Asiye
Yukarıdan eğlenceye bakıyordum. Aşağıda insanlar ne kadar da eğleniyordu. Erkekler için kadın, müzik, eğlence ne kadar da önemliydi. Halbuki benim aklımda olan tek şey yarındı. İnsanlar bazen bana içkilerini kaldırıp selam veriyordu. Yüzüm örtülüydü, sadece gözlerim görünüyordu. Çoğu kişi adımı bilmezdi. Bana sadece Düşes derlerdi. Ben bu Sarayın Düşesiyim. Başka bir adım yoktu. Başka bir vasfım da yoktu.
Kızlar üzerindeki elbiseleri tek tek çıkararak şov yapıyorlardı. Onların dansını o kadar çok izlemiştim ki artık büyülenmiyordum. Sadece erkeklerin büyülenmesini izliyordum. Ne kadar tuhaftı. İki, üç, dört, hatta beş kadın falan isteyen oluyordu. Bir odaya beş kadınla gidip buraya milyonlar dökebiliyordu. Kese kese altınlar, mücevherler, kolyeler. Neredeyse tüm mallarını burada bırakan insanlar vardı. Tabi üstündeki kıyafete kadar burada bırakıyorlardı pantolonunu bile. Pantolonu burada çıkmasa ayıp olurdu asıl.
Hayat çok tuhaftı. O kadar zengin insan vardı ama iki, üç, dört, beş öğrenci okutamazlardı. Onlara yardım edemezlerdi. Dışarıdaki yetim çocuklara bir lokma ekmek vermezlerdi. Ama burada altı tane kadının parasını ödeyip bir odaya çıkabilirlerdi. Benim için sorun yoktu. Parayı ben kazanıyordum. Ama adamların bu şekilde para harcaması da beni gülümsetiyordu. Bu adamlar bizim üzerimizde hakimiyet kuruyordu. Bize onlardan daha güçlü ve zeki olduğunu söylüyorlardı. Bu erkekler mi bizden daha zeki? Parasını bile neye kullanacağını bilmeyip sadece zevk için kullananlar mı? İşte bana sadece komik geliyordu bu.
Kalbini burada bırakanlar da vardı. İşte onlar en aptalıydı. Gelip burada bir kadınla birlikte olduktan sonra ona aşık olduğunu, onu evin hanımı olacağını zanneden insanlar vardı. Halbuki buradaki kadınlar bütün erkeklere aitti. Yani parasını verenlere. Bir erkeğe asla ait olamazlardı. Çünkü zamanında ait oldukları erkekler onları bu hale getirmişti. Bundan sonra ait oldukları tek şey paraydı. Bir erkek onları sadece eğlendirebilirdi. Erkekler aksini düşünse de.
Angel o güzel ve masum yüzü, siyah, gür ve uzun saçları, büyük kahverengi gözleri, o dolgun vücuduyla süzülüyordu. En tehlikeli şeytanım oydu. Şuan 24 yaşındaydı. Burayı ilk açtığım zamanlarda yanıma gelmişti ve özenle eğitim verilmişti. On dört yaşında evden kaçmıştı. Hikayesini hiç anlatmadı ama erkeklerden nefret ediyordu. Ona rağmen çok iyi rol yapardı. Tüm erkekler adeta ona tapardı.
En iyi silahı aurasıydı. O dişil konuşma tarzı, gözlerini kırpışı, gülerken beyaz dişlerini göstermesi her erkeği baştan çıkarırdı. Karşısında duran adamı bugün soyup soğana çevirecekti. Onu görünce aklıma bir fikir gelmişti. Belki de bu aralar çalışmasa daha iyi olurdu.
- Selim, Angel odadan çıkıp dinlensin. Yarın gece onunla bir işim var. Sabah yanıma uğrasın.
- Tabi hanımım. Bir de kulağını çekseniz. Sabah uygun olmayan bir kıyafetle kapının önüne çıkıp milletten sigara istiyordu. Bela olacak bu başımıza.
Gülümsemeden yapamadım. Herkesi çıldırtan şımarık bir kızdı.
- Demek ava çıkmış benim küçük meleğim. Ben hallederim onu. Sen dediğimi yap.
- Tabi dedi ve çıktı. Selimin aşağı inmesini izledim. Odanın yukarısında bir bölme vardı ve ben hep burada otururdum. Selim ona haber verdi. Angel öpücük atarak odadan çıkıyordu. Birkaç erkek ayağa kalkıp para saçmaya başladı. Onu çağırıyorlardı. Selim en sonunda kucağına almak zorunda kaldı. Göz kırpıp öpücük atarak hala göğsünü okşuyordu angel. Millet çıldırmıştı. Yaramaz kız.
Daha fazla izleyemedim.
- Birşey olursa bana haber verin diyerek odama gittim. Yarın çok önemliydi benim için. Odanın kapısından girip üzerimi değiştirdim. Siyah çarşafımı giydim. Duvarda asılı, çerçeveli çarşafıma baktım. O hep burada olacaktı. Neden duvarda asılı olduğunu da kimse bilmeyecekti. Benden başka.
Selim yanıma geldi.
- Sen benimle gel, Ava buralara sahip çıkar. Bir sorun çıkacağını sanmıyorum.
- Bu gece gitmesek.
- İstemiyorsan kal burada dedim. Gizli geçidin kapısını açıp elime meşaleyi aldım. Dışarı doğru ilerliyordum. Arkamdan geliyordu. Bu ara bunda da bir huysuzluk vardı. Hadi hayırlısı.
Sokağın sonundan ilerledik. Selimi herkes tanırdı. Bu yüzden şapka takıp yüzünü gizledi ve atların olduğu yere gidip bindik. Yolumuz belliydi. Yarım saatlik yoldan sonra yetimhaneye varmıştık. Buranın tüm ihtiyaçlarını biz karşılıyorduk. Dışarıda pek yardımsever kalmamıştı zaten. Ruhumu sadece böyle dinginleyebiliyordum. Bir türlü sakinleşmiyordu içimdeki ses.
Kapıyı açıp içeri girdik. Buranın çalışanı ve çocukların en sevdiği ablası Mira bizi karşıladı.
- Hanımefendi iyi ki geldiniz. Ömer'in ateşi düşmüyor. Onunla ilgileniyorduk.
- Haylaz çocuk. Yine terleyip üstünü değiştirmedi değil mi?
Burada yüzlerce çocuk vardı. Kız ve erkek bölümleri ayrıydı. Hemen erkek bölümüne gitmeye başladım.
- Selim sen git doktoru getir, oradan da Saraya geç. Ben bu gece Ömer'in yanında kalacağım dedim. Selim hemen aşağı indi. Mina ve ben Ömer'in yanına gidiyorduk. Yarın ki iş de çok önemliydi. Ömer de önemliydi. İkisini de idare etmeliydim. Odadan içeri girdim. Yatak odasında yüzlercesi çocuk vardı. Ömer'in kaldığı yatağa baktım. Suratı kızarmış, gözleri kapalıydı.
- Ömerrrr
Elimi anlına koydum.
- Bir meleğin sesi bu dedi yarım gülümsemesi ile. Ahhh erkekler ahh. Her yaşta aynıydı. Her yaşta yüreğimizi hoplatıyorlardı. Keşke hiç büyümeselerdi. Keşkek hep böyle gözümüzün önünde dursaydı, keşke.
.
.
.
Hamza
Ben hapishanedeydim. Üç yıl boyunca dört duvar arasındaydım. Belki de insanların huylarını unutmuştum. Sultan bana ikinci bir şans vermişti. Dört duvar arasında çürümek yerine hayata karışmamı istemişti. Ve bu ikinci şansın bedeli olarak bana bir görev vermişti. Ben durumu böyle değerlendiriyordum. Yoksa çok yanlış mı anlamıştım? Başkan bana açık açık orada evlenmemi, yuva kurmamı, onların içine karışmamı söylemişti. Ben de olayları kendim belirleyeceğimi, şartları kendim sunacağımı, orada ne yapacağıma kendim karar vereceğimi söylemiştim. Sanırım bana kurulan tuzakla birlikte başkanın istediği de olmuştu. Ve ben geldiğim ilk gün çok güzel bir tuzağa düşmüştüm. Kendime fazla güvendim. Bu benim çevrem değildi. Benim bildiğim ortam değildi. Adamlar beni kendi silahlarıyla vursa iyiydi. Benim evime resmen casus yerleştirmişlerdi. Ben hiçbir şey yapamadım. İyi oynadılar ve bu sefer kazanmalarına izin verdim.
Eski Vali çok boktan biriydi. Karşıma geçip kızımı kirlettin. Onunla evlenmelisin demişti. Kızına elimi bile sürmemiştim. Onun bana hediye edildiğini biliyordu. O adamların kaçırdığını da biliyordu. Karşıma üç adam gelmişti. Belli ki burada saygın insanlardı ve şahit olsun diye getirmişlerdi.
- Kızına elimi sürmedim. Al götür. Evime gelip böyle bağırmazsın dedim karşımdaki adama. Altından koltuğuma oturdum. Murat yanımdaydı. Aliyi kızın yanında bırakmıştık. Kesinlikle ben söylemeden çıkmasın dedim. İyice tembihledim çünkü kız çok güzeldi ve Ali salak gibi davranıyordu. Ensesine vurmamak için kendimi zor tutuyordum çünkü kızın yanında da vurmak olmazdı.
- Kızımın senin evinde ne işi var? Gelir gelmez gözüne kestirdiğin kadınları evine mi alıyorsun?
- Ne saçmalıyorsun sen be adam? Daha geleli yirmi dört saat olmadı. Evimi bir kızın basıyor, bir sen.
Kaşlarını çattı. Adam yaşlı olmasına rağmen dinçti. Elindeki bastonu süs diye kullandığına emindim. Tilki gibi kurnazdı. Gözlerinde o ışığı görmüştüm. Ona istediğini veremezdim.
- Benim başka kızım yok. Sen ne saçmalıyorsun?
O kadın kimdi peki? Kokusu burnumdaydı. O kadını kokusundan tanıyabilirdim ve kokusunu hatırlayınca bile sertleşmiştim. Kardeşim nerede demişti. Belki de kardeşi olarak görüyordu. Gerçek kardeş değillerdi. Ben ve Ali gibi. Ali .... kızın yanında duruyor.
- Ne istiyorsun?
Gür sesimle ona hiddetle baktım. Adam bir adım atınca Murat belindeki silahı çıkardı. Adam geri adım attı.
- Kızımın namusunu temizle. Ya çek vur ya da evlen.
Sinirle ellerimi yumruk yaptım. Şerefsiz adam beni ağına düşürmüştü ama beni hiç tanımıyordu. Kızı da bunun içindeydi. Hak ettiğini de alacaktı.
- Yarın nişan olacak, bir haftaya da düğün.
Adamın yüzündeki gülümseme midemi bulandırıyordu.
- Benim evimde olacak dedi.
- Tabi, kızını alabilirsin. Yarın nişana geleceğiz dedim. Murat'a döndüm.
- Git şu adamın kızını getir dedim tiksinerek.
- Bundan sonra bana baba dersin. Sonuçta akraba olacağız Vali Bey dedi adam bastonunu bir kere yere vurarak.
- Yarın akşam görüşürüz dedim koltuktan kalkıp. Ali kızı getirmişti. Kız kapanmıştı. Tiksinerek ona baktım. Bu kız nasıl bir belaydı. Dün gece çırılçıplaktı. Şimdi soylu bir kadın gibi giyinmişti. Yüzüme bakmadı. Ali arkasından bakıyordu. Ben onları arkamda bırakıp yukarı çıktım. O şerefsizlerin yüzünü bir daha görmek istemiyordum. Ta ki onları alt edene kadar.
Murat en sonunda yukarı geldi. Ali arkasındaydı.
- Abi gerçekten evlenecek misin?
- Ali bize bir nargile ayarla. Bugün çok işimiz var dedim sinirle.
- Tamam diyerek gitti. Bu niye üzgün şimdi?
- Otur Murat, konuşacaklarımız var.
- Tuzağa düşmeyeceğini biliyordum, demek hanım evladını uzak tutuyoruz dedi sırıtarak.
- Otur dedim sadece. Beni bu beldeye boşuna Vali yapmadılar. Ben asla yenilmem.
.
.
.
Afra
Utanç. Utanç bütün benliğimi kaplamıştı. Normalde de utangaç biri olduğumu söylerlerdi ama hiç bu kadar utanmamıştım. Yıllarca namusumu korumak için çok dikkat etmiştim. Ailemizdeki kara leke yüzünden ben ekstra çaba göstermiştim. Bugüne kadar hiçbir erkekle yalnız kalmamıştım. Saçımın telini dahi hiç kimseye göstermemiştim. Evin içinden gerekmedikçe çıkmamış babamın sözünü her zaman dinlemiştim. Her zaman edep timsahlı olmuştum. İnsanlar hakkımda asla kötü düşünmesin, kötü bir yorum yapmasın diye her zaman sessiz kalmıştım. Yıllarca uğraştım. Tek yanlışım yoktu.
Bugün olanları aklım bir türlü almıyordu. Bayılmıştım. Zorla ağzıma bir şeyler tıkmışlardı. Ve ben kendimi bir yatakta bulmuştum. Hem de çırılçıplak denilecek bir vaziyette. O kadar çok utanıyordum ki. Üstelik başımda sadece bir değil birkaç erkek vardı. Bana soru sorup duruyorlardı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ben bu hale nasıl gelmiştim? İnsanlara bunu nasıl açıklardım? Eğer toplum beni dışlarsa ne derdim? Asıl babama ne diyecektim? Bugüne kadar babamın hep beyaz incisi olmuştum. Bundan sonra peki ne olacaktım?
Bana ne olduğunu bile bilmiyordum. Baban gelmiş dediklerinde bir yanım sevinç dolarken ona ne diyeceğimi düşünüp kederleniyordum. Ben bu acıyla yaşayamazdım.
- Ben böyle çıkamam dedim içeride kalan adama. Yüzüne bakamıyordum. Sadece ayaklarını görmüştüm.
- Ben ne getireyim ki?
- Çarşaf var mı?
- Burada kal dedi.
Bana soru sormamıştı. Hemen çıkmıştı. Zaten böyle bir yere gidemezdim. Yorganı iyice tutup omuzlarımı da kapattım. Gözlerimde ki yaşı sildim. Ablan geldi demişti. O gelmezdi. Bizden nefret ediyordu. Ben de ondan nefret ediyordum. Bütün hayatım onun gölgesinde geçmişti. O kadar nefret ettim ki onun gibi namussuz oldum. Adam elinde çarşafla geldi. Çok büyük biri gibi değildi. Hemen gözümü aşağı indirdim. Yatağın üstüne bıraktı.
- Kapının önündeyim dedi.
- Dur!
Bana bakınca yine utandım. Gözlerine bakıyordum. Bunu sormak zorundaydım.
- Dün gece ne oldu? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Ben ...
Dışarıdan ses gelince sorum yarıda kaldı.
- Hemen giyin dedi. Kapıya çıktı. Gözümdeki yaşı silip hemen çarşafı giydim. Üzerime bakamıyordum bile. Bu adamlar beni böyle görmüştü.
Kapı tekrar açıldı. Diğer adamlardan biri gelmişti.
- Baban bekliyor hadi dedi sert bir şekilde. Diğer adam gibi değildi sesi. Çok kabaydı.
- Üstündeki elbise ruhundaki fahişeliği temizlemez dedi çıkarken. Sözleri benim için ölümden beterdi. Adamın yüzüne bile bakamadım. Şok olmuştum. Titriyordum ve konuşamıyordum.
Salonun ortasında babamı görünce ona doğru yürüdüm.
- Baba dedim gözlerimde ki yaşı silerek.
- Hadi gidelim. Bu kepazelik son bulsun dedi ve arkasını döndü. Ona sarılmak için açtığım kollarımı önümde bağladım. Kafamı önüme eğdim. Arkasından yürüyordum.
Otomobiller yeni yeni yaygınlaşıyordu. Babamda da vardı. Onun yerine at arabasıyla gelmişti. Çünkü bunun üstü kapalıydı. Kimse bizi göremezdi. Arabaya bindim.
- Baba dedim sessizce.
- Aferin sana küçük kız. O adamın yatağına girdin. Şimdi de evine girip benim için çalışacaksın dedi. Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Babamın endişeli olmasını beklemiştim, bana sarılmasını, saçımı okşamasını. Söylediklerini hak etmedim.
- Bana beni kaçırdılar dedim yüzüne bakarak.
- Namusuna kara leke sürdün. Tıpkı o ablan gibi. Bunun bedeli olarak da o adamla evleneceksin ve ben ne dersem onu yapacaksın.
Gözümdeki yaşı sildim. Kaderim belli olmuştu ve haklıydı. Ben babamın sözünden hiç çıkmamıştım. Asla da çıkamazdım. Yalnız bir sorun vardı. Bu kara lekeyle de yaşayamazdım. Kimsenin yüzüne bakamadım. Hiç kimsenin...