#Maya
Birden kendimi Mert'in kolları arasında bulunca ne yapacağımı bilememenin şaşkınlığıyla kalakaldım diyeceğim ama öyle olmadı. Dudaklarımda hissetmeye başladığım sıcaklık tüm bedenimi sarmalamaya başlamıştı. Şu an yüzüm kesin kıpkırmızı olmuştur. Çünkü ben iliklerime kadar yandığımı hissediyordum. Kızarıklığımın tüm bedenimi ele geçirip kalp atışımı hızlandırmasıyla bu hızın yarış arabalarında olmadığına tekrardan emin olmanın verdiği sinirle kendimi toparlayarak "Mert! Biraz daha sarılmaya devam edersen tekmeyi yiyeceksin!" dedim.
Sesimin kekeleyerek çıkmamasına saygılarımı ilettikten sonra Mert'in ayrılmasını bekledim. Benden ayrıldıktan sonra yüzüme bakmasıyla kahkahayı basması bir oldu. Mert karşımda böyle kendinden geçmişçesine gülerken kafede bulananlar bize bakmaya başladı. Daha fazla seyirlik tablo olamayacağım için koluna çimdik attım.
"Ah! Kızım ne yapıyorsun!" deyip kolunu ovuşturmaya başladı.
Attığım çimdiğin işe yaramış olmasından gurur duyarak "Küçük çaplı bir gülme krizi geçiriyordun ben de seni kendine getirdim!" dedim.
Dudağını ısırıp başını anladım manasında aşağı yukarı salladıktan sonra "Ama Maya yüzün öyle bir hâle gelmişti ki gülmemek elde değil! Resmen domates gibi olmuştun!" dedi.
Kollarımı göğsümde kavuşturarak "Ha, ha, ha, çok komik. Buradan sana bir yumruk vurursam kırmızılıkta bana eşlik edersin." dedim.
Söylediklerimle şaşkın bir şekilde bana bakarken ben de kendi içimde kendime şaşırıyordum. Allah'ım bu çocuk tüm ayarlı hallerimi bozdu. Lânet giresice!
"Tamam güzellik, sakin ol ama sana bir şey söyleyeyim mi?"
"Buyur!"
"Bence sen de birine yumruk vurma potansiyeli yok."
Mert'in ciddi bir şey söyleyeceğine dair ben de ortaya çıkan dikkate saygılarımı iletip şakayla "Deneyelim istersen!" dedim.
Gülerek "Vay, iddialıyız!" dedi.
"İddiayı her zaman severiz ama boş ver şimdi yumruğu da geçip oturalım." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. Gülerek başını aşağı yukarı salladıktan sonra oturmam için sandalye çekti.
"Buyurun Maya Hanım."
Sesini kalınlaştırarak söylediği cümleye gülerek "Teşekkür ederim, Mert Bey!" dedim.
Sandalyeye oturduktan sonra Mert karşımdaki sandalyeye kurularak "Güzellik, ne yiyelim?" diye sordu.
"Garsonu çağırıp menüye bakarsak daha isabetli bir karar vermiş oluruz."
Bunu söylerken başımızda biten garsonla, garson çağırmaya gerek kalmadı. Garsonun masaya bıraktığı menüyü alıp incelemeye başladım. Menüyü inceleme işim bittikten sonra menüyü masaya bırakıp Mert'e baktım. Mert hâlen menüyü incelerken "Ben kararımı verdim." dedim.
"Ya, ben daha karar veremedim. Bana yardımcı olur musun?" diye menüye kararsız bakışlar atarak konuşup menüyü incelemeye devam etti.
"Frambuazlı pasta seviyor musun?"
Başını menüden kaldırıp "Denemedim." dedi.
Aldığım cevapla ellerimi birbirine vurup "Çok iyi. O zaman senin için yeni bir tat deneyimi olacaktır." dedikten sonra garsona döndüm.
"Beyefendi, biz 2 dilim frambuazlı pasta ve içecek olarak bir limonata alabilir miyiz?" dedim.
Garson beni onaylayıp siparişleri not alınca Mert'e döndüm.
"Sen ne içersin?" diye sordum.
"Kola."
Garson söylediklerimizi not ettikten sonra "Başka bir arzunuz var mı?" diye sordu.
"Hayır."
"Hayır, teşekkürler."
Garsonun gülümseyerek yanımızdan ayrıldıktan sonra gülerek Mert'e baktım.
"Çok kibarız!" dedim.
Ukala bir şekilde "Huyum kurumasın inşallah çok kibarımdır maşallah." deyip göz kırptı.
Söylediğine gülüp siparişin gelmesini bekledim. O sırada gözlerim etrafı kolaçan ederken kafede yenilikler olduğunu fark ettim. Bizim ilerimizde olan tarafa şömine yapılmıştı. Şöminenin monte edildiği duvarı kitaplarla süslemişlerdi. Yanlış görmüyorsam 2 kişi orada kitap okuyordu ama en çok dikkatimi çeken alt katta yapılan salıncaktı. Çok hoş bir havası vardı ve çok tatlı renklere sahipti. Zaten bu kafe genel olarak üniversite öğrencilerin uğrak yeridir. Mekan olarak herkese hitap edecek bir havası var ama fiyatlar biraz tuzlu. Aslında fiyatlar ideal ama öğrenci açısından fazla açılım olursa tuzlu olur...
"Maya, sana bir şey soracağım."
Mert'in seslenmesiyle etrafı tarayan gözlerim Mert'in yüzünde buluşup o noktaya sabit kaldı. Bu sefer Mert'i ciddiye almayarak alayla "Buyur bakalım." dedim.
"Sen az önce neden bu kadar çok kızardın?"
Sorduğu soruyla onu ciddiye almam gerektiğini anlamamın verdiği hayal kırıklığıyla konuşacakken Mert konuşmaya devam etti.
“Tabii kızarmak doğal bir şey ama seninki doğallıktan biraz öteydi. Ya da ben yanlış yorumladım.” diye ekleme yapınca naifliği karşısında gülümsedim.
"Nedenini ben de bilmiyorum."
Bir an duraksayıp ardında şaşkın bir sesle "Nasıl yani?" diye durumu anlamaya çalışan bir tavırla sorguladı.
"Yani nedenini bilmediğim bir şeyin nasıl yanisine cevap vermeyeceğim Mert!" diye alay ve gizli bir acıyla konuştum.
Sol eliyle saçını karıştırıp ardında gözlerime baktı.
"Şimdi sen kızarıyorsun ama bunun nedenini bilmiyor musun?" diye tane tane sordu.
"Hayır!" dedim kararlılıkla.
"Doktora gittin mi?" diye merakla sordu.
"Evet!"
"Sanırım lafları ağzından cımbızla ağzından alacağım. Doktor ne dedi?"
"Seninle buluşmadan önce yaptığımız telefon konuşmasından... demiştin. Ben de senin söylediğine göre hareket edip sorduğun sorular dahilinde sana cevap veriyorum. Böylelikle ortaya çıkabilecek yanlış anlaşılmaların önüne geçmiş olurum."
Söylediklerimi şaşkın bir şekilde dinlerken ben de masaya gelen limonatamı yudumlamaya başladım. Mert bana uzun uzun bakmaya devam ediyorken dayanamayıp gülerek "Ne var?" dedim.
Boğazını temizleyip "Yani diyorsun ki bazen direkt sorduğumuz sorulara net bir cevap alırken bazen de sorduğumuz o soruya verilen cevaplar dolaylı yoldan diğer sorularımızı elemiş oluyor." dedi.
Başımı hafif sağa yatırıp "Aynen öyle, şampiyon." deyip gülümsedim.
Dişlerini gösterecek şekilde gülümseyerek "O zaman ilişkilerimizde gerektiği yerde net sorularla gerektiği yerde de dolaylı olarak sorularımıza cevap alabiliyoruz. Önemli olan karşımızdaki insanı tanıyıp ona göre hareket etmektir." dedi.
Ben de dişlerimi gösterecek şekilde gülümseyip "Aynen öyle canım." dedim.
Elini bana doğru uzattı.
"O zaman Maya Hanım, acısıyla, tatlısıyla, kavgasıyla, kahkahasıyla kısacası benliğinizin tüm gerçeğiyle benimle bir arkadaşlığın başlangıca var mısınız?"
Ses tonunu yükselterek coşkuyla kurduğu cümleye şaşırsam da çok mutlu olmuştum. Sonunda benimde bir arkadaşım olacaktı. Gülerek başımı salladım.
"Sesli yanıt alalım Maya Hanım."
"Evet, seninle bir ömürlük arkadaşlığa varım." diyerek uzattığı ele elimi bırakmam üzerine kafede bir alkış tufanı koptu. Mert’le şaşkın bir şekilde birbirimize bakarken yanımıza gelen garson "Tebrik ederim çocuklar." demesi üzerine anlamsız bakışlarla garsona baktık ama garson bizim anlamsız bakışları anlamayarak yanımızdan ayrıldı. Bize bakıp gülümseyen insanlara bakmakla yetinirken Mert elimi bırakıp ayağa kalktı. Sesli bir şekilde "Bu mutlu anımızda bizlere şahit olduğunuz ve zamanla Mavi kafede şahit olacağınız her mutluluk görüntüsünde desteklerinizi bekliyor olacağız. Hepinize çok teşekkür ederim." dedi.
Anlamsız gözlerle Mert'i dinlerken, Mert masanın üzerindeki kolayı havaya kaldırıp "Afiyet olsun." dedi.
Kafede çıkan birkaç ses ardından kafe eski sessizliğine büründü. Açıklama bekler hâlde Mert'e bakarken Mert beni hiç beklettirmeden söze girdi.
"Güzellik, sana evlenme teklifi ettiğimi zannettiler." deyip göz kırptı.
Söylediğiyle şaşkın şaşkın ona bakarken kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Gülüşümü durdura bildikten sonra "Tabii burada insanları suçlamak anlamsız. Çünkü sağ olsun arkadaşımız basit cümle kuracağına süslü püslü cümleleri tercih ediyor." dedim.
"Ya kızım böyle anlarda basit kelimeler kullanınca anın bir anlamı kalmıyor. Nasıl desem aurası kaçıyor. Onun için kelimeleri süsleyerek söylemeyi tercih ediyorum." deyip göz kırptı.
Açıklamasına başımı sallayarak cevap vermeyi tercih ettim. Boğazını temizleyip "Şimdi gel gelelim zurnanın zırt dediği yere." dedikten sonra gülümseyerek sözüne devam etti.
"Şimdi Güzelim biz seninle bir yola baş koyduk."
Hâlen sadede gelmediğinden dolayı sıkkın bir nefes verip "Mert biraz daha dolambaçlı yolları seçip sadede gelmezsen bu sefer hem kafana hem de başına taş döşeyeceğim." dedim.
"Üf tamam be, azıcık edebi ruhumuzu konuşturalım dedik ona da kırmızı kart çekildi." diye isyan edip ardına bir de haklıymış gibi yaslandı.
"Lan zaten sabahtan beri konuşturdun konuşturacağın kadar mükemmel edebiyatını!"
"Tamam tamam bundan sonra ciddi oluyorum." deyip sandalyesinde dikleşti. Dikkatlice ona baktığımda gülümseyerek konuştu.
"Maya, güzel bir arkadaşlığın devamı için birbirimizi tanımamız gerekiyor. Şimdi bir ben bir sen birbirimize soru sorarak birbirimizi tanımaya çalışacağız ama cevap vermediğimiz soruları birbirimize yönlendirmeyeceğiz. Sadece cevapladığımız soruları birbirimize sorabiliriz."
Uyanığa gel!
"Ama soru havuzunu daraltıyorsun."
"Kusura bakma Güzelim ama birbirimize haksızlık etmemiz gerekiyor."
Adaletli düşüncesinden dolayı "Tamam o zaman, sen başla." diye önceliği ona tanıdım.
"İlk başta ismin çok dikkatimi çekti. İsmini kim koydu?"
Aklıma gelenlerle gözlerime hüzün bulutu çöktü. Mert'in cevap bekleyen sorusuna sadece "Sevda Hanım." dedim.
"O kim?" diye merakla sordu.
"Soru sorma sırası ben de!" diye itiraz edip sorudan kaçmaya çalıştım.
"Tamam güzellik, seni dinliyorum."
"Hep bu kadar rahat mısın?"
"Sülalem rahat."
"Hı!" diye şaşkın bir tepki verdim.
"Demek istediğim ailem beni gayet rahat bir şekilde yetiştirdi. Onun için pekte endişeli bir yapım yok."
"Anladım."
"Sevda Hanım kim?" diye sormasıyla derince soludum. Bu soruyu ne kadar es geçmek istesem de bundan sonra sorulacak sorulara zaten cevap teşkil edeceğinden dolayı cevap vermeyi tercih ettim.
"Yurt müdürü."
"Yurt müdürü derken?" diye daha şaşkın bir ifadeyle sorusunu yöneltti.
"Sıra ben de." deyip göz kırptım.
"Bu hayatta en çok değer verdiğin kişi?"
"Ailem."
Mert'in tekrardan aile demesiyle sadece başımı sallamakla yetindim.
"Tam olarak yurt müdüründen kastın neydi?" diye dikkatle sorup cevap vermemi bekledi. Sanırım kaçtığım gerçeğin çıplaklığına denk geldim. Bir yandan da artık hayatımın gerçeklerini canlı birine anlatma arzusunun şaha kalkmasıyla sandalye iyice yaslanıp gözlerimi karşımdaki şömineye diktim. Söze nereden başlanılması gerektiğine dair bilgisizliğim boğazımı düğümlüyordu. En iyisi sözü gücüne bırakmak. Gözlerimi şömineden ayırıp Mert'in yüzüne bakarak "Şimdi sana kendimi birkaç paragrafta özetleyeyim! Emin ol ki bu söyleyeceklerim birkaç soruna cevap olacak nitelikte." deyip gözlerimi tekrardan şömineye çevirdim.
"Ben küçükken aslında bebekken çocuk esirgeme kurumuna bırakıldım. Gerçeği oraya bile bırakılmaya layık görülmedim. Sağ olsun beni bulanlar yurda verip bu yaşıma kadar gelmeme vesile oldular. İsmimi yurt müdürüm Sevda Hanım verdi. Kimliğim ise adına doğru dürüst bakmadığım sadece kimlik çıkarılması için herkese verilen bir anne-babanın isim ve soy ismiyle süslü."
Bakışlarımı şömineden ayırıp Mert'in gözlerine diktim. Gözlerinde bir duygu arıyordum ama o kadar farklı bakıyordu ki gözlerinden geçen duyguyu anlamlandırmakta zorlanıyordum. Bakışlarımı Mert'ten ayırıp tekrardan şömineyle buluşturdum.
"Hani meşhur bir soru var ya, nerelisin sorusu! Benim o soruya cevabım dünyalıyım olurdu. Tabii bunu sesli değil, içimden söylerdim. Sesli ise kimlik de bana biçilen şehri yani burayı söylerdim. Anlayacağın Mert, benim anne-babam, soy ismim, şehrim yok. Benim sadece adım var. Çünkü sadece o gerçek, anlamlı ve belli."
Mert'e tekrardan baktığımda pür dikkat kesilmiş beni dinliyordu. Söylediklerimi kafasında toplayıp şemalandırması için ona süre tanıdım...
Birazdan daha fazla beklememe rağmen Mert'ten hâlen bir ses seda çıkmadı. Sanırım sözümün bittiğini suskunluğumla değil sözlerimle ifade edersem Mert kendine gelecek. Mert'in koluna dokunarak "Mert, sözümü bitirdim." dedim.
Uykudan uyanır gibi irkilerek bana baktı. Gözleriyle bir şey arıyormuş gibi yüzümü incelemeye başladı. Gözlerini gözlerimde sabitleyip konuşmaya başladı.
"Üzgünüm Maya, bilmiyordum."
Mahzun çıkan sesiyle gözyaşlarımın akmak için harekete geçtiğini hissetmeye başladım. Masadaki eline dokunup bana bakmasını sağladım.
"Lütfen bana acıma! Çünkü bana acırsan ne kadar iyi olursan ol, seninle asla konuşmam."
Telaş barındıran bir sesle "Maya, sen beni yanlış anladın. Ben sana acımadım. Sadece konuşmalarımızda aile kavramına çok fazla yer verdiğimi hatırladığım için üzgünüm ama senin bu hayatını bilmediğim içinde üzgünüm." dedi.
Elimi Mert'in elinin üzerinden çekip gülümseyerek "Genel olarak kimse bilmez." dedim.
Ortamın sisli havasını dağıtmak için gülerek "Aman Mert, ne çok konuştun? Boş ver, salla gitsin. Sonuçta herkes bir şeyler yaşıyor. Çünkü biz hayattayız ve yaşam belirtisi gösteriyoruz. Bu hayatta ot bile rüzgârda sallanarak bir yaşam belirtisi gösterirken biz insanlar daha fazlasını gösteririz. Yani üzülmeni gerektirecek bir durum yok." dedim.
"Gülüşlerin arkasında saklıdır acı gerçekler." demesiyle daha çok gülümsedim.
"Vay özlü sözlü laflara başladık ama biz arkadaşlığımızı senin felsefenden yürütelim Mert!" dedim kararlı bir sesle.
"Nasıl yani?" diye merakla sordu.
"Hayat boş, eğlen coş..."