“Nasıl yani! Hiçbir şey hatırlamıyor musun?”
Genç adam, başını önüne eğerek sustu. Yalan söylemek normalde başvurduğu bir yol değildi. Tam aksine, hayatında tahammül edemediği tek şeydi. Ve ilk kez, birisinden gerçeği saklıyordu. Bunun huzursuzluğuyla pişman olurken Başak’ın sesini duydu.
“Bu çok kötü olmalı. Yani kim olduğunu, nereye ait olduğunu bilmemek… Başına aldığın darbe yüzünden geçici bir hafıza kaybı yaşıyor olabilir misin?”
Genç kızın yürüttüğü tahminle Türker, gözlerini kapatarak onu onayladı. Elini ağrımakta olan başının üzerine dokundurarak, “Belki de,” dedi. “Sanırım, bunun başka bir açıklaması olamaz. Peki, sen bana başımın belada olabileceğini düşündüğün için buraya getirdiğini ifade ettin. Tanımadığın birisini neden korumaya çalışıyorsun?”
Soru, beklemediği yerden geldiği için genç kız, ne cevap vereceğini şaşırdı. Ona, onu kumar masasında kazandığını, sonra özgür bıraktığını, hayatını borçlu olduğunu anlatamazdı. Bunu açıklamak, oraya nasıl ve neden düştüğünü anlatmak zorunda kalmak demekti. Gerçeği açıklamak yerine, “Ben değil, biz,” diye düzeltti. “Arkadaşlarımla birlikte özel bir kutlama için Adana’ya gitmiştik. Dönüşte seni yolda bulduk. Nedenini ben de bilmiyorum ama seni buraya getirmenin daha doğru olduğuna karar verdik. Sonuçta şu halinle bize zarar verebilecek durumda değildin. Sanırım iyi tarafımıza denk geldin.”
Başak, onun uyandığında kendisini hatırlamasını beklerken üzerine birde bu hatırlamama konusu çıkmıştı. Kendisi açısından hatırlanmamak bir yerde iyi olmuştu ancak aynı şey karşısındaki adam için söz konusu değildi. Kim olduğunu bilmemek, hatta ismini bile hatırlamamak çok zor olmalıydı. Onun yerinde olmak istemezdi. Peki, bundan sonra ne olacaktı? Ya hiç hatırlamazsa o zaman ne yapacaklardı. Onu sonsuza dek saklayamazdı. Gelecek günleri düşünmeyi erteleyerek, “Bir şeye ihtiyacın var mı? Sana sıcak çorba getirmiştim ama uyanmanı beklerken soğudu,” dedi. Belki zamanla kim olduğunu ve başına ne geldiğini hatırlardı. Şimdilik her şeyi oluruna bırakmalıydı.
Genç adam, acıktığı için çorba teklifine sıcak bakabilirdi. Eğer sıkışmamış olsaydı. “Burada tuvalet vardır herhalde.”
Başak bunu daha önce düşünmediği için yanakları al al oldu. Saatlerdir uyuyan birisinden bu soru cümlesini duymak çok normaldi tabii ama onun yerinde kendisi olsa tuvaleti sormaya utanırdı. Eliyle diğer odayı işaret ederek, “Var tabii, yan tarafta. Fakat bu bacakla nasıl ayağa kalkacaksın?”
“Deneyeceğiz.”
Türker, üzerindeki örtüyü açtığında kendisine birkaç beden büyük gelen pijamalara tuhaf tuhaf baktı. Gerçi bacağına bantlanan kartonlar kadar tuhaf değildi. Yattığı yerde yana dönerek ayağa kalkmaya çalışırken bacağına giren ağrı yüzünden dişlerini sıktı. Onun verdiği çabayı gören Başak, hemen yanına yaklaşıp destek olmak için kolunu tuttu. İlk defa o zaman göz göze geldiler. Genç adam, ona yardım eden kızın kim olduğunu bilmese bile bildiği tek bir şey vardı. O da, gerçekten duru bir güzelliği olduğuydu. Makyajsız yüzüyle tanıdığı diğer kızlardan çok başka görünüyordu. Saf ve masum…
Birlikte ayağa kalktıklarında genç adam, adım atmak için kendini zorladı. Basabiliyordu. Tahminde bulunarak, “Kırık yok,” dedi. “Sanırım ezilmiş olmalı. Yoksa kıpırdatamazdım.”
Başak koluna girdiği adamla birlikte ağır adımlarla tuvalete ilerlerken gülümsedi. “Sevindim.”
