BEGÜM'DEN...
Gelen nota nasıl bir tepki verdimse Yüzbaşı oturduğu yerden hışımla kalkıp elimden aldı okudu. Gözleri yeniden beni bulduğunda onunla ayaklanan Tahsin’e birkaç talimat verdi.
“Tahsin kuryeyi yakala. Çiçekleri nereden almış, alırken birini görmüş mü öğren.”
Bir yandan da olayı anlaması için notu Tahsin’in eline tutuşturdu. Tahsin acele ile çıkarken yüzbaşı telefonunu eline aldı. Birini aradı.
“Ilgaz El Zübeyir buralarda olabilir. Doktora çiçekle bir tehdit mesajı yollamış. Hastane güvenliği dahil bütün kameralar, mobeseler, yakın çevre taransın. Tahsin Üsteğmen ile konuş. Sana bir çiçekçi adresi verecek. Onların telefon kayıtlarına gir. Bu arada karargâh lojmanlarında Begüm Hanım için tahsis edilen Lojmana giriş çıkış için nizamiyeye eşkâl ver. Begüm Hanım bundan sonra lojmanda ikamet edecek.”
İtiraz etmek için hareketlendim ki diğer elinin işaret parmağını durmam için kaldırdı. Gözleri ile de tehdit eder gibi bakıyordu. Konuşmaya devam etti.
“Parsı buraya yolla, eşyalarını taşımasında yardımcı olsun. Bundan sonra Ercüment gölgesi gibi peşinde olacak. Anlaşılmaya bir şey?”
Aldığı cevaptan memnun kapattı. Konuşacak oldum.
“Sakın doktor. Ben gelmiyorum, koruma istemiyorum tantanası çekemem.”
“Beni buna zorlayamazsınız”.
Gülten “Zorlar, zorlasın ben içime bıçak sokulup ölmek için çok gencim” dedi. Sultan’da “Bana kurşun sıkılıp ölmek için genç olduğumu düşünüyorum” diye destek oldu.
“Seni nelere zorlayacağımı tahmin bile edemezsin doktor. Şimdi uslu uslu taşınırsın ya da bunun için zor kullanmaktan çekinmem.”
“Bu yaptığınız zorbalık yüzbaşı.”
“Doğrudur. Senin yaptığında ahmaklık”.
Ağzına sağlık” dedi Gülten.” Ayıp oluyor ama” dedi Sultan.
Ağzımı açacak oldum. Susturdu. O sırada Tahsin girdi içeri.
“Komutanım, sipariş telefon üzerinden verilmiş. Ilgaz Üsteğmen telefonun konumunu bulmaya çalışıyor ama bir şey çıkacağını sanmıyorum.”
Bana döndü.
“Begüm, ev sahibini ara evini boşaltacağını söyle. Karargâha taşınıyorsun.”
“Tahsin bak Yüzbaşı-“
“Tartışmaya açık değil Begüm” dedi Tahsin.
Yüzbaşı ikimizi de dikkatle dinliyordu.
“Evimi boşaltmam. Gerekli eşyaları alıp geçerim. Bu El Zübeyir işi bitince kimsenin hakkına girmeden lojmandan ayrılırım.”
“Sen bilirsin ama bu iş bitene kadar gözümün önünde olacaksın”. Tahsin bile laf anlamıyorken yüzbaşına anlatmaya çalışmanın ne kadar boşa emek olduğunu anladım.
“Tamam geleceğim” dedim bıkkınlıkla.
Yüzbaşının yüzünden garip bir his dalgası geçti ancak ne düşündü ne hissetti okuyamadım. 10 dakika sonra kapı yeniden açıldı. İçeri üç kişi girdi. Asker selamı verince bunların az önce komutanın Pars diye bahsettikleri kişiler olduğunu anladım.
“Hay Maşallah analar neler doğuruyor be” dedi Sultan. Gerçekten bu sefer ben göz devirdim. Yüzbaşı ile normal bir konuşmamız olmamıştı şu ana kadar. Ve biz ne zaman yan yana gelsek iç seslerim İkisi birden konuşuyordu. Kendimi üç kişinin arasında sıkışmış hissediyordum.
“Pars bu Begüm Hanım. Gıyabında zaten tanıyorsunuz. Bazılarınızla operasyon günü tanıştı zaten” dedi İmalıca.
“Tamam be operasyonun içine sıçtık ama durup durup yüzümüze de vurma” diye sitem etti Gülten. “Ay napsın adam Gülten. Üç yıl çalışmışlar. Gökten zembille indik biz geldik dedik. Bir elimizde neşter. Diğer elimiz belimizde” dedi Sultan.
Allah’ım susmuyorlardı. Askerlerden biri yanaştı elini uzattı. Bu o gün Köroğlu’nun gelecekte bizim için yapmayı planladığı eylemleri anlatan Ufuk adlı askerdi.
“Adam bizi de senide sikecek dedi Begüm. Sen bundan ne anladın kuzum. Ha bebeğim. Adam lafları ile sikiyor sen ne anlıyorsun yavrum bir anlatsana bana” dedi Sultan.
Tövbe ya. İnsanın akıl sesi bu kadar geveze olur mu?
“Gerçekten yapmasını istediyse demek ki” dedi Gülten. Sözümü geri alıyorum bir insanın kalbinin sesi de bu kadar ahlaksız olur mu?
“Begüm Hanım. Tanışmıştık. Ben Üsteğmen Ufuk Çarkçı. Arkadaşlarımda Kıdemli Üsteğmen Atlas Uludağ. Ve sizi koruyacak olan Üsteğmen Ercüment Pınar. Namı diğer bıçak.”
“Bıçak?”
“Zamanla anlarsınız. Birde Üsteğmen Ilgaz Kaya var ancak o komutanımın verdiği birkaç işi hallediyor. Onunla sonra tanışırsınız hazırsanız çıkalım” dedi.
“Lojmanlar eşyalı mı?” diye sordum.
“Evet” dedi Ufuk.
“Tamam o halde sadece bir kişi gelse yeterli. Eşyalarımı taşımayacağım. Evimi boşaltmayacağım. El Zübeyir davası bitene kadar TSK’nın misafiriyim. Ondan sonra evime geri döneceğim.”
“Kendi eşyalarınızı kullanmak istersiniz diye düşünmüştük. Askeri lojman eşyaları yerine kendinize ait eşyalarınızda rahat eders..” Ufuk’un lafını kestim.
“Neden? TSK beni olabilecek en iyi şartlarda ağırlıyor. Asker olmadığım halde bana koruma ve eşyalı bir lojman tahsis ediyor. Daha fazlasını istemek nankörlük olur. Ayrıca aradığınız terörist yakalanınca boşaltmalıyım ki gerçekten hak eden bir askeri personel yararlanabilsin.”
UFUK'TAN...
Ufuk gerçekten kadının ahlak anlayışından hoşlanmıştı. İlk tanışmalarından sonra askeri operasyonu baltaladığına inanmışlardı kadını. Ancak öyle değildi. Hatta o işleri darma duman etmeseydi Köroğlu kafasına 30 santimlik bir delik açılacaktı. Kafa salladı.
“Komutanım?”
Yüzbaşıda lojman ile ilgili sohbetten sonra daldığı düşüncelerinden sıyrıldı.
“Ercüment mi gitsin ben mi eşlik edeyim?”
“Ercüment bundan sonra Begüm Hanım nereye sen oraya.”
“Emredersiniz komutanım.”
“Ufuk sen Tahsin Üsteğmen ile karargâha dön.”
“Atlas sen benimle gel.”
BEGÜM'DEN...
Bir sürü emir komuta içinde kendimi nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum.
“Gidelim mi Begüm Hanım?” askerin sesi ile kendime geldim.
“Begüm. Lütfen bana ismimle hitap et.”
“Nasıl isterseniz”.
“Birde eğer mümkünse tekil şahıs. Bende öyle hitap edeceğim sakıncası yoksa.”
“Elbette Begüm çıkalım mı?”
Arkamı döndüğümde odada bulunanlarda bizi dinliyorlardı. Ercüment bakışları ile yüzbaşıdan izin aldı. O sırada Tahsin yanıma geldi.
“Akşama uğrarım.”
Konuşmak yerine başımı salladım ve çıktık.
Eve gelince Fitnat Teyze’ye bir süre arkadaşımda kalacağımı ancak evimi boşaltmayacağımı kirasını ödemeye devam edeceğimi anlattım. Sonra kişisel eşyalarımı içeren 3 bavul hazırladım. Birinde kıyafetlerim, diğerinde tarağım, diş fırçam, şampuanım, kremlerim, makyaj malzemelerim ve doksanlar albümlerim vardı. Kitaplarım ve ayakkabılarım onları da 3. bavula koyup yola çıktım. Yeni evime. Beni nelerin beklediğini bilmediğim yuvama.
Hastaneye yakın olsun diye evimi şehir merkezinden tutmuştum. Ancak karargâh ters istikametteydi. Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra nizamiyesinde durduk. Ercüment beni nöbet tutan askerlere tanıttı. Giriş çıkışlarda kolaylık sağlamalarını rica etti.
Lojmanlara geldiğimizde birbirinin aynı bir sürü bloktan oluşan bir alana girdik. Dört katlı binanın 2. Katına çıktık.
“Burası senin dairen. Bu iş bitene kadar bize de Muş’ta kalma emri geldi. Karşıdaki dairende Köroğlu Komutanım ile Atlas Komutanım oturacak. Senin üst katında da Pars Timi. Ben, Ufuk ve Ilgaz. Tahsin Üsteğmenim arkadaki blokta 3. katta kalıyor.”
Kapıyı açtı geçmem için kenara çekildi. Yaz ortasında olduğumuz için camlar açılmış ev havalandırılmış temizlenmiş görünüyordu.
“Açsındır. Bu akşam dışarıdan söyleriz yarına da sana biraz yiyecek alırız”. Kafamı salladım.
“Çok teşekkür ederim Ercüment. Zahmet verdim.”
“Estağfurullah Begüm. Rahatla biraz. Askeri lojmanda yaşamak o kadar da korkulacak bir şey değil.”
Gülümsedim.
“Ülke içinde en güvenli yerde olacağım Ercüment. Sadece başınıza bu kadar sorun olmak canımı sıkıyor” dedim.
Anlayışla gülümsedi.
“Takılma sen bunlara. İyi tarafından bak. Yeni arkadaşlar edinmiş oldun.”
Samimiyeti içimi rahatlattı.
“Ben gideyim. Önce komutanıma rapor vereceğim. Sonra senin için bir şeyler sipariş ederim. Ne yersin?”
“Fark etmez kendine ne söyleyeceksen bana da uyar. Ödeme yapma. Ben-“
Lafımı kesti. “Sonra bana bir yemek yaparsın ödeşiriz.”
“Yaparım elbette. Çok teşekkür ederim Ercüment.”
Selam verdi. “Telefonunu alabilir miyim?”
Elimdeki telefonu uzatınca şifre sordu. Açıp içine kendi numarasını yazdı.
“Bir şeye ihtiyacın olursa ara beni. Sabah seni hastaneye bırakmak için kaçta geleyim.”
“Ben giderdim.”
“Begüm.”
“7.45 iyi.”
Gülümsedi
“İyi akşamlar”.
“İyi akşamlar Ercüment.”
Kapıyı kapattıktan sonra çantamı girişteki ayakkabı dolabına astım. Etrafı incelemeye başladım. Sade döşenmişti. Salonda bir koltuk takımı, bir yemek masası, televizyon ünitesi bir kitaplık. Onun dışında iki oda daha vardı. Yatak odası olarak düşünülmüş olan yerde iki kişilik bir yatak bir dolap, iki komidin bir ayna, diğer odada bir koltuk bir dolap ütü masası buradan bir balkona çıkılıyordu. Balkon karargâh binasını görüyordu. Yatak odasından da askerlerin eğitim yaptığı parkurlar. Salon camı ise genişçe ağaçlık bir araziye bakıyordu. Burası sanki şey gibiydi. Ev.
“Ay Sultan Fitnat Teyzenin evi de iyi ama burada kendimi çok iyi hissettim. Sen ne dersin?”
Gülten de benim gibi düşünmüştü. Sultan sessizdi. Belki de ilk defa bu kadar sessiz. Üstelemedi Gülten. Oda benim gibi evi incelemeye devam etti. Beyaz birbirinin aynı perdeler, yerde küçük ama baktıkça içimi açan renkte halılar. Mutfakta yeteri kadar tabak çanak, bir büyük buzdolabı ve dört kişilik masa. Bir masada burada görünüyordu. Oturmak için sandalyeler bile düşünülmüştü. Bir insanın ihtiyacı olan ne varsa. Banyo ve tuvaleti de inceleyince içinde bulunduğum yeni yaşam alanıma aslında uzak olmadığımı hissettim. Oysaki bir iki haftaya çözülmüş olacaktı ve evime yuvama yeniden dönecektim.
Kıyafetlerimi dolaba astım. Kitaplarımı kitaplığa yerleştirdim. CD çalarımda bir doksanlar Türkçe pop şarkı açtım. Arka planda Yeşim “Salkım Deli Mavi” ile bana eşlik ederken kalan eşyalarımı yerleştirmeye devam ettim. Kapı çaldığında Ercüment’in bana karışık bir pizza birde ayran sipariş ettiğini gördüm. Karnımı doyurup kutuyu çöpe attım.
Kapı çaldı yeniden. Gelen Tahsin’di.
“İyi akşamlar Begüm.”
“Hoş geldin Tahsin gelsene.”
Merdivenlerden gelen seslere istinaden ikimizde o tarafa baktık. Atlas Üsteğmen ve Yüzbaşı Köroğlu geliyorlardı.
“İyi akşamlar Komutanım” dedi Tahsin.
İkimize de kısa bir bakış attı. Başıyla onayladı. Yanındaki Atlas Üsteğmen almak zorunda hisseti selamı. Adamı görünce selam vermek bir yana aldığım nefesi unutuyordum. Sessiz kaldım.
Kapılarını açtılar ve başka bir şey söylemeden içeri girip kapattılar.
“Bir şeye ihtiyacın olursa haber ver” dedi.
“Veririm gelseydin. Gerçi misafire ikram edecek bir şey yok ama.”
Gülümsedi.
“Borcun olsun”.
“Anlaştık.”
“Begüm lütfen kendine dikkat et. Biliyorum huzursuzsun ama sana bir şey olmasına izin vermem.”
“Biliyorum Tahsin. Teşekkür ederim.”
“Ben gideyim Begüm. Sonra uğrarım”
“Tamam Tahsin. Yarın görüşürüz” dedim. Selam verdi gitti.
Bende kendime bir duş ısmarladım. Uzun ve arındırıcı bir duştan sonra açıkçası daha iyi hissediyordum.
Yalnız yaşamaya başladığımdan beri daha doğrusu Beyin Cerrahı Begüm Ünsal olduğumdan beri hayatta ne yapmak hoşuma gidiyorsa onları yapmaya başlamıştım. Saten gecelikler giymekte bunlardan biriydi. Sabahları güne neşeliysem doksanların hareketli şarkılarını dinleyerek başlıyordum. Evin içinde dans ediyordum ki bunu İstanbul’da yaptığımda Yusuf Ünsal beni yollu olmakla suçladığı için içimde kalan bir şeydi. Birde çantamdan eksik etmediğim bitter çikolatalarım.
Bedenime sardığım havluyu çıkarıp siyah saten pijamalarımı giydim. Saçlarımı taradım ama kurutmadım. Sonra dişlerimi fırçalayıp uyudum.
Gecenin üçünde çalan telefonum ile nerede olduğumu önce anlamasam da sonradan lojmanda olduğumu hatırlayıp komidinin üzerindeki telefona uzandım.
“Begüm ben Nilüfer. Acil vaka. Beyin kanaması. Suat geldi ancak seni de çağırmamı istedi.”
“Geliyorum Nilüfer” dedim kapattım.
Saat 3’e geliyordu. Hazırlandım ama çıkacakken Ercüment’i aramam gerektiği aklıma geldi. Saat gece 3’tü yahu.
Uyuyorsa uyandıracaktım. Zaten gölge gibi peşimde dolanmasını istemişti insan azmanı yüzbaşı. Yarın uyanınca gelirdi yanıma. Gülten ve Sultan ayılmamış olacaktı ki sesleri çıkmamıştı. Fırsattan istifade onlar konuşmadan park yerimdeki aracıma bindim. Nizamiyedeki er akşam gelirken orada olan erdi. Beni tanıdı.
“Hayrolsun Begüm Hanım?” dedi.
“Hastaneden çağırdılar. Acil ameliyata gidiyorum”.
Başını salladı. Kapıyı açtı. Gaza basıp hastaneye sürdüm.
Ameliyathaneden çıkıp üzerimi değiştirdim. Odama geldiğimde kapıda Ercüment vardı. Acele adımlarla yanına gittim.
“Ercüment. Sana haber verecektim ancak ameliyat acil olunca uyandırmak istemedim.”
“Begüm Yüzbaşı içeride. Onunla konuş biz sonra konuşalım. Ve lütfen alttan al. Çok sinirli cevap verirsen askerliğimi yakarsın.”
“İçime içime sıçıyorum” dedi Gülten.
İçeri girdiğimde koltukta ayaklarını ileri uzatmış kollarını bağlamış ileri bakıyordu.
“Yüzbaşı?” dedim. Başını ağır ağır kaldırdı.
“Kızmadan öne beni bir dinleseniz?”
“Ha yani kızdığımı idrak ettin doktor.”
“Begüm bu adam bizim yüzümüzden ya sinir hastası olacak ya da tansiyon” dedi Sultan.
“Acil telefon geldi.”
“Sonra?”
“Saat gecenin 3’üydü?”
“Sonra?”
“Ercüment’i rahatsız etmek istemedim.”
“Sonra?”
“Ameliyata girdim”.
“Sonra?”
“Buradayım”.
“Sonra?”
“Adamda devreler yanmış. Reset mi atsak?” dedi Gülten.
“Sonrası yok. Bu kadar.”
Ayağa kalktı. Üzerindeki kamuflajlarla olduğundan daha iri görünüyordu.
“Ağzını açsa bizi bir hamlede yutacak” dedi Sultan.
“Doktor ben seni anlamıyorum” dedi. “Vallahi anlamıyorum. Lütfen bana bir anlatsana. Canın mı kıymetli değil? Muş ovasında ya da Malazgirt ovasında macera mı arıyorsun?”
Derin derin soludu. Gözlerinin rengi eladan yeşile döndü sonra sarı. Ya da öyle zannettim.