4 YIL ÖNCE
Zümra, on beş ol altı yaşlarındayken sokaklarda kalmamak adına çalıştığı yerlerden ricacı oluyor durumunu izah ediyor artık nerede çalışıyorsa akşamları orada kalıyordu. Yeni işi bir dönercideydi. Camdaki ilanı görünce içeri girmiş orta yaşlı dükkan sahibine bir saat dil dökmüştü. Üstü başı harap halde olsa da adam şöyle bir süzmüş ve “Tamam. Ama kalmak için arkadaki kömürlüğü kullanmalısın. İn misin cin misin ben nereden bileyim? Dükkana zararının gelmeyeceğini anlarsam küçük odada kalmana izin veririm” demişti. Çok mutlu olan Zümra önce lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Diğer çalışan kuryelerden biri acıyıp kardeşinin eskilerinden getirince daha tertipli durmuştu üstü başı.
Yerleri siliyor, masalara servis yapıyor, tuvaletleri fırçalıyordu. Ufak mutfakta tabak çanak yıkıyor akşama kadar canı çıksa da eline geçecek üç kuruş paraya seviniyordu. Günler geçti. Kömürlükte çuvalların üzerinde uyurken sokakta geçirdiği günleri düşünmek şükretmesine neden oluyordu. Parklarda kapalı kaydırakların içinde uyuyor, yeri geldiğinde etrafı çevrili çardakların oturak altlarına girip kıvrılıyordu. Kömür ve odun çuvalları kuş tüyü yatak gibiydi. Kapısı kapanan çatısı olan bir yerdeydi daha ne isteyebilirdi ki.
Hafta sonunun yoğunluğunda tuvaletleri fırçalarken sırtındaki eski sütyen askısının gevşediğini hissetti. Küçücük bir ip tutuyordu –ki onun da koptuğu belliydi- zaten. Gözleri büyürken hemen kapıyı kilitledi ve tişörtü başından çıkarıp sırtından kopan kumaş parçasına ağlar gibi baktı. Klozetin üzerine oturup avucunda buruşturduğu çamaşır parçasıyla ağlarken aklına akşama haftalık alacağı geldi. En azından ucuzundan da olsa bir tane sütyen alır hemen üzerine giyerdi. Bunun verdiği az da olsa rahatlıkla tişörtü başından geçirdi ve az daha kambur durursa fazla belli olmayacağını düşündü. Elbette bunu o düşündü sadece çünkü daha yeni yeni oluşan tepecikler dikkat eden biri çok rahat görürdü.
Dışarı çıktı ve yeni gelen müşterilere siparişlerini götürmek için Sabri ustanın yanında dikilmeye başladı. Kasada duran dükkan sahibi Ragıp ise yine çatık kaşlarla küçük kızı süzüyordu. Ekmek aralarını götürdü. Boşalan masaları sildi. Onu bir akbaba gibi izleyen adamdan habersizdi. Saatler geçti. Kambur duran Zümra arada unutup sırtını dikleştiriyor ama belli olan göğüs ucu ile kendine küfredip aynı pozisyona dönüyordu. Akşam saatleri olduğunda dükkanların kapanacağından korkan Zümra Ragıp’ın yanına gelip “Abi, benim haftalığımı şimdi vermen mümkün mü? On dakikalık işim var hemen halleder gelirim valla bak gittiğimi bile anlamazsın.” derken sesi cılız gözleri yalvarır nitelikteydi. Elini cebine atan adam kızı bir kez daha süzerken çıkardığı para demetinden yüz lira alarak uzattı.
Zümra avucundaki para ile kaldırımda hızla adımlar atarken geç kalmamak için ucuza çamaşır gördüğü yere varmaya çalışıyordu. Sonunda kapıdan girdiğinde yaşlı kadının katı suratıyla karşılaştı. Gözü onun nemrut sıfatını bile göremeyecek kadar zamanı azdı. Tezgaha gidip “Ben sütyen alacaktım” dediğinde bet bir tonla “Paran var mı?” cevabını beklemiyordu. Boğazında biriken yumru ile avucunu açtı ve parasını gösterdi. Aynı tonda “Kaç beden?” dediğinde bilmiyorum dercesine omuz silken kıza karşın “70A olur sana. Kaç tane istiyorsun?” diyen kadın raflara yönelmişti. Alt dudağını kemiren kız “Şey, bir tane sütyen bir de alt çamaşır alacağım” dedi.
Siyah renk hiçbir albenisi olmayan sıra işi sütyenlerden ve defolu kilotlardan birer tane kağıda saran kadın tezgaha bırakıp “Yüz tl” dedi. Zümra “Ama bu kadar değildi geçen gördüğümde” dese de “Zam yaptım. Alacaksan al almayacaksan kafamı şişirme!” diyerek sesini yükselten kadın ile bir adım geriledi. Parasının hepsini verse bir hafta geceleri aç kalacaktı ama mecburdu.
Dönerciden içeri girerken elindeki kese kağıdını sıkıca tutuyordu. Patronunun bakışlarını yakaladığında ufak bir baş selamı verdi ve hemen arka tarafa lavaboların olduğu kısma hızla geçti. Kapıyı kapatıp üzerine aldıklarını giyerken bedeninden geçen titreme ile iç çekti. Sanki biri onu izliyormuş gibi etrafında bir tur döndü ama kapalı kabindeydi.
Yeniden işinin başına döndüğünde gece on ikiye kadar gelen giden bitmedi. Hafta sonu olduğu için insanlar zamanını dışarıda geçiriyor ucuz olunca da ekmek arası dönere rehavet ediyordu. Saat bire gelirken dükkan kapanmış yerler silinmiş ve Zümra arkadan kömürlüğe geçmişti. Üzerine örttüğü çuvalı güzelce katından ayırırken ağrıyan kemikleri canını yakıyordu. Zayıf bir kızdı. Sokaklar ona iyi davranmamıştı. Zaten kime iyi davranıyordu ki.
Yatak niyetine koli parçası koyduğu kömür çuvalının üzerine kıvrılmıştı. Gözleri kapanmak üzereyken gelen tıkırtı ile tedirgin olsa da birkaç gecedir iki farenin sesi ara ara uyandırdığı için yine o zannetti. Oysa gelen patron Ragıp’tı. Kömürlüğün kapısı gıcırtılı biçimde açılınca yeni uykuya dalan Zümra sıçrayarak uyandı. Karanlıkta kim olduğunu göremiyordu ama aldığı küçük nefeste genzine dolan limon kolonyasının baskınlığı ile “Ragıp abi. Sen misin? Bir sorun mu var dükkan da?” diye mırıldandı. Adamın sesi çıkmıyordu ama adım seslerinin üzerine geldiğini hissediyordu. Ayağa kalktı. Bir anda ensesinde hissettiği nefesle kaskatı kesilirken soluğunun boğazına düğümlenmesine neden olan göğüslerinde hissettiği temastı.
Hırıltılı ses “Ağzıma almak çok güzel olacak” dediğinde “Abi bırak!” diye haykırdı. Kurtulmak istediğinde daha sıkı arkasındaki bedene bastırıldı. Midesi bulanmıştı. Aç olduğu için mide asidi boğazına kadar yükseliyor korku iliklerini ele geçiriyordu. Çırpınışları nafile bir çaba ile devam ederken sırtı kömürlüğün pürüzlü duvarına çarpıldı ve şimdi yüzüne çarpan hafif içkili soluk ciğerlerini yaktı.
“Sessiz ol. Sende seveceksin.”
Sevmek. Böylesine bir iğrençliği kim sevebilirdi ki? Elleri ile itmeye çalıştı. Büyük ve nasırlı eli çoktan bacak arasını avuçlamaya başlayan adama ise fayda etmiyordu. Avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Bırak beni bırak!”
“Kes sesini lan.”
Sert bir tokat yedi sağ yanağına. Sol tarafa dönen başı yüzünden pürüzlü duvara değen yanağı tokat yediği taraf kadar sızlıyordu. Sertçe çenesi tutulduğunda yüzü çevrildi ve dudaklarına kapanan ağzından tenine değen dil kusması için yeterli oldu. Bu yaptığı ile adam küfredip geri çekilirken öne doğru eğilen kız bir kez daha öğürdü ve geri çekilmeye çalıştı. Ağzındaki kusmuğu tüküren adam ise “Şimdi bağırta bağırta siktim seni” diye kükreyince korku tüm bedeninde hakimiyet kurdu. Büyük saplı süpürge kenara kaçmaya çalıştığı esna da ayağının ucuna düştü. Eğilip nasıl aldı ve savurdu hatırlamıyordu. Yere düşen beden ile ona denk getirdiğini anladığında önce el yormadı ile kömürlükten çıktı ardından dükkanın içinden geçip kapının üzerindeki anahtarla açıp sokağa adım attı.
Kaldırım boyunca koştu. Caddenin sonuna gelince sağa döndü. Sonra başka bir sokağa girmek için sola. On dakika kadar hiç durmadan koştu. Hala midesi bulanıyordu. Sonunda bir binanın boşluğunda durduğunda ciğerleri acıyor dalağı onu zorluyordu. Kendine iki dakika verdi. Biraz olsun toparlandığında hala bedeninde hissettiği dokunuşlar yüzünden bir kez daha eğilip yan tarafındaki küçük çöp kutusuna kustu. Artık boğazı yanıyor midesi kasıldıkça kasılıyordu. Gücü tükendiğinde dizleri üzerinde düşüp ağlamaya başladı. Lanet etti. Sokakta kalmasına neden olanlara, onu sokağa atan kadına ve en başında yurda bırakanlara.
Güçsüz olduğu için içten içe kendini suçladı. Mavileri kızıl birer bilyeye dönüşene kadar ağladı. Ruhu ızdırap içinde kalırken sürekli etrafını kontrol ediyor, tırnakları boynunda geziniyordu. Derisinden o iğrenç dokunuşları silmeye çalışıyordu.
ŞİMDİ...
Zümra, midesinin bulandığını hissetti. Kasları öyle acımıştı ki sanki tenine yayılan ılık nefes bir anda Ragıp’ın soluklarına dönüşüyor, o an ki kadar savunmasız ve çaresiz hissediyordu. Devran genç kızın ne halde olduğunu fark edememişti. Gözünü anlık bürüyen öfke, sadece girdikleri ağız dalaşından oluşmuyordu. Garip bir şekilde bu asabi ve can sıkıcı kıza karşı çekim hissediyordu. O sağlıklı bir erkekti ve nefesinin tenine değdiği kız ateş parçası gibiydi.
Üstelik söylediği sözlerin can yakıcı etkisinin yakınından bile geçmiyordu. Dudaklarını yavaşça ıslatıp “Ne o dilini mi yuttun?” diyerek sessizliği böldüğünde sadece boynuna sabitlenen mavilerin harelerinde kızıl tutamların dolandığını gördü. Kaşları daha derinden çatılırken elleri iki yanında yumruk olmuş artık titremeye başlayan kızın nasıl da renginin attığını solgunlaşıp donuklaştığını anladı.
Uzanıp kolundan tutmak isterken Zümra’nın “Bırak beni!” diye bağırmasıyla neye uğradığını şaşırdı. Genç kızın nefesleri sık ve aceleciydi. Yeniden uzandığında daha koluna değemeden daha gür bir sesin çığlık gibi odaya yayılmasını bir adım geriye giderek karşıladı.
“Dokunma bana!”
Zangır zangır titriyordu. Sanki birileri onu geçmişindeki o ana zincirlemişti de kurtulmak için hamle yaptığında ayağını tutan bir el bataklığa gerii çekiyordu. Ellerin iki yanda teslim olur gibi kaldıran Devran sonuda irislerinden dağılan öfke bulutlarından sonra durumu fark etmiş anlamak ister gibi öylece genç kıza bakıyordu. Daha alçak bir tonla “Tamam, dokunmuyorum sakinleş biraz.” dediğinde Zümra büyük bir karanlığın içinden duyduğu ses ile sıyrıldı. Dibe çeken el yoktu ayak bileğinde ya da o savunmasız kız değildi artık. Birkaç büyük yutkunuş sonrası mavileri karşısındaki adamın irislerine adeta saplandı.
Acı kahvelerdeki düşünce tohumları sızlayan yanına resmen kırbaç gibi iniyordu. Bu defa korkmadı. Ellerinin yumruk olmasından dolayı uyuşması gücü zihin odalarına darbeler indiriyordu. Kaşları çatık yüzü soğuk ve ifadesiz bir hale bürünürken sağ elini kaldırıp işaret parmağını her bir sözün üzerine baskı uygular gibi salladı.
“Sakın. Bir. Daha. Bana. Yaklaşma. Sonu hiç iyi olmaz. Anladın mı? Ağzında altın kaşıkla doğup millete edep dersi vermeye kalkma burada edebimi bir bozarım geleceğine geçmişine methiyeler düzerken dilin tutulur. Ne senin merhametine ne de Hayri babanın hatırına benimle ilgilenmenize ihtiyacım yok. Şimdi az önce dediğin gibi siktir olup gidiyorum sen de al evini barkını itina ile kıçına sok.”
Yanından geçip giderken acı kahveleri ateş alan adam peşinden yürümeye başladı. Merdivenleri dimdik ve tek bir yüz kası oynamadan inen Zümra holü geçerken çantasının olmadığını fark etti. Anahtarları ve telefonu onun içindeydi. Salondan çıkan Mümtaz ve Hayri ile duraksayan kız “Benim çantam nerede?” diyerek öğrenmek istediği şeyi sordu. Hayri baba “Zümra, kızım az sakinleşsen mi? Daha yeni toparlandın.” dedi.
Mümtaz da “Aynı şeyi düşünüyorum evlat. Gel otur soluklan sonra ne istiyorsan onu yaparız sıkıntı değil.” deyip daha ılımlı olarak ikan etmeye çalıştı. Nedense bu ateş parçası kıza kanı kaynamış onu yalnız bırakmamak için her türlü bahaneyi hazırda tutmaya başlamıştı.
Nefesini bırakan genç kız “Bakın, ben yapmam gerekeni yaptım. Sizde bana gereğinden fazla yarım edip toparlanmamı iyi bakılmamı sağladınız. Bu konuda hakkınızı helal edin ama ben daha fazla burada kalamam.” dedi ve Hayri’ye döndü.
“Sen bana en zor anımda sığınacak kapı oldun. Zarar görmene izin veremezdim. Bunu bir nevi vefa borcumu ödemişim gibi düşün. Daha fazla uzatmadan evime gideyim. Bilirsin, kurt misali ensem kalındır benim. Kendi işimi kendim gördüm hep.”
Kartal elinde sırt çantası ile geldiğinde başı ile ona bakanlara küçük bir baş selamı verip çantayı aldı ve kapıdan çıkmadan arkasından merdivenleri inen Devran’a baktı. Yüzünde alaycı ve acıyan bir ifade ile “Bana edepten bilmem neyden bahsediyorsun ama böyle bir baban varken tam bir kazma olmayı başarmışsın. Yazık. Kimine verir kıymeti bilinmez kimine de vermez deli gibi muhtaç olunur.” diyerek iki parmağını alnına koyarak selam verdi. Mümtaz'ın baş işareti ile Kartal peşinden giderken Hayri omuzlarını düşürerek salona geri döndü. Mümtaz ise kaşları çatılmış halde oğluna bakıyordu. Yine bir haltlar karıştırdığına emindi ve her ne dediyse kızın yüreğine oturduğunu fark edebiliyordu.
Aradan günler geçerken toparlanan meyhanede çalışmaya devam eden Zümra kaburgaları toparlanınca korseyi de çıkarmıştı ve sabahları evden eşofmanlarını giyip çıkarak koşmaya başlamıştı. Yine böyle koştuğu bir gün yanında beliren beden ile anında durup savunma pozisyonu alırken yumruğunu sallamış Kartal’ın sol karın boşluğuna geçirmişti.
“Hay ben senin ebeni.”
Nefesini zor alarak konuşan adam hemen ilerindeki banka otururken “Ya kızım sen iyi misin? Az önce sayende dalağımı yeniden yuttum. Hayır, kendi kuş kadar etkisi deve mübarek.” diye söyleniyor kızın çatılan kaşlarına bakıyordu.
“Sende sinsi sinsi yanaşacağına ses ver.”
“Ses mi? Bir kilometredir arkandan koşup sesleniyorum. Maşallah ne ciğer var arkadaş tıkanmadı bile o kadar yolda. Nesin sen? Bak doğru söyle uzaylı falan mısın?”
Yanına oturan Zümra göz devirip “Zevzek” diye homurdandı. Kartal onu duymazdan gelip “Eee, nasılsın bakalım dişi Rocky Balboa? Var mı bir problem?” diyerek ufaktan konuya girmeye hazırlandı. Genç kız nefesini bırakırken ensesinde olan küçük baş havlusuna alnını silip omuz silkti.
“Her şey stabil şahin görünümlü serçe. Yani dayan yemedim bıçaklanmadım, meyhanede saldırı yok. Iyiyim işte.”
“Anladım. E bunlar iyi şeyler tabi.”
Zümra bir süre sessiz kaldı. Yanındaki adamın bir şeyler söylemek için kıvrandığını fark ediyor ama inadına sormuyordu. Yarım saat kadar oturduklarına tam “Benim eve gitmem lazım. Terim soğudu iyice. Hadi kendine iyi bak serçe” diyen Zümra bir adım atmıştı ki Kartal nefesini bıraktı.
“Ben sana bir şey demeye geldim.”
Bilmiş bir eda ile mavilerini ona çeviren kız “Seni dinliyorum” dediğinde ellerini cebine sokup sanki vereceği haberin bırakacağı etkiyi ölçmek ister gibi kızın gözlerine baktı.
“Mümtaz Bey, kalp krizi geçirdi. Medyadan falan saklıyoruz. Malum düşman çok, adamın öleceği yoksa bile sorun çıkaran çok olur. Şu an evde ama inatla seni istedi yanına.”
Kaşlarını kaldıran kız “Geçmiş olsun. Üzüldüm. İyi adam Mümtaz Bey de beni neden istedi onu anlamadım.” diyerek durumu anlamaya çalışıyordu.
Omuz silken Kartal “Bilmiyorum. Sadece beni inatla peşine takıp ikna etmeden gelme dedi. Ne dersin on dakikalığına da olsa uğrama şansın var mı?” dedi. İçten içe dua ediyordu. Kabul etmezse attığı onca hava boşuna olacaktı. Aklına akşam ki konuşma geldiğinde dudağının ucu hafiften seğirdi.
Mümtaz Bey gerçekten rahatsızlanmıştı ama o kadar da önemli değildi konu ama her zamanki koltuğunda otururken oğlu Devran’a “Bana Zümra’yı getir evlat. O deli kızla konuşmak istiyorum.” dediğinde genç adamın yüz ifadesi oldukça komik olmuştu.
“Baba, o vaşakla asla yeniden karşı karşıya gelmem.”
Kaşları çatılan yaşlı adam “Vaşak derken oğlum?” diyerek cevap beklediğinde nefesini bırakan Devran “Baba kız vaşak gibi. Yabani yani. Belli sokakta yetiştiği. Böyle bir efelenme dayılanma. Sanırsın cep mafyası da racon kesiyor. Kedi gibi aynı zamanda ama yabani kedi.” deyip nefesini bıraktı.
Babası oğluna ufak bir hayal kırıklığı ile baktı. Başını sağa sola onaylamaz şekilde sallarken “O kız sokakta büyüdüyse bunun suçlusu o değil. Kaldı ki sen bir gece bile açlığı soğuğu kimsesizliği bilmezken o bunların içinde ayakta kalmaya çalışmış. Hala da savaşıyor. Üstelik kız başına bu zamana kadar da gelmiş. Sokaklar acımasızdır evlat. Şu an git iki gece bir bankın üzerinde yat bak bakalım uyurken nasıl alıyorlar ciğerini. Sert olmazsan sana höt diyene haddini bildirmezsen yer bitirirler seni. Onca sene yaşadım neler gördüm geçirdim ama o kız gibi yiğidine bir elin parmak sayısı kadar denk geldim. Şimdi bir kez daha söylüyorum, onunla konuşmam lazım ve buna onu sen ikna edeceksin.” dedi.
Yanındaki sudan bir yudum alırken Kartal “Mümtaz Bey izliniz olursa ben konuşmaya gidebilirim. Yani en azından onunla az da olsa samimiyet kurdum. Rica edersem kırmaz diye düşünüyorum.” deyip lafa girdi. Mümtaz bir bu duruma şaşıran ama çaktırmayan oğluna bir de kendinden emin olan adamına bakıp “Tamam Kartal. İş sende. Hadi evlat göreyim seni.” dedi. Biraz daha konuşup odasına çıktığında geride kalan iki adam daha rahat oturabilmişlerdi.
“Demek samimiyetlik kurdun.”
“Hıhı.”
“O vaşak nasıl oldu da sana saldırmadı.”
Göz deviren Kartal “Devran, o bir insan ve konuşulunca anlaşılabiliniyor. Bizde konuştuk ve anlaştık. Kanka bile olduk sayılır. O hastayken az dürüm taşımadım. Sever beni.” dedi ve hizmetlinin getirdiği çayı yudumladı.
“Dürüm?”
“Evet dürüm. Bol acılı yeşillikli Adana kebap. En sevdiklerinden, biliyormusun tek oturuşta yeme şansı olsa dört dürümü rahatlıkla gömüyor.”
“Oha.”
Kahkaha atan adam başını sallarken Devran gözünün önüne Zümra’yı getirdi. En fazla bir altmış boyunda anca vardı. Hadi olsun da altmış beş olsun. Kilo dese taşı çatlatsan elli anca vardı. Spor yaptığı belli olduğu için kasları belirgindi. O bedene tek seferde dört dürümü nasıl sığdırıyordu merak etti. Ardından çok saçma bir şey düşündüğünü fark edip başını salladı ve “İyi o zaman, şu çok kıymetli vaşağı getir de babam ne diyecek bakalım.” dedi.
Kartal adamı tepkisini ölçmek adına “Mümtaz Bey, bizim vaşağa tutulmuş olmasın sakın.” derken bıyık altı gülüyor çayını keyifle yeniden yudumluyordu. Aynı işlemi yapan Devran ise genzine kaçan büyük yudum çay ile öksürük krizine girerken kızaran yüzü ve ateş alan gözleriyle kahkaha atan Kartal’a bakıyordu.
Kolunun dürtülmesi ile kendine gelen adama kaşları çatık bakan kız “Hey, kendindemisin? Bak çakarım bir tane toparlarsın he” dediğinde başını hafifçe sağa sola sallayan adam “Kendimdeyim ya ne diye çakma peşindesin hemen” dedi alınmış gibi. Zümra adamın sözlerine göz devirip ve hemen ardından “Eve gidip üzerimi değişmem lazım. Sonra gideriz. Adama resmen can borcum var geri çevirmek olmaz ama o oğlu olacak züppe evdeyse içeri girmem haberin olsun.” dedi.
Gözleri ışıl ışıl olan Kartal hevesle söylendi.
“Tamam kız kabul. Evdeyse de atarız ne olacak? Sanki kendi evi.”
Ona bir gözü daha çıkmış gibi bakan kız başını olumsuz yönde sallarken “Akıllı bulmaz delisi kıçımdan ayrılmaz” diye homurdandı. Mümtaz Tatar’ı Hayri babadan uzunca dinlemişti. Bu yaşlı adamın kendinden ne istediğini anlamak için kabul etmişti bir yönden de gitmeyi çünkü kimseye borçlu kalmak huyu değildi.