"Duydum Sare, biriyle konuşuyordun! Nerde telefonun, hemen bana ver!"
Yanıma gelip sağımı solumu aramaya başladı hatta parmakları bedenime değiyordu. "Çek elini! Çek elini dokunma bana!"
"O zaman ver şu telefonu!"
Arkamdan alarak sert ve sinirli tavırla eline koydum. "Al bak!"
Ne sinirime aldırış etti ne de sert tavrıma... Telefonu aldığı an açtı ve karıştırmaya başladı. Keşke şifre koysaydım...
"Doğa'yla mı konuştun?"
"Evet!" dedim gözlerimi çevirerek. "Başka kimseyle konuşmuyorsun dimi?"
"Ne ima etmeye çalışıyorsun sen?"
"İma etmiyorum, direk soruyorum Sare! Kocan olduğumu sakın unutma! Yarın hocan gelecek, Nuray hoca. Ben görmedim daha önce, birisinden aldım ismini. Uslu uslu otur, aile içinden tek sır dahi verme kimseye!"
Kafamı salladım çünkü bakışları sert kıvamındaydı. Kendimi bildim bileli yumuşak Barış'ı asla görmemiştim. Bu düşünceyle dertlendim ve Buse'nin yerinde olmak istedim. Kim bilir, o Barış'ın en yumuşak hâlini kaç kez görmüştü...
"Aferin! Yola gelmeye başladın."
Yalnızca gözlerine bakarak dinliyordum çünkü olanlara hâlâ inanamıyordum. Zaman geriye aksa, sabah gözümü İstanbul'da açsam ve bunların bana rüya olduğunu söyleseler ya da kâbus...
"Telefonun şimdilik sen de kalsın ama en ufak hatanda alırım Sare!"
Yine içime attım, yine sustum. Sare susmaktan başka ne yapabilirdi ki zaten?
Barış odadan çıkınca derin nefes alarak koltuğa geri oturdum. Acaba abimi arasam bana yardım edebilir miydi? Bu zamana kadar bana hep uzak ve mesafeli olmuştu ama bu sefer görür müydü gözleri beni?
Telefonu alarak rehberden abimi buldum ve parmağımı üzerine bir kaç santim uzaklıkta bıraktım. Basıp basmamak arasında gidip gelirken, kapım sertçe açıldı ve duvara vurdu. Hafif çığlık atmamla geriye sendeledim, telefonum da yere düştü.
Ve beklenen an gelmişti! Buse yüzleşmek için şimdiyi beklemişti!
Açtığı kapıyı yine aynı sertlikte kapatarak kilitledi ve ellerini beline koyup üstüme yürümeye başladı. Ne çirkef duruyordu şu an!
"Kuma geldin, kabul ettim..." dedi bir adım atarak. "Kocama ikinci eş oldun, sesimi çıkartmadım..." dedi bir adım daha atarak. "Bayılma numaraları yaptın, kocamı sabaha kadar başında beklettin, yine sustum..." dediğinde bu sefer dibimdeydi.
Numara yapmamıştım, gerçekten bayılmıştım. Yaşadıklarının kolay olmadığını biliyordum. Hiçbir kadın kocasını başka kadınla paylaşmak istemez ama bizim Barış'la aramızda en ufak yakınlaşma dahi olmadı ki...
"Şimdi de sıra kocamın yatağına girmekte mi?" der demez eliyle saçlarımdan kavrayarak başımı aşağı çekti. Acı içinde bağırırken, tüm gücünü üstümde kullanmaya devam ediyordu.
"Kocamı elimden almana izin vermeyeceğim! Bi or.spu gibi kocamın altına yatmana izin vermeyeceğim!"
Bunlar nasıl ithamlardı böyle? Şu ana kadar acısı var dedim, karışmadım ama son cümlesi canıma tak etti. "Bırak! Bırak saçımı bırak!" diye bağırmamla karnına yumruk atıp benden uzaklaşmasını sağladım.
"Ağzından çıkan kelimelere dikkat et Buse!"
Üstünü başını düzelterek yüzüme baktı ve "Hiçbir istediğine ulaşamayacaksın! Barış hep benim ve benim kalacak! Onun tek karısı benim! Sen ise bu eve sadece bedel olarak geldin, bunu sakın unutma!"
Kilitli kapıdan ötürü Barış'ın sesi dışarıdan geliyordu. "Açın şu kapıyı!" diye bağırıyordu ama biz iki kadın yüzleşiyorduk...
"Barış'ın karısı olmak gibi bir amacım yok zaten Buse!"
"Olamazsın da zaten! Sen kimsin ki Barış sana baksın!"
Sözleri kurşun gibi kalbime saplanıyordu. Ben de onun gibi insandım, neden beğenmesin ki?
"Kocamdan uzak dur!" dediğinde işaret parmağı ben tarafa doğru sallanıyordu. Barış ise hâlâ kapıyı sertçe yumrukluyor, tüm gücüyle bağırıyordu.
"Bu eve gelin geldin sanma! Kaynanam bile seni istemiyor!"
Ben alışkındım istenmeyeye ama bunu insanların ağzından duymak canımı çok yakıyordu. Sevilmek, değer görmek benim de hakkım değil miydi?
"Barış'a yan gözle dahi bakarsan, senin o gözlerini oyarım duydun mu?"
"Duymadım!" dedim tüm cesaretimle. O kadar da ezemezdi beni. "He sen arsızsın da!"
"Sensin o arsız! Ben odamda oturuyorum, gelip beni dövmeye kalkıyorsun! Benimle uğraşana kadar git kocanla çocuk yapta köylünün ağzını kapat! Madem bu kadar çok düşünüyorsun Barış'ı, gitte ona evlat ver!" dedim ama ne dediğimin yeni farkına varmış olacağım ki, Buse'nin dolan gözleri dikkatimi çekti.
