Hazal 7 / Depodaki gelin

1515 Words
Hazal Umutsuzluğa kapılmak istemiyordum. Çünkü umudun yoksa yaşamanın anlamı da yoktu. Hayatım bir anda değişmiş olsa da, kaderime boyun eğemezdim. Miran gözlerime nefretle bakarken, bana öfkesini kusarken sabretmek zorundaydım. Bir gün güneş dağların ardından yükselecek. Miran da beni sevmeyi öğrenecek. Ya hiç sevmezse? Bu ihtimal de vardı. Karşılıklı sevilmek zor bulunan bir şeydi. Miran’ı hastanede görüp karizmasından etkilenmiştim. Tek satır konuşmamız yoktu. Öyle ki beni hatırlamıyordu bile… Ama o üç günde iki defa gördüğüm adama tutulmuştum. Şimdi o adamın karısıydım. Bana iki tatlı söz söylese, ben zaten onun olmaya hazırım. Yatağına da girerim, koynuna da girerim. Ama o benden nefret ediyordu, beni karısı olarak görmek istemiyordu. Haksız değildi kendine göre, biz nasıl ki gülayı istemiyorsak, Miran ve ailesi de beni istemiyordu. çünkü babamı öldürmelerine tek engel bendim. Ben gidersem, bu evlilikten vazgeçersem onlar istediğini yapacaktı. Babamın infaz edilmesine göz yummamı nasıl bekleyebilirler? Babam gerçekten kötü biri bile olsa, bunun cezası ölüm olamaz. Ama nedense adaleti kendileri sağlamak istiyor, mahkemeye suç duyurusunda bulunmak varken… Belki de ellerindeki tek kanıt bile sahteydi. Babamın suçlu olduğuna asla inanmam. Bunu ortaya çıkaracağım elbette. Ama ondan önce Miran ile orta yolu bulmam gerek. “Bir şey demeyecek misin?” diye sordu. “Bak sana gitmen için fırsat tanıyorum! Belki o an bir heyecanla sonunu düşünmeden Polathanlara gelin olup babanı kurtarmak istedin. Ama burda sana hayat yok Hazal… Ağa kızısın, hor görülmeye alışık değilsin. Dayanamazsın. Bekaretin gitmeden, yol da yakınken vazgeç diyorum. İnan bana herkes için en doğrusu bu olacak,” dedi. Beni düşündüğüne inanmak istemiyordum. Kara gözleri karanlığın en koyu tonunu saklarken kara kaşları derince çatıldı. Siyah saçları dağınık bir şekilde yüzüne gölge düşürürken yakışıklı yüzü tam bir hayal kırıklığıydı. “Gitmeyeceğim,” dedim. “Babamı kaderine terk etmeyeceğim. Kaderime razı olacağım. Bana ne isterseniz yapın, bu konaktan ancak cenazem çıkar!” Beni bir anda kolumdan tutarak yere savurdu. Ellerimin üstüne düşerek başımın yere çarpmasından son anda kurtulurken beni dövecek sandım. “Çok asisin Hazal! Dik başlısın! Ama senin inadın yüzünden o şerefsiz baban dışarda hayatını yaşamayacak! Sen bu konaktan gideceksin! Baban da ölecek!” Sözleri nefretle savrulurken kendimi hiç bu kadar berbat hissetmedim. Ondan hoşlanan kalbimi söküp atasım vardı. “Gitmeyeceğim Miran ağa… Ne yaparsan yap, ne dersen de… Ben senin karın olarak bu konakta duracağım.” “Sana bir hafta muhlet! Bu gece sana el sürmeyeceğim. Taa ki bir hafta sonrasına kadar! O gün çantanı alıp gitmezsen karım olacaksın. Ve üstüne kuma gelmesini de kabul edeceksin!” dedi lütfeder gibi. Miran son sözünü söyleyip odanın içindeki banyoya girerken ben bu odada ne yapacağımı bilmeden ayakta dikildim. Bana bir hafta boyunca dokunmayacaksa bu oda da mı kalacağım yoksa başka oda da mı? Banyodan çıkınca “Sen hala burda mısın?” dedi. Beline bağladığı beyaz havlu tam göz hizamdaydı. Ve o şeyinin iriliği havlunun altından bile belliydi. Yüzüm alev almış gibi yanarken bakışlarımı yukarıya kaydırdım. Kaslı karnında hiç tüy yoktu. Bakımlı bir ağaymış. “Bana odadan gitmemi söylemedin.” “Kendin akıl edemiyor musun? Sana bir hafta dokunmayacağım dedim!” Bana böcekmişim gibi bakarken kendimi hiç bu kadar değersiz hissetmemiştim. O hastanede gördüğüm, beğendiğim hatta olmadık hayaller kurduğum doktor bu muydu? “Kimseyi tanımıyorum. Bana müsait bir oda gösteremez misin?” dedim çaresizce. “Müsait oda… Peki. Biraz bekle.” Dolabından pijamalarını alarak bana arkasını döndü. Banyoda giyinmek yerine odanın ortasında giyiniyordu. Miran’ın sırt kaslarına bakarken derince yutkundum. Kollarının bu kadar kaslı olmasına şaşırmıştım. Doktordu sonuçta. Ama en az abilerim kadar kaslı ve yarmaydı. Altına eşofmanı çekerken havluyu açıp tekli koltuğa fırlattı. Bu odadaki yatağın dışında bir tekli koltuk ve sehpa vardı. Miran için bu kadarı yeterliydi. Ama yatağı küçüktü. Yani iki kişi için dar, tek kişi için ise büyük sayılırdı. Miran tişörtünü üstüne geçirirken yatağa baktığımı fark ederek “Yanımda uyumaya niyetin varsa hiç heveslenme,” dedi. “Ne münasebet, ben sadece odana öylesine bakıyordum.” “Eğer kararından vazgeçmezsen bu yatağı çok yakından tanıyacaksın karıcığım!” Alt dudağımı kemirirken Miran kapıyı açıp “Yürü,” dedi. Peşine takılırken bana hangi odayı verecek diye merak ettim. Üst katın balkonundan indik. Avlunun ortasındaydık. Tahta bir kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında çok karanlıktı. Lambayı açarak “Senin odan burası,” dedi. Şaşkınlıkla Miran’a baktım. “Ama burası oda değil ki.” “Eskilerimizi, kullanmadıklarımızı attığımız bir depo. Şu an senin yerin burası. Seni de bir hafta kullanmayacağım sonuçta,” dedi acımasız bakışlarla. Ne bir yatak vardı, ne de ısıtacak bir petek… “Burda sabaha kadar donarak ölmemi mi istiyorsun?” “Güzel bir seçenek ama senin ölün işime yaramaz. Bana canlı olarak lazımsın. Şu telefonunu da ver bana,” diyerek elimden çekip aldı. Bu kadar insafsız olmasını anlamıyordum. Ama elimden bir şey gelmiyordu. İçimdeki umutsuzlukla birlikte, Miran'ın emrine boyun eğerek depoya adım attım. Soğuk beton zemin ayaklarımı üşüttü ve nem tutmuş duvarlar sanki nefesimi kesti. Depo yaşanacak bir yer değilken burada bir hafta boyunca nasıl kalacağım? Depoda eski eşyaların tozlu kokusu ve sessizlik vardı. Miran yanımdan ayrılırken fare var mı diye etrafa bakındım. Korkuyordum. Ama o adama beni burdan götürmesi için yalvarmaya niyetim yoktu. Bir köşede, yıpranmış bir sandalye buldum. Üzerine oturarak ayaklarımı kendime çektim. En azından fare veya başka haşereler çıkarsa burda güvende olabilirim. Soğuk havanın etkisiyle üşümeye başladığımda deponun yanıp sönen ışığı içime tarifsiz bir korku salıyordu. Miran bana bağırdığında bile bu kadar korkmadım. Depo içindeki terk edilmiş eski eşyalar sanki benim hislerimin ve umutlarımın yansıması gibi görünüyordu. Ancak içimde hala bir ateş yanıyordu. Miran'ın acımasızlığına katlanıp burda bir haftayı geçirmek zorundayım. Gözlerimde yaşlar birikti, ama onları tutmak için direndim. Her şeye rağmen bu kara günlerin üstesinden geleceğim. Ben babamın güçlü kızıyım. Sokakta kalsam bile yaşamayı bilirim. Sonsuza kadar böyle sürmez ya… Gülay’ın Vedat abimi değiştirdiği gibi Belki de ben de Miran'ı değiştirebilirim. Umut etmek, içimdeki karanlıkta parıldayan bir yıldızdı. Bulunduğum şartlarda umuda tutunmaktan başka çarem de yoktu. Kapı açıldığında korkup nerdeyse sandalyeyle birlikte devrilecektim. Gelen Miran’dı. Elinde bir taşınabilir elektrikli sobayla eşikte duruyordu. Sobayı prize takarken göz ucuyla bana baktı. “Donmadan yeni yuvanda yaşayabilirsin.” “İyilik mi bu şimdi?” diye sordum sandalyeden indikten sonra. Miran ise umursamazca yanıtladı. “Sana çok bile! İyiliğime nankörlük edeceksen sobayı geri alabilirim!” “Soğuktan titremeye razıyım. Ne yaparsan yap beni burdan gönderemezsin Miran Polathan!” “Keyfin bilir,” dedi. Gerçekten sobayı kapatıp fişi prizden çıkardı. Gururumdan ‘alma’ diyemiyordum. Miran çıkıp giderken etrafta örtecek eski püskü, muhtemelen farelerin kemirmesinden dolayı delinmiş bir battaniye buldum. Onu kafamın üstüne atarak kendime sardım. Sandalye üstünde sabahlayamam… Etrafa bakındığımda eski bir sandık, üstünde eşyalar vardı. Eşyaları indirip üstüne bulduğum eski bir minderi serdim. Sonra da sandığın üstüne çıkıp battaniyeyi kendime dolayarak cenin pozisyonunda uyumaya çalıştım. Sabaha kadar donmazsam eğer bir haftayı böyle geçirebilirim. Bakalım bir hafta sonra ne yapacaksın Miran ağa! Sabah olduğunda avluda sesler geliyordu. Kemiklerim sızlarken yatağımı şimdiden çok özledim. Bu şartlarda daha da çok özleyeceğim kesin. Üstümden battaniyeyi atıp kapıyı araladığımda Halise Hatun ve iki kız avluyu yıkıyordu. “Kız senin depoda ne işin var sabah sabah?” diye sordu kızlardan biri. “Ben şey…” Halise Hatun denilen kadın bana düşmanı gibi bakarken “Pühh sana rezil!” dedi nefret dolu bir şekilde. “Anne yapma böyle, Hazal’ın suçu değil ki,” dedi. “Hış Zerya, ay cağun ti şiknan!” dediğinde Zerya sustu. Sus yoksa kaburgalarını kırarım demişti. Kızıyla zazaca konuşurken bana göz ucuyla bakarak “De hele niye depodasın?” diye sordu. “Yoksa patlak çıktın diye Miran’ım seni kapıya mı attı?” “O ne demek ya! Patlak falan, benimle doğru konuş Halise Hatun! Ben ağa kızıyım! Namusuma laf ettirmem!” “Hele hele! Senin ağa olan baban benim fidanım, Feyzamın canına sebep oldu! Hele yine ağa kızıyım diyerek o kalleş babanın adını bu konakta an bakalım! Gör bak sana neler ederim aşüfte!” Miran o sırada geldi. “Anacım az sakin ol.” “Sinirimi zıplatıyor. Ağa kızıymış… Hem sen bunu niye odanda tutmadın?” “Bir hafta depoda yatıp kalkacak anacım. Bir hafta mühlet verdim. Babasına kefaret olmaktan vazgeçerse ne ala, geldiği gibi bu konaktan çıkar gider…” “Ya vazgeçmezse?” diye sordu kızlardan diğeri. O an bir şey fark ettim. Bu iki kız ikizdi. “O zaman karım olacak! Bu konağın hizmetkarı ve kuma olarak resmi nikahsız bizimle yaşayacak.” Halise Hatun hem şaşırmış hem sevinmişti. “Kuma derken Miran’ım?” “Bir hafta sonra bu konakta ya hiç gelin olmayacak ya da iki gelin olacak. Araştır, bul kumalığı kabul edecek birini, duruma göre hazırda bulunsun.” “Tamam Miran’ım bir bildiğim var zaten. Önceden de Aslan Saruhan’a kuma olmaya gitmişti ama sonra Fırat Saruhan’la evlenip boşandı. Adı Bahar, o kız kabul eder.” “Çok iyi.” Bunlar ciddi ciddi bu konağa kuma getirecekti. Sırf gideyim diye… Tek kelime etmedim. Kızlar bana üzülerek bakarken kızlardan konuşkan olanı “Abi kuma falan olur mu hiç bu devirde?” diye sordu. “İşine gelmeyen çeker gider.” Başımı kaldırıp “Bir hafta beklemeye lüzum yok Miran ağa! Bahar denen kızı şimdi alıp getir istersen… Hatta üstüne iki tane daha getir… Ben yine de gitmeyeceğim!” dedim. Miran kızmıştı. Yüz hatları gerilirken saatine baktı. “Hastaneden döndüğümde konuşuruz!” “Kahvaltını edeydin oğlum.” “Yok ana, iştah mı kaldı.” ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD