10. Bölüm "KISKANÇLIK KRİZİ"

1838 Words
Annesi işten geldiği gibi yatmış, öğleden sonra tekrar uyanmıştı. Başak için annesinin memnuniyetsizlikleri, o gün hiç önemli değildi. Eskisi gibi her şeye bir bahane bulmasını takmadı. Öyle ki bu durum, sonunda Nihal’in de dikkatini çekti. “Hayırdır? Bugün bir tuhaflık var sende.” Genç kız, başını işlediği yazmadan kaldırmadan, “Bir şey yok,” dedi. “Gece pek uyuyamadım.” Kadın onun cevabıyla şaşırmadı. Çünkü gece yağan şiddetli yağmur yüzünden ilçe genelinde elektrik kesintisi olduğunu biliyordu. Yalnız tuhaf gelen, daha önce Başak’ın el işini bu kadar aşkla işlediğini hiç görmemiş olmasıydı. Mutfakta dolanan annesi, “Evde domates konservesi kalmamış,” dediğinde genç kız dondu. Çünkü konserveler Türker’in olduğu evdeydi. Hemen elindeki işi koltuğun kenarına bıraktı. “O zaman ben gidip getireyim.” Nihal, “Sen otur, ben getiririm,” dedi. Başak’ın iyice rengi attı. Az sonra kopacak kıyameti düşünmek istemiyordu. Annesi tam kapıyı açacakken zil çaldı. Gelen Yelda’ydı. “Nihal teyze, müsaitsen annem kahve için gelecekmiş,” Genç kız, nefesini tutarak annesinin cevabını bekledi. “Tabii kızım buyursun gelsin. Müsaidim.” Sonra geri dönerek Başak’tan konserveyi getirmesini istedi. Annesi, kahveye gelecek komşusu için üzerine çeki düzen vermek için odasına giderken Başak, Yelda’ya minnetle baktı. “Hızır gibi yetiştin Yelda. Tam da konserve getirmek için arka tarafa gidiyordu.” Yelda, arkadaşının sessiz cümlelerine, aynı sessizlikle karşılık verdi. “Gelecek sefer, bu kadar şanslı olamayabilirsin. Hadi sen git, işini hallet de şüphe çekme. Ben de annemi alıp geleyim.” Yelda eve, Başak ise genç adamın olduğu binaya gitti. İçeriye girdiğinde yatak duvara yaslanmış, ortada herhangi bir yaşam belirtisi görünmüyordu. Etrafına bakındı. Türker’i göremedi. Gitmiş olabileceğini düşünmek canını acıtırken genç adam, odada bulunan eski buzdolabının arkasından çıktı. “Bir an için annen geldi sandım.” Genç kız, onunla yüz yüze gelince hemen gözlerini kaçırdı. Gece olanlar nedeniyle yüzüne bakamıyordu. Gerçekten bütün gece ona sarılarak mı uyumuştu. Başını yere eğip, “Konserve almaya geldim,” diyerek yan odaya yürüdü. Zaten ev iki oda, bir mutfak ve banyodan oluşuyordu. Metre karesi küçük bir evdi. Türker onun arkasından gidip kolunu tuttu. “Dün gece için bana kızgın mısın?” Başak, kolunu tutan elin sahibine bakamıyordu. Yere bakmakta direterek titreyen sesiyle tek kelimelik cevap verdi. “Hayır.” Fakat daha fazla konuşamadı. Genç adam, onun karşısına geçip çenesini tuttu. Gözlerine bakmak için çenesini kaldırdığında kızaran yanaklarıyla şaşırdı. “O zaman neden yüzüme bakmıyorsun.” Başak’ın yüzü, Türker’in yüzüyle karşı karşıya olsa bile gözleri hâlâ yere bakıyordu. “Sadece, yine kötü bir anıma denk geldiğin için kendimi kötü hissediyorum,” dedi. Genç adamın gözlerinde, gece onu bulduğu an canlandı. Karanlıktan korkan küçücük bir kız çocuğu gibi yatağın içinde büzüşüp ağlaması, ömrünün sonuna kadar unutabileceği bir görüntü değildi. Tanık olduğu an, sıradan bir fobinin ötesinde büyük bir travmanın iziydi, tahmin edebiliyordu. Ama nedenini bilmiyordu. Onu bu hale getiren şeyin annesiyle ilgili olduğu şüphesizdi. Gülümsemeye çalışarak, “Herkesin Korkuları vardır. Hatta benim bile,” dedi. Genç kız şaşırdı. Onun gibi bir adamın korkusu olabileceği hiç aklına gelmezdi. Meraklanarak, cesaretini toplayıp gözlerine baktığında, Türker’de kendi korkusunu itiraf etti. “Mesela, ben de yükseklikten korkarım. Uçağa binmeden önce mutlaka sakinleştirici içerim.” Onun yükseklik fobisiyle Başak tebessüm etti. “Bana, çok korkusuz birisi gibi gelmiştin.” İkisi karşılıklı gülmeye başladıklarında, genç kızın aklına unuttuğu konserveler geldi. “Annem arkamdan aramaya gelmeden ben gideyim.” Başak konservelerle gittikten sonra Türker, koliden seçtiği kitaplardan birisini alıp odada bulunan sandalyeye, evin giriş kapısı görünecek şekilde oturdu. Böylece Nihal gelirse saklanacak zamanı olacaktı. Bir yandan iki evin arasındaki mesafeye bakarken diğer yandan elindeki kitabı okumaya çalıştı. Ancak aklı Başak’tayken bu pek mümkün değildi. Gece boyu kucağında yatan kızın masumiyeti, güzelliği, her geçen gün onu kendine daha çok çekiyordu. Başta bunu merhamet gibi düşünse bile artık duygularının kontrolden çıktığının farkındaydı. O güne kadar annesi yüzünden, uzun süreli bir ilişkisi olmamıştı. Ne zaman bir kız arkadaşını annesiyle tanıştırsa mutlaka birkaç gün sonra o kız, hastalıklıymış gibi kendisinden kaçardı. Bunu fark ettikten sonra hiçbir sevgilisini ailesiyle bir araya getirmemişti. Fakat ne yazık ki bu önlem de ilişkilerinin uzun süre devam etmesini sağlamamıştı. Kadınlardan çabuk sıkılırdı. Bazen kendi kendine düşündüğü olurdu. Acaba sebep daha çok onların kendisini bulması diye mi. Çünkü karşı cins konusunda yıldızı her zaman her yerde çok parlak olmuştu. Girdiği ortamdan boş çıkmazdı. Şimdi ise durum çok farklıydı. Başak, diğerleri gibi onu ayartmak için uğraşmıyordu. Gerçi öyle bir yeteneğinin olmadığını bilmesi için müneccim olması gerekmiyordu. Onun gibi bir kızın, o tarihe kadar bir erkek arkadaşının olduğu bile şüpheliydi. Öte yandan, onun yanında hissettiği huzuru daha önce hiç kimsenin yanında hissetmemişti. Saftı, güzeldi, iyiydi. En önemlisi doğaldı. Kendi gibiydi. Başka birisi olmak gibi bir çabası yoktu. Sadece aile yönünden çok şanssızdı. Ertesi gün Türker, Başak’ın gelmesini, heyecanla bekledi. Bütün gece, onu düşünmediği tek dakika olmadığından uyuyamamıştı. Yanına geldiği zaman, ona bu hayattan kurtulması için teklifte bulunacaktı. Nihayet beklediği an geldi. Genç kız, kahvaltılıklarla içeriye girdi. Onu gördüğü an, şaşırdı. Omuz hizasında olan saçlarını yarım toplamış, gözlerine daha derin bir anlam katan siyah göz kalemi sürmüştü. Hatta her zamankinden daha özenli giyindiği de gözünden kaçmadı. Türker onu beğeniyle süzerken yanına yaklaşan Başak, “Günaydın,” dedi. Her sabah duyduğu bu kelime, genç adam için ilk kez o an bir anlam kazandı. Sıradan bir günaydın değildi işittiği. Tek bir gülümseme ve kelimeyle günü aymıştı. Genç kızın varlığıyla heyecan duyarken elindeki tepsiyi aldı. “Bugünkü menü daha iştah açıcı,” dedi gözlemeye bakarak. Başak utanarak bakışlarını kaçırdı. “Bacağın eskisinden daha iyi görünüyor. Bugün Yelda gelip başındaki dikişi alacak.” Onun söyledikleriyle Türker’in yüzü düştü, iştahı kapandı. “Beni kovacak mısın?” dedi hiç düşünmeden. “Yok, hayır bunu da nereden çıkarttın? Sadece iyileşmene seviniyorum. Burada istediğin kadar kalabilirsin.” Türker, keyifsizce Başak’tan aldığı tepsiyi yere bıraktı. Yanına yaklaşıp aklından geçeni dile getirdi. “Buradan giderken benimle gelir misin?” Genç kız, onun teklifiyle şaşırdı. Öyle ki eli ayağına dolandı. Onun ne düşündüğünü anlayamayan genç adam, yanına yaklaştı. “Sana, iş imkânı ve kalacak ev ayarlayabilirim. Bana yaptığın iyiliğe karşılık bu hayattan kurtulmana yardımcı olabilirim.” Özellikle iyilik konusunu vurgulamıştı çünkü onun aklına başka türlü bir şey gelmesini istememişti. Aslında amacı güven vermekti. Fakat ne yazık ki Başak onu yanlış anladı. Türker’in kendine acıdığını sandı. Ya da yaptığı iyiliğin altında kalmak istemediğini. İkisi de olabilirdi. Başını sağa sola sallayarak gelen teklifi reddetti. “İlk iyiliği, o adamların elinden kurtararak sen bana yaptın. Ödeştik. Daha fazlasına gerek yok. Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama bunu kabul edemem,” dedi. Türker, böyle bir cevabı beklediği halde şaşırdı. Şaşırmaktan da öte üzüldü. Onunla gelmektense onca acıya katlanmaya razı gelmesi zoruna gitti. İstemediği bir adamla evlenecek olması ise sinirlerini bozdu. “Ne yani, o herifle evlenecek misin?” dedi. Sesinde hem kırgınlık hem de öfke vardı. Başak, onun verdiği tepkiyi anlayamıyordu. “Evet. Buna mecbur olduğumu biliyorsun.” Genç kızın söyledikleriyle Türker’in siniri daha da arttı. Öyle ki aklından geçenler düşünmeden pervasızca dudaklarından döküldü. “Adam baban yaşında! Onunla aynı yatağa nasıl…” dedi fakat daha fazlasını söylemeye dili varmadı. Aklına bilgisayarın ekranında uzaktan gördüğü adam geldikçe kendini boğuluyor gibi hissetti. Ve o adamın Başak’a dokunacak olması kalbini sıkıştırıyordu. Başak, onun yarım bıraktığı cümleye bozulurken gözleri dolarak, “İleri gidiyorsun,” dedi. Fakat bu Türker’i durdurmadı. Kendine hâkim olamayarak genç kızın kollarından tuttu. “Yüzüme bak Başak! Gözlerimin içine bakarak gerçekten o adamla evlenmeye gönlünün razı olduğunu söyle.” Başak tam olarak Türker ile yüz yüze olsa da gözleri her zamanki gibi yere bakıyordu. Cevap veremiyordu. O an aklına tek bir şey geldi. “Neden benim evlenmemle bu kadar ilgileniyorsun?” dedi. Aldığı cevapla genç adam bozguna uğradı. Kız haklıydı. Neden yaşadığı kötü hayattan çok, evlilik meselesine takmıştı? Neden onun sahibiymiş gibi kıskanmaya başlamıştı? Kendini tanıyamıyordu. Duyguları karmakarışıktı. Cevabını tam anlamıyla kendisi bile bilmezken ne yanıt verebilirdi. Sadece “Çünkü seni önemsiyorum,” dedi. “İyi bir kızsın. Mutsuz olmayı hak etmiyorsun.” Konuştukça konunun daha saçma yerlere gideceğinin farkına varan Başak, yerde tepside duran kahvaltılıkları işaret etti. “Gözlemen yeteri kadar soğudu. Az daha beklersen buz gibi olacak.” Türker, kaçan iştahıyla tepsiyi yerden alıp yatağa oturdu. O kahvaltısını yaparken sanki az önce hararetli konuşan kendileri değilmiş gibi sıradan konulardan bahsetmeye başladılar. Söz eğitime geldiğinde genç adam liseye kadar Türkiye’de sonrasını İngiltere’de okuduğunu anlattı. O anlattıkça Başak masal dinlermiş gibi genç adama heyecanla baktı. “Sen ne okudun?” Türker’in sorusuyla Başak’ın suratı asıldı. “Ben liseyi bile zor bitirdim. Üniversite hayalim, annemin sayesinde hiç gerçekleşemedi. Yani anlatabileceğim bir şey yok. İçimdeki en büyük ukdelerden birisi olarak geçmişte kaldı.” Genç kızın gözleri ve sözlerinden bu duruma ne kadar üzüldüğü belli oluyordu. Kahvaltısı biten Türker, tepsiyi yatağın kenarına bırakırken, “Neden içinde ukde kalsın ki? Hiçbir şey imkânsız değildir. Yeter ki sen iste,” dedi. Yine başa sardıklarını düşünen Başak of çekti. “Neden anlamak istemiyorsun. Benim için bunlar hayalin ötesine geçti artık. Ben bu ilçeden Adana’ya bile iki defa gizli saklı kızlarla çıkabildim. Kaçma girişimimden bahsetmiyorum bile. Beni şehrin ortasına koysan kaybolurum. Hayatım boyunca, şu komşu kızlarımdan başka doğru düzgün arkadaşım olmadı. Bir erkekle çıkmadım. Dans etmeyi bilmem. Flört etmekten anlamam. Aşkı, sevgiliyi, sadece film ve kitaplarda gördüm. Hani bana iş imkânı sağlamaktan bahsediyorsun ya, ben bugüne kadar hiç çalışmadım. Ne iş yapılır, nasıl yapılır bilmem. Sen kalkmışsın bu dört duvarın arasına sıkışıp kalmış, yirmi dört yaşına kadar annesi tarafından yönetilmiş bir kıza, gelecek için umut var diyorsun. Üstelik bu kız, bu yaşına rağmen annesinden şiddet görüyor. Ne anlatıyorsun Allah aşkına! Benim içimde kalanlar sadece üniversiteyle sınırlımı sanıyorsun.” Başak’ın sinirle söylediklerine Türker, sessizliğiyle cevap verdi. Çünkü ne söylerse söylesin, karşısındaki kızı ikna etmenin mümkün olmadığını o an anladı. Kendine olan güveni biten birisi için, sarf edeceği hiçbir söz kâfi olmayacaktı. Yanıldığını anlamasının tek bir yolu vardı. Ama ne yazık ki Başak, bu yolları karamsarlıklarıyla kapatalı çok olmuştu. Öğleden sonra gelen Yelda, Türker’in dikişlerini aldığında daha fazla dayanamayıp, “Burada kalmayı sevdin sanırım,” dedi. Başak, arkadaşının imasına bozulup ters ters baktı. İkisinin arasındaki gergin bakışları gören genç adam, onların arasındaki sessizliği bozdu. “İki gün sonra gidiyorum. Arkadaşın için endişelendiğinin farkındayım Yelda. Haklısın da. Size benim için yaptıklarınızdan dolayı çok teşekkür ederim.” Başak onun gideceğini duyduğu an ağlamak istedi. Bir haftada her gün görmeye, o kadar çok alışmıştı ki. Öfkeli bakışlarını, gitmek için hazırlanan Yelda’ya çevirdi. Arkadaşına hiçbir şey söylemese bile suçlar gibi baktı. Acaba Türker onu yanlış anlamış olabilir miydi? Yelda gittikten sonra genç adamın yanına döndü. “Gerçekten gidiyor musun?” diye sordu. Sanki onun kendine ait bir hayatı yokmuş gibi saçma sapan bir soru sorduğunu bildiği halde. Türker, sabahki konuşmalarından sonra karar vermişti gitmeye. Halası iki gün sonra Mısır’dan dönüyordu. Ailesiyle yüzleşip nişanı atmak için onun desteğine ihtiyacı vardı. Gerçi o olmadan da nişan meselesine son verebilirdi ama halası yapıcı, mantıklı, ikna kabiliyeti kuvvetli bir kadındı. Onun desteğiyle bu işten daha kolay sıyrılırdı. Diğer yandan Başak’la kaldığı her an ona daha çok bağlandığının farkına da varmıştı. Günden güne bu kıza daha çok kapılıyordu. Hayatında ilk defa, bir kadının karşısında bocalıyordu. Kısa bir an düşündükten sonra, kendinden cevap bekleyen kızın gözlerine baktı. “Evet. Sanırım gitme vakti geldi.” Başak, her an ağladı ağlayacak yüz ifadesiyle ona bakarken konuşamadı. Üzüldüğü belliydi ama nedeni gitmesini istememesi olabilir miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD