer de değil. Burada terör var. İnsanları dağa kaldırıp tecavüz ediyorlar. İşkenceyi saymıyorum. Şanslı isen kafana bir kuşun yersin. Bazen üzerinde 10 kilo patlayıcıyla canlı bomba olursun. Birinin peşine takılıp gelinecek yerde değil burası Begüm. Yol yakınken evine dön.” Eve mi? Benim evim mi vardı? Benim ilk evim yaklaşık1,5 yıl ya da biraz fazla kadar zaman önce Fitnat Teyze bana evini kiralayınca olmuştu. Yaşadığım onca ülke bildiğim onca dil, tanıdığım onca insan benim bir ailem mi vardı ki dönecek. Nereye dönecektim ki? Dönsem ne diyeceklerdi? Evlatlıktan reddedildim ben yahu. “Size oradan bakınca macera arıyormuşum gibi mi geliyor komutanım?” “Bana buradan bakınca bu kadar üstün başarıya rağmen ülkenin en uç noktasında görev yapıp bir şeyleri ispatlamaya çalışıyormuşsun gibi görünüyor.” Elim ne ara kalktı. Ne ara suratına indi bilmiyorum. Çarpmanın şiddeti ile başı yana düştü. Beklemiyor olacak ki şaşkındı. “İşte bizi şimdi sikecek” dedi Sultan. “Çık dışarı. Bir daha sakın gelme” dedim. Yüzüme baktı. Gözlerindeki öfke içimi titretti. Kapıyı açtı. Ercüment’e “Başına bir şey gelirse seni yatırır sikerim” dedi. Gitti. Ercüment içeri girdiğinde ellerimin titremesi geçmemişti. Ne sanıyordu ki babamın ateşe olması, zengin olması ya da tanınması beni maceraya mı sürüklemişti. “Begüm iyi misin?” “Ercüment ben özür dilerim. Benim yüzümden yüzbaşının hışmına uğradın. Gece geç saatti seni uyandırmak istemedim” dedim. “Begüm benim işim bu. Bizim işimiz bu. Sence ben haftanın 7 günü gece 3’te sıcak yatağımda mı uyuyorum. Gece üçte uykusuz geçirdiğim günlerin sayısı uyuduklarımdan fazladır. Ya da gece 3’te acil operasyon emri geldiğinde kalkmalarım. Gece 3’te 2 metre kar üzerinde pusuya yatıp avlanıyorum ben Begüm.” Sesinin tonu sakinledi. Konuşmaya devam etti. “Bak seni anlıyorum. İnan bana. Bana, bize ya da Türk askerine yük değilsin. Ben senin için varım. Sende bunu anla. Başarılı bir beyin cerrahını korumak benim işim. Sana özel değil. Bunu başka biri mesela bir mimar, bir avukat ya da bir öğrenci, Hatice Nine, İmam Hüsam, çiftçi Bekir içinde yapardım. Anlaman gerek artık Begüm. Hayatın tehlikede. Ve Yüzbaşı bunun için önlem almaya çalışıyor. Tamam biraz tarzı farklıdır. Bazen ağzından çıkanı kulağı duymaz ama işi bu Begüm. Adama işini yapma fırsatı vermediğin gibi dik başlılık ediyorsun.” “Tam bir hödük” dedim. Gülümsedi. “Kalas ama en meşesinden.” “Sen birde dağda gör” dedi. “Niye Kıratının terkisine atlayıp Köroğlu’yum ulen ben diye nara mı atıyor?” Benzetmeme kahkaha attı. Sonra devam etti. “Umarım dağda görmen gerekmez Begüm. Olur da görürsen ne demek istediğimi anlarsın” dedi. Bütün gün hastanede hasta bakmakla geçti. Ercüment bir saniye bile benden gözünü ayırmadı. Akşama benim aracımla önce markete gittik. Sonra lojmana döndük. Karargâha uğrayıp rapor vereceğini acil bir ameliyat çıkarsa gecenin kaçı olursa olsun aramamı istedi. Aldıklarımı yerleştirdikten sonra canım yemek yemek istemedi bir duş alıp uyudum. Yarın gece nöbetçiydim. Artık yüzbaşı ile uğraşmayacaktım. Sabah 07.45 te Ercüment beni hastaneye götürmek için bekliyordu. Aynı zamanda Pars Timi de Lojman çıkışında göründü. Günaydın dediler. Ufuk “Günaydın Begüm Hanım “dedi. “Begüm. Sakıncası yoksa Ufuk?” “Elbette. Bu arkadaşımız Ilgaz.” “Memnun oldum.” “Bende Begüm ha- Begüm”. Tepkisinden memnun oldum. Ercüment’e döndüm “Gidelim mi?” Başını salladı. Kapı yeniden açıldı. Yüzbaşı ile Atlas üsteğmen çıktı. Köroğlu’nun bakışları 1-2 saniye beni buldu. Timi “Günaydın Komutanım” deyince ilgisi onlara döndü. Açıkçası tik tok videosu çekmeye gittiğimden günaydın demek istemedim. Ercüment aracımın sağına oturunca nizamiyeden çıktık. “Ercüment bugün nöbetçiyim. Bütün gün hastanede olacağım. Yarın sabah anca çıkarım.” “Tamam Begüm.” Sonra günün koşuşturması başladı.Öğle arasında elinde iki kahve ile Nilüfer göründü. İçeri girdiğinde Ercüment’i fark etmemişti. “Affedersin Begüm. Misafirin olduğunu bilmiyordum.” “Gel Nilüfer. Bu Ercüment. Ercüment buda doktor arkadaşım Nilüfer. Ercüment bir süre bana eşlik edecek.” Selamlaştılar. “Eşlik?” Kahvelerden birini Ercüment’e ikram etti. İtirazı kabul etmedi. Diğerini de çekmecemdeki kâğıt bardaklardan alıp ikiye böldü birini bana uzattı. Ne kadarını anlatmalıydım bilmiyordum Ercüment’e baktım. Anlamış olacak ki konuştu. “Begüm Hanım, Hülya hanımın başına gelenlerden sonra bir teröristin hedefi oldu. Biz onu yakalayana kadar ufak bir önlem alıyoruz. Sonuçlanana kadar bende burada olacağım.” Nilüfer paniklemişti. “Begüm iyi misin? Ne teröristi?” “Hülya’nın başına gelenlerden sonra böyle bir karar alındı Nilüfer merak etme. Bir süre TSK’nın misafiriyim. Yani olabilecek en güvenli yerdeyim.” Ercüment ne kadar burada olacaktı bilmiyordum. Saklamanın da anlamı olmadığına karar verdi. Zaten anlatmamda sakınca olsa Ercüment beni durdururdu. Olanları anlattım. Nilüfer’ de bu kararın en doğrusu olduğunu düşünüyordu. O sırada Ercüment’in telefonu çaldı. Odadan çıktı. Nilüfer emin olmak için sordu. “Begüm yapabileceğim bir şey var mı?” “Yaptın ya dedim elimdeki kahveyi göstererek.” Gülümsedi. “Ne zaman ihtiyacın olursa buradayım” dedi. Ben Muş’ta bir aile sahibi mi oluyordum bilmiyordum. Ercüment geri döndüğünde Nilüfer gitmişti. “Begüm operasyon emri gelmiş”. “Ercüment eğer gitmen g-“ “Yüzbaşı yanından 1 metre ayrılırsam beni nasıl şey edeceğini hatırlatmak istemiş” dedi gülerek. Bende güldüm. “Ya çok sever beni sağ olsun” dedim. KÖROĞLU'NDAN... “Komutanım El Zübeyir’i bulmamız bir 3 yılımı daha alırsa ne yapacağız”? diye sordu Ufuk. Panter El Zübeyir için istihbarattan gelen bilgiyi Anadolu Aslanına aktarınca Pars acil operasyona katılmıştı. Muş kırsalından başlayan yolculukları Batman’a doğru devam ediyordu. Sınır ötesine geçmek yerine oğlunu almak için kaldığını değerlendiriyordu istihbarat. Bu arada da Begüm ile hesabını görecekti. Sivri kayaların bolca mağaranın bulunduğu yüksek kesimi dağlık alanda tek sıra haline yürüyorlardı. “Bir 3 yıl daha kalırız o zaman Atmaca. Yapacak daha iyi bir işin mi vardı? “Diye sordu Köroğlu. Ercüment katılamadığı için 4 kişilerdi. “Daha iyi bir iş değil de komutanım başka bir şey aklımı kurcalıyor” dedi. “Nedir aslanım o nadide beyin kıvrımlarındaki ince düşünce paylaş bizimle” dedi Köroğlu. “Aşkım bu soruyu komutanımın elinde TAR 21 varken sormasan mı ha bebeğim. T 40 bombası götünde patlamasın” dedi Ilgaz. Köroğlu ile Ayvazın dudakları kıvrıldı. Operasyonlarda birbirlerinden başka kimseleri olmadığı için sınırları da kalkıyordu. Atlas bile daha konuşkan oluyordu. “Götümü çok seviyorum hayatım. Senin de sevdiğini biliyorum da aklıma takılıyor işte” dedi umursamazca Ufuk. “Paylaş lan o zaman, davetiye mi bekliyorsun?” diye sordu Köroğlu. “Saat 5 yönü temiz” dedi Atlas ardından. “Saat 3 yünü temiz görüş açık” dedi Ilgaz devamında. Konuşurken ilerlemeye devam ediyorlardı. “Şimdi Komutanım, bir üç yıl daha Muş’ta kalmışız. Dantel gibi işlemişiz planı. Tam El Zübeyir’i alıyoruz o da ne operasyonun ortasında Begüm doktor girmiş elinde neşteri”. Atlas ve Ilgaz’dan bir kıkırdama geldi. “Çekilin ben doktorum derse bir de komutanım. “Kıkırdamalar hararetlendi. Köroğlu’nun da kanı hararetleniyordu. Kadın operasyonun içine etmekle kalmamış gibi bir de askerlerinin sempatisini kazanmıştı. Buna ayrıca sinir oluyordu. Attığı tokattan sonra iletişim kurmamışlardı. Ancak ne zaman Begüm adı geçse otomatikman sinirleniyordu. “Aptal kadın. Dik başlı şımarık şey” diye geçirdi içinden yeniden. Verdiği bütün tepkiler Pars’ı eğlendiriyor gibi görünüyordu. “Fena mı işte aslanım veririm seni eline zaten ne zamandır kullanmadığın hayalarını keser, sende sikindeki başın ile değil beyninle düşünüp dağda bayırda hızlı koşarsın.” Ufuk erkekliğini tuttu bir an. Yerindeydi Çok şükürdü. Hatta bin şükürdü. Durmadı. “Ben almayayım komutanım çok şükür gayet uyumluyuz. Ayrıca.” “Ayrıca?” diye sordu Köroğlu. “Begüm hanımın benimle değil ki sorunu. O size kalp krizi geçirtmek için gönderilmiş.” Ilgaz bir kahkaha koyuverdi. “Bak bu konuda haklısın işte” dedi İlk defa sohbete katılan Ayvaz. Ayvaz’ın destek vermesi ve haklılık paylarına sinir oldu. Kadın ile ne zaman bir araya gelseler sakinleşmek için bir şeyler yumrukluyor, soğuk suyun altına giriyor ya da eğitim alanında saatler harcıyordu. Tabi Pars’ında nasiplenmesini sağlayarak. “Atmaca hayırdır yiğidim dünkü eğitim az mı geldi. Yetmediyse takviye edelim ha koçum?” Begüm tokat attıktan sonra Pars 7 saat eğitim alanında ter dökmüştü. Dökecek terleri kalmayana kadar eğitim almışlardı Köroğlu’ndan. “Ziyadesiyle yetti komutanım. Ben sadece şeyini şey etmeyelim de şey olmasın diye şey ediyorum.” “Şey etme aslanım. Sen ş- “ “Komutanım hareketlilik var” dedi Ilgaz. Ardından bir kadın çığlığı koptu. “Siktir”. Mevzi alın. Göz ucu ile Atlas’a baktı. Kadın yeniden çığlık atınca ortalık bir anda karıştı. “Vezir Ayvaz’ı tut.” “Atmaca rapor ver.” “Komutanım sekiz kişi saydım. Mağara içinde kaç ki- “Kadın yeniden çığlık attı. “Siktir ya yine mi?” dedi Vezir. “Komutanım Ayvaz’ı tutamıyorum.” “Dalıyoruz. Duydunuz mu dalıyoruz. Ayvaz bizi bekle. Bu bir emirdir.” Cümlesi bitmeden 8 teröristin 5 ‘i inmişti. Ayvaz mağaraya daldı. “Pars acele edin. Ayvaz’ın peşinden acele gidin.” Ardı ardına silah sesleri yankılandı mağara duvarlarında. Sonrası ölüm sessizliğiydi. BEGÜM'DEN.... Gece nöbetini tamamlamıştım. Ercüment ile lojmana dönmüş kendime mis gibi bir duş ardından da huzurlu bir uyku ısmarlamıştım. Nedendir bilinmez ama lojmana geldiğinden beri daha derin ve dinlendirici uyuyordum. Ertesi gün izin günümdü. Sabah erkenden uyandım. Bugün sonbaharın güneşli ve açık günlerinden biriydi. Yatak odasının camını açtım. Askerler eğitim yapıyorlardı. Uzaktan gelen “Bizim oğlan aşıktık yaylalar yaylalar” nakaratı içimi sıcacık yaptı. Ritmik hareketlerle onlarca genç talim yapıyordu. Sanki başlarındaki da Tahsin’e benziyordu. Emin olamadım. Zaten uzun zamandır ona desteği için teşekkür etmeyi planlıyordum. Banyoda yüzünü yıkadım. Dişlerini fırçaladım. Saçlarımı elim ile ıslatıp düzelttim. Şöyle mis gibi bir kahvaltı hazırlamaya karar verdim. Bugün neşeliydim o zaman doksanlardan şöyle hareketli bir parçayı son ses dinlemenin de tam sırasıydı. “Ooh Ouv ye Çekilin kardeşim peşimden Bana ne hocam dünya işinden Ye Ouv ye” Sertap çığlık çığlığa bağırmaya başlayınca o da dans ede ede mutfağa gittim. Çay suyunu koydum masanın üzerine kahvaltılıkları çıkarmaya başladım. “Eteğim fırfır hayatım gır gır Evde rahat yok her gün dırdır Ye Ouv ye” Kafamı sallaya sallaya şarkıya eşlik ediyordum. Sultan ile Gülten içeride dans ediyordu. El ele tutuşmuşlardı birde. Gülümsedim. “Zamane kızıyım ben zamane Aman be herkes her şeye nane Ye Ouv ye Kim akıllı kim deli divane E ben de yürürüm yane yane Ye Ouv ye” “Kapı çalıyor Begüm” dedi Sultan. Sallana sallana kapıyı açmaya gittim. “Sen ne çeşit bir manyaksın doktor?” diye sordu yüzbaşı. Hayır yarı çıplak yüzbaşı. Çıplak mı? “Ohaaaaaaaa o ne?” dedi Sultan. “Atena savaş tanrısı Ares “dedi Gülten. “Yüzbaşı?” diye sorguladım. “Bir şey mi oldu?” Arkadan Sertap bağırmaya devam ediyordu “Arabesk pop caz alaturka Sırtımda yamalı bir hırka Yırtık pırtık blue jean Haydi haydi gidelim parka” Derin nefes aldı. O nefes alınca göğsü körük gibi kalktı indi. “Bana bak doktor” dedi. İçeriden Sultan konuştu. “Bakıyoruz vallahi bakıyoruz billahi bakıyoruz bakmamak ne mümkün”. “Bu askerlerin döşünde neden kıl olmuyor Sultan” dedi Gülten. “Bilmiyorum Gülten. Onlar baklava mı?” “Bunlara baklava dersem çarpılırım. Ne kızım bunlar?” Kısa kesim saçları uykudan olacak ki dağılmıştı. Buğday renkli tenine siyah bir boxer giymişti. Bacak kasları da tıpkı göğüs kasları gibi sert ve sıkı görünüyordu. “Sultan o bacak arasındaki şeyin uzunluğu ne kadardır?” Gülten’in sorusu ile gözlerim anlık kaydı. 1 ya da 2 saniye sonra yeniden yüzüne çıkardım bakışlarımı. Bana ne adamın şeyinden yahu. “Ayak boyu ile orantılıysa, adamın ayakları çocuk mezarı gibiyse bizim bilmeyi istemeyeceğimiz uzunluktadır” diye basit bir orantı kurdu. “Ne yani Hayri’nin hayrını göremeyecek miyiz?” diye söylendi Gülten. Allah’ım neden bir insanın iç sesleri bu kadar konuşurdu ki. İki dakikada Bolu Beyinin şeyine Hayri demişlerdi. Yanlış söyledim. Hayırsız Hayri. “Yalnız adam Bolu Beyi değil Köroğlu” diye düzeltti beni Sultan. Göz devirdim. Bana Bolu Beyi. Gerisi beni bağlamaz diye birde açıkladım. İçinde bulunduğumuz şu saçma durumda. Sertap arkada ritim tutmaya devam ediyordu. Yüzbaşı ise bakışları ile beni delmeye devam ediyordu. “Delen pek o değil gibi ama yine de sen bilirsin” dedi Gülten. Yüzbaşı sessizliğime bir anlam vermemişti. Durumu çaktırmamak adına söylendim. “Bakıyorum ya Yüzbaşım.” “FesuphanAllah” “Ne istediniz?” “Ne mi istedim? Biraz uyumak”. “Uyun bundan bana ne?” Gülten ile Sultan adamın baklavalarını ya da Hayri’yi inceliyordu herhalde ses çıkmadığına göre. “Müsaade edersen uyuyacağım. “ “Ne yapıyorum ki?” Yüzbaşı bir adım yanaştı. Adam çam kokuyordu ya hu. Saçmalama Begüm Bolulu diye orman mı kokacak Allasen. “Müzik kulaklarımı sikiyor. Tam 41 saattir uykusuzum. Operasyondan 1 saat önce döndüm. Kıs şunu biraz uyuyalım.” Utanmıştım. Askeri lojmandı bura yahu. Fitnat teyzenin evi değil. Onun kulakları duymuyor diye son ses açtığım müziğe sesi çıkmıyordu. “Ben özür dilerim.” “Dileme sustur şu müziği yeter.” Arkasını döndü. Sağ kürek kemiğinde bir dövme vardı. “Ohaaa o ne dövmesi aslan mı” diye sordu Gülten. “Kaplan mı ne bu Sultan. Ses ver”. Yüzbaşı yürüdükçe sırtında dalgalanıyordu. Sırt kasları da mı aman ya bana ne? Bir şey dikkatimi çekti ya da öyle sandım yara izi miydi? O sırada kapı sertçe kapandı anlayamadım.