Efendisinin ayaklarmun dibinde, belki ihtiyariikan, belki de achktan sessizce gidivermiyti. thriyar bir an yaşkbike. Anorka'nın olduğunu anlamayormuş gibi ona hakts, wora da emektar hizmetkin ve dostumun uzerine eğilerek solgun yüzünü cansız bayna dayadh. Bir sessalik oldu. Hepimis duygulanmiştik... Somanda zavalli adam kalktı, Yuzinde bir damla kan kalmamago, hummalı gibi titriyordu. Ihtiyan avotmak isteyen yufka yürekli Miller, koyu Al
man şivesiyle:
-Buna saman doldurulabilir, dedi. Güzelce saman dol
durulabilir; Fyodor Karloviç Krieger mükemmel yapar.
Yerden kaldırdığı bastonu ihtiyara uzatirken:
-Fyodor Karlovic Krieger hayvan doldurmakta ustadir,
diye tekrarlayıp duruyordu.
One çıkan Herr Krieger, akçakgönüllülükle:
-Evet, evet, çok güzel hayvan doldururum, diye onay
ladı.
Herr Krieger uzun boylu, siska, erdemli bir Almandi; te
pesinde tutam tutam kırmızı saçları, gagamsı burnunda göz
lüğü vardı. Fikrinden pek heyecanlanmaya başlayan Miller:
-Fyodor Karlovic Krieger'in hayvan doldurma konu
sunda büyük yeteneği vardır, diye ekledi.
Herr Krieger, bir kere daha onayladı
--Ever, dedi, her çeşit hayvanı doldurma konusunda bu yük yeteneğim vardır. Sonra büyük bir yüce gönüllülükle sözünü tamamladı:
-Hem köpeğinizi parasız dolduracağım.
Kendini bütün bu felaketin sebebi sayan, bu yüzden bir
kat daha kızaran Adam Ivaniç Şultz: -Hayır, efendim, diye itiraz etti, emeğinizin karşılığını ben vereceğim!
Ihtiyar tüm bunlan anlamazmış gibi dinliyor ve tüm vü cuduyla titremeye devam ediyordu. Esrarengiz müşterinin gitmeye davrandığını gören Miller:
Fyodor Mikaylor Dostoyk
-Durunt diye haykırdı. Size bir kadeh nefis konyak ik
ram edeyim!
Konyak getirdiler. Ihtiyar, gayri ihtiyari kadehini aldı fa kat elleri titriyordu, dudaklarına götüremeden yarısım dok tü ve bir damla bile içmeden kadehi tepsiye bırakti, Sonra garip, duruma hiç uymayan bir biçimde gülümseyerek hızlı, düzensiz adımlarla pastaneden çıktı, Azorka'yı da olduğu yerde bıraktı.
Birbirlerine şaşkınlıkla bakan Almanlar:
-Schwerenot! Was für eine Geschichte!" diye tekrarl
yorlardı. Ihtiyanın peşinden koştum. Pastanenin birkaç adım ötesin de, sağda, büyük binalarla dolu dar, karanlık bir çıkmaz var di. Içimden bir ses ihtiyarın bu çıkmaza saptığını söylüyordu. Çıkmazın sağındaki ikinci ev inşa halindeydi, iskeleyle çevril mişti. Evin etrafındaki tahta perde neredeyse sokağın ortası na kadar uzanıyordu. Tahta perde boyunca yayalar için bir sıra kalas döşenmişti. Ihtiyanı tahta perdeyle evin arasındaki karanlık köşede buldum. Kalas kaldırımın bir ucuna otur muş, dirseklerini dizlerine dayamış başını elleriyle tutuyordu. Yanına oturdum. Nerden başlayacağımı bilemiyordum:
- Bana bakin, dedim. Azorka için Hadi sizi evinize götüreyim. Kendinize gelin. Gidip bir ara ba çağırayım. Eviniz nerede? Ihtiyar cevap vermiyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum.
bu kadar üzülmeyin.
Gelen geçen de yoktu. Birdenbire elimi yakaladı. Boğuk, du
yulur duyulmaz bir sesle:
-Boğuluyorum! dedi, boğuluyorum! Adamı oturduğu yerden zorla kaldırarak:
- Hadi evinize gidelim! diye bağırdım. Çay içer yatarsi niz... Hemen bir araba bulayım... Doktor da çağırırım... ta midik bir doktor var... Daha başka neler söylediğimi şimdi hatırlamıyorum.
Kalkmak istedi ama, doğrulurken tekrar yere düştü ve yine
hep o boğuk, kosk sesiyle bir şeyler mindanmaya başladı..
Üzerine eğilerek dinlemeye başladun. Ihtiyar:
-Vasilyevski-Ostrov'da!.. Altinct Sokak... Al-timer So kak... diye hirildadı ve sustu. -Vasilyevski'de mi oturuyorsunuz? Su halde yanlış gel
mişiz, sağa değil sola gitmemiz gerekirdi. Ben götürürüm si
Ihtiyarda hareket yoktu. Elini tuttum, eli cansız düştü. Yüzüne baktim, dokundum, ölmüştü. Bütün bunlar sanki düşte olup bitivermişti.
Bu serüvenin telaştıyla titreme nöbetim kendiliğinden geç mişti. İhtiyarın evini bulduk. Ama söylediği gibi Vasilyevski Ostrov'da değil, öldüğü yerin iki adım ötesinde, Klugen'in evinin çatı katında, küçücük bir girişle çok büyük, basık bir odadan ibaret sözde pencere görevi yapan üç de yarığı olan, aynı bir dairede oturuyordu. Son derece fakir yaşıyordu. Es yası bir masayla iki sandalye, bir de taş gibi sert, eski mi es ki, bir yanından kıtığı firlamış bir kanepeden ibaretti; hem bunlar da ona değil, ev sahibine aitti. Soba uzun zaman ya kılmamıştı anlaşılan; mum da yoktu. Bunları görünce, ihti yarın Miller'e sırf ışıklı, sıcak bir yerde oturmak için geldiği ne inandım. Masanın üstünde boş bir toprak maşrapayla ba yat, kaskatı olmuş bir ekmek kabuğu duruyordu. Para ola rak bir tek kapiği bile çıkmadı. Değişecek çamaşırı yoktu. Gömülmesi için komşulardan biri bir gömlek verdi. Adamin dünyada böyle sipsivri olmadığı, arada bir de olsa birinin onu yokladığı açıktı. Masanın gözünde kimlik cüzdanı bu lundu. Merhum, Rus uyruklu bir yabancıydı. Adı Yeremia Smith'ti, makinistti, yetmiş sekiz yaşındaydı. Masada iki ki tap vardı: Biri kısa bir coğrafya kitabı, öbürü sayfa kenarla. kabin, kim yerlerinde de tirnak işaretle e Rosa geviniydi. Bo kitaplan ben al oleyle mal sahibinden, ihtiyar hakkında yakin olinad Rina pek kalabalikts, otoran da aks ostalans, pansiyon olarak oda kiralayan kadah Benn idare işlerine bakan kibar ka hakkinda sadece, oturduğu yerin kirası ab rohle okunu ve dört aydir orada kaldığım whild; fakat som iki aydir bir kapik bile vermediği için planmak üzereydi. Geleni gideni olup olmadığı so ncu da tamin edici bir cevap veren çıkmadı. Nun Gemisi hi koskoca hinaya girip çıkan kimin aklın da kad Bek binanm beş yıllık kapıcısından aydınlatıcı peler genebilirdi ama, o da iki hafta önce memleke egy yerine biraktiğs genç yeğeni henüz kiracı lain yaru tammyordu. Bütün bu araştırmaların nereye iyice hilemiyorum ama, sonuçta ihtiyarı toprağa verdiler. O günlerde, başka işlerimin arasında Vasilyevski Odaki Almc Sokak'a gitmiştim; oraya vardığım za in, sestmaktan kendimi alamadım: Altıncı Sokak'ta sira da kidini evden başka ne bulacaktim? "Ama ihtiyar ölür kim Altinci Sokak'tan, Vasilyevski-Ostrov'dan söz etti? Sekyor muydu yoksa?" diye düşündüm.
Smithin boşalan dairesini görünce beğendim, tutmaya karar verdim, Odanın çok büyük olması işime geliyordu. Bu la birlikte tavam o kadar basıkti ki ilk zamanlar hep ka façarpmaktan korkuyordum. Ama çabuk alıştım. Aylığı an rubleye daha iyisini bulamazdim. Müstakil olması da ho gm Böylelikle sadece işimi görecek birini bulmak kalyonda, bishtin adamsız yapamazdım çünkü. Kapıcı langa ginde hiç olmazsa bir kere uğrayıp en lüzumlu yapacagina söz verdi. "Hem kim bilir," diye düşünü ponkam, "belki glinin birinde birileri ihtiyanı ziyarete gelir!" Ama ikch bey gün geçtiği halde gelen giden çıkmamıştı. Ouralar, yani bir yil once, henüz dergilere maddeler fo lai yanyor, bir yandan da büyük, esash bir eser meydana ge tirecebime içten ianyordom. Büyük hir romana çalıyor dum ama somanda hastaneye duştum, artık sonum da yak lişmiş olmalı. Yakıda oleceğme gore anslarıma yazmama gerek var ma?
Hayatımmin ju ac dolu son yılın bir türlü aklimdan çıka ramyorum. Hepsini kägda dökmek istiyorum; kendimi bu nunla oyalamazsam can sikintisindan olurum herhalde, Ba sundan geçenleri hatirlamak beni ustrap verecek derecede heyecanlandiyor, Kägida dökülünce daha teskin edici, da ha dizgin şekiller alacak ve bir sayıklama veya kabusa da ha az benzeyecekler. Bana öyle geliyor. Yalnuz yazma işi bi le yeter; insanı sakinleştirir, soğukkanl yapar, eski yazar alışkanlıklarımı dürter, anılarımla mariz hayallerimi bir iş bir meggale haline sokar... Ever, iyi buldum. Hem de sağlık memuruna bir miras berakmış olurum, amlarunla kışan peri cereleri kağıtlasın bari.
Bu arada hikayeme nedense ortadan başladim. Madem yazmaya karar verdim baştan başlamak gerek. Peki, baştam başlayalım. Zaten hayat hikayem pek uzun olmayacak. Ben burada değil, çok uzaklardaki ... vilayetinde doğ
dum. Anamla babam ihtimal iyi insanlardi ama beni küçük ken öksüz bıraktılar ve beni sevabina evine alan Nikolay Ser geyiç lhimenev adinda, şöyle böyle varbklı bir derebeyinin evinde büyüdüm. Nataşa biricik kaziydi, benden üç yaş ku çüktu. Iki kardeş gibi geçiniyorduk. Ah o tatli çocukluk ça gim! Hayatımın yirmi beşinci yılında senin özlemini çekip hayıflanmak ve ölürken bir tek senin arunla keyiflenip seni minnerle anmak ne ahmakça! O zamanlar Petersburg'daki ne hiç benzemeyen, pirid pini bir gineş vardı gökyüzünde ve küçük, afacan kalplerimiz neşeyle anyordu. Çevre, buradaki gibi kupkuru cansız taş yığınları değil, tarlalar, ormanlardı. Hele Nikolay Sergeyiç'in idare ettiği Vasilyevski Malikâne si'nin bahçe ve parkının güzelliğine doyum olmazdı; Nata şa'yla birlikte bu bahçede gezmeye giderdik, bahçenin ardın daysa çocukken iki kez kaybolduğumuz geniş, loş bir orman vardı... Ah o altın, unutulmaz çağ! Önümüzde esrarlı, çekici bir hayat vardı ve onu tanımanın tadına doyulmuyordu. O sıralar sanki her ağacın, her çalı kümesinin arkasında bilme diğimiz, esrarlı biri gizleniyor, masal álemiyle gerçek birbiri ne karışıyordu sanki; bazen vadilerin derinliklerinde akşa min koyu sis bulutu kırçıl, kıvır kıvır saç tutamları biçimin de koyağımızın çakıllı kıyılarına yapışıp fişkırmış çalılardan sarkarken Nataşa'yla kıyıda el ele vererek çevreyi seyreder, ürkek bir merakla aşağıya bakarak o anda karşımıza birinin çıkmasını ya da koyağın dibindeki sis bulutundan seslenme sini ve dadımızın masallarının elle tutulur, katıksız bir gerçe ğe dönüşmesini beklerdik. Çok sonraları, bir gün Nataşa'ya, bir keresinde Okuma Kitabi'm ele geçirişimizi, sonra kitabı kaptığımız gibi bahçeye koşup havuz kenarında, yaşlı gür akçaağacın altındaki sevdiğimiz yeşil banka oturarak "Alp honse ile Dalinde"** adli büyüleyici hikâyeyi okumaya ko yulmamızı anımsatmıştım. Bu hikayeyi hatırladıkça içimde hâlä garip bir heyecan duyarım; hatta geçen yıl Nataşa'ya ilk satırını, "Hikâyenin kahramanı Alphonse, Portekiz'de doğ muştu. Babası Don Remirro..." falan diye tekrarlarken nere deyse ağlayacaktım. Galiba bu pek yersiz kaçmıştı zira Na taşa'nın taşkın heyecanımı tuhaf bir gülümsemeyle karşıla masına başka anlam verilemezdi. Ama hemen toparlandı (bu da hatırımda), beni avutmak için kendisi de eskileri haterlamaya başladı. Az sonra o da duygulandı. Hoş bir akşam geçirdik, bütün unutulmuş anılarımızı yeniden yaşadık. Vi lavete, yatılı okula gidişimi -Tanrim, ne çok ağlamışti o za mant-ve Vasilyevski'den temelli ayrilişımı hatırladık. Oku lumu bitirmiş, üniversiteye hazırlanmak için Petersburg'a gi diyordum. Ben on yedi yaşındaydım; Nataşa on beş. Nata şa'nın dediğine göre öyle biçimsizmişim, bacaklarım o kadar uzunmuş ki bana bakınca gülmemek elde değilmiş. Vedala şirken son derece önemli bir şey söylemek için onu bir kena ra çektim ama birden dilim dolaştı, ağzımdan tek söz çıkma di. Nataşa da o an çok heyecanlı olduğumu hatırlıyordu. Ta bir konuşamadık. Ben ne söyleyeceğimi bilmiyordum, belki o da beni anlayacak halde değildi. Acı acı ağlayarak hiçbir şey söyleyemeden yola çıktım. Uzun zaman sonra Peters burg'da karşılaştık. Bundan iki yıl önceydi. Ihtiyar Ihmenev, davasıyla uğraşmak için gelmişti, bense edebiyat yolunda he nüz ilk adımımı atıyordum.
III
Nikolay Sergeyiç Ihmenev itibarlı ama servetini çoktan dir kaybetmiş bir ailedendi. Yine de kendisine ailesinden içinde yüz elli can bulunan iyi bir çiftlik kalmıştı. Yaşı yirmi ye gelince süvari subayı oldu. Her şey gayet iyi gidiyordu, gelgelelim hizmetinin altıncı yılında uğursuz bir gece varımı yoğunu kumarda kaybetti. Sabaha kadar gözünü kırpmadı. Ertesi gece tekrar oyun masasına oturdu, elinde kalan son şe yi, atını ortaya sürdü. Kazandı da. Sonra bir el, bir el daha derken yarım saat içinde köylerinden birini, son sayıma gö re altmış candan ibaret olan Ihmenevka Köyü'nü geri alabil di. Derhal oyuna "paydos" etti ve ertesi gün de istifasım ver di. Yüz can, bir daha geri gelmemek üzere elinden gitmişti. Iki ay sonra teğmen rütbesiyle terhis edildi ve köyüne döndü. O günden sonra kumardaki kaybımı bir daha ağza almadı;
babacanbyla tamindig halde, ona bu olays hatırlatan kim olursa olun, bozugurda. Koye yerleyince kendini bütün var byla çiftlige verdi. Onuz beş yaşındayken de fakir ama asil bir ailenin kun olan Anna Andreyevna Sumilova'yla draho masaz evlendi; Anna Andreyevna'nin drahoması yoktu ama vilayette, gismen Madame Mont-Revêche'in asil kızlara mahsus yatılı okulunda okumuştu ve ne üzerine eğitim aldı gam anlayan tek kişi olmasa da ömrünün sonuna kadar bu nunla övündü durdu. Nikolay Sergeyiç çiftlik işlerinde muh teşemdi. Civardaki komşu derebeyleri ondan ders alıyorlar di. Birkaç yıl sonra yüz canlık Vasilyevskoye Köyü'nün sahi bi Prens Pyotr Aleksandroviç Valkovski, ansızın Peters burg'dan çikageldi. Gelişi bölgede hayli heyecan uyandırmış n. Prens, delikanlılik donemini geride bırakmıştı ama, yine de kça genç sayılırdı; nüfuzlu kimselerle ahbaphğı, rüt be sahibi, yakışıklı ve dul oluşuyla da bölgenin bütün genç kız ve kadınlarının ilgisini üzerine toplamıştı. Akraba olduk lan valinin, Prens için vali konağında düzenlediği parlak kar şılama törenini anlata anlata bitiremiyorlardı; Prens'in neza keti bütün vilayetin kadınlarını "deli etmişti". Kisacası Prens, tagrada pek seyrek görünerek çevrenin gözlerini ka maştıran Petersburg sosyete adamlarının seçkin örneklerin den biriydi. Bununla birlikte Prens'in, çıkarı olmadığı kimse lerle kendinden aşağı saydıklarına pek fazla nezaket göster diği yoktu genellikle. Çiftlik komşularıyla tanışmaya gerek görmediği için, kısa sürede epey düşman kazanmıştı. Bu yüz den durup dururken Nikolay Sergeyiçi ziyaret edişi herkesi şaşırtti. Ama aslina bakılırsa, Nikolay Sergeyiç, Prens'in en yakın komşusuydu. Prens, Ihmenevlerin evinde güçlü bir et ki yaram. Daha ilk görüşmede karikocayı büyülemişti; hele Anna Andreyevna, Prens'e bayılmıştı. Çok geçmeden Prens resmiyeti büsbütün kaldırdı, her gün evlerine girip çıkıyor, onları çağırıyor, fikralar anlatıyor, nükteler yapıyor, Ihme nevlerin kötü klavsenlerinin başına geçerek şarkılar söylüyordu. ihmenevler şaşkınlık içindeydi: nasıl oluyordu da bütün komşuları böyle sevimli, candan, bir adam için böyle konuşabiliyorlar idi? prens özü sözü doğru, çıkar gözetmeyen, yalın, cömert bir adam olarak gerçekten hoşlanmışlar idi. lakin ilerleyen zamanlar da durum böyle olmayacak idi.