- Ha-ha-ha! Ne bekliyordun ya? Burada kalirsak neyle geçinecegiz, bir düsün bakalim! Para suyunu çekti! Prens Pyotr Aleksandroviç'e gidip özür dilememi ister miydiniz acaba? Prens'in adini duyunca yasli kadin korkudan titremeye baslamisti. Elindeki çay kasigi tabagina çarparak ses çikariyordu. Ihmenev hirçin, inatçi bir hazla kendi kendini costurarak, - Evet Vanya, dedi, en iyisi öyle yapmali! Ne diye Sibirya'ya gidelim! Yarin iki dirhem bir çekirdek giyinirim, saçlarimi güzelce tarar, briyantinlerim; Anna Andreyevna yeni bir yakalik hazirlar bana (böyle yüksek bir kisinin yanina baska türlü gidilmez çünkü!) Her sey tam olsun diye bir çift de eldiven alirim kendime... huzurlarina çikarim; «Efendim, derim, anam babam, velinimetim! Bagisla beni, biz ettik sen etme, bir lokma ekmegi çok görme bize, çoluk çocuguma aci!...» Iyi mi Anna Andreyevna? Bunu mu istiyorsun? Kadincagizin titremesi gittikçe artiyordu. - Bir sey istedigim yok benim... dedi, aptalligimdan söyledim öyle! Canini siktiysam kusuruma bakma, ama ne olur bagirma da öyle. Zavalli karisinin gözyaslarini, korkusunu gördükçe ihtiyarin içinin sizladigina, ondan daha çok üzüldügüne, eminim. Ama gene de tutamiyordu kendini. Son derece iyi, ama zayif iradeli insanlarda bazan görülür bu hal. Iyi olduklari halde üzüntüleri, öfkeleri haz verir onlara. Her ne pahasina olursa olsun, - hattâ hiç bir suçu olmayan baska birisine, çogunlukla çok sevdigi bir yakinma kötülük ettigini bile bile - içlerindeki zehiri dökmekten geri kalmazlar. Sözgelimi, kadinlarda durup dururken kendilerini hakarete ugramis, mutsuz görmek bir ihtiyaçtir. Bu bakimdan kadinlara benzeyen çok erkek vardir,, Hem zayif yaradilisli erkekler degildir bunlar. Ihtiyar hir çikarmak istiyor, bu istegini yenemedigi için üzülüyordu. Hatirliyorum, o anda «Sakin Anna Andreyevna'nin düsündügü gibi bir sey yapmis olmasin?» diye geçirdim içimden. «Kim bilir belki de tek çikar yolun o oldugunu görmüs, Natasa'ya gidiyordu, yolda akli basina geldi ya da bir sey oldu, vaz geçti... yüzdeyüz öyle olmustur; sinirleri bozuk, biraz önceki isteginden, duygularindan utanarak döndü eve; zayifliginin öfkesini alabilecegi birisini ariyordu; ayni istegi, duygulari tasidigindan kuskulandigi insani seçti...» Kizini affetmek isteyisinde, zavalli Anna Andreyevria'sinin duyacagi sevincin büyük payi vardi elbette; gelgelelim, bu istegini gerçeklestiremedigi sürece hincini kadincagizdan aliyordu. Ama korkudan titreyen Anna Andreyevna'nin perisan hali simdi dokunmustu ona. Öfkesinden utanmis gibi bir an tuttu kendini. Üçümüz de susuyorduk; ihtiyara bakmamaya çalisiyordum. Ne var ki bu an pek uzun sürmedi. Heyecanla ya da nefretle olsun, içini boslatmasi gerekiyordu. Birden, - Bak Vanya, dedi, söylemek istemiyordum ama sirasi geldi, dürüst bir insan olarak her seyi dosdogru anlatacagim sana... anliyor musun? Senin gelmene sevindim, yaninda, baskalarinin da duymasi için yüksek sesle söyleyeyim ki, bütün bu saçmaliklar, gözyaslari, ahlar - oflar canimi sikmaya basladi artik. Yüregimden - belki de kanayarak, sizlayarak - koparip attigim bir sey artik bir daha eski yerini alamaz. Evet! Göreceksiniz! Alev alev bakislarini bana dogrultarak - karisinin ürkek bakislarindan gözünü kaçirdigi belliydi - devam etti: - Alti ay önceki olaydan söz ediyorum Vanya! Beni yanlis anlamayasin diye açik konusuyorum. Tekrar ediyorum: canima tak dedi artik; istemiyorum!.. Böylesine bayagi, zayif duygularim olabileceginin sanilmasi... üzüntüden aklimi yitirecegimden kuskulanilmasi tepemi attiriyor... Saçma! Eski duygularimi söküp attim içimden, unuttum! Ani diye bir sey yok benim için artik... yok! yok! yok!.. Ayaga firlayip yumrugunu olanca gücüyle masaya indirdi, bardaklar sangirdadi, Kendimi tutamadim, âdeta öfkeyle baktim yüzüne. - Nikolay Sergeiç! Anna Andreyevna'ya da acimiyor musunuz? Bakin ne hâle soktunuz onu! Ama onu daha da kizdirmaktan baska bir seye yaramamisti bu çikisim. Yüzü kireç gibi, zangir zangir titreyerek, -Acimiyorum! diye haykirdi. Acimiyorum, çünkü bana da aciyan yok! Acimiyorum, çünkü lânetlenmeyi de her türlü cezayi da hakeden ahlâksiz kizim yararina, beni hedef tutan çirkin komplolar hazirlaniyor evimde!.. Anna Andreyevna, - Nikolay Sergeiç, diye bagirdi, ne olursun lanetleme!.. Ne istersen söyle, yalniz lanetleme kizimi! ihtiyar, sesini bir kat daha yükseltti: - Lanetleyecegim! Çünkü onuru bir paralik edilmis, hakarete ugramis olan benden, o lânetli kizin ayagina gidip özür dilemem isteniyor! Evet, evet böyle bu! Gece gündüz evimde bununla iskence ediliyor bana; agliyorlar, sizliyorlar, budalaca seyler ima ediyorlar! Acindirmak is- _ 93 - tiyorlar beni... - Yeleginin yan cebinden titreyen elleriyle birtakim kâgitlar çikardi - Bak Vanya, bak, dâva dosyasindan not ettigim bölümler bunlar! Benim hirsiz, dolandirici oldugum, velinimetimi soydugum iddia ediliyor!.. Onun (Natasa'nin) yüzünden rezil kepaze oldum! Iste, bak, bak!.. Cebindeki kâgitlari çikarip çikarip masanin üzerine atiyor, bana göstermek istedigini ariyordu. Ama aradigi kâgidi bulamiyordu bir türlü. Sabirsizlikla elini cebine daldirip, avucuna geleni çikardi; agir bir sey çarpti masaya, sangirdadi... Anna Andreyevna bir çiglik atti. Kaybettigi madalyonuydu bu. Gözlerime inanamiyordum. ihtiyarin yüzü bir anda kipkirmizi olmustu, titriyordu. Anna Andreyevna ellerim önünde kavusturmus, yalvaran gözlerle ona bakiyordu. Mutlu bir umut pariltisi vardi yüzünde. Ihtiyarin yüzündeki bu kirmizilik, karsimizdaki bu saskinligi... evet, ya-nilmiyordu Anna Andreyevna; madalyonunu artik temelli yitirdigini anlamisti!.. Kocasinin madalyonu buldugunun, onu bulmasina sevindiginin farkindaydi. Belki de heyecandan titreyerek, kiskançlikla bütün gözlerden saklamisti onu; yalniz kaldigi bir yerde, sevgili yavrusunun o güzelim yüzüne bakmisti, bakmisti... doyamamisti bakmaya; belki de zavalli annesi gibi o da odasina kapanip biricik Natasa'siyla konusmus, ona sorular sorup cevaplarini kendi vermis; gece de yüregi istiraptan sizlarken, hiçkiriklarini gögsünde bastirarak sevimli resmi oksamis, öpmüs, baskalarinin yaninda lanetledigi, yüzünü görmek istemedigi kizi için Tanriya yakarmisti. Anna Andreyevna, biraz önce Natasa'sini lanetleyen öfkeli babanin karsisinda daha fazla tutamadi kendini, - Ne dersen de, hâlâ seviyorsun onu anam babam! diye bagirdi. Karisinin bagirmasini duydugu anda çilgin bir öfke pariltisi belirdi ihtiyarin gözlerinde. Madalyonu kaptigi gibi var gücüyle yere çarpti, topuguyla ezmeye basladi. Tikanarak hirliyordu: - Ömrümün sonuna kadar lanetliyorum onu, ömrümün sonuna kadar! Anna Andreyevna, - Tanrim! diye haykirdi, onu, onu lanetliyor! Benim Natasa'mi! O tatli yüzünü... çigniyor! Ayaginin altinda!.. canavar! Duygusuz, kalpsiz, kendini begenmis! Karisinin çigligini duyan çilgin ihtiyar bir an durdu: Yaptigindan dehsete kapilmisti. Birden egilip yerden aldi madalyonu, kapiya dogru kostu; ama iki adim atmisti ki dizlerinin üzerine yigildi, kollarini önündeki kanepeye dayadi, bitkin bir durumda basini önüne egdi. Çocuk gibi agliyordu. Hiçkiriklar gögsünü sikistiriyordu. Sert ihtiyar bir anda çocuktan da zayif olmustu. Artik lânetleyemezdi Natasa'yi; bizden utanmiyordu simdi, bir dakika önce ayaginin altinda çignedigi resmi bizim yanimizda coskun bir sevgiyle öpüyor öpüyordu. Bunca zamandir içinde sakladigi, kizina olan sevgisi sanki önüne geçilmez bir çig gibi tasmis, bütün benligini sarmisti. Anna Andreyevna kocasinin üzerine egilmis, onu kucaklamis, yüksek sesle, - Affet, affet onu! diyordu. Baba evine döndür onu, Tanri iyiliginin, öfkeni yenmenin mükâfatini verir sana!.. ihtiyar kisik, derinden gelen bir sesle, - Hayir, olmaz! dedi. Dünyada olmaz! Ölürüm de affetmem onu! Affetmem! XIV Natasa'ya gittigimde vakit iyice geçmis, saat on olmustu. O siralar Fontanka'da, Semyonovski köprüsü yakinlarinda, pis bir «apartman» olan tüccar Kolotuskin'in evinin dördüncü katinda oturuyordu. Önce Alyosa'yla beraber Liteynaya'da güzel bir evin üçüncü katinda, küçük ama rahat, hos dösenmis bir dairede oturuyordu. Ama genç Prensin parasi kisa zamanda tükendi. Müzik ögretmenligi isi olmamisti. .Sagdan soldan ödünç para almaya baslamis, girtlaga kadar borca girmisti. Paralari hep evin süsüne, Natasa'ya aldigi armaganlara veriyordu. Bu israfi yüzünden sitem ediyordu ona Natasa, bazan agliyordu bile. Duygulu bir insan olan Alyosa kimi zaman bir hafta önceden büyük bir hazla kendini hayallere kaptirir; Natasa'ya armaganini sunarken onun nasil sevinecegini düsünürken mutlulugun en yücesini tadar; düsüncelerini, hayallerini coskun bir sevinçle bana açardi. Ne var ki Natasa'nin armagani alirken yüzünü eksitmesi, sitem etmesi bütün umutlarini yikardi, öyle ki acirdim ona. Sonralari bu armaganlar yüzünden tatsiz tartismalar bile çikmaya baslamisti aralarinda. Bu arada Alyosa'nin Natasa'dan gizli para harcadigi da oluyordu. Arkadaslarina uyuyor, Natasa'ya ihanet ediyordu; birtakim Jozefin'lerle, Min-na'larla iliskisi vardi; ama öte yandan Natasa'yi da çok seviyordu. Bu sevgi istirap veriyordu ona; sik sik bitkin, üzgün bir durumda bana geliyor, Natasa'sinin küçük parmagi etmeyeceginden; kaba, duygusuz bir insan oldugu için onu anlayamadigindan, onun sevgisine lâyik olmadigindan dert yaniyordu. Bir bakima hakliydi; birbirinin dengi degildiler. Alyosa, Natasa'nin karsisinda kendisini bir çocuk hissediyordu, beriki de onu her zaman bir çocuk olarak görüyordu zaten. Delikanli, Jozefin'le iliskisinden aglayarak, pismanlik duyarak söz ederdi bana, Natasa'ya söylememem için yalvarirdi; bütün bu itiraflardan sonra benimle beraber, korkudan tir tir titreyerek Natasa'nin yanina gittiginde (böyle zamanlarda, isledigi suçtan sonra Natasa'nin yüzüne bakmaya korktugunu, yalniz benim yanimda biraz cesaret bulabilecegini söyleyerek bensiz gitmezdi sevgilisinin yanma) evet, korkudan tir tir titreyerek Natasanin yanina gittiginde genç kiz daha ilk bakista her seyi anlardi. Çok kiskançti, Alyosa'nin bu çapkinliklarini nasil bagisliyordu, aklim almiyor. Çogunlukla söyle oluyordu. Alyosa benimle içeri giriyor, onunla ürkek ürkek konusuyor, sevgi dolu bakislarim gözlerinin içinden ayirmiyordu. Natasa delikanlinin suçlu oldugunu anlamakta gecikmiyordu tabiî; ama renk vermiyor, konuyu hiç bir zaman kendi açmiyor, agzini aramiyor, tam tersine hemen sevgisini bir kat daha arttiriyor, daha bir neseleniyordu... isin tuhafi, bunu bir kurnazlik düsünerek yaptigi da yoktu. Hayir... Bu temiz ruhlu kiz için affetmekte, bagislamakta sonsuz bir haz vardi; Al-yosa'yi affetmek ona büyük bir mutluluk veriyordu sanki. O zamanlar tek suçlu Jozefin'lerdi zaten. Natasa'nin tatli, onu affeden bakislarini görünce dayanamazdi Alyosa, yüregine çöken yükü hafifletmek, kendi deyimiyle «eskisi gibi olmak» için, sorulmadan her seyi itiraf ediverirdi. Affedilince cosar, hattâ bazan duygulanarak aglar, Natasa'yi öper, kucaklardi. Sonra gene neselenir, Jozefin'le aralarinda geçenleri çocuksu bir içtenlikle anlatmaya baslar, kahkahalarla güler, Natasa'yi öger, göklere çikarirdi. Huzur içinde, nese içinde sona ererdi gece. Parasi iyice suyunu çekince esyalarini satmaya basladi. Natasa'nin israriyla Fontanka'da küçük, ucuz bir daire buldular. Esyalar satilmaya devam ediyordu; Natasa kendi giyeceklerini de satiyor, bir yandan da is ariyordu. Bunu ögrendigi zaman Alyosa pek üzülmüstü: Kendi kendini lanetlemis, «ne denli asagilik bir insan oldugumu biliyorum» diye bagirmis, ama durumu düzeltmek için gene de bir seyler yapmamisti. Simdi satacak esyalari da kalmamisti; yalniz isten ellerine geçen para vardi ki bu da çok azdi. Bu durum, daha Alyosa babasinin evindeyken baba ogul arasina sogukluk sokmustu. Prensin, oglunu kontesin üvey kizi Katerina Fyodorovna Filimonova'yla evlendirmek niyeti o zamanlar henüz bir tasariydi, ama aklina iyice koymustu bunu; Alyosa'yi sik sik kontesin evine götürüyor, kiza kibar davranmasini söylüyor, kâh iyilikle kâh sert davranarak onu yola getirmeye çalisiyordu; ama Kontes bozmustu isi. O zaman Prens de oglunun Natasa'yla iliskisini görmemezlikten gelmeye basladi; Alyosa'nin uçariligini bildigi için bu askinin çabuk son bulacagini umuyordu. Oglunun Natasa'yla evlenecegi düsüncesini ise son âna kadar aklinin ucundan geçirmemisti. Sevgililerin de harekete geçtikleri yoktu zaten; Natasa'nin babasiyla barismasini, kosullarin degismesini bekliyorlardi. Hem Natasa buna pek yanasmiyordu sanirim. Alyosa bir gün konusurken - Natasa yoktu yanimizda - babasinin bu serüvene biraz sevinir gibi oldugunu kaçirdi agzindan; Ihmenev'lerin küçük düsmesi hosuna gidiyormus. Öte yandan, oglunun Natasa'yla olan iliskisinden hoslanmiyormus gibi davraniyordu: Zaten az olan ayligini (ogluna karsi pek cimriydi) iyice kismis; tamamen kesecegini söyleyerek ona göz dagi veriyormus. Ama kisa bir zaman sonra, bazi isleri için Polonya'ya giden Kontesin ardina düstü. Alyosa'yi Katerina Fyodorovna Filimonova'yla evlendirmek düsüncesini hâlâ çikarip atmamisti kafasindan. Gerçi evlenecek yasta degildi henüz Alyosa, ama kiz çok zengindi, böylesine bir firsat kaçiril-mazdi. Sonunda istedigi olmustu Prensin. Alyosa'nin Katerina Fyodorovna'yla evlenmesi isinin yoluna koyuldugu söylentileri kulagimiza kadar geliyordu. Olaylarini anlattigim günlerde Prens yeni dönmüstü Ptersburg'a. Oglunu çok iyi karsiladi, ama onun Natasa'yla iliskisini hâlâ sürEzilenler - F : 7 dürmesi biraz canini sikti. Kuskulanmaya, korkmaya baglamisti. Hemen ayrilmalarini buyurdu; ama daha etkili bir yol tutmasinin gerektigini anlamakta gecikmedi, Alyosa'yi alip Kontes'e götürdü. Katerina Fyodorovna çocuk denecek yasta, tatli, güzel bir kizdi. Son derece temiz bir kalbi vardi; kibar, neseli, akilliydi. Prens, oglunun en çok alti ay sonra Natasa'dan sogumaya baslayacagini, Katerina Fyodorovna'ya o zaman baska gözle bakacagini tahmin ediyordu. Bir ölçüde yanilmamisti... Gerçekten de, kontesin kizina yakin ilgi gösteriyordu Alyosa, Sunu da ekleyeyim. Prens ogluna karsi son derece yumusak davraniyordu artik (ama gene para vermiyordu). Alyosa, bu yumusakligin altinda babasinin kesin kararinin saklandigini sezinliyor, üzülüyordu... ama Katerina Fyodorovna'yi bir gün görmese duyacagi üzüntü kadar degil... Bes gündür Natasa'ya ugramadigini biliyordum. Ihmenev'lerden Fontanka'ya giderken endiseyle «Acaba ne söylemek istiyor bana?» diye düsünüyordum. Uzaktan, odasinda isik yandigini gördüm. Benimle görüsmek istedigi zamanlar, evinin yakinlarindan geçersem (hemen her aksam geçerdim oradan) göreyim diye kandili pencerenin önüne koymasini kararlastirmistik aramizda; isigi orada görünce Natasa'nin beni bekledigini anliyordum. Son zamanlarda sik sik koyuyordu kandili pencerenin önüne... XV Yalniz buldum Natasa'yi. Kollarini gögsünün üzerinde çapraz baglamis, dalgin dagin bir asagi bir yukari dolasiyordu odanin içinde. Çoktandir masanin üzerinde beni bekleyen semaver sönmüstü. Gülümseyerek, bir sey söylemeden elini uzatti bana. Yüzü bembeyazdi. Gülümsemesinde aci, cana yakin, sabirli bir sey vardi. Mavi gözleri __ qq __ 99 eskisinden daha bir irilesmis, saçlari gürlesmisti sanki... zayifligindan, hastaligindan öyle gözüküyordu. Elimi sikarken, - Gelmenden umudumu kesmistim, dedi, Mavra'yi yollayacaktim sana biraz sonra; gene hastalandin sandim. - Hayir, hasta falan degilim, alakoydular beni, anlatirim. Senin nen var Natasa? Bir sey mi oldu? Natasa sasirmis gibi, - Yo, dedi, niçin sordun? - Mektubunda... gelmemi yazmandan baska, saatini de belirtiyordun; simdiye kadar hiç böyle yazmamistin. - Ah, evet! Dün bekliyordum onu. - Hâlâ gelmedi mi? - Gelmedi. Bir an sustuktan sonra ekledi: - Gelmezse seninle konusmam gerekecek diye düsündüm de. - Bu aksam da bekliyor musun? - Hayir; bu aksam orada oldugunu biliyorum. - Ne düsünüyorsun Natasa artik hiç gelmeyecek mi sana? Asiri ciddi bir tavirla yüzüme bakti. - Gelecek elbette, dedi. Bu aceleciligim hosuna gitmemisti. Sustuk; odanin içinde dolasiyorduk. Gene gülümseyerek, - Dört gözle seni bekliyordum Vanya, diye basladi, hem ne yapiyordum, biliyor musun ? Odanin içinde bir asagi bir yukari dolasiyor, kendi kendime ezbere siir okuyordum. Hatirliyor musun... çingirak, kisin kar tutmus yol: «Semaverim mese masamin üzerinde fokur fokur kaynarken...», beraber okurduk: Tipi dindi; yol gözüküyor artik, Gecenin donuk milyonlarca gözü tepemizde... (1) - Sonra da : Birden korkunç bir sesin, Çingirakla dostça konustugunu duyuyorum: «Ah, bir gün gelecek sevgilim, Gögsüme yaslayip basini, dinlenecek! Sabahin ilk isiklari Penceremin caminda buzla oynasirken, Semaverim mese masamin üzerinde fokur fokur kaynarken, Sobam çitirdiyarak, Kösede renkli perdenin ardindaki yatagimi aydinlatirken, Mutlu degilim de neyini!...» - Çok hos! insanin içine isliyor Vanya, degil mi? Ne dokunakli! Birkaç çizgiyle anlatmak istedigi her seyi anlatmis ozan. iki duygu var: Önceki ve sonraki. Semaver, basma perde... bizden bir seyler var bunlarda... Sanki tasrada bir ev anlattigi... sanki görüyorum bu evi: Yeni, henüz kaplamalari çakilmamis ahsap bir ev... Sonra öteki tablo: Gene o sesi duyuyorum birden, Aci aci dert yaniyor çingiraga: «Nerede benim o eski dostum? Çikagelecek, boynuma atilacak diye, (1) Y. P. Polonski'nin «Çingirak» (1854) siirinden. Korkuyorum! Bu da hayat mi! Sikici, karanlik günlerim! Küçücük odam dapdaracik, Penceresinden rüzgâr giriyor içeri... Bahçesinde tek bir visne agaci var, O da buz tutmus camdan gözükmüyor, Belki çoktan donmustur zaten. Hayat mi bu! Perdenin de rengi kalmadi; Hastayim, yakinlarima gidemiyorum, Ne beni azarlayanim var, ne de sevenim... Yalniz kocakarinin dirdiri...» - «Hastayim»... Ne yerinde kullanilmis bu sözcük! «Ne azarlayanim var»... ince duygularla dolu bu siir; anilarin buruklugu, insana haz veren o elemi var bunda... Tanrim, ne hos bir siir! Hayatin ta kendisi! Bogazinda bir sey dügümlenmis gibi sustu. Bir dakika sonra, - Sevgili Vanya! dedi. Ne söyleyecegini unutmus gibi gene sustu; belki de bir sey düsünmeden söylemisti bunu, içinden öyle gelmisti. Hâlâ dolasiyorduk odanin içinde. Tasvirin önünde bir kandil yaniyordu. Son zamanlarda pek dindar olmustu Natasa; ama din duygularindan söz edilmesini sevmiyordu. - Ne o, yarin bayram mi? diye sordum, kandili yakmissin. - Hayir, bayram degil... otur istersen Vanya, yorul-tnussundur. Çay içer misin? Aksam çayini içmedin, degil mi? - Oturalim Natasa. Içtim. - Nereden geliyorsun? - - Onlardan. Natasa'nin baba evinden onlardan diye söz ederdik. - Onlardan mi? Nasil olur? Kendin mi ugradin, yoksa çagirdilar mi?... Soru yagmuruna tutmustu beni. Heyecandan yüzü daha da solmustu. ihtiyarla sokakta karsilasmamizi, annesiyle konusmamizi, madalyon olayini oldugu gibi, bütün ayrintilariyla anlattim. Hiç bir sey saklamazdim ondan. Dikkatle dinliyordu beni. Gözlerinde yaslar birikmisti. Madalyon olayi pek dokundu ona. Sözümü ikide bir keserek, - Dur, dur Vanya, diyordu, daha ayrintili, her seyi oldugu gibi anlat, pek kisa geçiyorsun!.. Ayrintilarla ilgili sordugu sorulara cevap vere vere bir daha, bir daha anlattim ayni seyi. - Gerçekten bana mi geliyordu dersin? - Bilmiyorum Natasa, hiç bir sey düsünemiyorum. Seni özledigi, sevdigi besbelli; ama sana gelmesi, bu... bu... Natasa sözümü kesti: - Resmimi öptü degil mi? Ne söyleyerek öpüyordu? - Ne söyledigi anlasilmiyordu; en candan adlar veriyor, çagiriyordu seni... - Çagiriyor muydu? - Evet. Sessiz sessiz aglamaya baslamisti Natasa. - Zavallilar, dedi. Bir an sustuktan sonra devam etti: - Her seyi bilmesi olagan zaten. Alyosa'nin babasiyla da ilgili çok sey biliyor. Çekingen, - Natasa, dedim, gidelim onlara... Oturdugu koltukta hafifçe dogrularak, - Ne zaman? diye sordu. Yüzü bembeyaz olmustu. Hemen simdi gidelim dedim saniyordu. Ellerini omuzlarima dayayip aci ac