İçeri girip Sertab’ın o nadide sesinin seviyesini biraz kasıtım. Sırf istiyor diye müzik kapatacak değildim herhaldeÇayı demlerken Sultan bağırdı. “Pars dövmesi o ya Pars. Vallahi bak Pars”. “Yaaa “dedi hayran hayran Gülten. “Demek pars. Timi gibi. Timinin yükünü sırtında mı taşıyormuş”. Gözlerinden kalp çıkıyordu salak şeyin. Kahvaltımı ettikten sonra Tahsin’e ve bana lojmanda ev ayarlayan Seyfettin albaya teşekkür etmek işin işe koyuldum. İstanbul’da yaşarken değil yemek yapmak yumurta bile kıramazdım. Erkek olmam gerekiyordu. Ne zaman mutfağa girsem ya anam laf sokardı ya da babam. “Biz o işler için hizmetçi tuttuk Begüm. Sen erkek olsan yeterdi”. Muş’a gelip te evimi düzenimi kurunca ilk birkaç yemeği yakıp itfaiyenin gelmesini sağladıktan sonra elim alıştı. Yavaş yavaş lezzetlendi. Denedikçe yaptıklarım hoşuma gitmeye başladı. Sonra yöresel lezzetleri denemeye başladım. Antep’ten kahke kurabiyesi, Antakya’dan kömbe, Urfa’dan külünce, Eskişehir’den Talkan bir süredir şerbetli tatlılardan yana deniyordum şansımı. Bugün elimin lezzetini beğendiğim daha öncede hastanede arkadaşlarıma ikram ettiğim Talkan Kurabiyesi yapmaya başladım. Leblebi tozunu kendim öğütüyordum ki taze oluyordu. Margarin yerine Tereyağı ve Pudra şekeri yerine beyaz çikolata katıyordum. Suat yedikten sonra Eskişehir’e gitmeye karar vermişti. Akşam üzerine kadar özenle yaptığım kurabiyelerim piştikten sonra küçük kaplara koydum Tahsin’e mesaj attım. Müsait olup olmadığını sordum. Onay verince elimdeki kutuları aldım Dairemden çıktım. İlk kutuyu Nizamiye’ de artık beni tanıyan askerlere verdim.Karargâha doğru yürürken Tahsin kapıda karşıladı beni. Pars Timi’nin nerde olduğunu sordum. Dinlenme odasındalarmış. İçeri girdiğimde Atlas, Ufuk, Ilgaz ve Ercüment oturuyorlardı. Çok şükür Yüzbaşı yoktu. Beni görünce Ercüment telaşla kalktı. “Begüm bir sorun mu var. Evdeyim demiştin? Nasılsın?” “İyiyim Ercüment merak etme. Sadece Albay’a bana lojman ayarladığı için teşekkür etmek istemiştim. Kurabiye yaptım. Size de getirdim.” “Kurabiye mi? Allah” dedi Ufuk. Ilgaz’da ayaklanmıştı. Gülerek saklama kabını uzattım. Ilgaz’ın “Aslanım bize çay kap getir dediğini duydum.” “Ellerine sağlık otursana Begüm” dedi Ufuk. “Önce Albay’ı göreyim sonra gelirim”. Başı ile onayladı.Tahsin ile koridorda yürürken bir saklama kapıda ona uzattım. “Tahsin bu da senin. Bana Muş’a geldiğimden beri çok yardımcı oldun. Ne zaman başım sıkışsa yanımdaydın.” Elimdeki kutuyu aldı. Yüzünden bildiğim o samimi gülüş geçti. “Vallahi Pars’ı benden çok seviyorsun diye bozulmaya başlamıştım.” “Olur mu Tahsin. Ben Pars’tan önce senin başına musallat oldum.” Kahkaha attı. Yürürken bir odaya girmek için izin istedi. Üzerinde Üsteğmen Tahsin Sungur yazıyordu. Kabı bırakıp beni önden yürümem için yönlendirdi. Kapıyı çaldı. “Gel” komutu ile kapıyı açıp benim girmem için açık bıraktı. Kendi de girip Tekmil verdi. “Üsteğmen Tahsin Sungur Çorum”. “Rahat Asker” Yüzbaşıda buradaydı. Ne şans diye göz devirdim. Ne güzel görmeden sıyırıp gidecektim. “Komutanım Begüm Hanım sizi görmek istedi.” “Gel kızım otur şöyle” dedi. Masasının önünde karşılıklı iki tekli koltuk birde albayın karşısına gelen ikili bir koltuk vardı. Yüzbaşı ile karşı karşıya gelmemek için yan profilden göreceğim ikili koltuğa geçtim. “E anlat bakalım Begüm kızım yerleşebildin mi. Bizim haytalar sana iyi bakıyorlar mı?” dedi bir Tahsin’e birde yüzbaşına bakarak. “İyiyim Albayım. Yerleştim çok şükür. Sağ olsunlar benimle çok ilgilendiler” dedim yüzbaşıya bakmayarak Tahsin ile anlık göz göze gelerek. “Aslında size bana yardımlarınız için teşekkür etmeye geldim”. Ayağa kalktım. Kurabiyeleri koyduğum saklama kabını uzattım. “Bunlar nedir?” dedi açmaya çalışırken Seyfettin Albay. Bana oldukça babacan gelmişti tavırları. Konuşacaktım ki kendi söylendi. “Ooo Talkan mı yaptın kızım sen?” “Evet bilir misiniz”? “Bilmem mi Eskişehirliyim ben. Rahmetli anam yapardı. Ondan sonrada kimse onun gibi yapamıyor diye yemeyi bıraktım.” Ağzına aldı bir tane attı. Gözlerini yumarak konuştu. “Tereyağlı yapmışsın. Anacığımda öyle yapardı. Şeker yerinde de bal koyardı. Sende şeker koymamışsın ne bu?” “Beyaz çikolata”. Albay bir tane daha attı ağzına. “Vallahi Begüm belki 30 yılı var şöyle Talkan yemedim. Allah senden razı olsun kızım” dedi. “Afiyet olsun” “Aslanlar sizde alsanıza?” Tahsin konuştu. "Begüm bize de getirmiş komutanım size afiyet olsun". “Köroğlu sen al bari.” “Bende almayayım komutanım afiyet olsun.” “Yeme sen sabah beri götümüzden duman çıksın bir tadına da bakma. Bolu Beyinin uyuz eşşeği” dedi sinirle Gülten. “E Begüm anlat bakalım. Nerelisin? Kimlerdensin?” “Ispartalıyım Albayım. İstanbul’da doğdum büyüdüm ancak anne ve babam ikisi de Ispartalı. Daha önce gitmedim.” “Isparta haa dedi Albay. Bir yandan Talkan gömmeye devam ediyordu. “ “Bu mis gibi gül kokusundan anlamalıydım” “Ben bu adamı çok sevdim yahuuuu” dedi Sultan. “Ailen onlar neci ne iş yaparlar?” Soru beni germişti. Terbiyesizlik olmasın diye üstün körü cevapladım. "Babam emekli büyük elçi. Annemde emekli kalp damar cerrahı. Bir ablam var. İşletme mühendisi." “Oo maşallah doktor ananın doktor kızı. Seninle gurur duyuyor olmalılar” dedi içimde bir yerler çöktü. “Çok başarılı bir cerrahmışsın kızım. Hatta benim arkadaşlarımdan birini ameliyat edip ayağa kaldırmışsın.” Şaşırmıştım. “Öylemi albayım bilmiyordum kim?” “İbrahim Kozan.” O ameliyat ile adım bilim dergisinde yayınlanmıştı. Buraya gelmeye kara vermeden önce 14 küsür saat süren sonrada eve gelince Elmas’ın muhteşemliği benim boktan karakterim ile teyze anakondasının ağzına meze olduğum akşam. Zoraki gülümsedim. “İbrahim Bey biraz abartmış. Ben işimi yaptım.” “Mütevazilikte bir yere kadar kızım. 14 saat sürmüş ameliyat bir dakika ayrılmamışsın başından. Senin için tıp dünyasında çığır açar diyor.” Övülmekten nefret etmiştim. Ben övülmek ne bilmiyordum. Arkasından erkek olsan daha iyi olurdu lafı gelecekti şimdi.Yüzbaşıda Tahsin’de ilgi ile dinliyorlardı. “Senin burada görev yaptığını duyunca iyi bakmam için tembihledi beni.” “Sağ olsun. Ancak dediğim gibi işimi yaptım” dedim. Albay rahatsızlığımı anlamış olacak ki üstelemedi.O sırada Yüzbaşının telefonu çaldı. Albaya baktı. Açmak için onay ister gibi. Kalktı camın önünde konuşmaya başladı.Albay bana birkaç soru daha sordu. Kapı çaldı bir askeri Tahsin ve Albayı çağırınca odada yüzbaşı ile kaldık. Telefonu kapatınca koltukta bulunan kamuflaj montunun cebine koydu. Döndü bana baktı. “Demek 14 saat ha? Bu kadar başarılı bir cerrahın Show yapmak için Muş’ta olması sizce de saçma değil mi Doktor Hanım?” “Show mu? Yüzbaşı ne çeşit bir egoda büyüdünüz bilemiyorum ancak. Hayat bazıları için sizin zannettiğiniz kadar kolay olmayabiliyor.” “Güldürme beni doktor. Burada yaşadığın hayatın 10 mislini yaşayabilirsin İstanbul’da. Belki yurt dışında. Burada terörün ortasında ne işin var?” “Niye burası benim yurdum değil mi? İstanbul ne kadar vatan toprağı ise Muş’ta öyle.” “Söylesene yüzbaşı senin işin ne Muş’ta.” “Ben askerim.” “Bende doktorum yani?” “Bak Isparta gülü. Buralar senin o gül kokulu tenin için fazla hassas. Güneşi o ipek tenini yakar. Sen buralara uyum sağlayacak son insan bile değilsin. Git buradan. Boğazda tekne turlarına geri dön.” “Yüzbaşı senin benimle derdin ne ki açık açık söylesene bana?” “Biz bunu sabah uyandırdık diye üzüldük dimi birde” dedi Gülten. “Ne derdim olacak seninle doktor? O kadar önemli misin? Macera için kendini yollara atmış bir optimistten başka nesin ki bir derdim olsun seninle? Devam etti. “Koca bir baş belasısın. Ederin tutarın bu.” “Hayrisi kopasıca ettiği lafa bak” dedi Sultan. Cevap verecektim. Önce gözlerimin dolmasını engelleyip cevap verecektim. Kapı açıldı. Asker, “Komutanım Albayım acil sizi çağırıyor” dedi. Hızla kalktı yerinden iki adımda kapıya vardı Bolu Dağının gelişmiş ayısı.Sultan ile Gülten içerde gün yüzü görmemiş küfürler ediyorlardı. Bu kadar küfürü nerden öğrendiklerini bilmiyordum. Sonra gözüme kamuflaj montu ilişti. Aklıma gelen. Şey ile sırttım. Telefonunu aldım. Şifreliydi. “Düşün Begüm. Adam hakkında ne biliyorsun. Bolu Ayısı. Yüzbaşı. Yontulmamış kütük. Şifresi ne olabilir ki?” İlk aklıma bolunun plakası geldi. Ne alakaysa? 1414 Açıldı. “Yuhh Begüm. Adama hakkında iki şey biliyorsun şifreyi tahmin ettin”. Youtube den aklımdaki şarkıyı indirdim. Zil sesi yaptım. İndirdiğim şarkıyı sildim. Kilitledim. Telefonu yerine koydum. Hışımla kapı açıldı. Yüzbaşı geri geldi. Beni ayakta görünce süzdü. Ancak acelesi vardı. Montunu aldı bir şey demeden pardon yeri döve döve yürüyerek çıktı. Bende ardından Albayın odasından çıktım.Geldiğim yolu geri dönerek Pars Timinin olduğu odaya girdim. Kurabiyelerimi yemiş sohbet ediyorlardı. Yaklaşık 10 dakika sonra bir asker onları da çağırınca kalktım. Ellerim bol pantolonumun cebinden bitter çikolatamı buldu. Bir ısırık aldım sallana sallana lojmana yürüdüm. Hayır sallanmıyordum. Sırıtıyordum. KÖROĞLU'NDAN... Pars Timi, Tahsin Üsteğmenin Timi Albay ve Üst düzey birkaç komutan online toplantı halindeydik. Yarın akşama yapılacak sınır dışı harekatın detaylarını konuşuyorduk. Ortamda bir ses yankılandı. “Sarılmandan belli kırıcan mı belimi Çok canım acıdı çeksene elini Sarılmandan belli kırıcan mı belimi Çok canım acıdı çeksene elini” Toplantı odasında kısa bir sessizlik oldu. “Özledin mi diye sorsana bir bana nerde Ama ayılık var senin hamurunda Önümüzdeki on yıl unutamazsın sen belli bir daha Özlemişsin besbelli tenimi” “Komutanım telefonunuz çalıyor dedi Ufuk”. Höykürerek gülmek için nefes almaya çalışıyor o da garip garip sesler çıkarmasına neden oluyordu. Ayşe Hatun Önal devam ediyordu. Anlamamıştı. “Ha ne?” “Komutanım telefon diyorum telefonunuz çalıyor.” Ilgaz homurtulu bir nefes aldı. Ya da kıkırdadı. “Telefon mu benim değildir o” “Sarılmandan belli