BEGÜM'DEN...
Tahsin odaya girdiğinde ikili koltukta Hülya dizime yatmış uyuyordu. Ben hala olayı anlama gayretindeydim. Bugün bana emanet olarak gelmiş genç bir kız kaçırılmış onu almak için girdiğim evde askeri bir operasyonun kelimenin tam anlamıyla içine etmiştim. Dahası adını bilmediğim ama lakabının Köroğlu olduğunu öğrendiğim iri cüsseli komutan ifadem alınırken kısaca götümü kesmemek için büyük bir çaba sarf etmişti. Hayatımda gördüğüm en kaba adam olabilirdi. Tahsin orada olmasa muhtemel beni çiğ çiğ yerdi de dişinin kovuğuna gitmezdim. Kalanlarımı da kürdan ile çıkarıp tükürürdü. Düşüncelerimin arasından beni çıkarmak için Tahsin dürtmek zorunda kalmıştı.
“Begüm hadi gidelim seni Hülya ile eve bırakayım.”
Bakışlarımı ona kaldırdım sordum.
“Bitti mi?”
Yüzünden ne olduğunu tam olarak anlayamadığım bir ifade geçti.
“Daha yeni başlıyor”. İçimden korku pınarları kabarırken sormak istedim.
Cevap verecekti ancak konuşmalarımıza uyanan Hülya’yı işaret ederek sustu.
“Abla?”
“Hadi güzelim kalk Tahsin bizi eve bırakacak.”
Kalkmak için hamle yaptı ancak bir yeri acımış olacak ki yüzünü buruşturdu. Ben belinden destekleyip kaldırmaya çalışırken Tahsin’de elini uzattı. Araç kullanacak halde değildim. Onun için direksiyona Tahsin geçmiş ben Hülya’yı arkada dizime yatırmıştım. Eve geldiğimizde Hülya’yı gevşemesi için duşa girmeye ikna ettim. O sırada Tahsin’den bir şeyler öğrenmek niyetindeydim. Hülya gidince acele ile sordum.
“Tahsin ben bugün neyi böldüm?”
Derin bir nefes çekti.
“Bu bilgiyi sana veremem Begüm.”
Cevaptan hoşlanmamıştım ancak aklımda dönen bir sürü soru vardı pes etmedim.
“Komutanın onu çok kızdırdım sanırım. Ama gerçekten bir operasyonda olduğunuzu bilmiyordum. Seni aradım. Açmayınca Polisi de aradım. Ancak bana emanet edilmiş bir kız vardı”.
Durdum konuşmaya devam edecektim ki Tahsin susturdu.
“Sende elimde neşter kaçıranları etkisiz hale getireyim dedin konağa daldın öyle mi Begüm?”
Derin bir nefes çekti. Yeniden konuşmaya başladı.
“Ya kızım Allah aşkına yürek mi yedin de geldin? El Malik’in 32 adamı vardı orada.”
TAHSİN'DEN...
Tahsin olanları düşündükçe geriliyordu. Begüm’ü daha fazla ürkütmek istemiyordu ama işler kelimenin tam anlamıyla boka sarmıştı. El Malik ellerindeydi kabul ama büyük balık olan babası El Zübeyir operasyon patlayınca kaçmıştı. Daha doğrusu konağa gelmek üzereyken haber uçurulmuş yoldan dönmüştü. Tabi Köroğlu operasyon patlayınca çığırından çıkmıştı. Tahsin Begüm’ü ve neden orada olduğunu anlatıp Köroğlunun gazabından korumak için saatlerce dil dökmüştü. Adam da kendince haklıydı.
Tahsin operasyona sonradan katılmıştı. Bulunduğu karargâha 19 gün önce gizli kodu ile beş kişilik bir tim gelmişti. Pars timi. Kıdemli Yüzbaşı Ahmet Tan Köroğlu tim komutanıydı. Namı diğer Köroğlu. Timinde tim yardımcısı rütbedaşı Kıdemli Üsteğmen Atlas Uludağ ki geldiğinden beri sesini üç ya da beş kez duymuştu. Lakabı Ayvazdı. Çok manidar gelmişti Tahsin’e. Köroğlu ve Ayvaz Muş’u Bolu dağlarına çevirmeye gelmişlerdi.
Adam neredeyse dilsiz gibiydi ve hakkını tam anlamıyla veriyordu. Üsteğmen Ufuk Çarkçı, Timin keskin nişancısıydı. Lakabı Atmaca. Üsteğmen Ilgaz Kaya, bilişimci ve bomba imha uzmanıydı. Lakabı Vezir. Üsteğmen Ercüment Pınar. Lakabı bıçak. Geldiğinden beri onu birkaç kere bıçak atma talimi yaparken görmüştü. Ona bu lakabı kim verdiyse işini iyi biliyordu. Adam bıçak atarken sanki kesme tahtasında domates doğruyor kadar ustaydı.
Bu beş kişilik ekip karargâh Albayı Seyfettin Yıldırım tarafından Tahsin’e tanıtılmış ve bugün yapılacak operasyonda bu ekibe destek olması istenmişti. Ayrıntıları bilmiyordu. Ekibin nereden geldiğini de. Sadece Albay Seyfettin’den gelenlerin çok özel eğitimden geçen bordo bereliler olduğunu biliyordu. Kendisi Jandarma Üsteğmendi. Albay Seyfettin Üsteğmenine Pars timi için "TSK’nın en derini onlardan daha derinde kimse yok" demişti.
El Malik ve babası El Zübeyir ise Köroğlu tarafından verilen bir brifingde ellerinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Misak-ı Milli sınırları içindeki güvenliğini tehdit eden bir şeye sahip olduklarını bu Ürdün asıllı iş adamı görünümlü çakma Müslüman arapları alma görevi verildiği söylenmişti. Şimdi ise El Malik ellerinde El Zübeyir kayıptı. Ve baba intikam alacaktı. Muhtemel Begüm üzerinden. Düşüncelerinden Begüm’ün sorusu ile yeniden içinde bulunduğu ana geldi.
