Kirli Beyaz

1045 Words
Yağmur, temizler miydi tüm acıları yoksa daha da mı dağıtırdı ruhuma geçmişin artıklarını? Kendimize sağırdık aslında, herkesi duyardık da aynaya baktığımız kişiye kulak asmazdık. Bundandır belki de gün geçtikçe çoğalan acılarımız. Koşmaktan kızaran yanaklarıma soğuk ellerimi bastırdı ve biraz nefeslendim. Yağmur yapacaktı ve ben hala durağa yetişememiştim. Bugün arabayla gelmek yerine, yürüyerek hava almayı seçtiğim için kendime kızmıyor değildim. Yağmuru sevmezdim. Beni acıtıyordu fakat bana o acıyı verenin ne olduğunu hatırlatmıyordu. Neden nefret ettiğimi bilmiyordum lakin yağmur yağdığında, göğsümün tam ortasında yangınlar oluşur; kalbim göğüs kafesimin delip geçmek ister gibi atmaya başlardı. Şimdi de o anlardan birindeydim. Nefesim daralıyor, kendimi iyi hissetmiyordum. Bu bir lanetti zannımca. Yirmi dört yıllık hayatımın bana hediye ettiği bir lanet. Yağmur damlaları yüzüme damlamaya başladığında olabilirmiş gibi kalp atışlarım daha da hızlandı. “Lanet olsun! Zamanı mıydı?! “ Kendi kendime homurdanırken bu sefer de giydiğim topuklularla lanet ettim. Aptallık bendeydi, neden hava durumuna bakmamıştım ki? Oysaki telefonuma da meteoroloji uyarısı bile gelmişti. Nisan ayının başlarındaydık ve ara ara yağışlar oluyor, kimi zaman hava çok sıcakken kimi zaman hasta edecek kadar soğuk olabiliyordu. Sabah çıkmadan önce üzerime giydiğim hırkamı çıkarıp başımın üzerine siper ettim. Güneş batmıştı. İnsanlar yağmurun yapmaya başlamasıyla koşturmaya başlamıştı ki, onlardan biri de bendim. Karnıma giren kramplarla daha da hızlandım. Fakat yağmurdan kaçmaya o kadar odaklanmıştım ki kaldırımda çıkıntılı fark etmeyerek dizlerimin üzerinde yere düşmekten ne yazık ki kurtulamadım. Acıyan dizlerim, gözlerimi doldururken kafamın üzerine siper ettiğim hırka yere düşmüş, artık hızlanmaya başlayan yağmur damlaları saçlarıma kurşun gibi yapmaya başladı. Gözlerim ansızın dolarken yürümeyi bile becerememiş olmama sinirlendim. “Aptalsın kızım sen! Uğursuzun tekisin.” Dudaklarımdan dökülen isyan ile doğrulmaya çalıştım. Ellerim ve dizlerim titriyordu. Ne zaman alacaktım yağmur korkumu? Oysa herkes çok severdi yağmuru, ruhu dinginleştirirmiş, babam öyle söylerdi. Fakat benim ruhumu harabeye çevirmekten başka bir şey yapmıyordu. Kalmak için yeltendiğimde güçsüz düşen bileğim ile doğrulamadım ve derin nefes aldım. Toparlanmalıydım, bu kadar dağılmak bana yakışmıyordu. Beni tanıyan herhangi biri görse neye uğradığını şaşırırdı. Kendine gel Safir! Bu sen değilsin. Tam tekrar kalkmak için yeltendiğimde önümde beliren pahalı erkek ayakkabıları ile duraksadım. Ardından göz hizama büyük bir el uzatıldı. Sertçe yutkundum. Düştüğüm zaman birinin yardımıyla kalkmak istemezdim fakat yapılan bu iyi niyeti geri çevirecek değildim. Hatta öyle ki, üzerime şemsiye tutarak yağmur damlalarını da benden uzaklaştırdığında içimde büyüyen minnetle engel olamadan, uzattığı eli tutarak kalktım. Elleri, soğuk bahar gününe inat sıcacıktı. Kalbimde harlanan alevler, o eli tutmam ile dinginleşirken boğazımın kurduğunu hissettim. Kafamı usulca kaldırdım ve o günün kahramanını görmek istedim. Fakat görmem pekte mümkün görünmüyor gibiydi. Yağmurdan ötürü saçları dağılmış, adeta gözlerini kapatmıştı. Yüzünü yarısına kadar kapatan bir boyunluk akıyordu. Üzerinde uzun, siyah kaban vardı ve içinde görebildiğim kadarıyla beyaz gömlek mevcuttu. Yirmili yaşlarının sonlarında gözüküyordu. Geniş omuzları, uzun boyu ve yapılı bir vücudu vardı. Hiç konuşmadan ona öylece bakarken o da konuşmuyordu. Neden konuşmuyordu? Hala elinde olan elimi fark ettiğimde alelacele çekerek omzumda çapraz asmış olduğum çantaya tutundum. Yere düşen hırkamı eğilerek aldı ve eşini geçmemiz ister gibi yan dönerek öne doğru uzattı. Enteresan bir şekilde iftira etmeden istediğini yaparak yürümeye başladığımda, şemsiyeyi daha çok bana doğru yan yatırmış vaziyette durağa kadar yan yana yürüdük. Durağa geleceğimi nereden biliyordu? Acaba sırf ben buraya yürüdüğüm için mi benimle gelmişti? Otobüsün geldiğini gördüğümde sevinçten zıplamamak için kendimi sor tuttum. Tam önümde duran ve kapıları açılan otobüs ile hareketlendim. Gözlerimi yanımdaki sokak beyefendisine çevirdim. “Bugün için teşekkür ederim, yaptığınız iyiliği unutmayacağım.” Kısa bir süre cevap vermesini bekledim ama konuşmadı. Bende tekrar bir şey demeden otobüsün merdivenlerinden içeri girmek için adım attım. “Tutamayacağınız sözler vermeyin lütfen,” dedi ansızın boğuk sesiyle. Ona döndüğümde bana arkasını döndü ve yürümeye başlamadan önce tekrar konuştu; “Yağmur kanatır, kaynamasın yaralarınız. “ Dudaklarımın arasından süzülen duman, gecenin karanlığında beyaz bir leke gibi süzüldü. Önce etrafımı sardı, sonra usulca kayboldu. Giydiğim beyaz elbisenin içerisinde, balkonumda sigaramı içiyordum. Bu mereti çok sık içmesem de bazen içmek hoşuma gidiyordu ve bugün, o günlerden biriydi. “Ayy, hazırım. Gidebiliriz. “ kafamı sokak lambalarından çekip sesin geldiği yöne çevirdim. Beline kadar dar, belden aşağısı dizlerine kadar kabarık beyaz askılı elbise giymişti. Sarı saçlarının önündeki tutmaları arkada birleştirmiş, güzel yüz hatlarını ortaya çıkarmıştı. İnce, kemikli yüzü vardı. Gözleri hafif Çelik, kehribar yakın kahverengiydi. Burnu ise yüzüne göre biraz şişkin gözükse de ona farklı ve daha güzel bir hava katıyordu. Beyaz elbise onda adı gibi durmuştu. Periler benziyordu. Fakat karakterinin öyle olduğunu pek söyleyemezdim. “Ayşenur? “ dedim tek kaşımı kaldırırken. Gözlerini baydı, bu sevmediği bir şey olduğu zaman sık sık yaptığı bir hareketti. “Arabada bizi bekliyor. Bugün o kullanacakmış. “ Söyledikleri üzerine elimle alnıma sertçe vurdum. “O yetmişten yukarı çıkmıyor ki! Kaplumbağa bile ondan hızlı gider.” Diyerek sitem etmekten kendimi alıkoyamadım. Ayşenur, eğlenmeyi seven biri olsa da Perihan ve benim aksime daha kontrolcüydü. Bir şeylerin planları dışında olmasını sevmezdi. Gerektiği kadar alkol alır, sarhoş olmazdı. Gerektiği hızda araba kullanır ve gerektiği kadar yemek yerdi. Hiçbir şeyin fazlasını sevmezdi. Fazlasını sevdiği tek şey tatlılardı. Sanırım uzlaştığımız yegane konu buydu. “Aynısını dedim ama dinleyen kim! Hadi, geç kalmadan gidelim.” Dedikten sonra arkasını dönerek beni beklemeden yürümeye başladı. Sigaramdan son bir dumanı daha içimde misafir ettikten sonra izmariti büyük cam kaseye bastırdım. İçtiğim tüm sigaraları burada biriktiriyordum. Nedensizce hoşuna gidiyordu. Ayağa kalkarak kalçalarına kadar yükselmiş olan dar, kalem elbisemi aşağı çekiştirdim ve Peri’nin hemen arkasından ilerledim. Kapının hemen solunda kalan boy aynasından son kez kendime baktığımda gördüğüm görüntü beni memnun etti. Beyaz kalem elbisemin içerisinde güzel görünüyordum. Kızıl, uzun saçlarımı bugün özgür bırakmak istemiştim. Dümdüz, hiçbir özelliği olmayan elbisemin aksine saçlarım canlı ve dalgalıydı. Keza saçlarımla aynı renk sürdüğüm rujda öyle. Zaten başka renk ruj kullanmadım, bana en çok bu yakışıyordu ve dudaklarımdan kırmızıya yakın olan bu ondaki ruju eksik etmezdim. Artık benim bir parçam haline gelmişti. Evden çıkmadan önce ışıkları kapattıktan sonra merdivenlerden inip bahçe kapısının hemen önünde bekleyen arabaya hızlıca bindim. Peri, arka koltuğa geçmişti. Önde oturmayı sevmezdi, arkada her ikimizi de net bir şekilde görmeyi daha çok seviyordu. Sadece araba sürdüğü vakit önde bulunurdu. Emniyet kemerini takarken, hızlıca Ayşenur’u süzdüm. Beyaz pantolon, beyaz büstiyer ve yüksek topuklularıyla hem şık, hem de çekici gözüküyordu. Siyah kısa küt saçlarını düzleştirmiş, sa tarafındaki saçlarını kulağının arkasına iliştirmişti. Dudaklarında bulunan kıpkırmızı ruj onu öpme isteği uyandırıyordu çünkü dudakları tıpkı botoks yapılmış gibi iriydiler. Ama tabii ki de onu öpmeyecektim. Aksi takdirde beni kulaklarımdan tavana asabilirdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD