“Evime gitmek istiyorum."
Hemşire göz devirmek istemiyordu ama odaya her girişinde aynı cümleyi duymaktan gına gelmişti. Seruma ağrı kesiciyi enjekte etti ve tansiyonunu ölçüp çizelgeye not etti.
"Ben. Evime. Gitmek. İstiyorum."
Suzan hemşire gözlerini kapadı ve sakin olmaya kendini zorladı. Kibar olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla "Daha tam iyileşmediniz Zümra Hanım. Bir müddet daha kaburgalarınız için korse giyip yatmak zorundasınız." Dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı.
Alt kata inip salona geçtiğinde elindeki maskeyi sıkmış yüzünün rengi kırmızıya dönmüştü. Mümtaz Bey, genç kadının halini görünce yine aynı duruma maruz kaldığını anlamış bıyık altı gülümsemişti. Devran "Hayırdır Suzan Hemşire, tansiyon mu yine?" Derken sesindeki alayı gizleme gereksinimi hissetmiyordu.
Koltuğa kendini bırakan kadın " Bu kız ömür törpüsü. Yeminle bir daha aynı şeyi söylesin serum şişesi ile bayıltmayı planlıyorum. Gözünü açtı aradan bir ay geçti hep aynı söz. Ben eve gitmek istiyorum. Hayır, kalk git desem benden önce iner şu merdivenleri. Huyu çok ters resmen psikolojimle oynuyor." Dediğinde yüzü daha da kızarmış nabzını dinlemeye başlamıştı.
Kapıdan giren Kartal hemşirenin halini görünce kahkaha atmadan duramadı. Hemen yanındaki koltuğa çökerken “Anlaşılan Zümra yine senin ayarlarınla oynamış. Hayranım şu kızın inatla her gün aynı şeyleri söylemesine” dediğinde Devran’ın kaşlarının çatıldığını fark ediyor ama umursamıyordu. Mümtaz Bey “Hayri söylemişti inatçı olduğunu ama ben bile bu kadarını tahmin etmemiştim.” diyerek Kartal’a katıldı.
Olayların üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti ve klinikten eve getirilen Hayri ile Zümra sağlam bakıma alınmıştı. Gözlerini açan Zümra daha o andan itibaren “Eve gitmek istiyorum” diye diretmiş ki bu lafını odasına giren herkese tekrar ediyordu. Rahatsızdı. Bilmediği bir ortam da yaşamak milletin sırtına kambur olmak onluk bir şey değildi. Şimdi yattığı yatağı kuş tüyü olabilirdi ama ona batıyordu. Kendi küçük evindeki rahatsız yatağına razıydı.
Gözlerini cama çevirip yağmaya başlayan karın görüntüsünü izledi. Soğuğu seven bir kızdı. Alışmıştı çocukluğundan bu yana serin havalara soğuklara. Sıcacık oda ruhunu daraltıyordu. Göğüs kısmına boydan boya geçirilen korse yüzünden hareketleri kısıtlıyken elinin üzerindeki seruma gözlerini devirerek bakıyordu. Düşündü. Hayri Babayı kurtarmıştı ama şu an kendini mahkum gibi hissediyordu. Bir de Mümtaz vardı. Yaşlı adam dinç bedeni ile ara sıra onu ziyarete geliyor bazen de uyandığında cam kenarındaki koltukta onu otururken görüyordu. Hoş bundan rahatsız olduğunu dile getirdiği günden sonra bir daha aynı manzara ile karşılaşmamıştı ama yine de rahat değildi.
Nefesini bıraktı. Geçen günlerde ağrıyan kaburgaları artık daha iyiydi. Acı en aza inmiş nefes alışverişleri düzene binmişti. Tavanı bir müddet daha izledi. Hayalinde o tavanda yemekler yaptı. Malzemeleri keyifle bir araya getirip pişen yemeğin kokusunu içine çeker gibi soludu. Sıkıntıdan patlamak üzere olduğunu kesinkes anladığında ise usulca yatağın kenarında bulunan demire tutunarak tamamen oturur pozisyona geçti. Dişlerini sıkarak kendini aşağıya doğru kaydırdı ve demirin boşluk yerine gelinde ayaklarını sarkıttı. Zemine değen çıplak ayaklarının üşümesini beklerken sıcacık parkeler ve parkenin üzerindeki yumuşak halı tabanlarını gıdıkladı. Dudak büktü. Kendi evinde olsa it gibi titreyeceğinden adı gibi emindi. Dizlerinin onu taşıyacağına emin olduğunda ayağa kalktı dönen başının bir süre sabit kalarak düzelmesini bekledi. Ardından birkaç küçük adımla serum demirine ilerleyip eline aldı ve odanın içinde dolanmaya başladı. Adımları küçük bir çocuğun korkak duruşları gibiydi. Göğsü korseden dolayı dik ve sabitti. Hareketleri kısıtlı, acısı kendini gösterir türdendi.
Beş dakika kadar sağa sola volta atarak yürüdü. Yorulduğunu hissettiğinde cam kenarındaki tekli koltuğa oturup sırtını usulca geri yasladı. Nefesi sıklaşmış göğüs kafesine çarpan kalbi sızıya neden olmuştu. Bu sırada kapısı tıklandı. Göz devirdi. Gelenin kim olduğuna bakmadan başını geri yaslayıp gözlerini kapadı. Kapının açılma sesinden sonra tık diye kapanışı bile gözlerini açmasına yetmedi. Ardından yüzüne hafif bir gülüşün yayıldığını hissetti. Aldığı koku ciğerlerine dolarken burunun önünde gezinen dürüm ağzını sulandırmış sertçe yutkunmasına neden olmuştu.
Göz kapakları irislerini serbest bırakırken “Bol acılı değil mi?” dediğinde ona bakan Kartal sırıtarak “En acılısından hem de” deyip göz kırptı. Zümra dudaklarını yalarken günler önce tanıdığı ve iyi anlaştığı Kartal’a daha sıcak gülümsedi. Yanak kasları bu gülüşlere alışık olmadığı için seğirse de gözleri kocaman açılmış içindeki bol malzeme ile kendine bakan dürüme odaklanmıştı. Kartal ağzının suyu akan kıza “Peçete al kız ağzının suyu aktı. Sil şunu salyalı” diyerek takılırken omuz silken kız “Valla dostum sen şu an ne dersen de ben sana kızamam. Hay canına kurban senin ne de güzel hazırlatmışsın şu nimeti. Kaç gündür yediğim tatsız tuzsuz şeylerden kusacak duruma gelmiştim. Kartalcan yeminle adamın dibisin la” dedi.
Kendine geldikten sonra onunla Mümtaz kadar ilgilenen iki kişi daha vardı. Biri Kartal’dı. Onunla çok iyi anlaşmış erkeklere karşı olan sert tutumunu asla ona göstermemişti. Hoş, bu eve geldiği ilk günler canından bezdirmedi değildi ama sabırlı olan genç adam ona bir abi arkadaş sıcaklığı verince yelkenler suya tez inmişti. Bir de Devran denen ruh hastası manyak vardı. Onunla yıldızı barışmamış üstüne resmen yıldız savaşları başlamıştı. Katı tavrı, sert bakan gözleri, üstten üstten konuşmaları, sürekli imalı cümleleri sinir kat sayılarında ciddi artışa neden olmuştu. Her defasında bedenini saran öfke kafasını bulandırsa da bildiği tek şey tamamen iyileştiğinde o kendini beğenmiş züppeden biraz normal hanzodan iki tık ilerideki Devran’ın yüzüne gelişine bir yumruk geçirecekti.
Kartal kızın elindeki dürümün kağıdını yırtarken dudaklarını istemsiz yalayan kıza sanki küçük kardeşiymiş gibi baktı. Gözlerinde eğlence ya da alay yoktu. Bir an saf şefkat ve koruma arzusu içinde yüzerken bulmuştu kendini. Sanki o akşama eve bir şeyler getirmiş abiydi ve Zümra hevesle paketi açmasını bekliyordu. Sonunda dikkat ederek dürümü eline tutturup geri çekildi. Eğilip yeniden yiyeceğin kokusunu içine çeken kız “Bu defa kara biberi ve kimyonu fazla olmuş. Kokuları ağır geliyor. Of tam istediğim gibi” deyip büyükçe bir ısırık aldı. Yemekle yaralandığından bu yana arası pek olmadığı için kaşık kadar kalan yüzünde büyük lokma yüzünden şişkinlik oluşmuş ayrana uzanan Kartal “Yavaş be kızım boğulacaksın. Hayır, dayaktan bıçaktan ölmedin dürümden ölüp başımı da belaya sokacaksın o olacak.” diye söylenirken alıp içmesini sağladı. Sonunda lokmasını yutan kız “Yok be merak etme yemekten ölmem ben. Yalnız bir aydır yaşadığımı hissediyorum desem inanırmısın?” dedi.
Kartal sadece gülmekle yetindi. Aslında inanırdı. Günlerdir nasıl yemekler yemek zorunda kaldığına birebir şahitlik edince neden bu kadar hevesle yediğini anlıyordu. Son lokmasından sonra ağzının kenarını silip peçeteyi kağıdın yanına koyan Zümra gözlerini Kartal’a dikip o meşhur repliğini tekrarladı.
“Evime gitmek istiyorum.”
Göz deviren genç adam “Kızım var ya şu lafın yüzünden hemşiren aşağıda tansiyon komasına giriyor. Devran farkındaysan odaya hiç girmiyor. Ben desen gariban adamım dayanamıyorum gelip bakayım nasıl bir ihtiyacı var mı canı dürüm çeker mi diye kontrole geliyorum. Bana bile aynı şeyi söylüyorsun. Gitmeyi unut kızım. Burada iyileşene kadar kalacaksın. Hayri Amcanın da isteği bu yönde.” derken yüzü an be an sertleşen Zümra ile sırtını dikleştirdi.
Usulca oturduğu yerde daha dik oturan kız başını sağa sola oynatıp küçük bir kıt sesi çıkardıktan sonra dişlerini sıkarak “Hayri babaya saygım da güvenim de sonsuzdur ama hayatım hakkında karar verme yetkisi sadece bana ait. Ben şu an gitmek istediğime kesinkes karar verirsem çıkar giderim. Ne mafya babası Mümtaz Beyiniz ne de kasıntı oğlu Devran denen adam engel olabilir. Sürekli söylüyorum ki siz kendi elinizle bırakın ki sorun çıkmasın. Yoksa bu kadar sakin olmam.” dediğinde tek kaşı kalkmıştı.
Genç adam kızın sözlerinden sonra hafiften alaya alıp dilinden dökülenlerin sonradan farkına vararak “Ya çok merak ediyorum. Şu halinle ne yapacaksın Zümra. Adamlar sana kötü bir şey demiyor. Şu soğuk hava da çok affedersin ama göt kadar evinde it gibi titreme diye sana kal diyorlar. Ne bu ben başımın çaresine bakarım edebiyatı.” dedi ve anında yüz ifadesi değişti. Çünkü mavi gözlerinde bin bir duygu geçişini aynı anda yapan Zümra yanındaki serum direğini avucu içine almış sıkmaya başlamıştı.
Dişlerini sıktığı için çeke kaslarının oynamasına karşın yutkunan Kartal “Bak ben öyle demek istemedim. Zümra, lütfen. Boş boğazım işte biliyorsun gereksiz gereksiz konuşuyorum. Vallahi öyle demek istemedim.” dese de artık hiçbir söz onu bu evin sınırları içinde tutamazdı. Sıkıca kavradığı direkten güç alıp ayağa kalktığında yatağın yanındaki dolaba doğru adımladı. Kapağını açıp kendine ait olan eşofman takımını çıkardı ve yatağın üzerine fırlattı. Yanan canı umurunda değildi. Ölse bile bir saniye kalamazdı. Bu yaşına kadar kimseye muhtaç olmamıştı. Yaptığı her şeyin bedelini ödemiş karşılığını almıştı. İyi ya da kötü.
Kartal hala “Zümra ne yapıyorsun?” diyerek yanına yanaşmaya çalıştığında elinin üzerindeki serum iğnesini avuçlayan genç kız tek hamlede çekip çıkardı. Anında kan sızmaya başlarken çekmeceyi açıp peçete yığınından biraz alıp elinin üzerine bastırdı. Genç adamın “Kafayı mı yedin sen?” demesine karşın “Siktir git odadan!” diye bağırdı. Kaşları çatılan Kartal birkaç adımda yanına geldiği anda serum torbasının asılı olduğu direği eline alıp savuran Zümra “Sana siktir git dedim.” diyerek bir kez daha bağırdı. Devirdiği çamın büyüklüğü omuzuna inen demirle gözlerinin önüne gelen Kartal odadan çıkarken merdivenleri tırmanan Devran soran gözlerle kendisine bakıyordu.
Alt dudağını ısıran genç adam “Bu defa onu burada tutmak için galiba bağlamamız gerekecek” derken içeriden duyulan yüksek tondaki küfür sesiyle Devran kaşlarını çattı.
“Neler oluyor Kartal? Bu vaşak ne demeye dellendi?”
Oflayan adam “O vaşak az biraz sinirlenmiş olabilir. Gitmek için hazırlanıyor.” dedi ve elini ensesine atıp abisine yakalanan çocuk misali gözlerini halıya dikti. Yanından geçen Devran “Çoluk çocukla uğraşıyoruz yemin ederim” diyerek odaya daldığı an korseyi çıkarmaya çalışan Zümra üretici firmadan tüketiciye satanından alanına kadar itina ile en içten dileklerini sıralıyordu. Kapı sesiyle geri döndüğünde acıyan kaburgası ile yüzü buruştu. Gördüğü yüz ile sinirleri daha da gerilirken “Çık dışarı!” diye sesini yükseltti. Üst kısmı kısmen çıplaktı. Korseyi açınca göğüsleri ortaya çıkacaktı ve en son istediği şey kafasında birkaç odun kırmak istediği adamın onu bu şekilde görmesiydi.
Ellerini cebine sokan Devran kapıyı sertçe kaparken yüzünde tek bir mimik oynamıyordu. Ama gözlerinden geçen duygu bıkkınlıktı. Biraz da kızı bu şekilde görmesinin heyecanı ve rahatlığı.
“Sen hayırdır?”
Dişlerini sıkan Zümra kaşlarını çatarken “Esas sana hayırdır?” derken elleri iki yanında yumruk olmuştu.
“Bana sert kız ayakları sökmez yalnız önce şunu kafana sok. Sonra sana yapılan iyiliğe böylesine küstahça yanıt vermen de ayrı bir saygısızlık. Hayri amcaya yardım ederken yaralandın diye babam sana minnet duydu. Bu nedenle de evinde misafir edip iyileşene kadar en iyi şekilde bakılmanı sağladı. Yeni yetme ergen çocuklar gibi eve gitmeyi tutturman normal mi?”
Zümra, duyduklarından sonra gözlerini usulca kapadı ve içinde kopan öfke fırtınasının iliklerini esir edişini hissetti. Göz kapakları irislerinin üzerinden kalktığında mavileri koyulaşmış birer lacivert bilyeye dönüşmüştü.
“Bir; ben kimseye ayak yapmam olanı olduğu gösteririm ki sana nelerin söküp sökmediği umurumda değil. İki; bana iyilik yaparken sorulmadı bu yüzden istediğim gibi karşılık veririm bu da seni alakadar eden bir konu değil. Üç; misafir derken bile sesindeki aşağılama mecburi bakım durumları yine beni ilgilendirmez kimse senden ya da sizden böyle bir yardım istemedi. Ben yapmam gerekeni yapıp Hayri babayı korudum. Yine olsa yine yaparım. Evime gitmeyi istemek de en doğal hakkım. Bunun için icazet alacak değilim. Karşıma geçip küstahça konuşmayı becerebiliyorsan giyindiğimi görüp dışarı da çıkabilirsin. Hatta siktir olup gidebilirsin. Senin gibi zengin bebesi ile yeterince çene çaldım çünkü.”
Genç kız sözlerinden sonra adamın acı kahvelerinden gözlerini çekip korseyi çıkarmaktan vazgeçerek eşofmanın üzerini giyindi. Yatak pijamasının olmasını umursamadan yatağa oturup altını da bacaklarına geçirip giyindiğinde birkaç küçük nefes sonrası fermuarı çekti. Devran'ın odadan çıkmadığını sesi çıkmayan kapıdan ve aldığı sert soluklardan anlayabiliyordu.
Çenesi sıktığı dişler yüzünden acırken birkaç sert adım sesinin ardından kolundan tutulduğu gibi geri çekildi ve yüzü duvar gibi duran göğse çarptı.
“Bırak beni ne halt ettiğini sanıyorsun sen?”
“Kes sesini şuracıkta kırmayayım boynunu.”
“Allah Allah, tavuk mu var lan karşında senin boynunu kırmaya.”
Zümra böyleydi. Dayak yiyeceğini de bilse ne kendini ezdirirdi ne de geri adım atardı. Devran kızın kendisine böyle diklenmesine karşın iter gibi omuzlarından sarsarak arkasındaki dolaba itti. Sırtı dolaba çarpınca kısıkça inleyen Zümra “Ben senin” demişti ki adamın “Kes sesini” demesi ile lafı ağzına tıkıldı.
“Bana bak asi kız. Burada çocuk eğlemekten daha önemli işlerim var. Sırf aile dostumuza yardım ettin diye sana müsamaha gösteriyorum diye tepeme çıkıp sıçmaya kalkarsan tavuk gibi boynunu kırar tüylerinden yastık yaparım. Gitmek istiyorsan siktir git kapı orada ama sakın edebini bozayım deme. Anaokulu değil burası. Ana baba terbiyesi almadın onu anladık da insan olmayı da mı öğrenemedin.”
İşittiği sözler genç kızın yüreğinde çatlaklara neden oluyordu. Kimsesizliği yüzüne böylesine acımasızca vurulmamıştı. Acı kahvelerin içine bakarken acımasızlığı iliklerine kadar hissediyordu. Üzerine gelip bedenini bedenine yaslamaya başlayan adam ile nefesinin sıklaştığını fark etti. Özel alanı işgal edilmiş dört yıl önce başına gelen olay sanki gözlerinin önünde yeniden oynamaya başladı. Devran konuşuyordu ama duymuyordu. Sağır ve kör olmuş gibiydi. Bedeni kaskatı kesişmiş aldığı nefes kursağına takılmıştı.