kırıcan mı belimi Çok canım acıdı çeksene elini” Susmuyordu kadın. Ercüment dayanamadı. Gülmek ile susmak arasında bir sesle "Komutanım önemli bir şey olabilir arayan elini çekmeden bir baksanız mı? dedi. Püskürtmeli nefesler alındı. Albay Seyfettin dayanamadı. “Yüzbaşım açacaksan aç kırıldı kadının beli” dedi. Online komutanlarda gülüyorlardı. Yarbaylardan biri noktayı koydu. “Yüzbaşım malum dağ taş uzun zaman olmuş belli ki. Sol el yetmiyor demek ki bir kerhaneye falan mı gitsen? En kıymetli yüzbaşılarımız 31 çekmekten helak olmuş”. Bir kahkaha tufanı koptu. “Yüzbaşım” “Emredin komutanım.” Rengim tam anlamıyla kırmızıydı. Telefonu sessize aldım. Arayana bakmadım bile. “Neyse işimize bakalım” dedi Seyfettin albay. Gülüyor muydu o? Toplantı detayları konuşulduktan sonra Pars dışarı çıktı. Derin bir nefes çektim. “Arkamdam gelen olursa yatırır onu sikerim kerhaneye gitmek yerine” dedim. Lojmanlara doğru koşar adım yürümeye başladım. ILGAZ'DAN... “Sarılmandan belli kırcan mı belimi” dedim. Kolumu Ufuk'un omzuna atıp. Bir kahkaha tufanı koptu. Ufuk gülerek Ercüment’i uyardı. “Begüm yapmış galiba mesaj at haber ver Köroğlu belini kırmaya gidiyor de” dedi. Ercüment gülmekten yazamıyordu. Gönderilen: Doktor Begüm “Begüm Korogl gelyori skalan muziki andlaı.” Ilgaz hala söyleniyordu “Ama ayılık var senin hamurunda Önümüzdeki on yıl unutamazsın sen belli bir daha” BEGÜM'DEN... Aynı gün içinde kapısının ikinci kez yıkılır gibi çalınmasıyla zıpladım. “Ay alacaklılar geldi. Faturaları ödemedin mi Begüm?” diye sordu Sultan. Saf saf “ödedim” diye cevap verdim. Kapıyı açmamla Köroğlu’nun beni belimden yakalayıp mutfak balkonundan sallandırması arasında 10 saniye geçti. Sağ ayak bileğimden tutuyordu sadece saçlarım aşağı sarkmış etraf tepe taklak olmuştu. “Bana bak kızım. Ayağımın altında dolanma. Yoluma yöreme çıkma. Beni azdırma ki belini kırma eylemim sadece şarkıda kalmasın. Anladın mı Beni? Köroğlu’nu yoldan çıkarma ki sana Bolu Beyi olmamayım.” Sonra beni geri çekti konuşmama fırsat vermeden bir kere daha bağırdı “Anladın mı?” “A-anladım” Sonra çıktı gitti. İçeriden kimden geldiğini bilmedim bir nida duyuldu. Sultan’da olabilirdi Gülten’de. “O neydi gıızzzz?” KÖROĞLU'NDAN... Lojmandan çıktığımda hala sakinleşememiştim. Kadın sanki özellikle gönderilmişti. Ayarlarımı sikip atması için. Derin bir nefes aldım odasına gidip evrak işlerini halledecek unutacaktı. Karşısına Düzceli çıktı. Daha doğru onu duymadığı için ettiği küfürler. Talim alanını süpürüyordu. “Bolu’nun da amına koyayım. Bolulularında. Düzce il sınırından Ankara il sınırına kadar Bolu’yu santim santim sikeyim.” Teker teker gelmiyorlardı ki anasını satayım. “Düzceliiiii” diye böğürdüm Düzceli Taner yerinde zıpladı. Pars karargâh kapısında sohbet ederken Köroğlu böğürünce o tarafa döndüler. “Şansıma sıçayım. Beni Bolu’lu bir komutanla Muş ovasında esir eden talihimi sikeyim.” Yeniden böğürdüm. “Tam teçhizat eğitim alanında ol. 3 dakikan var. Gel bakalım kim kimi sikiyor?” Ercüment yeniden kahkaha attı. “Bolu’luya sadece Begüm yetmemiş anlaşılan. Doymamış”. Ilgaz “Çeksene elini” dedi yalandan kızar gibi. Pars yeniden bir kahkaha attı. Ufuk söyleniyordu. “İyi ki geldin Begüm. Hayatımıza Neşe kattın. Çok eğleneceğiz sayende çok” O da katıldı. “Ama ayılık var senin hamurunda”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD