Kahretsin! Kahretsin. Adama resmen her zaman korkulan birisiniz dedim. Bu cümleme rağmen hala yaşıyorsam, aslında bu benim işkence ile öleceğime işaretti. Bu adam var ya, bu lafımdan sonra beni çiğ çiğ yerdi. Derin bir nefes aldım ve çantamı alıp, hızla odamdan çıktım. Zaten patavatsızlık ettim, bir de adamı sinirlendirerek ölüm fermanımı imzalamayayım diyerek hızla merdivenlere yöneldim. Lobide beni bekleyen Yiğit Bey'e bakmamaya çalışarak, yanına gittiğimde
"Gel bakalım" diyerek beni otelin çıkışına doğru yönlendirdi. Kapıdan çıkıp vale tarafından bizim için bekletilen arabaya bindik ve nereye gittiğimize dair hiç bir soru sormadım. Araba hareket edip orman yoluna girdiğinde ise sorsa mıydım diye düşünmeye başlamıştım bile. Ya adam beni ormana kesmeye falan götürüyorsa diye de düşünmeden edemedim. 5 dakikanın ardından sessiz geçecek bir yolculuk olduğuna inandım ki bu inancımı bozan Yiğit Bey'
"Daha önce Bursa'ya geldin mi?" diye sorması oldu. Anında panikleyen sesimle
"Hayır, daha önce İstanbul dışına hiç çıkmadım Yiğit Bey" dediğimde bir an duraksadı ve derin bir nefes alıp,
"İş yerinde değiliz neden Yiğit Bey diye hitap ediyorsun?" diye sorduğunda gözlerim sorusu karşısında kocaman açıldı. Buda ne demekti şimdi? Ne demem gerekiyordu ki? Diye düşünürken aklımdan geçen deli soruları sesime de yansıtarak,
"Ne demem gerekiyor? Benim patronumsunuz " karşılığını verince gülümsedi ve benim gözümün önünde şimşekler çaktı. Gülümsemenin bu kadar yakıştığı surat, neden çatık kaşlar ve öfke saçan bakışlar kombinin de gezerdi ki? Diye düşünmeden de edemedim. Yiğit Bey,
"Senin patronun değil, sadece üstünüm. Mesai saatleri dışında Yiğit'im. Bey'i eklemesen de olur. Tüm arkadaşlarım bana Yiğit der" dediğinde refleksle
"Benim arkadaşım değilsiniz ama " karşılığını verdim. Tabi bu karşılığım ile kendime sıkı bir küfür savurdum. Resmen beni arabadan at diyordum. Ne kadar salak bir kızım diye de ekliyor iç sesim tepinerek. Benim lafımın ardından saniye geçmeden, bir çiftlik evinin önünde durduğumuzda çiftlik evine baka kaldım. Hayatımda bu kadar tatlı, bu kadar huzur verici, bu kadar mükemmel bir yer görmemiştim. Ben eve hayranlıkla bakarken Yiğit Bey'in
"Oluruz o zaman" diye söylediği cümle ile gözlerimi evden çekip, hemen yanımda duran Yiğit Bey'in gözlerine sabitlediğimde kalbim yine tekledi ve duvarlar ardında yine kıpırdandığında bu kıpırdanış, nefesimi kesiyordu. Benim bu bakışıma gülümseyen Yiğit Bey'e bir anda ağzımdan
"Ne?" soru kelimesi kaçınca, Yiğit Bey daha da gülümsedi. O gülümsemesinin büyülediği sesi ile
"Arkadaş oluruz diyorum" dediğinde hala anlamadığımı fark ederek,
"İş yerinde müdürün olmam, dışarıda arkadaşın olamayacağım anlamına gelmiyor Aylin. Diğer arkadaşların gibi. Hani dışarıda çay içtiğin, muhabbet ettiğin, dertleştiğin, arkadaşların gibi" diye açıkladığında yutkunmama engel olamadım. Kahretsin benim hiç arkadaşım yoktu ki. Yiğit Bey bana cevap bekleyen gözlerle bakarken tebessümle
"Benim hiç arkadaşım yoktur. İş ve ev arasında çok fazla zamanım kalmıyor. Üniversiteyi dışarıdan okuduğum için sıkı bağlar kuracağım çevremde olmadı. Eski iş yerimde arkadaşlık kavramlarına pek önem vermezlerdi." Karşılığını verdim. Yiğit Bey, gözlerime baktı, baktı sonra o kocaman elini elimin üstüne koydu. Bu hareketi ile kalbim coşarken, tüm bedenim alev aldı. Gözlerim gözlerine çakılırken, dilim resmen tutuldu ve Yiğit Bey,
"gerçek arkadaşlar, yani senin derdini, zamanını, sevincini karşılıksız paylaşan arkadaşlar hayatına zamanı geldiğinde girer." Dedi ve elinin altındaki elime hafif sıkarak,
"Ben senin arkadaşın olurum. Karşılığında da sadece dürüstlüğünü isterim" dediğinde nefes alamadığımı hissettim. Yiğit bey, daha da samimi çıkardı ses tonu ile
"Mesela benim de hiç bayan arkadaşım yoktu" dediğinde kahkaha atmamak için kendimi son anda durdurdum. Gülmemek için kıvranan sesim ile
"Tahmin edebiliyorum" karşılığını verdim. Yiğit Bey, gözlerini kısarak
"Nereden tahmin ediyorsun?" diye sorunca gülümseyerek,
"Nazan Hanımın önceden arkadaşınız olduğunu söylemişti Bahar Hanım" diye karşılık verdiğimde Yiğit bey sıkıntılı bir nefes aldı ve
"Bahar senin yanına geldi değil mi?" diye sordu. Bende hızla
"Sadece yardım etmek için" dediğimde Yiğit bey hırlayarak,
"Onu Bora pisliği gönderdi" dedi ve ben bu söylediğine gözlerimi kocaman açarak
"Neden?" diye sorunca Yiğit Bey,
"Seni önceden bilgi sahibi edip, hazırlamışlar. Bende günlerdir sandviç ve demleme çayı sevdiğimi nereden öğrendiğini merak ediyordum." Dediğinde
"Ya pot kırdım galiba neden böyle bir şey yaptılar ki?" diye sorduğumda Yiğit Bey net bir sesle
"Herkesi kovduğum için" karşılığını verdi. Sonrasında ise derin bir nefes alarak, arabadan dışarıya çıktı. Bende hiç duraksamadan peşinden arabadan indim ve peşine takıldım. Eve doğru yavaşça yürürken, etrafın sessizliği resmen beni büyülemişti. Burada hayatımın sonuna kadar yaşayabilir, hiçbir dakikada şikâyet etmezdim. Burası tabir yerindeyse dünyanın cenneti andıran o yerlerinden bir parçaydı. Dublex olduğu dışarıdan belli oluyordu. Kocaman bir bahçesi ve o bahçede hasırdan masa, o masayla uyumlu koltuklar vardı. Eve yaklaştığımızda açılan kapı ve o kapıdan çıkan güleç bir ihtiyar ile gülümsedim. İhtiyar adam Yiğit Bey ile göz göze gelince tam bir babacan gülümseme eşliğinde ellerini iki yana açarak,
"Yiğit, evladım hoş geldin." Dedi ve o şefkatli kollarını ona doğru eğilen bu dev adama doladığında uzun süren bir hasretin kavuşması olduğunu anladım. Öyle özlemle sarıldılar ki birbirlerine, resmen orada fazlalıkmış gibi hissettim kendimi. Birkaç saniyenin ardından yaşlı adam ile göz göze geldim ve adamın gözleri adeta ışıldadı. Bir anda Yiğit Bey'i bıraktı ve bana gülümseyerek,
"Hanım kızım hoş geldin. Kusura bakma bu hayta baya özletmişti kendini" diye açıkladığında gülümseyerek,
"Olur mu hiç efendim ne kusuru" dedim ve elini öptüğümde adam bizi hiç bekletmeden
"hadi gelin bende kahvaltı hazırlıyordum. Daha çok hazırlayayım" dediğinde Yiğit Bey, adamı kahkaha atarak durdurdu ve ben o kahkaha ile olduğum yere çivilendim. İşte bu lanet olsun bu kahkaha bir insanın kalbi olduğunu işaret ederdi. Bu kahkaha benim kalbimin önündeki bir duvarı daha parçalardı ve öylede oldu. Kalbim bulunduğu yere sığmadı ve kendine etrafındaki duvarlardan birini daha parçalayarak yer açtı. Bu duygularda savrulurken Yiğit Bey,
"Sen dur Hasan amca. Aylin'in bana bir kahvaltı borcu var" dediğinde gözleri gözlerime kilitlendi ve ben panikle saçmalayarak,
"Ta- tabi hazırlarım" dedim ve içeriye girdiğimizde adam bana mutfağı gösterdi ve beni yalnız bıraktığında içimde dışarıya çıkmayı bekleyen ciğerlerimi yakan nefesimi saldım ve kendime gelmeye çalıştım. İçimden 'Aylin kızım kendine gel ne yapıyorsun sen. Lanet olsun adam sana arkadaşın olurum dedi sanki sevgilin olurum dedi. Ne bu hal ' diye söylendim ve hızla kahvaltılıkları hazırladım. Mutfaktaki malzemelerden menemen yapılacağını anladım ve malzemeleri arttırarak işe koyuldum.
20 dakika içinde hızla menemeni yapmış kahvaltılıkları çıkarmış ve çayı demlemiştim. Hazırladıklarımı masaya götüreceğim esnada kapıda beliren Yiğit Bey,
"Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sorduğunda gülümseyerek,
"Bitti. Nereye hazırlayayım diye sorduğumda " Yiğit Bey mutfaktaki masaya yaklaştı, menemeni şöyle bir gözlerini kapatarak kokladı ve memnun bir ifade ile
"Güzel görünüyor" dediğinde bıkkınlıkla
"Eminim midenizde de güzel duracaktır." Dediğimde Yiğit Bey gülümseyerek suratıma baktı ve
"Ondan şüphem yok" dedi ve tam menemenden bir çatal alacaktı ki önünden hızla çekmem ile şaşkın bakışlarını gözlerime dikmesi bir oldu. Sitemli bir ses tonunda
"5 yaşındaki sabırsız çocuklar gibi saldırmayın lütfen. Yemek masada yenir" dedim ve arkamı dönüp tam kapıdan çıkıyordum ki Yiğit Bey alaycı bir ses tonunda,
"Burası buzdolabıydı çünkü" dedi ve ben kıpkırmızı oldum. Ona hiç bakmadın elimde tava ile salona girdiğimde yaşlı adam gülerek
"Böyle alalım kızım" dedi ve hızla masaya yöneldim. Elimdeki tavayı masaya bıraktım ve tam diğer tabakları da almak için mutfağa gidiyordum ki kapıda elinde tabaklarla beliren Yiğit Bey ile kala kaldım. Ofiste burnundan kıl aldırmayan, her kelimesi emir arz eden, bakışları ile hedef alıp, kelimeleri ile kurşunlayan adam bu olamazdı. Lanet olsun bu adama sadece aşık olunur, sevilir hatta bir ömür adanırdı. Yiğit Bey kıstığı o mükemmel bakışları ile
"Bir kişiden duyarsam cezası ağır olur bilesin" dedi ve elinde tabaklar ile yanımdan uzaklaştığında yutkundum ve hızla kendimi mutfağa attım. Kalan tabaklar da masaya götürdüm ve hepimiz masaya oturmuş güzel bir sohbet ile kahvaltımızı etmiştik.
...............
Akşama kadar sayısız kahkaha atmış, Yiğit Bey'e ait birçok hikâye dinlemiş, çoğunda başkasından duyulduğu takdirde sonumun kötü olacağına dair tehditler alsam da hepsi mükemmeldi. Yiğit Bey yaşlı adamın gösterdiği bazı yerleri kendince tamir etmiş ve yaşlı adama sitemli sözler ile
"Buralar için birini çağırman gerekiyor. Neden söylemedin?" diye soruyordu. Bende mükemmel bahçenin tadını çıkarıyordum. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu güzel gününde bir sonu gelmişti. Saat 19.00 olmuş ve akşam yemeğinizde yedikten sonra yola çıkmak için Hasan amca ile vedalaşıp arabaya binmiştik. Yiğit Bey'in camından üzgün gözler ile bakan Hasan Amca,
"Evladım arayı açma daha erkenden gel bak çok vaktim yok. Bir ayağım çukurda artık" dediğinde Yiğit Bey,
"Tamam, Hasan amca fırsat buldukça geleceğim" dediğinde Hasan amca gülümseyerek,
"Aylin kızım olmadan gelme" dedi ve ben yine kıp kırmızı oldum. Yiğit Bey'in gözleri beni buldu ve anlamı çözemediğim bir bakış attıktan sonra
"Bakalım Hasan amca kısmet" dedi ve arabayı çalıştırarak yola koyulduk. Daha kapıdan çıkmadan başlayan yağmur damlaları, saniyesinde hızlanarak arabanın camını ıslatmış ve içime hüzün çöktürmüştü. Bu mutlu huzurlu evden ayrılıp, o cehenneme dönmek içimde bir sıkışmaya neden olmuştu. Ben bu düşüncelere balıklama dalarken arama bir anda durdu ve Yiğit Bey bir küfür savurup, arabadan indi. Bir 5 dakika arabanın nesi olduğuna baktıktan sonra benim camıma gelip,
"Çiftliğe geri dönmemiz gerekiyor. Otelden yarın bizi almalarını isteyeceğim araba bozuldu benim halledebileceğim bir şey değil" dediğinde hızla
"Tamam " dedim ve çantamı alıp arabadan indim. Yağmur hızla yağıyordu. Her ikimiz de sırılsıklam olmuştuk. Yaklaşık 10 dakikalık bir koşuşturmanın ardından çiftlik evinin kapına varmıştık. Hasan amca bizi hemen içeriye aldığında Yiğit Bey durumu anlatmış ve bir er havlu istemişti. İyide o kadar ıslanmıştık ki bu havlunun kurulanmaya yetebileceğini sanmıyordum. Yiğit Bey'de öyle düşünmüş olacak ki Hasan amcaya
"Hasan amca, benim kıyafetler hala odamda değil mi?" diye sorduğunda Hasan amca
"Evet, evladım yukarıda yerinde" diye söyledi ve Yiğit Bey bana bakarak,
"Gel, hasta olacaksın öyle " dedi ve beni elinden kavrayarak merdivenlere yönlendirdi. Odaya çıktığımızda hızla dolaba yöneldi ve bana oradan bir eşofman ve tişört uzattığında
"Bunları giy yarın otelden gelirlerken isterim eşyaları idare et artık" dediğinde yutkunarak
"Tamam, sorun değil yiğit Bey" dedi ve ben elindekileri alırken oda kendine birkaç parça bir şey alıp, odadan çıktı. Hiç vakit kaybetmeden üzerimdeki gömleği çıkardım. Gömleğin altından giydiğim, yüzücü atleti çıkardığım esnada kapıda hissettiği kişi ile bir an duraksadım. Bir anda kapıya döndüğümde Yiğit Bey'in keskin, karanlık, öfke dolu bakışları ile karşı karşıya kaldım. Öyle bir bakışı vardı ki her an üzerime atlayıp beni burada öldürebileceğini hissettim. İçim korku ile titrerken Yiğit Bey'in söylediği şey ile koca bir siktir çektim. Lanet olsun diye de ekledim. Yiğit bey bana değil omzumda ve kolumda bariz bir şekilde duran morluklara sanki onları oradan koparmak istercesine bakıyordu. O keskin bakışlara eklenen o sert ses ile
"Sana bunu kim yaptı Aylin" diye sormasına sadece dolan gözlerim ile bakabildim. Ne diyebilirdim ki şimdi. 'kapıya çarptım, kaza ile oldu, arkadaş ile boğuştum' lanet olsun hiç birini yutmaz, hiç birine inanmazdı. Ben ona bakarken o yüksek sesle sadece
"Kim?" diye kükredi ve onun o yutucu bakışlarına sadece devam etmemesi için yalvaran bakışlar ile bakmakla yetindim...