Uçaktan indiğimizde yine habercilerin arasında sıkışmıştık. Ferit kısaca hepsine cevap verip bize geçebileceğimiz bir yol açtı ve dışarıda bekleyen arabaya bindik.
Yolda giderken bir bana bir Çınar’a bakıyordu. ‘’İki gün dinlenin sonra maratonunuz başlıyor. İlk olarak bir televizyon programına konuk olacaksınız ondan bir gün sonra Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenmiş resepsiyona katılacaksınız. Gecede sizin dışınızda önemli devlet yetkilileri, bürokratlar, iş dünyası temsilcileri ve yine yarışlarda ülkeye madalya getiren diğer dallardan milli sporcular yer alacak.’’
‘’Yanımda biri olacak mı?’’ diye sordum. Dilimi anlamayan onca insanın arasında olmak istemiyordum.
Yine işaret dilinde cevap verdi. ‘’Özel durumunu biliyorlar bu yüzden gittiğin her yerde yanında olacağım. Sayende ben de biraz ortamlara girerim.’’ Son sözlerinde gülmüştü.
Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. ‘’Sen çıkarların için beni mi kullanıyorsun?’’ Sorduğumda ciddi değildim o da bunun farkındaydı.
Gülerek karşılık verdi. ‘’Çıkarlarım için seni kullanabilir miyim?’’
‘’Peki öyle olsun.’’
Yumruğunu uzattığında yumruğumu tokuşturdum. Çınar konuştuğunda dudaklarından ne sorduğunu anlamıştım. ‘’Kıyafetlerimizi neye göre seçeceğiz?’’
Ferit cevap verirken aynı anda işaret dilini de kullanarak benim dışlanmış hissetmemem için çabalıyordu. ‘’Televizyon programı için kıyafet seçimi size ait ama şık olun. Resepsiyon için de biraz özenelim sonuçta devletin ileri gelenleri orada olacak.’’ Bakışları Çınar’ın üzerindeydi. ‘’Senin için kolay bir takım elbise halledersin ama…’’ dediğinde bakışları bana yöneldi. ‘’Aynısı senin için geçerli değil. Özellikle bakışlar durumundan dolayı üzerinde olacak. Kadınsın, işitme engeline rağmen tüm zorlukları aştın ve altın madalyayı kazandın. Bütün bunları ailen sana lüks bir hayat sunacak zenginlikte değilken başardın. Kız çocukları için en güzel örneklerden birisin senin o geceye gerçek bir kraliçe gibi gelmeni istiyorum.’’
‘’Tamam.’’ dedim kısaca. Beni nasıl gördüklerinin farkındaydım.
İlk olarak babamla beni eve bıraktılar. İçeri girdiğimizde tanıdık kokuyla yüzümde tebessüm oluştu. Evimin bu kokusunun verdiği huzuru başka bir yerde bulamazdım.
Eşyalarımı çantadan çıkarıp doğrudan çamaşır makinesine attım. Duş alıp üzerimi giydim. Mutfağa geçip kahveleri hazırladığımda babamda duş almış üzerinde atletiyle salonda televizyon izlemeye başlamıştı.
Kahveleri orta sehpaya bıraktım. ‘’O göbeğini artık kıyafetlerine sığdıramıyorsun değil mi?’’ dediğimde gülüyordum ama atletle oturması biraz mesleğinin alışkanlığındandı. Özellikle yaz günleri o tırı sürerken üzerine tişört falan giymez kumaş pantolonunun üzerine atletini geçirir başında da kasketiyle yola çıkardı.
Gülerek karşılık verdi. ‘’Göbek erkeğin kasıdır o yüzden sergiliyorum.’’
‘’Kadınlar bu kasını görmesin peşinden ayrılmazlar.’’ Sözlerimle daha çok gülmüştü.
Koltuğa yayılarak oturduğumda telefondan Selma ablaya mesaj attım. ‘Katılacağım programlar için elbise seçmeme yardım eder misin?’
‘Ne zaman istersen haber ver çıkarız alışverişe.’ yazıp gönderince ‘Yarın?’ diyerek geri mesaj attım.
‘Sabah kahvaltıya bana gel önce kutlamamızı yapalım sonra alışverişe gideriz.’
‘Tamam anlaştık.’ yazıp telefonu kenara bıraktım. Kahvemden birkaç yudum içtim ama yol yorgunluğu her yanımı sarmıştı ve koltuğun üzerine tamamen uzandığımda gözlerim kapanıyordu.
Omzumdan sarsan sıcak elle uyandığımda babamı gördüm. ‘’Yemek hazırladım. Karnımızı doyuralım.’’ dediğinde başımı tamam anlamında sallayarak yattığım yerden doğruldum.
Tutulan bedenimi esnetip önce banyoya girdim ve yüzümü yıkadım sonra mutfaktaki yemek masasına ilerledim. Babam dumanı üstünde tüten saç tavayı ortaya koyduğunda gözlerim parıldamıştı. Ekmekten bir parça koparıp yağına banarak ağzıma attım. Yemek işini iyi biliyordu.
Karnımı güzelce doyurduğumda bulaşıkları hızlıca halledip balkona çıktım. Yaz havası mükemmeldi. Babamın yanına geçip ‘’Hava çok güzel dışarıda yürüyüş yapacağım.’’ dedim.
‘’Geç kalma ve telefonun yanında olsun.’’ diyerek karşılık verdi.
Başımla onaylayıp odama geçtim ve taytımla, tişörtümü giyip evden çıktım. Telefonumu taytımın dar cebine sıkıştırmıştım.
Yürüyüş yoluna girdiğimde havanın güzelliğine kanmış başka insanlarda vardı. Duymak, konuşmak nasıl bir şey merak ederdim ama en çok yürüyüş yaparken kulağında kulaklık olan insanların o an ki aldığı zevki merak ediyordum.
Müziğin ne olduğunu biliyordum yani en azından bildiğimi sanıyordum. Babam anlatırken hiç susmayan aralıksız bir ses olduğunu ve bunun insana çok güzel hissettirdiğini söylemişti. O müzikle şiirler şarkı olarak söylenirmiş ama bunu herkes yapamazmış çünkü sesler de insanların yüzleri gibi farklıymış ve bazıları güzelken bazıları şarkı söylemeye uygun değilmiş.
Hiç bitmeyen sessizliğim gibi hiç durmayan bir ses insana nasıl güzel hissettiriyordu acaba? Aynı şeyi duymaktan sıkılmıyorlar mıydı? Gösteri için buz pistine çıktığımda da müzik çaldığını biliyordum. Selma abla müzik gösteriyle birleşince insanlar daha çok severek izliyor demişti ama bilmediğim bir şeyi gösterimle bağdaştıramıyordum. Bunu söyleyince de elime o an bulduğu domatesten bir dilim vermiş ve yememi istemişti sonra bir dilimi de tuzlayıp öyle yedirmişti. Hangisi daha güzel deyince tuzlu olan demiştim. Müzikle olan gösterinin de tuzlu olan domates gibi güzel tat verdiğini söylemişti. Tekken de güzel ama bir araya gelince daha güzel oluyor demişti.
Piste çıktığımda çiftsek partnerim o müziğe uygun bana işaret verip yönlendirirdi teksem de bakışlarım sürekli antrenörümde olurdu ve o el işaretiyle yönlendirmesini yapardı.
Bazı şeyleri anlamakta zorlanıyordum. Deneyimlemeden anlatılan şeyleri her zaman gerçekliğe oturtamıyorum. Müzik olayı bugün bile benim için fazla gizemliydi. Yürümeye devam ederken babasıyla yürüyen on dört yaşlarında bir kız çocuğu bir anda önüme geçince çarpmamak için durmak zorunda kaldım. ‘’Baba Kardelen Altun bu!’’ demişti. Dudaklarından söylediğini anlamıştım ama belli etmedim.
Cebinden telefonunu çıkarıp hızlıca tuşlara bastı ve bana çevirdi. Mesaj kısmına yazdığını okudum. ‘Yarışmadaki gösterini izledim süper ötesiydi. Özellikle havada döndüğün yerde düşeceksin diye nefesimi tutmuştum. Okulun basketbol takımındayım ve bir gün senin gibi bu ülkeye madalya kazandırmak istiyorum. Hatıra olarak bir fotoğraf çekilebilir miyiz?’
Tebessüm ederek başımla onayladım. Telefonu babasına verdiğinde yanıma geçince kolumu omzuna sardım. Birkaç fotoğraf çekildiğimizde telefonu geri alıp yine hızlıca tuşlara bastı ve bana çevirdi.
‘Teşekkür ederim.’
Yine tebessüm ederek başımla onayladım ve birbirimizden uzaklaşırken el sallamasına karşılık verdim. Sanırım kız çocuklarına örnek olma konusunda Ferit haklıydı. Kırk dakika kadar yürüdüğümde yolu geri döndüm. Sokaklardaki insan sayısı azalınca dışarıda olmaktan korkuyordum. Biri zarar vermek isterse kimseye olmayan sesimi duyuramazdım ve saat ilerlediği için yürüyüş yapanlar bir bir gitmeye başlamıştı.
Evin olduğu yere ulaştığımda apartmana girmeden kenardaki dondurma satıcısına yaklaştım. İletişim kurmak için uğraşmak yerine doğrudan telefonumun mesaj kısmına yazdım.
‘İki dondurma istiyorum. Biri sade olsun diğeri çilekli ve muzlu.’
Dondurmaları külaha koyup uzattığında telefonun arkasına sıkıştırdığım parayı çıkarıp uzattım ama adam eliyle bana kenardaki minik televizyonu gösterdi. Haberler açıktı ve ekranda Çınar ile fotoğrafım vardı. Altında Altın madalya ülkemize geldi yazıyordu.
Haberlerde tam olarak ne anlatılıyordu bilmiyordum ama satıcı eliyle hareket edip duruyordu. Söylemek istediğini anlamamıştım. Başımı olumsuz yönde salladığımda cebinden bir kalem çıkarıp peçetenin üzerine yazdı. ‘Haberlerdeki Kardelen siz misiniz?’
Yazıyı okuyunca gülümseyerek başımla onayladım ve tekrar parayı uzattım. Peçeteye birkaç harf daha karaladı. ‘Ülkemizin marşını gururla okuttuğunuz için ikramım olsun.’
Telefon ekranına ‘Teşekkür ederim.’ yazdım ve eve doğru ilerledim. Marşında müzik gibi olduğunu biliyordum. Ülkemiz için önemini de babam özellikle anlatmıştı. Herkesin önünde saygıyla durduğu o müziği duyabilmek isterdim ama buna imkan yoktu.
Eve girdiğimde sade dondurmayı babama uzattım. Teşekkür ederek aldı. Karşısına oturduğumda kendi dondurmamı yerken babama baktım. ‘’Dondurmaları bedavaya aldım. Ülkenin marşını okuttuğum için olduğunu söyledi.’’
Yüzünde bir tebessüm oldu. ‘’Bu tür durumlarla bir süre karşılaşırsın. Birinciliğiniz çok yeni ve haberlerde sürekli adınız geçiyor ama çok alışma çünkü bir süre sonra unutulacaktır. İnsanlar böyledir.’’
‘’Onlar unutana kadar sefasını sürsem çok mu şımarık görünürüm?’’ diye sordum.
‘’Hiç de değil bu senin hakkın.’’ dediğinde keyifle dondurmamdan bir ısırık aldım.
~~~~
Sabah babamın yanaklarına sulu bir öpücük bırakıp evden ayrılmış ve Selma ablanın yanına gelmiştim. Kahvaltı hazırlayacağım diye bir orduya yetecek kadar yiyecek yapmıştı. Sohbet ederek yerken en sonunda yaptığı pastayı getirdi. Sevdiğim gibi içinde muz vardı. Aslında klasik bisküvili pastaydı. Çocukken bazen babamdan pasta isterdim o da bilmediği için hazır puding yapıp bisküviyle birleştirir arasına da muz koyardı. Babam beni evde bırakmaya başladığında Selma abla da babama olan özlemimi gidermek için bu pastayı yapmayı kendine görev edinmişti. Hala kutlama zamanları bunu yapardık. Tadından çok hissettirdiği duyguları severdim.
Pastamızı da yedikten sonra alışveriş için dışarı çıktık. İlk önce televizyon programında giyeceğim kıyafeti seçtik. Şık ama abartısız olsun demişti. Dizlerine kadar yırtmacı olan siyah kumaş bir pantolon üzerine de kırmızı renkte fırfırlı tek kolu olan bluz almıştık. Kıyafete uygun topuklu ayakkabıları da alınca resepsiyonda giyeceğim kıyafeti seçmek için farklı bir mağazaya girdik.
Abiye elbiseleri deneyip duruyordum ama hepsine olmaz diyordu. En sonunda buz mavisi renginde bir elbiseyi giydirdi. ‘’Öyle bir ortama çok renkli olmaz mı?’’ dedim.
‘’Hayır, sen buzların kraliçesisin bunu unutma ve başın gururla dik olsun.’’
Belki gerçekten söyledikleri gibiydim ama durumumdan dolayı girdiğim ortamlarda çekingen kalıyordum. İnsanların tepkileri çok değişkendi. Bazıları normal davranıyor, bazıları acıyor, bazıları alay ediyordu. O tepkilerin ne olacağını tam anlamadan rahat davranamıyor bir köşede sessizce insanları gözlemleyip karakterlerini anlamaya çalışıyordum.
Aynadaki görüntüme baktım. Elbisenin boyu dizlerimin biraz altında bitiyordu ve etek kısmı hafif kabarık duruyordu. Kol kısmında iki ince ip vardı ve göğüs dekoltesi cömertti. ‘’Bunu alalım.’’ dediğinde itiraz etmedim. Seçimi bana bırakırsa gözler üzerime dönmesin diye siyah bir elbise seçerdim. Bazen olmak istediğim kişiyle olduğum kişi arasında sıkışıp kalmış gibi hissediyordum.
Elbiseye uygun ayakkabıyı da aldıktan sonra iki kıyafet içinde takı seçtik. Beni evime bıraktığında ‘’Teşekkür ederim.’’ dedim. Elli yaşına gelmişti ama hala enerji doluydu. Beyazlamaya başlamış saçlarını sürekli boyatıyor, makyajını bir gün bile yüzünden eksik etmiyordu. Zamanında çocuğu olmadığı için kocası terk edip gitmişti ve bir daha evlenmemişti. Sanırım bana anne gibi davranması bu yüzdendi. Kendi içindeki eksikliği benimle gidermişti benim de annem olmayınca sevgisini kolayca kabullenmiştim.
‘’Ne zaman istersen ben buradayım. Yaşlı kurda selam söyle.’’
‘’Söylerim.’’ Arabasıyla uzaklaşırken arkasından el salladım.
Eve girdiğimde babama selamını iletmiştim. Selma ablayla o da benimle birlikte tanışmıştı. Kendimi iyi hissedeceğim bir hobim olsun diye işaret dili bilen bir öğretmen arayışına girmişken bulmuştu ve buz pateni hakkında hiçbir bilgisi yokken belki severim diye götürmüştü.
Kolumdaki saat titreyince ekrana baktım. Ferit mesaj atmış giyeceğim kıyafetleri ayarlayıp ayarlamadığımı soruyordu. Odama geçtiğimde elbiseyi ve diğer kıyafeti çıkarıp fotoğrafını çekip gönderdim.
Geriye ‘Sen benim kraliçemsin.’ yazıp göndermişti.
‘Gönül duymasın.’ diyerek sonunda gülen yüz emojisi olan bir cevap yazdım. Karısı çok tatlı bir kadındı. Birkaç kez evine kahvesini içmeye gitmiştim. Yazışarak anlaşmak zorunda kalmıştık ama sevmiştim.
Titreyen telefonla mesaja baktım. ‘O kalbimi fetheden hükümdarım sen ise beni zirveye taşıyan kraliçemsin. Sayende oğlum büyüdüğünde ünlü bir babam var diyerek hava atacak.’
Yazdıklarıyla gülmeme engel olamadım. Aramızda on yaş vardı ve büyüklüğünün avantajını kullanarak rahatça konuşup, şakalaşıyordu. Azarlayacağında da çocuğuymuşum gibi acımadan azarlıyordu. Sanırım onu sevmeme etken olan özelliği buydu. İnsanlar durumumdan dolayı kırılacak bir biblo bebekmişim gibi davranırken o diğer eğittiği sporculara nasıl davranıyorsa bana da aynı davranıyordu. Kızacaksa en alasından kızıyor övecekse en güzel şekilde övüyordu.
Kıyafetleri dolaba yerleştirip mutfağa geçtim ve akşam yemeği için kolları sıvadım. Babam kendine çay doldurmak için geldiğinde ‘’Ne yemek yapayım?’’ diye sordum.
‘’Senin meşhur menemenine hayır demem.’’ dediğinde gülümseyerek buzdolabından domatesleri çıkardım.
Menemen olurken biten çayı boşaltıp taze çay demledim ve sofrayı hazırladım. Kilerdeki dolaptan geçen ay aldığım ayıcıklı kokulu mumu çıkarıp masaya koyarak yaktım. Kokusu hoşuma gidiyordu. Babam geldiğinde gülerek bana baktı. ‘’Mum ışığında menemen bundan daha romantik bir masa görmedim.’’
‘’Dalga geçme kokusu için yaktığımı biliyorsun.’’ dedim. Yüzümde sitemli bir ifade vardı.
Yanağımı hafifçe sıktı. ‘’Kızma sadece şaka yapıyorum.’’
‘’Kızmadım.’’ dediğimde güldüm.
Sandalyelerimize oturduğumuzda sohbet ederek yemeye başlamıştık.