Parsın Sitrin Gözleri 1. Bölüm 1. Part
BEGÜM'DEN...
Valizimin fermuarını çektikten sonra etrafımda dönerek unuttuğum bir şey var mı diye odada göz gezdirdim. Uçağın kalkmasına yaklaşık 3 saat vardı ancak ben bir an önce çıkmak için acele ediyordum. Yaklaşık 10 gün önce atamamın yapıldığı bilgisini almış akabinde çalıştığım hastanenin beyin cerrahisi bölümünden ivedilikle istifa etmiştim. İlk bakışta İstanbul’un gözde hastane komplekslerinin birinden oldukça yüklü bir maaş ile bulunduğum pozisyonu gözümü kırpmadan bırakınca Gülten ve Sultan sinir krizleri geçirerek kavgaya tutuşmuşlardı. Zaten geçinemezlerdi ancak bu son olay tuzu biberi olmuştu.
“Ben sana söyledim bu kız geri zekâlı” dedi Sultan.
“Kime göre neye göre?” diye cevap verdi Gülten.
İkisini de duymazdan geldim. Oldukça kararlıydım ve kararımı bu ikisi dahil birinin etkilemesine izin vermeyecektim.O sırada kollarını önünde bağlamış, odamın kapısına dayanmış ablam dikkatle izliyordu beni. Prensesler gibi görünüyordu. Zarif, asil ve elbette mükemmel. Nasıl olmasın? Koskoca emekli büyükelçi Yusuf Ünsal’ın gözbebeği Elmas Ünsal. Büyük bir şirketin CEO’su olma yolunda emin adımlarla ilerleyen ODTÜ işletme Mühendisliği mezunu Elmas Ünsal.
“Bu yaptığın saçmalık. Gerçekten o kadar aptalsın ki bazen nasıl beyin cerrahı olduğuna şaşırıyorum” dedi.
Gülten ya da Sultan cevap vermeden önce araya girmek istedim. Sonra aslında bunun ne kadar boş bir çaba olduğunu fark ettim. Yatağımın üzerinde duran çantamın içine telefonumu attıktan sonra valizimin sapını çekmek için ayarladım. Yeni hayatıma doğru yola çıkmak için adımladım. O sırada ablam kolumdan tuttu.
“Begüm gerçekten aptalsın. Bunun ne kadar aptalca olduğunu ne zaman anlayacaksın?”
O sırada Sultan kafasını uzattı. "Belki de dinlemeliyiz Begüm!"
Cevap Gülten’den gecikmeden geldi. "Belki de dinlememeliyiz Begüm!"
Dişlerimin arasından çıkan sesimle cevap verdim.
“Ne güzel işte ablacığım. Aptal bir kardeş ile uğraşma zahmetinden kurtarıyorum seni. Sıkıntılı varlığım ile sebep olduğum aptallıklarımı da alıp gidiyorum.”
Elini kolumdan çekip çıkışa doğru ilerledim. Ne annem ne de babam ortalarda görünmüyorlardı ki bu işime gelmişti. Dün akşam kararımdan vazgeçmezsem emekli büyükelçi Yusuf Ünsal beni evlatlıktan reddetmekle tehdit etmiş onun pek sevgili karısı Ayşe Ünsal bu duruma ses bile çıkarmamıştı. Muhtemel emekli bir kalp damar cerrahı olarak başarılı bir doktor olan kızının istifa edip doğu görevi için şu anda aldığı maaşın onda birine tamah etmesini o saygın çevresine ve çok kıymetli akrabalarına nasıl açıklayacağını düşünüyordu.
Şimdi soracaksınız sen kimsin derdin ne diye?
Açıklayalım.
Ben Begüm Ünsal. Bilkent Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu başarılı bir beyin cerrahıyım. Başka ne diyebilirim. Emekli bir büyükelçi ve emekli bir kalp damar cerrahının kız doğan ikinci çocuğuyum. Beni erkek beklerlerken kız olmam aile içinde pek hoş karşılanmamış. Evet evet benim ailem erkek evladı olmadığı için karalar bağlayan cinsten. E diyeceksiniz ki adam büyük elçi karısı doktor hangi akla hizmet? Yani şey bilirsiniz işte okumak cehaleti alıyor bazı şeyler baki kalıyor.
Prenses bir ablam var. Sanırım bir milyon dokuz yetmiş beş bin sekiz yüz yirmi nokta beş fırın ekmek yesem onun kadar ailemin ve akrabalarımın gözdesi olamam. Sultan ve Gülten benim iç seslerim. Ha belki aklınıza iç ses bir tane olmaz mı diye gelebilir. Biri kalbimin sesi Gülten diğeri aklımın sesi Sultan. Sanırım kendimi bildim bileli beni tek anlayan onlar.
Aileme göre şımarık dikkat çekmeye çalışan huysuz bencilin tekiyim. Bilmiyorum belki de öyleyimdir. Belki de artık erkek olmadığım için beni bakkal Niyazi’nin oğlu lise terk Murat ile, sütçü Şevket'in askeri liseyi yedekten kazanan oğlu Hakan ile Genel Kurmay başkanının torunu ile sokağımızda başı boş dolaşan erkek köpeklerle Teyzemin yeni doğan erkek torunu ile ya da önünde çükü olduğu için kıyaslandığım bütün erillerle ve onlar gibi olmadığım için fırsatını buldukça ezen ailemle aynı şehirde yaşamak istemiyorumdur.
Beni onaylasınlar diye babamın büyük elçi olduğu zamanlarda kaldığımız bütün ülkelerin dillerini akıcı bir şekilde öğrenmekten sıkılmışımdır. Annem beni azıcık sever belki diye akraba terörüne maruz kalmaktan bıkmışımdır. Riskleri bile bile üçüncü çocuğa hamile kalıp ölümden dönünce kürtaj olmasının sonra da ‘Neden erkek doğmadın ki’ şeklinde siteminden yılmışımdır.
Doktor olsam sever diye başarılı bir cerrah olup ta akraba ziyaretlerin de 'Keşke erkek olsaydı' serzenişlerinden kaçıyorumdur. Belki de Teyzem, dayım, anneannem, dedem, amcam, babaannem kim varsa ablamı pamuklara sararken bana ‘Sende az cadı değilsin’ demelerinden bıkmışımdır. Ya da belki gerçekten bencilimdir şimdilik bilmiyorum. Bildiğim tek şey artık önünde çükü var diye birileri ile kıyaslanmayacağım. Kendimi bundan uzak tutmaya karar verdim.
Ancak bu kararı almamdaki kırılma noktam çok ironikti. Yaklaşık üç ay önce zorlu olsa da adımı tıp tarihine geçirecek kadar başarılı bir ameliyattan çıkmıştım. Tam tamına 14 saat 27 dakika sürmüştü. Evime gelip uyumak için sabırsızlanıyordum. Defalarca kendime hastaneye yakın bir ev tutmak için yola çıkmış sonunda emekli büyük elçi Yusuf Ünsal’ın "Kız kısmı yalnız mı yaşarmış bana el alemi sövdürecek misin?" serzenişine takılmıştım. Adamın büyük elçi olduğunu söylemiştim değil mi?
Kapıyı açtığımda gereksiz akrabalarımın ailem tarafından aşkla ağırlandığı bir misafirlik ağının içine düştüm. Selam verip vermemek arasında kalırken es geçip odama çıkmak için hareketlendim. Şimdi, tamda şu anda öylesine yorucu bir günün ardından bu teröre maruz kalmak istemedim. Ağır adımlarla ilerlerken teyze bozuntumun anneme ablamı yere göğe sığdıramadığı bir övgü çalındı kulaklarıma. Belki geçip gitmeliydim ancak konu bana evrilince merakım kabardı.
“Abla vallahi Elmas bir tane bende öyle söyledim. İsteyen çocukta çok başarılı. Davette görünce nutku tutulmuş. Ülkede adı sanı duyulmuş bir Holding Patronu. Beraber iş yaptıkları zaman görmüş. E bizim beyin de yeğeni olduğunu anlayınca”. Durdu.
Sanırım daha fazla nasıl öveceğini aklından geçen cümleleri nasıl hizaya sokacağını hesaplıyordu. Devam etti. “Elmas’ı görünce çok beğendim demiş. Haksız mı? Su gibi benim prensesim. Olur bu iş”.
Elmas ve aşk hayatı zerrece ilgimi çekmiyordu tam gitmek için hareketlendim ki yeniden konuştu anakonda kılıklı akraba anamın kardeşi Teyze bozuntusu.
“Çocuğun anası sordu bana Elmas’ı. Elmas bir tanedir Begüm gibi değildir. Begüm beş para etmez ama Elmas candır. Hanım efendidir cadı değildir kız kardeşi gibi dedim.” Devam edecekti ki Sultan’ın sesi duyuldu.
“Höst karıya bak Elmas’ı överken seni gömmüş.”
Sonra Gülten kalbimden sorumlu iç sesim çok kırılmış olacak ki incecik konuştu içimden.
“Bunların seninle ne derdi var Begüm? Erkek olmak için babanın ananın rahmine Y kromozomu vermesi gerektiğini cerrah olan anan bilmiyor mu?”
İçim öfkeyle oldu. İç seslerime hak vermeden edemedim. Elmas ve aşk hayatına çöp çatanlık yaparken beni neden itin götüne sokuyordu ki zaten Sultan kafasını uzattı olduğu yerden
“Bak Begüm ben bu karının ağzına sıçarım demedi deme!” Akabinde Gülten girdi devreye.
"Hadi ama Begüm bırak konuşsun zaten çok yorgunsun dinleme çık odana!" Sultan yeniden konuştu. “Bu karıya iki çift laf etmeden gidersen bozuşuruz. Dinleme sen şu kırgın papatyayı”.
Gülten’in kırgınlığı burnumun direğini sızlattı.
Gülten, Sultan’a gözlerini devirip yeniden konuştu. “Hadi Begüm”.
Bir yanım deli gibi kapıyı açıp ağzıma geleni saymak isterken bir yanım nefes almakta zorlanıyordu. Sonra annemin sesi duyuldu. “Keşke erkek doğsaydı.”
Tam 29 yaşında başarılı bir cerrah olarak belki zibilyon kere duyduğum cümle bu akşam canımı alışılmışın dışında fazladan yaktı. Spirütüelciler aydınlanmaları böyle yaşıyor olmalılardı ki ne yaparsam yapayım ailemin beni sevmesini sağlayamayacaktım. Ayaklarımı sürüyerek odama çıktım. Yatağıma oturmuş odamın içinde bön bön bakıyordum. Sonra aklıma hayatımın akışını değiştirecek o fikir geldi. Acele ile bilgisayarımı açtım. Atama için başvuru tarihi 2 gün sonra bitiyordu. Başvurumu yaptım. Atandım. Şimdide gidiyordum. 29 yıllık hayatımda ilk defa kendim için kendi istediğim bir şeyi yapmaya. Sadece Begüm Ünsal olarak yaşamaya…
1,5 YIL SONRA...
Sadece bir valiz ile Muş Sultan Alparslan havalimanına inmemin üzerinden tam 18 ay geçmişti. Önce Hastanenin misafirhanesinde kalmıştım. Sonrasında da daha öncesinde yaptığım birikimlerle kendime iki katlı bir binanın giriş katını tutmuş sadece yetecek kadar eşya ile şirin bir daire düzmüştüm. 18 ayda 1 kez ablam ile 37 saniye süren bir telefon görüşmesi yapmıştım epi topu bu kadardı. Sosyal medyalarımı kapatmıştım. Sultan “Hayatımızda aldığımız en iyi karardı be Begüm diyordu. Ardından Gülten ilave ediyordu. "Vallahi nadiren de olsa Sultan’a hak veriyorum”.
Benden haber almak istemeyen insanlara kendimi anlatma zahmetine girmiyordum. Ve evet çok mutluydum. İnanılmaz derecede kendimi işime vermiş başarılı ameliyatlara imza atmıştım. Artık İstanbul’un tanınan simalarının kızı olarak değil gerçekten beyin cerrahı Begüm Ünsal olarak anılıyordum. Muazzam bir histi.
Dinlenme odasının kapısını yorgunluktan kapanmak üzere olan gözlerimi açık tutmaya çalışarak açtığımda koltuklardan birinde cenin pozisyonunda sızıp kalmış Nilüfer’i gördüm. Bu akşam ikimizde zorlu bir ameliyata girmiştik. Nilüfer’in işi benden 30 dakika kadar önce bitmişti. Saatlerce süren ameliyat büyük bir özveri ile çalışan genel cerrah arkadaşımı yormuş olmalıydı. Şefkatle gülümsedim. Kenardaki battaniyeyi alıp üzerine öterken içeri Suat girdi.
“Bu niye burada sızmış gitti sanıyordum?”
“Hşşş. Çok yoruldu eve gidecek dermanı kalmamıştır. Sessiz ol uyanmasın.”
“Sen? Sende yoruldun.”
“Biliyorum taksi çağırdım gidiyorum şimdi.”
“Nöbet olmasa bırakırdım ama biliyorsun.”
“Biliyorum Suat dert etme. Çıkıyorum ben. İyi nöbetler.”
Ben odadan çıkarken Suat boşta kalan koltuğa çoktan kıvrılmıştı. Bugün araba kullanacak halde değildim. Zira 2 ameliyatım vardı. Saatlerdir ayaktaydım. Aracımı park yerinde bırakıp gitmek mantıklı gelmişti. Taksi çağırdım. Hatta üzerimi değiştirmeye bile dermanım bulunmuyordu. Üzerime montumu giydim. Gelen taksiye doğru adımladım.
Eve girdiğimde bana has o sıcacık koku karşıladı. İstemsiz gülümsedim. Gül hayatta en sevdiğim kokuydu ve kullandığım bütün ürünler gül kokardı. Deterjanım, oda kokum, parfümüm. Kapıyı kapattım. Montumu ve ayakkabılarımı olduğum yerde çıkarıp yatağıma adımladım. Yüz üstü attım kendimi. Uykunun koynuna doğru bedenimin çekilmesine müsaade ettim.
Sabah ısrarla çalan telefonun derinden gelen sesini duymazdan gelmeye çabaladım. Ancak durmadan çalıyordu.Çağrıyı bakmadan yanıtladım.
“Ne var?”
“Ohooo hatun daha uyanmamış. Kızım kalksana. Saat kaç oldu?”
“Nilüfer defol git başımdan bugün izin günüm.”
“Biliyorum onun için aradım ya yemek yiyelim?”
“Daha kahvaltı etmedim.”
“Bu saatten sonra gerekmez saat dört oldu.”
“İyi o zaman kalkmamı gerektirecek bir durum da kalmamış. Yarın görüşürüz.”
Konuşmasına fırsat vermeden suratına kapattım. Zaten alışmıştı ki geri aramadı. Sabaha karşı beşte karnımın gürültüsüne uyandığımda bir anlığına zaman ve mekân kavramını yitirmiştim. Bir önceki günün yorgunluğu kısmen üzerimden silinmişti. Birkaç saat sonra hastanede olmalıydım. Uzunca bir süre sonra bu kadar çok uyumak gerçekten iyi gelmişti. Kendimi gerçek bir kahvaltı ile ödüllendirdim. Erken saat olmasını fırsat bilip biraz haberlerde dolandım.
Sosyal medyam olmadığı için akraba terörüne maruz kalmıyordum. Anam babam zaten aramıyordu ve bu asil yalnızlık inanılmaz iyi geliyordu. Nilüfer ve Suat dışında hastanede bir sürü arkadaşım vardı. Doktorlar, hemşireler, teknikerler, laborantlar, kat görevlileri, hasta bakıcılar… Üst katında ev sahibem Fitnat Teyze. Gerçekten sevilen bir cerrah olmuştum ancak içimi açmaktan imtina ediyordum.
“İmtina ne Begüm? Sen iyice Necip Fazıl’a bağladın kuzum!” dedi Sultan.
"Pardon da Necip Fazıl’ın nesi varmış?" Dedi histerik bir krizle Gülten.
"Gayet te aşk adamı."
“Aşk? Bizim aşkla meşkle işimiz olmadığını Gülten’e anlatır mısın Begüm!"
İkisiyle de uğraşacak dermanım olmadığı için duymazdan geldim.Mesainin başlamasına daha 2 saat varken telefonum çalmaya başladı.
“Suat?”
“Begüm acil vaka. Askeri bir konvoya pusu kurmuşlar. Ameliyat haneyi hazırlatıyorum. Bilinci kapalı bir hasta var. Kafa tasında çoklu kırık.”
Telefonla konuşurken yerimden fırladım ancak arabamı hastanede bırakmıştım. “Geliyorum" deyip kapattım. Hazırlanıp koşarak taksi durağına gittim.
“Azmi amca acele et acile gitmeliyim.”
Son 1,5 yılda evimin yakınındaki durağa bu şekilde kaç kere gelmiştim Allah bilir. Yorgun olunca araç kullanmak yerine taksi çeviriyordum ki bu duraktakilerle aramda güçlü bir bağ oluşturmuştu. Defalarca beni acile götürmek için uykusundan uyanmıştı Azmi amca ve şoförleri.
“Dur kızım yetiştiririm evelallah acele etme."
“Duramam Azmi Amca vakaya acil müdahale etmeliyim. Çoklu kafatası kırığı.”
Azmi amca, Suat beni aradıktan 17 dakika sonra acile yetiştirmişti. Son 1,5 yılda hastanenin acilini böyle kalabalık görmemiştim. Nilüfer’in anlattığına göre Askeri Karargaha asker sevkiyatı olduğu sırada pusu yemişlerdi. Yaklaşık 10 yaralı 3 şehit vardı.Yaralılardan 3 tanesinin durumu acildi. Biride beni çağırdıkları er. Dün akşam davullu zurnalı elleri kınalı yolcu etmişti anası babası. Hatta belki yavuklusu. Ameliyathanede eline yakılan asker kınası kurumadan can çekişiyordu. Nilüfer’de hazır bulunmuştu operasyonda ancak ikimizde oradan çıkamayacağını biliyorduk. Yine de insan üstü bir çaba sarf ettik. Tam 5 saat. Dağılmış kafatası için canhıraş bir çaba.
Hastanın hayati fonksiyonlarını ölçtüğümüz cihaz tek çizgi olup geri dönüşün imkansızlığını haykırırken bile geri döndürmek için şok cihazını yüklemelerini emrediyordum.
“Yapma bir yavuklun varsa nasıl derim kurtaramadım diye. Hadi dön artık yapma bana bunu.”
Bir yandan da hemşireye bağırıyordum.
“250 ye ayarla çak.”
Sinem hemşire çabamın boşluğunu göre göre ses etmeden ne dersem büyük bir hızla yerine getiriyordu.
“Hadi, hadi dön bize dön”
Suat’ın sesi yankılanıyordu ameliyathanede.
“Begüm bırak artık”.
“300’e ayarla.”
Ameliyat hemşiresi Sinem Suat'a baktı. Bu beni sinir etti.
“Bakma ona ne dediysem yap. 300 joule”.
“Hazır” dedi Sinem.
“Çak”.
“Dönmedi.”
Ameliyat masasının başında çıkan sözler boşlukta süzülüp duvarlara çarptı.
“Dönmedi.”
Masanın üzerine çıktım. Bir yandan kalp masajı yapıyor bir yandan suni teneffüsle devam ediyordum.
“Suat bakma bana öyle bir şansımız var. Hadi yardım edin. Nilüfer ben masajı yaparken sen suni tene-…”
Omuzlarımdan tutulmamla başımı geriye doğru bir barça çevirdim.
Suat bana yalvaran gözlerle bakıyordu.
“Begüm!”
“Yapma Suat bak daha elinin kınası kurumamış”. Gözümden bir damla yaş süzüldü.
Sağ kolumdan tutulunca başım o tarafa döndü. Nilüfer’de benim gibi ağlıyordu.
“Hadi Begüm. Hadi tatlım.”
Yeniden sinirlendim. “Bırakın beni.” Hışımla kalktım masanın üzerinden. “Kurtaramadım.” Masaya bir tekme attım. Ameliyathanenin içinde monitörden nabız alınamadığına dair ritmik ses gelmeye devam ediyordu. Yeniden mırıldandım.
“Kurtaramadım”.
Acı gerçek içime yılan gibi çöreklenmişti. Adını bilmediğim er masada boylu boyunca yatıyordu ve ben masanın dibine dizlerimin üzerine çöktüm. Başımı avuçlarımın içine alıp hıçkırarak ağlamaya başladım.
“Kurtaramadım.”
Bir yanıma Nilüfer diğer yanıma Suat çöktü.
“Bana bak” dedi Nilüfer.
Bakmamaya direndim. Çenemden tutup bakmaya zorladı. “Bana bak Begüm. Elinden geleni yaptın. Buradaki bütün insanlar gibi sende elinden geleni yaptın. Bir suç varsa ki” durdu cümlesini düşündü. Devam etti.
"Burada bulunan insanların tamamının suçu. Oysa sende biliyorsun ki çoklu kırık vardı yaşama şansı çok azdı. Buna rağmen denedin.”
Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. “Çok gençti.”
Suat dayanamamış olacak ki konuşmaya başladı.
“Begüm sen cerrahsın yaşama şansı %1 bile değildi. Bu bir hata değil. Senin kabahatin de değil. Toparlan artık. Şehit oldu. Ve böyle davranarak hatırasını incitiyorsun.”
“Şehit oldu.” Cümleyi defalarca tekrar ettim. “Şehit oldu.” Ne kolay söyleniyordu. “Şehit oldu.” Dün gece asker ocağına teslim olmak için yola çıkmıştı. Aradan 24 saat geçmeden şehit olmuştu. Sarsak adımlarla kalkmak için çabaladım. Başarılı olamayınca Sinem hemşire elini uzattı. Suat’ta belimden destekleyince dengemi sağlayıp ayağa kalktım. Suat, Nilüfer’ i de tutup kaldırınca etrafıma baktım. Tüm ekibim benim gibi ağlıyordu. Suat’ın mekanik sesi duyuldu.
“Ölüm Saati: 11:11 Ölüm nedeni: Çoklu kafa tası kırığı Adı: Er İsmail Topuz”
Sonra monitörden gelen sinyal sesi kesildi. Ameliyat haneden çıkmadan omzumun üzerinden baktım. Sinem üzerini örterken serum takılı kolu dışarıda kalmıştı. Serçe parmağına yakılmış kına ışıklar altında parlıyordu.