Sonunda banyoya geldiklerinde klozeti kullanması için genç kız, kapının dışında kaldı. Elinde olsaydı, onunla içeriye kadar girerdi ancak bundan sonrası onu aşardı. Hem adam ne derdi acaba? Sapık falan olduğunu düşünür müydü? Onunkisi tamamen yürüme zorluğu çeken bir adam için duyduğu endişeydi. Aksi söz konusu olamazdı. Hayatında ilk defa bir erkeğe dokunmuş olması veya koluna girmesi sebep olamazdı. Hem, adam belki evliydi. Belki sevdiği vardı. Parmağında yüzük olmaması, bekâr olduğu anlamına gelir miydi? Evli olduğu halde erkeklerin yüzde doksanı parmağına yüzük takmazdı. Aklına gelen son düşünceyle içi sıkılırken banyonun kapısı açıldığında Türker’le yüz yüze geldiler. Genç adam başına dokunarak, “Saçlarıma ne yaptınız?” diye sordu.
“Üzgünüm ama dikiş atılacak bölgeyi kesmek zorunda kaldık. Arkadaşım biraz abartmış olabilir. Sakın bandajı açtığını söyleme, mikrop kapabilirsin!”
Genç adam, banyodaki aynaya baktığında aldığı hasarı görmek için bandajı açmıştı. Ve yaranın olduğu kısmın, portakal büyüklüğünde kesildiğini gördüğünde şoke olmuştu. Çok komik görünüyordu. Allah’tan asıl darbeyi aldığı başının arka tarafında kesik yoktu. Başak’ın uyarısını duymazdan gelerek merak ettiği soruyu sordu. “Senin ismin ne?”
Genç kız, onu tekrar yatağa götürmek için koluna girerken, “Başak,” dedi.
“Ailenle birlikte mi yaşıyorsunuz?”
Başak, onu eski yerine yatırdıktan sonra ailesiyle birlikte yan evde yaşadıklarını, bulundukları binanın abisine ait olduğunu anlattı. “Annem, senin burada olduğunu bilmiyor. Eğer bilseydi doğruca polisi arardı.”
Tanımadığı bir kız, sırf koruyabilmek uğruna ailesinden habersiz onu bulundukları binada saklıyordu. Bir nevi çılgınlıktı yaptığı. Bu kız, ya çok cesurdu ya da aptal. Yolda yara bere içinde bulduğu adam hırsız mıdır, katil midir? Hiç düşünmemiş miydi? Bu kadar saf olabilir miydi? Nasıl böyle bir riske girerdi! Aklından bunları geçirse bile dile getirmedi. Onun yerine, ”Ya ailen burada olduğu mu öğrenirse,” dedi.
Başak bunu düşünmek dahi istemiyordu. Annesinin nasıl bir kıyamet kopartacağını tahmin edebiliyordu. Soğuk olan çorbayı genç adama uzatırken annesinden bahsetti. “Belki önce kızar ama beni anlar. Annem çok merhametli, iyi bir kadındır. Hatta zor durumda olan birisine yardım ettiğim için beni takdir bile edebilir.” Söylediklerinin hepsi yalandı. Annesi bu durumu bilse saçında tek tel bırakmaz, hepsini yolardı. Zaten anlamadığı bir nedenden dolayı saçına yıllardır takmıştı.
“O zaman annene benziyor olmalısın. Yani iyilik konusunda.”
Başak cevap vermektense onu doğrular gibi sessizce başını salladı. Annesi ve Başak asla birbirlerine benzemezlerdi. İki farklı kutuptu onlar. O kadar farklılardı ki bazen bu zıtlık, evlatlık olduğunu düşünmesine bile neden olurdu. Kendi ailesini düşünmek, huzursuz olmasına neden olduğu için konuyu değiştirmek istedi. “Hiçbir şey hatırlamamak, kafanda koca bir boşlukla uyanmak, nasıl bir duygu?” dedi. “Kendini boşlukta hissediyor musun?”
Karşısındaki kızın ona iyi niyetle yaklaşıp hayatını kurtarması, genç adamın kendisini sorgulamasına sebep oldu. Hiçbir şeyi hatırlamadığını söyleyerek resmen yalan söylemişti. Hissettiği vicdan azabıyla bunu daha fazla saklayamayacağını düşündü, delikanlılığa sığmazdı. “Benim adım Türker. Sana ismimi hatırlamadığımı söyleyerek yalan söyledim. Özür dilerim,” dedi. Başak, onun itirafıyla şaşırırken anlatmaya devam etti. “Ailemle ilgili yaşadığım bir sorun oldu. O kadar moralim bozuldu ki hiç düşünmeden önce beş kişiye sataştım sonra dayak yedim. Ve işte buradayım. Sanırım öldüğümü sanıp beni bulduğunuz yere attılar.”
Kim ailesiyle sorun yaşamıyordu ki. Bunlar normal şeylerdi. Anormal olan, beş kişinin birlik olup bir adamı öldüresiye dövmesiydi. İnsanlar nasıl bu kadar kötü olabiliyorlardı, aklı almıyordu. “Seni döven adamları tanıyor muydun?”
Türker, olumsuz anlamda başını sağa sola salladı. “Hayır, tanımıyorum ama onları bulmak zor olmayacak.”
“O zaman, nerede olduğunu ailene haber verebiliriz. Dün gece eve gitmediğin için çok merak etmiş olmalılar. Annen, baban, eşin…”
Genç adam, Başak’ın evli olup olmadığını anlamak için kasıtlı olarak sorduğu soruyla elindeki çorbayı keyifsizce yan tarafına bıraktı. Nişanlısı Mahperi aklına geldiğinde, “Evli değilim,” dedi sinirli bir şekilde. Hiç birinin yüzünü görmeyi istemiyordu. Henüz buna hazır değildi. Şimdi bir de yaralıyken daha fazla üzerine düşeceklerdi. “Onlar benim ailem olsalar da bana karşı çok büyük bir hata yaptılar. Şimdilik nerede olduğumu bilmemeleri en doğrusu. Hem onları en son gördüğümde uzaklaşmaya ihtiyacım olduğunu söylemiştim. Merak etmeyeceklerine emin olabilirsin. Eğer sana daha fazla sorun çıkartacak olmazsam, birkaç gün burada kalabilir miyim? En azından yardımsız ayağa kalkabilene kadar.”
Başak, onun anlattıklarında bir eksiklik olduğunu yüzündeki huzursuzluktan anlayabiliyordu. Ailesinden kaçacak kadar ne yapmış olabilirdi ki? Bunu merak etti ama dile getirmedi. Anlatmak isteseydi, ismini itiraf ettikten sonra onlarla yaşadığı sorunu da anlatabilirdi. “Tabii ki, kalabilirsin. Tabii böyle bir odada yaşamak istersen!”
Genç adam aldığı cevaba sevindi. Bulunduğu yer, yaşamak için ideal olmasa da kimsenin ona ulaşamamasını sağlayacaktı. Teşekkür ettikten sonra aklına uyku halindeyken duyduğu ses geldi. “Seni duydum,” dedi. “Sesin çok güzel. Kadifemsi, huzur verici. Ama aynı zamanda hüzün dolu. Sanki giden bir sevgiliye sitem var gibi. İki zıt duyguyu karşındakine aynı anda yaşatabilmen tuhaf!”
Başak, sesinin güzel olduğuna dair aldığı yoruma mutlu olsa bile huzur ve hüznü aynı cümlede duymaktan ayrılık acısı yaşıyormuş imasından rahatsız oldu. Fakat bilmediği bir şey vardı. Karşısındaki adam insan ilişkileri konusunda kendisinden daha tecrübeliydi. Ona, o zaman nerede olduğunu ailene haber verebiliriz. Dün gece eve gitmediğin için çok merak etmiş olmalılar. Annen, baban, eşin dediğinde Türker, o soruyu sorma nedenini anlamıştı. Evli olup olmadığını merak eden genç bir kızın cevap alabilme yöntemiydi bu. Şimdi ise aynı yöntemi, genç adamın kendisi uyguluyordu. Ailesiyle beraber yaşadığına göre bekârdı. Peki, sevgilisi ya da sevdiği biri var mıydı? Sebepsiz yere onu öğrenmek istiyordu.
Başak, pansuman yapmak için gerekli olan malzemeleri poşetten çıkartırken, “Sesim için söylediklerine teşekkür ederim ama yanlış hissetmişsin, sadece sevdiğim bir şarkıydı,” dedi. “Öyle bir sevdiğim falan yok.”
Genç kız, dikkatli bir şekilde genç adamın bandajını çıkartırken ikisi de konuşmuyordu. Türker, aldığı cevaptan memnun şekilde onun hareketlerini izlemeye başladı. Çok uzun boylu değildi fakat bir kadına göre kısa da değildi. Koyu kahve gözleri, kirpikleri, yüzü ve her soluk alıp verdiğinde hafif aralanan dudakları… Aslında güzel bir kızdı. Başının pansumanını yapmak için tepesinde hareket ettikçe yaydığı kendine has kokusuyla, dokunuşlarıyla ona huzur veren bu kız, gerçekten ona değişik geliyordu. Daha önce gördüğü, tanıdığı, hiç kimseye benzemiyordu. İşte bu onu ilgi çekici yapıyordu.
Sessiz geçen pansuman sonrasında Başak, Türker’i etkilediğinin farkında olmadan, tekrar yaranın üzerini kapatırken odadaki sessizliği açılan kapının sesi bozdu.