Bir süre sonra, Sada'nın uykuya dalmasına kısa bir an kalmıştı ki evinin kapısının açılma sesiyle kapanmak üzere olan göz kapakları aralandı. Her kim evine girdiyse anahtara sahip biriydi çünkü kapı çalınmamıştı. Gelecek olan kişiyi bekledi. Annesi Neslihan salonun kapısında belirdiğindeyse Sada baştan aşağı annesini süzdü.
Az önce bir kadına baktığı için suçluluk duyan Sada'nın aksine annesi bakılmak için ayrı özen gösterirdi. Marka kıyafetlerden, taşlı takılardan ve uzun ince topuklu ayakkabılarından vazgeçmeyen bir kadındı. Bir erkekle çok rahat konuşabilirdi. İkisi de zıt karakterlere ve görüşlere sahip insanlar olsa da oğlu Sada, Neslihan'ın gözbebeği, biricik oğluydu. Oğlunun uğraşını görmezden gelmeyi tercih ediyordu.
"Hasta olduğunu bir yardımcı parçasından duyduğuma inanamıyorum!"
Üzerinden markanın logoları bulunan blazer ceketi çıkarırken yüzünü buruşturdu ve tiksinircesine konuştu Neslihan. Ardından oğluna döndü. Ona yaklaştı ve elleriyle yüzünü tuttu. Dudaklarını alnına bastırdı.
O sabah, akşama kadar tüm sevgisi ve ilgisiyle oğluna baktı. Sada'nın düşmek bilmeyen ateşi sonunda normale indiğinde rahat bir nefes almıştı. Sada odasını kapısı kilitlediği için Neslihan oraya girememiş, dolayısıyla da salonda yatmaya devam etmişti. Uzun zaman sonra mutfağa girmiş ve oğluna çorba dahi yapmıştı. Onu yaşamına gerisin geri döndüren şey ise akşam yemekte buluşacağı arkadaşları olmuştu. İstemese de oğluna not bırakarak evinden ayrıldı.
,
"Uyan."
Kulaklarında bir fısıltı işiterek araladı gözlerini. Ayılana kadar bakışları tavanda asılı cam avizede kaldı. Uzandığı yerden doğrulup yüzünü ovuşturdu. O an sessizliğin içinde fark etti ki arzuladığı şeyi yapıyordu. Zihni, kalbiyle birlikte ve yalnızca O'nun adını tekrarlar olmuştu.
Sevinçle parladı yüzü. Hızla ayaklandı. Hastalığını atlatamadığı için dengede kalmakta zorlanmıştı. Heyecanlı adımları odasının kapısına ulaştı. Annesinin notunu görmemişti bile. Cebinden anahtarı çıkarıp kilidi açtı.
Hamd, alemlerin Rabbi Allah'adır.
Zeminde dağınık bir şekilde açılmış kitapların arasına oturdu yeniden. İstediği tek şey Allah'ın ilmini öğrenmek ve sonrasında gelecek olanı karşılamaktı. Ant içmiş gibi gecesini de gündüzünü de yalnızca O'nun için harcamak istiyordu.
'Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. İşte bu, sizin için daha hayırlıdır, keşke bilseniz.'
Bugün günlerden Cumaydı. Son birkaç günü ne de hızlı geçmişti kendine göre. Birkaç saate abdestini alarak çıkmalı ve namaza kadar vaktini O'nu anarak harcamalıydı. Her Cuma yaptığı gibi.
Kenardaki bilgisayarına şarj olması için taktığı telefonundan art arda mesaj sesi yükseldi. Dikkati bir anda dağıldı ve telefonunu eline aldı. Amacı rahatsız edilmemek için sessize almakken diğer varis kardeşlerinden gelen mesajla odağı tamamen dağıldı ve birlikte oldukları gruba girdi.
Dostları Cuma gününün kutsallığıyla ilgili cümleler yazmış ve kutlamışlardı. Her biri İslam'dan önce benimsedikleri kendi kitabından yazmışlardı. Kur'an'ın tamamlayıcılığını hiçbir zaman inkar etmemelerinin yanında kendi kitaplarından vazgeçemeyişlerine gülümsedi Sada.
Dostları nefslerine yenik düşüyordu. Nefsin ölümü son aşamaydı sonuçta. İnsanoğlu hep ona yenik düşüyordu.
Gözleri arkadaşlarının yazdıklarını tekrar tekrar okurken öğretmeninin öğretisini anımsadı. Onunla olan anıları hala canlıydı. Onu tekrar göremeyecek olmaksa canını yakıyordu.
"Sevgili öğrencilerim, can dostlarım, gönül dostlarım Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bizleri bir araya getirdi. Bu bir mutluluk. Sizlerle birlikte olmak. Konumuz:Nefs"
Sada o anı hatırlamıyor da yeniden yaşıyordu sanki. O zamanlar yeni yeni öğreniyordu her şeyi. Öğretmeninin iletisi ona ulaşır ulaşmaz yola çıkmıştı. Dile kolay koca bir okyanusu aşacaktı. Daha önce iş için gittiği yol saatler değil de dakikalar sürmüş, kıyıda küçük bir eyalete gitmişti. Orada dostlarıyla birlikte öğretmeninin evine ulaştılar.
"Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (şekillendirene, dizayn edene) (andolsun).
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti. (Allah takvayı, şeytan da fücuru ilham eder.)
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir. -Şems 7,8,9
Allahû Tealâ, bir insanı 3 vücuttan yarattı. Bunlardan birincisi olan fizik vücudumuz; bu âlemin, zahirî âlemin varlığı. Nefsimiz; bu zahirî âlemin zıddı olan berzah âleminin varlığı. Ruh ise emr âleminin varlığı.
Öyleyse bir nefsimiz var. Bu nefsinizi hepiniz çok yakından tanıyorsunuz. İçinizde nefsini görmeyen hiç kimse yoktur. Yüzlerce defa rüyanızda kendinizi görmüşsünüzdür. İşte o, rüyanızda kullandığınız vücudunuz nefsinizdir. Gece gerçek uykuya geçtiğiniz zaman nefsinizin elektron devir sayısıyla, ruhunuzun elektron devir sayısı birbirine eşit olur ve birbirlerinden ayrılırlar. Nefs, sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibidir. Dilediği yere düşünce hızıyla gidebilir ve düşünce hızı, sonsuz hızdır. Vücudumuza geri dönerken gene sonsuz hızla geri dönecektir."
Öğretmeninin bilgeliğinin karşısında dili tutulmuştu. Allah'ın ilmi ile öğrenilenler çok yüceydi ve insan bunu istiyor fakat yalnızca aklıyla idrak edemiyordu.
"'Bütün nefsler rehinedirler; iktisap ettikleri derecelere karşılık olmak üzere. Ama yemin sahibi olan, Allah'a verdikleri yeminleri yerine getiren nefsler, onlar cennette olacaklardır.' diyor Allahû Tealâ.
Allah'ın yolunda ilerlerken nefsiniz ayrı, ruhunuz ayrı bir hüviyet arz eder. Ama ikisi arasında kesin bir ilişki söz konusudur. Hayata getirildiğiniz zaman bir eşitlikle getirildiniz. Ruhunuzun kalbi yüzde yüz hasletlerle dolu; Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen. Nefsiniz ise yüzde yüz afetlerle dolu; Allah'ın bütün emirlerini reddeden, asla işlemek istemeyen, yasak ettiği bütün fiilleri işlemek isteyen bir özelliğin sahibi olarak yaratıldı nefsiniz.Öyleyse böyle bir varlığı yaratan Allahû Tealâ, nasıl bir muhteva -ruhsal bir süreci ya da düşünsel bir işlevi oluşturan öğelerin tümü- gösteriyor bu istikamette?
Diyor ki: Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik) -Tin 4,5
Yani, 'Biz nefsi belli bir zaman devresi, bir takvim içinde ahsene ulaşabilecek olan bir özellikte yarattık. O özelliği gerçekleştirmek istemeyenler için de esfel-i safilîn (cehennemin alt kademesi) söz konusudur. Eğer insanoğlu kendisine düşeni yapmazsa, o zaman onu esfel-i safîlîne göndeririz.' diyor Allahû Tealâ.
Sevgili öğrencilerim, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, öyleyse kimdir esfel-i safîlîne gidenler? Nefsleri yüzde yüz afetlerle dolu olanlar. Peki, nefsleri ahsen olanlar kimlerdir? Salâha ulaşanlar, salâh makamının sahipleri. İnsanlar, ahsen olabilecek özellikte yaratıldı. Ne zaman ahsen olurlar? Ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ettikleri zaman ahsen olurlar. Öyleyse 4 tane tesliminiz var; Ruhunuz, vechiniz, nefsiniz ve iradeniz. Üçüncü teslim, nefsinizin teslimi."
Sada'nın karşısına yeniden çıkmıştı. Teslimiyet. Her şey onda yatıyordu. Teslim olmak. O'na.
"Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek. -Maide 105
Öyleyse nefslerimizin sorumluluğu üzerimize borç. Yani nefslerimizi tezkiye etmek üzerimize borç. Ne yapmamız lâzım? Nefsimizi tezkiye etmemiz lâzım.
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır. -Fatır 18
Niçin bunu kendi nefsi için yapmış? Çünkü bütün nefsler ezelde, nefslerini tezkiye edeceklerine dair Allah'a yemin vermişler. Görülüyor ki Allahû Tealâ: 'Nefsinizin sorumluluğu üzerinizdedir.' diyor. Nereden biliyoruz nefsimizin yemin verdiğini? 'Bütün nefsler rehinedirler. Ama yemin sahibi olan nefsler, yeminlerine sahip çıkan; yeminlerini yerine getiren nefsler, onlar cennette olacaklardır.' diyor Allahû Tealâ.
Sevgili öğrencilerim, can dostlarım, gönül dostlarım, öyle bir muhteva içinde olacaksınız ki nefsinizi tezkiye edeceksiniz. Sonra da tasfiye edeceksiniz. Nedir nefs tezkiyesi? Nefsinizin kalbinde yüzde elli bir nurların oluşması noktasında nefsiniz tezkiye olur. Ama ne zaman nefsinizin kalbi yüzde yüz nurlarla dolarsa, o zaman tezkiyenin ötesinde tasfiyeyi gerçekleştirdiniz demektir. Nefsinizin kalbi, yüzde yüz Allah'ın nurlarıyla doldu demektir.
Öyleyse 28 basamaklık bir dizayn içerisinde nefsimizin durumuna beraberce bakalım.
1. ve 2. basamaklarda olayları yaşıyorsunuz. 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilediniz. Allah, derhâl Rahîm esmasıyla tecelli eder; 4. basamaktasınız. Gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi -gizli perdeyi- alır; 5. basamak. Kulaklarınızdaki vakrayı -ağırlığı- alır; 6. basamak. Kalbinizdeki ekinneti -idrak etmeyi önleyen şeyi- alır ve yerine ihbatı koyar; 7. basamak. İlk 7 basamak burada tamamlanır.
Nefs tezkiyesi mi? Hayır, henüz onunla alâkanız yok. Ama cennetinizi mutlaka sağladınız. Allah'a ulaşmayı dilediğiniz an Allah'ın cennetini, mutlaka herkes elde eder sevgili öğrenciler.
Sonra ne olur? 8. basamakta Allah kalbinize ulaşır. 9. basamakta kalbinizin nur kapısını, şeytana dönük konumdan Allah'a dönük konuma döndürür ki Allah'tan inzal edilen; yukarıdan aşağıya doğru indirilen nurlar, nefsinizin kalbine girebilsin. 10. basamakta göğsünüzden kalbinize Allahû Tealâ, göğsünüzü şerh ederek (yararak) bir nur yolu açar. Zikir yapmaya başladığınız zaman Allah'ın katından gelen rahmet ve fazl göğsünüze gelir. Şifreli yola göre dizayn edilmiş oldukları için, ona göre programlandıkları için şifreli yolu takip ederek göğsünüzün diğer yarığından geçer ve göğsünüzden kalbinize ulaşır, Allah'ın rahmeti ve fazlı. Ama kalbiniz mühürlüdür, kalbinizin içine giremezler. Nefsin kalbinden bahsediyoruz. Önemli olan nefsin kalbinin aydınlanması ve bir ayna olmasıdır. Allah'ın gaybı gösterdiği bir ayna.
Sevgili öğrencilerim, nefsinizin kalbine ulaşan rahmet ve fazl nurları kalbinize ulaşır, kalbiniz mühürlü olduğu için kalbinizin içine giremez. Ama rahmet nurları kalbinize birazcık sızabilir. 11. basamakta bu sızıntı başlar. Bu sızıntı yüzde ikiye ulaştığı zaman huşûya ulaşırsınız;12. basamaktasınız. Huşûya ulaştınız, Allahû Tealâ size mutlaka irşad makamını, tâbî olacağınız makamı mutlaka gösterir ve ona tâbî olursunuz. Tâbîiyet için mürşidinize ulaşırsınız. Diz çöker, el öper ve tövbe edersiniz. Burası, 14. basamaktır. Buraya kadar Allah'tan 12 tane ihsan aldınız (ihsanları birer birer saydık). 12. ihsan, Allah'ın size mürşidinizi göstermesidir. 13. basamakta vücut bulur. Allah'ın gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olduğunuz an 14. basamaktasınız. Burada Allahû Tealâ'dan 10 tane de ni'met alırsınız. 10 ihsan tamamlanmıştır, 10 ni'met derhal tahakkuk eder.
1. ni'met-"
"Sada!" İşittiği sesle her şey bir anda dağıldı. O anda yaşayan aklı şimdiye döndü. "Oğlum, ne oldu?! İyi misin?"
Annesi Neslihan yanına eğildi, elleriyle oğlunun gözyaşlarından ıslanmış yüzünü avuçladı. Oğlunun en son ne zaman ağladığını hatırlamıyordu. Onu babsının cenazesinde bile ağlerken görmeyen Neslihan ne yapacağını bilememişti.
"Anne."
Onu şimdiki zamana döndüren kişinin annesi olduğunu dudakları fısıldadığında fark etmişti. Gözleri etrafta gezindi ve odasında olduğunu anladı. Öyle bir transa girmişti ki çıkması çok zor olmuştu. Bu anı böldüğü için annesine kızabilirdi belki, fırsatı olsaydı.
"Ne oldu? Bir yerin mi acıyor? Neden ağlıyorsun oğlum?"
Başını annesinin elleri arasından ayırdı, parmak uçları ıslak yanaklarına dokundu. Yüzünde bir gülümseme belirdi.
Anlamıştı. Asıl görev gelecek olanı karşılamak değil, O'na ulaşmaktı.