“Sana diyorum Tahsin Hülya ne olacak? Böyle Afyon’a giderse Nihal’de Emine Teyze’de korkar.”
“Birkaç gün sende kalsın Begüm. En azından yüzü gözü toparlanıncaya kadar. Bizde nasıl bir çıkış yolu bulacağımıza bakalım.”
“Çıkış yolu derken?”
“Bunu sana Yüzbaşı Köroğlu anlatsa daha iyi olur. Yarın seni karargâhta bekliyor. Sabah gelir alırım.”
Begüm Yüzbaşı ile yeniden karşılaşma fikrinden hoşlanmamıştı. Gülten’in “Gitmeyelim hırsını alamadıysa hücreye atar bizi” Sultan’ın “Ayağımıza pranga vursa yeri” dediğini duydu.
“Ben kalkayım artık Begüm. Sende dinlen yorucu bir gün oldu. Kapıda iki Jandarma nöbet tutacak. Bir ihtiyaç olursa beni ara ve lütfen bir yere çıkma”.
“Jandarma? Neden bekliyorlar Tahsin? Bana anlatmadığın ne var?”
“Yarın konuşuruz bu günlük bu kadar yeter. Arkamdan kapıyı kilitle ve kimseye açma. İyi
Geceler.”
BEGÜM'DEN...
Tahsin gittikten sonra Hülya ile ilgilendim Ancak içimi kemiren büyük bir huzursuzluk vardı. TSK’nın operasyonunu mahvetmiştim. Ve sanırım bu büyük bir krize neden olmuştum. Birde insan azmanı Tan Köroğlu ile uğraşmam gerekecekti. Bıkkınlıkla nefeslendim. Yatmak için odama gittim. Ancak uyumak için sabah ezanlarına kadar yatağımda döndüm durdum.
KÖROĞLU'DAN...
Tan.
Ne çok severim ismimi. Şehit babam vermiş. ‘Ülkeme güneş gibi doğasın oğul ‘demiş kulağıma okurken ezanı. Şehit oğlu şehit bir ailenin mesleğine aşık oğluydum. Dedemin dedesi Çanakkale’de kalmış. 57. Alaydanmış. Ardında biri kız biri erkek iki yetimle.
Dedemin babası Kore savaşında. Oda biri kız biri erkek iki yetimle. Naaşıda oralardaymış. Dedem altmış ihtilalinde sağ sol davalarında. Bir kız bir erkek yetim bırakmak aile geleneği gibi bir şey Köroğlularda. Babam da sınır ötesi Zeli harekâtında 94 yılında şehit düşmüştü.
Bir kardeşim var. Kız. Aile geleneği iki yetim bırakmamak için 33 yaşında olmama rağmen evlenmemiştim. Annem ile bacım Bolu’da ben it kopuk peşinde. Harp okullarında devrelerimin dalga geçtiği bir şey ise Bolulu ve soyadımın Köroğlu olmasıydı. Köroğlu’nun 32. Kuşak torunu diye dalga geçerlerdi. Bilmedikleri şey ise gerçekten nüfusunun Bolu ili Dörtdivan ilçesi Sayık Köyüne kayıtlı olmamızdı. Tıpkı Köroğlunun da Sayık köyünde yaşadığı ve orada bir evi olduğu gibi. Bu kadar tesadüf …
TSK’nın bordo berelisiydim. Yüzbaşısıydım. Fakat en sevdiği özelliği bu değildi. Sadece birkaç üst düzey askerin bildiği bir birliğin daha doğrusu TSK içinde sadece üç tane olan timlerden birinin komutanıydım. Pars timi. Diğer ikisi Puma Timi ve Jaguar Timi. Beşer kişilik üç tim. Onları yetiştiren ve kendine Anadolu Aslanı diyen bir üst düzey asker. Ve en tepede bizimde görmediğimiz kurucusu.
Adı sanı belli olmayan Panter. Üç timde Panterin emrindeydik. Bütün zorlu görevlerin üstesinden gelecek insan üstü bir eğitim almıştık. Bordo bereliydik. Ancak Pars timine seçildikten sonra aldığımız eğitimler bizi 10 bordo bereli gücüne ulaştırmıştı.
İrade, akıl, yakın dövüş, bedensel dayanıklılık. Tam üç yıldır dantel gibi işledik bu günkü planı. El Malik’in düğününde sözde Kürdistan Devleti’nin bakanları olarak girmiş, T.C. ‘ye karşı kullanılmak üzere ellerinde bulunan ve ne olduğunu öğrenemedikleri şeyi satın almaya gitmiştik. Özellikle düğünü seçtik ki El Malik yıllardır peşinden koştuğu yeşil gözlü Kürt kızına sırıl sıklam aşıktı. Onu görünce aklı uçuyor hata yapıyordu. Doktor gelene kadar da planlarımız tıkır tıkır işliyordu. Tam üç yıllık plan çöp olmuştu.
Oturduğum deri koltuktan hışımla kalktım. Sol göğsümdeki yara anında ‘buradayım’ dedi. Operasyonun tam ortasında 1.70’lik boyu siyah uzun saçları siyah gözleriyle bomba gibi düşmüştü. El Zübeyir kaçmıştı. Oysa havadan dronlarla etrafı 500 metre çağında tarıyorlardı. Yumruklarımı sıktım.
“Aptal kadın”.
Kapı çaldı.
“Gel”
“Komutanım müsaade var mı?”
“Gel Ufuk”.
“Tahsin Komutanım Begüm Hanımı ve Hülya Hanımı bırakmaya gitti. Zeynel puştunu gitmeden roketatarlı saldırıda yaralanan askerlere vermiş.” Sırıttı.
“Uzunca bir süre pipetle beslenecek komutanım. Sanırım sikini de bir daha kullanamayacak. Zira aslanlar şehidin nişanlısı üzerinde kullanmaya kalktığı duyunca nasıl desem sündürüvermişler. Kırdığınız bileğide sakat kalacakmış. Anlayacağınız Zeynel artık siksiz bir çolak” Konuşurken keyif aldığı belli oluyordu.
“Beter olsun puşt” dedim “Tamam Ufuk Sağ ol”.
“Siz nasılsınız Komutanım.”
Durdu “Yani şey El Zübeyir kaçtı.”
Aklıma geldikçe deli oluyordum.
“Üç yıl Ufuk. Tam Üç yıldır ilmek ilmek işledik. Ve kadının biri sıçtı sıvadı.”
"Aaaahhhhhhh". Sinirlendim sandalyeye bir tekme attım. Yara yeniden zonkladı.
“5 dakika kadın 5 dakika geç gelsen bitmişti zaten.”
Ufuk içindekileri söylemekte kararlıydı. Ancak Köroğlu’nun şu anki siniri ile tam teçhizatlı 100 tur karargâh koşusu yapması üzerine 50 barfiks 100 şınav çekmesi olasıydı. Yine de tutamadı kendini.
“Aslına çokta sıvadı sayılmaz komutanım.”
Hışımla döndüm .
Ufuk gözlerinin rengini tanışıklıklarının 5. yılı olmasına rağmen anlamıyordu. Bazen sarı, bazen ela bazen yeşil. Duruma göre değişiyordu.
“Aslanım El Zübeyir elimizde mi? Hayır. Nasıl sıvamamış oluyor. Üzerine sıvadıktan sonra Doktor Begüm yazdı”. Konuştukça geriliyordu.
“Komutanım biz ince ince işledik, aklımıza ne geldiyse dahil ettik bütün olasılıkları hesapladık. Neredeyse sıfır hata. Dronlarla havadan 500 metreyi tarıyorduk ama atılan silahın menzili 1432 metre. Buradan atış yapacak bir teknoloji pazarlayacaklarını düşünmedik. Kabul edelim. Begüm hanım ortamı karıştırmasaydı El Malik’in orada bir adamı olduğunu bilmeyecektik. Üstelik Polis’e haber verdiği için gelen ekipler Tahsin Komutanın timi ve Jandarma ile iş birliği yapmışlar. Keskin nişancısı ve teknoloji harikası silahı kıskıvrak almışlar. Anlaşılan o ki El Malik silahı sözde Kürt Bakanlar üzerinde denemekte kararlıymış. Yani zaten ortada bir pazarlık olmayacaktı. Dahası kafası uçmuş bir Köroğlu, yine yeniden elde patlamış bir operasyon olacaktı. Artık El Zübeyir neye sahip biliyoruz. 1.5 kilometre menzili olan bir silah. Ve El Malik dahil 33 adamı elimizde”.
Ufuk’un haklılık payını biliyordum. Ancak Ufuk bir noktayı göz ardı ediyordu. Adam oğlunu ve teknolojisini kaptırmıştı. Bunun faturasını kesmek isteyecekti. Kuşları çoktan uçurmuş olmalıydı ki yarı yoldan dönmüştü. Dolayısıyla TSK’yı biliyordu. Ancak daha başka bir ayrıntıyı da biliyordu muhtemel.
İşleri karıştıran kadını. Ve bu kadının mal olduğu şeyleri ona ödetmeyi de istiyor olmalıydı. Pars timi şimdiye kadar kimliğini açık etmemişti. Zira ellerinde patlayan bir operasyon olmamıştı. Derin bir nefes çekti. Bu ara ne kadar derin nefesler çekse de aldığı ciğerine yetmiyor gibi hissediyordu. Deşifre olmuşlardı. El Zübeyir bunu bir yerlerde ifşa etmeden daha doğrusu pınarın başı bulanmadan suyun önünü kesmeliydi. Düşüncelere dalmışken yeniden kapı çaldı. Tahsin tekmil vererek içeri girdi.
“Gel Tahsin. Sen çık Ufuk. Bağlantı kurman gereken yerlerle iletişime geç. Bir gelime var mı öğren”.
Ufuk mesajı alınca ikiletmeden çıktı.Tahsin boğazını temizleyip konuşmaya başladı.
“Komutanım Begüm’ü yarın getireceğim. Hülya’yı biraz kendini toparlayınca gönderecek. Malum şehit anası öyle görmesin. Kapıya da iki Jandarma diktim. Ancak Begüm pek hoşnut değil.”
Durdu. Cümlenin suratımı gerdiğini biliyordu. Küçümser gibi buruşturmuştum.
Söylendim kendi kendime.
“Ah ne yazık bir operasyonun içine sıçıp sonrada kapısında teröristler kafasına sıkmasın diye iki vatan evladı dikince hanımefendi hoşnut olmamış. Ne etsek te memnun etsek?”
Tahsin konuşmaya devam etti.
“Komutanım Begüm’ün hoşnutsuzluğu kapısında biri dikildiği için değil, iki vatan evladının gecenin ayazında kendisi için uykusuz kalmasından rahatsız.”
Önyargılı olduğum için gerilsem de toparladım kendimi. Kadına hırsım geçmiyordu. Yürek yemiş gibi elinde neşterle ortama dalmasına solunu deşmesine, birde bir şey olmamış gibi dikiş atmasına izin vermediği için çemkirmesine deli oluyordum.
Batan neşter tam 12 dikişe patlamıştı bana. Bu gece biraz daha Begüm Uysal tantanası çekmeyecektim. Başım ile Tahsin’e çıkmasını işaret ettim. Sol tarafım zonkluyordu. Biraz dinlenip yarın bir strateji belirleyecektim. Şimdi zonklayan yarasını dindirme zamanıydı.
BEGÜM'DEN...
Tahsin beni karargâha götürmek için geldiğinde Hülya’ya bugünde izinli olduğumu hemen gidip döneceğimi söyledim. Ürkek bakışları Tahsin kapıda bekleyen askerleri gösterince yumuşadı.
Yol boyunca Tahsin’i Komutanın ne için çağırdığını öğrenmek için sıkıştırdım ancak ağzından laf alamadım. Karargâha geldiklerinde avuç içlerimin terlediğini hissediyordum. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Kapının üzerinde yazan Yüzbaşı Ahmet Tan Köroğlu yazısını görünce ismini de öğrenmiş oldum. Tahsin kapıyı iki kez tıklattı ve içeriden ‘Gel’ sesini duyunca açıp içeri girmem için kenara çekildi. Ardından kendi de girip kapıyı kapattı. Selam ile beraber tekmil verdi.
“Komutanım Üsteğmen Tahsin Sungur Çorum. İstediğiniz gibi Begüm Hanımı getirdim”.
Ürkek bakışlarla karşısındaki adamı süzüyordum. İçeriden Sultan ve Gülten’in de aynı bakışları attığını biliyordum zira. Sesleri oto boka çıkarken yüzbaşıdan korktukları için susuyorlardı. Adam oturduğu masadan Tahsin ile bana bakıp oturmamızı işaret etti.
Koltukta o kadar iri duruyordu ki istemeden gerildim. Nasıl bir görüşme yaşayacağını bilmediğim için duruma uygun olduğunu ümit ederek siyah bir kumaş pantolon giymiştim. Resmi giyinmenin iyi bir izlenim bırakacağını umuyordum çünkü. Üzerime mor renkli şifon bir gömlek giymiştim. Boynumda ise pek kıymetli sitrin kolyem vardı. Çiçek deseni oyulmuş kolyemi bir uğur gibi taşırdım boynumda. Dayanacak kimsem olmadığı için ne zaman başım sıkışsa boynumdayken avucumun içine alır ondan güç almaya çalışırdım. Uzun siyah saçlarımı beline kadar salmış toka takmamıştım. Kabanım ve ayakkabılarım ile uyumlu çantam ile resmi bir imaj çizmeyi umuyordum.
Eğer ifadem yenilenecekse ya da yüzbaşı beni dava edecekse ona göre karar verecektim. Belki bir avukata falan ihtiyacım olurdu. Kafamda bir sürü ihtimal dönüp dururken yüzbaşının beni izlediğini fark ediyordum. Bende komutana bakarak ifadesinden ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum. Oldukça iri bir adamdı. Dünkü karmaşada fark edememiştim ancak benden en az 30-35 santim uzun olmalıydı.
Gözlerinin rengini dünde garip bulmuştum. Teninin buğday olduğunu fark ediyordum. Kahve gözler, kahve kısacık saçlar, biçimli elmacık kemikleri, gür kaşları ve uzun kirpikleri vardı. Dudakları bir erkek için oldukça biçimliydi. İstemeden kadın olsa nasıl görüneceğini düşündüm. Bu yüze erkeksi hatların daha fazla yakışacağına karar verdim. Elleri o kadar büyük görünüyordu ki şaşırmadan duramamıştım. Üzerinde üç yıldızlı bir kamuflaj vardı. Tahsin’de iki yıldız demek ki yüzbaşı olunca üç yıldız oluyordu.
Muş’a geldiğimden beri askeri terimleri öğrenmek durumunda kalmıştım bu biraz garip geliyordu. Milli güvenlik dersimin ne halde olduğunu anlamışsınızdır. Karargâh, Komutan, yüzbaşı, üsteğmen, operasyon, bordo bereli vs vs. Daldığım düşüncelerden karşısımdaki adamın bariz kızgın çıkan sesi ile sıyrıldım.
Gülten söylendi.” Begüm bu adam bizi hapse tıkıp gün yüzü göstermeyecek. Farelerin içinde kendi bokumuzda boğulacağız” Ardından Sultan başını uzattı.” Acaba tanıdık bir dişli avukat bulabilir miyiz? Tahsin’e mi sorsak Begüm. Belki kafamıza sıkıp eğitim zayiatı derler?”
Adam boğazını temizleyerek konuşmaya başladığında siyah gözlerimi dikerek yüzüne odakladım.
“Begüm Hanım, dün yaşanılanları biliyorsunuz.” Üslup oldukça gergindi. Ama ben bile isteye bir operasyonu baltalayacak bir vatandaş olmadığımı dün verdiğim üç saatlik ifadede tekrarlamıştım. Neden oradaydım amacım neydi açıklamıştım. Anlaşılan Yüzbaşının benimle husumeti bitmemişti.
“Yüzbaşım bakın dünd..” Konuşmam adamın elini kaldırmasıyla kesildi. Konuşmama bile izin vermeyecek kadar devam ediyordu hırsı belli ki.
Köroğlu devam etti.
“İfadenizi okudum. Tahsin Üsteğmenimde gerekçelerinizi anlattı. Ancak bu sizin elinize neşter alıp çok gizli biz operasyonu baltaladığınız gerçeğini değiştirmiyor. Sebebi ne olursa olsun.”
Son cümle sinirimi zıplattı. Köroğlu devam etti.
“Yaptığınız sorumsuz davranışın biri sürü sebep sonuç ilişkisi oldu elbette.”
Daha fazla dayanamadım.
“Komutanım, yaptığımı savunmuyorum aksine sonuçlarına da katlanmaya hazırım.”
Cümlemin komutanın sağ kaşının kalkmasına neden olduğunu görebiliyordum ancak susmadım devam ettim.
“Bilmiyorum nasıl bir yaptırımı var? Dava mı edeceksiniz, tazminat mı ödemeliyim. Hapis mi yatmalıyım. Otoriteye karşı mı geldim gerçekten bir fikrim bulunmuyor. Bile isteye Türk Ordusuna, askerine karşı gelmiş değilim. Bende sağlık ordusunun bir neferi olarak ülkeme elimden gelen hizmeti yapma gayretindeyim çünkü. Ancak takdir edersiniz ki kaçırılan kadının nişanlısı ellerimde can verdi. Daha elinde kınası kurumamıştı. Yavuklusuna da tecavüz edilmesine gönlüm elvermedi. Bu nezdinizde suç ise verilecek cezayı metanetle göğüslemeye hazırım.”
İyi bir cümle kurduğuma inanıyordum. Zira Sultan ve Gülten içeride birbirlerinin yumruklarını tokuşturuyorlardı.
Adam gözlerini kısarak beni süzdü. Ancak ne düşündüğünü anlayamadım. Bordo berelilerin duygularını belli etmediklerini okumuştum bir yerlerde. Haklılarmış.
“Polisi aramışsınız zaten. Neden elinizde neşter dalıyorsunuz? Gelmeseniz operasyon sonunda zaten Hülya Hanım kurtarılacaktı. Polise mi güvenmediniz yoksa bize mi?”
Sözleri ense kökümde bir tüy attırmıştı. Neydi bu adamın derdi yahu.
“Sizin orada olduğunuzu bile bilmiyordum. Bir operasyon olduğunu nereden bilebilirim? Polis gelene kadar adamın Hülya’ya bir şey yapmasından korktum. Göz hapsinde tutmak istedim. Sonra balkonda Tahsin’i görünce yardım istedim. Neşter sadece kendimi korumak içindi. Tabi eğer bulursam Hülya’yı da. Yalan yok. Polise yardım etmekti amacım dediğim gibi bedelini ödemeye hazırım. Yasadan nizamdan kaçacak değilim”.
“Peki bedeli canınızla ödemeye de hazır mısınız Doktor Hanım?”
“Siktir” dedi Sultan içeriden.
“Bok yoluna gidiyoruz Begüm. Adam beylik tabancası ile vuracak bizi. Ay daha gencim ben.”
“Bu sefer bende katılıyorum” dedi Gülten. “Yüzbaşı El Zıbarık’ı alamayınca bizi almaya karar vermiş Begüm.”
“El Zıbarık değil” dedi Sultan “El Zübeyir”. Gülten ona göz devirirken Begüm bambaşka yerlerdeydi. Soru sinirlerini bozdu. Kekeleyerek sordu.
“Ca- canım derken?”
“Canınız. Yapılacağını ülkede sadece bir avuç üst düzey askerin bildiği bir operasyona neşter ile dalıp, almayı planladığımız asıl teröristin kaçmasına neden oldunuz. Şimdi oğlu elimizde. Kendisi serbest. Sizce buna sebep olan kadını sağ bırakır mı?”
“Vallahi bok yoluna gidiyoruz a dostlar” diye feryat etti Sultan. Gülten ses bile çıkaramıyordu. Komutan sessizliğimden istediği etkiyi yaratığını düşünmüş olacak ki beni yerden yere vurmaya devam etti.
“Sizi tebrik ediyorum Doktor Hanım. Arap dünyasının en azılı teröristini peşinize takmayı becerdiniz.”
Panikle Tahsin’e döndüm ancak yüzündeki ifadeden hoşnut kalmadım. Hareketim komutan tarafından an be an izleniyordu. Bakışları ikimizin arasında gidip geldi. Konuşmaya devam etti.
“Şimdi El Zübeyir yakalanana kadar açık hedefsiniz. Dolayısıyla koruma programına alınacaksınız”
Yeniden panikle Tahsin’e baktım. Hatta soruyu bile ona sordum.
“Koruma programı derken Tahsin”.
Soruma komutan cevap verdi.
“Kapınızda iki MİT ajanı nöbet tutacak. Onlara haber vermeden tuvalete bile gitmeyeceksiniz.”
“Yüzbaşım bilmem farkında mısınız ama ben doktorum. Çalışıyorum. Hastanede günde 250 hasta ile muhatap oluyorum. Ameliyatlarda cabası. Peşimde iki ajan ile işimi nasıl yaparım? Ayrıca bu insanları ne diye işinden gücünden edeyim? Olmaz.”
“O zaman karargâh lojmanlarına taşınacaksınız ve benim askerlerimden biri tarafından korunacaksınız.”
Kafamı sağa sola salladım. Kurulu bir düzenim vardı. Arkadaşlarım. Benim için önemli insanlar. Birde peşimde mesai harcayacak görevliler. Açıkçası buna değeceğimi düşünmüyordum. Alt tarafı basit bir cerrah sahipsiz bir kadın. Açıkçası düzenim bozulurken kimsenin de düzenini bozmak istemiyordum. Asker bile değildim. Lojmanda ne işim vardı benim. Başka birinin hakkını gasp edeyim.
“Olmaz. Asker değilim birinin hakkını gasp edip lojmana yerleşeyim. Evimde kalırım. Zaten dün gece kapımda iki asker bekledi soğukta. Peşimde ajana ya da korumaya da gerek yok.”
Tahsin ilk defa konuştu.
“Begüm seni başka türlü koruyamam.”
“Beni korumana ihtiyacım yok ki Tahsin. Allah’ın verdiği canı ondan başka alacak yoktur. Tamam bir şerefsizin radarına girmiş olabilirim. Ancak ondan korkarsam onun gibi olurum. Hayatıma işime kaldığım yerden devam edeceğim. Bir durum olduğunda da ilk seni” durdum komutana da dönüm lafımı düzelterek yeniden konuştum “sizi arayacağım.”
İçeride Sultan devamlı konuşuyordu. “Begüm sen salaksın. Vallahi bak ölmeyi bayılmak sanıyorsun. Adam teröristmiş diyor. Götünü kesecek diyor. Evimden çıkmam lojmana gelmem. Hastanede koruma istemem. Ne ciğeri yedik biz senle anlatsana biraz?”
Gülten sessizdi.
Komutan oturduğu yerden hışımla kalkınca ben ve Tahsin’de hızla kalktık. Karşı karşıya geldik.
“Ohaaaaa “dedi Sultan. “Adamın ayaklarını gördün mü Gülten? Çocuk mezarı gibi”. Gülten’in cevabı daha takdire şayandı. “Sus vallahi birine seni gömer birine beni”.
“Bana bak küçük hanım. Bu senin seçebileceğin, ya da nazlanabileceğin bir şey değil. El Zübeyir yakalanana kadar evinden çıkıp lojmana yerleşiyorsun. Hastanede bir bordo bereli koruman olacak.”
“Hayır” dedim.
“Sultan sağdakine beni gömsün sol senin olsun. Bu kız iyice mala bağladı.”
“Olur“dedi Gülten.
Tahsin konuşacak oldu. Komutan “Üsteğmen dışarıda bekle” diye böğürdü. Bu adam niye durup durup böğürüyordu bilmiyordum.
“Adamın üç yıllık emeğine sıçtık ondan olabilir mi Begüm? Yetmedi canınla tehdit edildiğin halde ayak direniyorsun. Sen bu kadar salak değildin ya bebeğim. Bana bir darbe de almadın acaba kalpten mi sarsıldın ki? Öyle bir şey oldu mu Gülten? diye sordu Sultan. Geldiğimden beri car car konuşuyorlardı. Bir insanın iki iç sesi mi olurdu yahu.” Benim bildiğim bişi yok ama bilemedim” dedi ciddi ciddi Gülten.
Tahsin selam verip çıkınca komutan dibime kadar sokuldu.
“Bana bak kadın. Sabrımın üzerinde harman dalı oynuyorsun yapma. Senin gibi doktorculuk oynamak için yaşadığı lüks hayatı bırakıp gelen, bir sürü emeği hiç eden sonrada şımarık hareketlerle koruma çabalarını istemeyen bir kadınla uğraşmaktan daha önemli işlerim var benim. Dikkat çekmek istiyorsan bunu başka yerde yap. Şimdi paşa paşa o lojmana yerleşeceksin. El Zübeyir yakalanana kadar da Teğmen Ercüment sana korumalık yapacak. Şimdi hazırlıklarını yap.”
Begüm konuşmalardan sadece dikkat çekmek kısmında kalmıştı. Bir an karşısında babası konuşuyor zannetti.
“Dikkat çekmek istiyorsan başkasına yap Begüm. Buradan sana ekmek çıkmaz Begüm. Elmas olsa senden daha iyi yapardı Begüm. Erkek olsaydın belki yaptığın bir işe yarardı Begüm. Kendini bu kadar önemseme Begüm. Seçme şansımız olsaydı seni kapımızdan içeri sokmazdık Begüm. Hayatımızın içine girdiğinden beri safi zararsın Begüm. Utanç kaynağısın Begüm. Aldığın nefes haram Begüm. Allah seni yaratırken ne düşünüyordu acaba Begüm. Senin yerine bir oğlum olsaydı bütün servetimi veridim Begüm. Kürtaj olup aldırmalıydık seni Begüm. Keşke ölsen Begüm”
“Ay kız kilitlendi bir şey yap Gülten” dedi Sultan içeriden. “Begüm bebeğim kendine gel biz buradayız, dinleme sen onları” dedi Gülten.
Ağır ağır konuştum.
“Hayır. Taşınmayacağım”.
Komutan sinirlendi kollarımı tuttu. Hareketi babamın yaptığı harekete benzedi hızlıca çektim kollarımı.
“Tartışmaya açık değil”.
“Hayır dedim”.
Yeniden kollarımı tutacak oldu. Babamın yaptıkları geldi aklıma. Hızlıca göğsünden iki elimle ittim. Anlık yüzü buruştu. Sonra yeşil kamuflajının soluna ince ince kan sızdı. Dikişlerini patlatmıştım. Panikle ellerimi uzattım. Bu sefer o geri çekildi.
“İzin verin bakayım.”
“Önemli değil.”
“Ben açtım yarayı ben sarayım Yüzbaşım.”
“Sana gerek yok dedim. Şimdi git eşyalarını topla. Yarın taşınıyorsun.”
Sinirim dalga dalga yükseldi.
“Size hayır dedim. El Zübeyir beni almak istiyorsa evimde olacağım. Buyursun gelsin”
Sonra kapıyı çarpıp çıktım. Biraz daha kalırsam kalan dikişlerini ellerimle ben sökecektim.
“Şincik sen beni istemiy misen?”
Pamuğa tentürdiyodu bolca döküp ağzına basma ihtiyacı içindeydim. Zira içeride Sultan bunun için ağır baskı yapıyordu. “Begüm şuna bir xanax mı yapsan damardan. İçine belki biraz şapta çekersin?
Rojin aşiretinin lideri yeniden konuştu.
“Dohtur Hanım benim öyle çok garıda gızda gözüm olmamıştır. Seni üçüncü karım yaparım? Ağırlığınca altında dakarım. 37 köyün ağasıyam ben. Benden daha eyisini mi bulacan? Hem çatında eyi” derken kasıklarıma bakıyordu. Çatı dediği yer kasıklarımdı galiba.” iki garımdan 11 çocuğum vardır emme bağa erkek gerek. Hem sen dohtursun bağa erkek çıkarırısın? Ne deyisin?”
Anam babam İstanbul’un göbeğinde kız doğdum diye yıllarca psikolojik şiddet uygulamamış gibi birde burada erkek çocuk doğurmam pardon çıkarmam için aşiret ağasından 3. karısı olmam için teklif alıyordum.
Yüzbaşının odasının kapısını çarpıp çıktıktan sonra bir hafta geçmişti. Sabah Hülya’yı otogara bırakmış işe gelmiştim. Tahsin beni lojmana taşıyamayınca kapıya iki asker dikmişti. Onları da bu kadar zahmete değdiğimi düşünmediğim için işlerinden etmemek için geri gönderdim. Tahsin sabah hastaneye akşam eve uğruyordu. Bunu o konuda ikna etmeyi başaramamıştım. O günden sonra yüzbaşını bir daha görmedim. Birde bunlar yetmezmiş gibi sitrin kolyemi kaybetmiştim. Bir haftadır bakmadığım yer kalmamıştı. Aklıma geldikçe ağlıyordum. Kolunda sıyırmış bir kurşun yarası olan Rojin aşiretinin ağası Merdan Ağaya Sütur atıyordum. Biraz daha konuşursa ağzına atacaktım.
Bu sefer Gülten konuştu.” Hastaya şiddet kaç yıldan başlıyor acaba? Karıda kızda gözü yokmuş puştun kız yurdu kurmuş başına horoz arıyor. Begüm sakin ol. Adam seni karılarına kuma yapmadan bitir işini çık.
Kapı açıldı içeri Suat girdi. “Acilde sana ihtiyaç var Begüm” dedi.
“Allah’ım sanırım kadir gecesi falan doğdum. Teşekkür ederim teşekkür ederim”.
“Sen devam eder misin?” diye sordum.
Kabul etti. Ağanın homurdanışını duymazdan gelip çıkarken Suat’ın Ağayı dikerken böğürttüğünü duydum.
Gülten ve Sultan Sultan’ın Suat için dizdiği övgü dolu metiyeleri duymazdan gelip acile indim.
KÖROĞLU'DAN...
Karargâh bahçesinde eğitimden yeni çıkmış askerlerin oturduğu banklara doğru yürüyordum. Bir yandan da Tim Komutanı Atlas Uludağ namı diğer ayvazın bilgilendirmesini dinliyordum.
“Panter şifreli mesaj geçmiş komutanım. El Zübeyir yakalanana kadar Muş’ta yerleşmemizi belirsiz bir süre için operasyonları buradan yönetmemizi istemiş.”
Bu beklediğim bir şeydi. Zaten tamamlanmamış operasyonu bırakıp nereye gidecektik ki. Aklıma yeniden hiç olan geçen haftaki operasyon geldi. Kadına sinirim gram azalmıyordu. Üstelik başına buyruk halleri daha da çileden çıkarıyordu beni.
Ayvaz devam etti.
“Seyfettin Albay lojmanda iki daire hazırlatmış. Biri sizinle bana. Diğeri timin üç üyesine. Birde istediğin gibi Begüm Hanım için bir daireyi hazırda tutuyor. Ancak Begüm hanımın gelmeye gönlü yok. Koruma işini nasıl yapacağız?
“Bu işi Tahsin yapacak. Sevgilisini korumayı bize bırakmaz kendi halleder diye düşünüyorum.”
“Sevgilisi mi? Tahsin Üsteğmen ve Begüm Hanım sevgili mi?”
“Niye şaşırdın Ayvaz? Olamaz mı?”
“Rütbede miyiz komutanım?”
Ayvaz ile askeri liseden beri beraberdik. Birbirimizin donlarını giyecek kadar yakın arkadaştık. Ayvaz geçici bir süre rütbe durdurma cezası almasaydı belki tim komutanı olacaktı. Bir fikir beyan edecekse özellikle çok nadir olsa da kendi fikrini beyan edecekse rütbeden çıkmayı tercih ederdi.
“Değiliz aslanım söyle”.
“Bence Begüm Hanım Tahsin Üsteğmenin harcı değil.”
“Nereden vardın bu kanıya?”
“Begüm Hanım çok dik başlı. Tahsin Üsteğmen için oldukça asi.”
“Bu bizi ilgilendiren bir şey değil” dedim. Şu an işlerini içine sıçan kadını ve aşk hayatını konuşmak istemiyordum.
“Puma ve Jaguar neredeymiş.”
“Puma Ermenistan sınırına konuşlanmış. Ateşdağlı Puma ile sınırın ebesini sikiyormuş.”
Sağ dudağım kıvrıldı. Puma ve Oktay Ateşdağlı. Askeriye onun kadar manyağına Mete han Türk ordusunu kurduğundan beri denk gelmemiştir diye düşündü. Zaten öyle nam saldı it. Panterin neden onu seçtiğini biliyordu. Ateşdağlı asker olmak için doğmuştu.
“Jaguar?”
“Onların nerede olduğunu demedi. Yurt dışındalarmış. “
Başımı onayladığım için salladım. İlerde hararetli bir konuşmanın içinde olan askerler dikkatimi çekti. Ercüment, Ilgaz ve Ufuk’ta yanlarındaydı. Yavaş adımlarla arkalarından yanaştılar ne konuştuklarını dinlemeye başladık.
ILGAZDAN...
“Düzce bir kere Bolu’nun amına kodu oğlum”. Gözlerimi kaldırdım Köroğlu'na baktım. Askerin arkasına bir noktada sinmiş Köroğlu ile Ayvaz’ı fark edince Ercü'yü hafifçe dürttüm. Ercü zaten gelenleri fark etmişti. Operasyon patladığından beri eğitim yerine ebelerimizi beceriyordu. Biraz hedef şaşırtmanın sakıncası olmazdı.
“Yani sen diyorsun ki Düzce spor Bolu spordan iyi?” diye sordu Ufuk.
Asker hevesle başını salladı. “Düzce spor Bolu sporu donunda sallar.”
“Ama unutma ki Rıdvan Dilmen Bolu Spor alt yapısından yetişti.”
Başka bir er yanındakine söyleniyordu.
“Devrem ben Bu Of- Trabzon, Bursa-İnegöl, Bozüyük-Bilecik, Safranbolu-Karabük , Bolu-Düzce davalarını anlamıyorum. Neyi paylaşamıyorlar?”
Düzceli asker hevesle devam etti. “Bolu ile neyi paylaşamayacağız ulan. Höst. Biz olmazsak aç gezer puştlar.”
Köroğlu’nun sağ kaşı kalktı. Ercü Köroğlu’nun tepkisini fark edince Ufuk ve ne yapmaya çalıştığını anladı. Düzceli askere acıyarak baktı. Ancak o başına geleceklerin farkında değildi. Kendi düşen ağlamazdı neticede.
Ufuk tetikledi. “Niye öyle dedin aslanım. Bir sürü meziyeti var adamların.”
“Yok be komutanım. Ne meziyeti olacak aç köpeklerin. Sanayi bizde, deniz bizde, fındık bizde”.
“Öyle deme aslanım. Onlarında turizmi var. Tarım ürünleri, Gölcük, Kartalkaya, Abant, Bildiğim Patatesleri meşhur. Onu pişirecek aşçısı bile var adamların. Tavukçulukada baya iyiler. Bolu Dağı tüneli açılınca ulaşımda da zirve yaptılar. Doğa zaten mis gibi Orman.”
“Haklısınız komutanım o kadar dağa ayıda lazım. Bolu halkıda karşılıyor tabi.Hem Bolu ne biçim isim yahu. Ne demek ki? Hayır şehir isminde meymenet yok” Gevrek gevrek gülüyordu.
Aldım lafı. “E adamların halk kahramanları bile var. Koskoca Köroğlu’nun memleketine çamur atıyorsun sen”.
Düzceli yeniden konuşmaya başladı. Oturdu bankta iki dizini yana açarak gerindi.
“Köroğlu halk kahramanı değil ki komutanım eşkıya”
Ayvaz gülmemek için dişlerini sıkıyordu. Ufuk ile Ercü cümleden sonra gözlerini yumdu. Yüzlerini buruşturdular.Ben askere bön bön bakıyordum. Birazdan olacaklar bir ili ve içindekileri böyle gerine gerine yermeye tövbe ettirecek cinstendi.
Köroğlu adım adım yaklaştı. Erlerden biri fark edip “Dikkat” diye bağırınca ayağa kalkıp selam verdiler.
Köroğlu askere yanaştı.” Tekmil ver asker”.
“Tane Çakmak Düzce. Emredin Komutanım.”
"Demek Düzce". Er Taner lafı bir gurur meselesi olarak altı. “Evet Komutanım.” Olanca gücü ile bağırıyordu.
Köroğlu başını salladı. “İyi, İyi, çok iyi.”
“Bende Kıdemli Yüzbaşı Ahmet Tan Köroğlu”.
“Ercü”.
“Emredin Komutanım.”
“Bu aslan parçası karargahtaki tuvaletleri günde 14 kere temizleyecek.”
Askerden bir yutkunma sesi geldi. Diğer erler gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi Taner’e bakıyorlardı.
“Lakin öncesinde aslan parçası biraz ısınsın. Tam teçhizatlı 14 tur karargâh çevresi. 14 şınav. 14 barfiks. Tabi bu bir set için. Aynı seti 14 kere yapsın da sonra tuvaletleri temizlesin.”
“Emredersiniz komutanım.”
“Ercü”
“Emredin Komutanım.”
“Bir set eksik olursa onunla koşarsın.”
“Emredersiniz komutanım.”
Arkasını döndü. Karargâha doğru adımladı.Er Taner Çakmak olayı anlayamamıştı. Ercü’ye döndü.
“Komutanım. Ben ne bok yedim de aldım bu cezayı?”
Ufuk ile bir kahkaha koyuverdik. Ayvaz gülümseyerek dinliyordu.
“Aslanım az önce Bolu hakkında tıp tutuyordun ya.”
“Evet komutanım” dedi saf saf Taner.
“Hah işte. Yüzbaşı Ahmet Tan Köroğlu’ da Bolulu.”
Taner’in rengi attı. Ercü devam etti. "Lakabı da soy adı da Köroğlu. Daha da önemlisi Dedesinin dedesi, dedesinin babası, dedesi ve babası şehit. 57. Alaydan dönmeyenlerden."
Taner’in rengi sarıyla gri arasında gidip geliyordu.
“Ne kadarını duydu komutanım.”
Ayvaz’ın dudağı kıvrıldı. Ercü ona bakıp “Tamamını" dedi
Askerlerden homurdanmalar gelmeye başladı.Ufuk askerin sırtına vurup konuştu.
“O eşkıya Köroğlu çenenin yaylarını sikecek. Senin askerlik bitmez koçum.
BEGÜM’DEN…
Tahsin ile Yüzbaşının odamda beni beklediği bilgisini veren Sinem hemşireye alık alık baktım.Adam işin peşini bırakmıyordu. Olanı kabul edip yavaş yavaş odaya adımladım.İçeri girdiğimde ikisi de bana bakıyorlardı. Adamın benimle davası bitmemiş olacak ki gözlerini üzerimden bir an bile ayırmadı.Tam buyur edecektim ki kapı çaldı içeri bir çiçekçi girdi. Elinde mor çiçekler vardı. Notu açtım. Yüzbaşı bütün hareketlerimi izliyordu.
“Merhaba doktor. Elinde tuttuğun çiçekler İris Çiçeği. Siz Türkler mezarlıklarda yetiştiği için mezar çiçeği de dersiniz. Ne kadar manidar değil mi? Bekle beni doktor oğlumun yakalanmasına neden olan kadını almak için geliyor olacağım. Bekle beni.”
“El Zübeyir” yazıyordu.