Çocuğunun olmaması onun suçu değildi ki, hatta bu bir suç değildi. "Ben..." dedim ama Buse ağlamaya başlayarak "Bunu senin ağzından da duymak varmış. Vay be... Çocuğum olmuyor evet!" diye bağırdı en sonunda.
"Ama olacak merak etme! Tedavi görüyoruz..." dediği an gözleri kızgın demiri andırıyordu. "Barış, benden çocuğu olsun diye ne gerekiyorsa yapıyor!" Eliyle göğsüne göğsüne vurdu.
"Git yap o zaman Buse! Beni rahat bırak, benimle uğraşma tamam mı?" dememle kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve çığlık atarak kulaklarımı kapattım.
Kapanan gözlerimi yavaşça araladığımda Barış'ın göğsünün inip kalktığını, bakışlarının yalnızca benim üstümde olduğunu gördüm. "Ne oluyor burda? İki saattir kapının önünde köpek gibi bağırıyorum, ne oluyor burda?" diyerek evin duvarlarını inletti.
İrkilip bir kaç adım geri çıkmış, bacaklarım yatağa değmişti. Barış'ın annesi de odanın dışında etrafa, daha doğrusu bana nefret tohumları saçıyordu.
"Senin bu odada ne işin var Buse? Buraya gelmeyeceksin, Sare'ye bulaşmayacaksın demedim mi sana?"
"Bana neler dedi biliyor musun?" diyerek ağlamasına devam etti. " 'Senin çocuğun olmuyor, sen kısırsın, sen anne olmayı haketmiyorsun, Barış senin yüzünden baba olamıyor!' dedi Barış!"
Her bir cümlesiyle şoka uğradım. Yalan söylüyordu! Tamam, haddimi aştım ama bu kadar da değil!
Barış'ın öfke dolu bakışları bana dönerken, "Buse çık odadan!" diye bağırdı.
"Beraber çıkacağız!"
"Çık dedim!" Gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.
"Barış..." demesiyle Barış öyle bir bağırdı ki, çıkmak zorunda kaldı. "Lafımı ikiletme!"
Buse yaşlı gözlerle odadan çıktığında Barış bana dikkatle baktı. Ne yapacaktı? Korkmaya başlamıştım. Arkamda yatak vardı ve kaçacak yerim yoktu ve kapı da yerinde yoktu!
Gömleğinin kol düğmelerini açarak yukarı sıyırıp gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmadı. "Baba olmam lazım!" demesiyle ne yapmak istediğini anlayınca nefesim daralmaya başladı.
"Benim baba olmamı bu kadar çok istiyorsan, bunu sen de yapabilirsin!"
"Ben..." dedim korkarak. "Ben valla öyle bir şey demedim Barış. Buse..." dememle hızla dibime gelip belimden kavrayarak kendine çekti. Bunu ilk kez yapıyordu ve içim sızlıyordu...
"İcraata geç o zaman Sare! Madem baba olmamı istiyorsun, sen de benim karımsın!"
Yüzüme yaklaşmıyordu ama kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum. Gözleri konuşurken dudaklarımdaydı.
"Ben..." dememle eli belimi biraz daha sıktı. "Sen ne Sare? Utanmıyor musun bir kadına bunları demeyi? Üstelik sen de bir kadınsın!"
"Barış valla öyle şeyler demed-..."
"Sus Sare! Gözümdeki değerini sakın düşürme bu yüzden sus!"
"Uzaklaş benden!" dedim kısık sesimle.
"Vermeyecek misin şimdi bana çocuk?" dediğinde ilk yaş sol gözümden akmıştı. Akan yaşıma bakıp yutkundu ama boğazında olan yumruyu görebiliyordum...
Onun da gözleri doldu ve belimi yavaşça serbest bıraktı. Burnunu çekerek duruşunu düzeltmeye çalışsa da, gözünden akan yaşı görmüştüm. Neden böyle yapıyordu? Niye hem uzak hem yakındı bana?
"Bir daha Buse ile konuşmayacak, ona böyle iğrenç kelimeler kullanmayacaksın!"
"Ben öyle şeyler demedim!"
"Kes Sare! Biraz daha konuşursan beni kendine dokunmak zorunda bırakacaksın ve ben bunu asla istemiyorum çünkü bu dünyada en son dokunmak istediğim kişi bile değilsin!" diye bağırmasıyla yatağa oturup yüzümü kapatarak ağlamaya başladım.
Cümleleri öylesine ağırdı ki, her biri kurşun görevini üstlenmişti ve bedenimi delik deşik etmişti. Bir umut Barış'ın yanıma gelmesini, beni teselli etmesini bekliyordum...
Gelen giden olmayınca yüzümü açtım ve etrafa baktım. Gitmişti... Zaten o gittikten sonra bir adam gelerek başka kapı taktı ve o da gitti...
1 hafta olmadan dayanılmaz konuma gelmiştim. Dayanamıyordum artık! Duvarlar üstüme üstüme geliyor, nefes almakta zorlanıyordum. Kafaya koymuştum, bu gece herkes uyurken evden kaçacak, İstanbul'a geri dönecektim. Doğa bana sahip çıkar, ardımda dururdu.
Gece 4'te yanıma yalnızca telefonumu alarak ilk engeli, odadan çıkma olayını atlatmıştım. Avluda kimse yoktu ve kapımı kapatarak merdivenlerden yavaşça inip etrafı kontrol ettim, burda da kimse yoktu. Sabahları dört dönen adamlar, geceleri uykuya yenik düşüyorlardı sanırım.
Avluya geçtiğimde korkar adımlarla kapının önüne geldim. Kilitli olmayan kapı yüzümde gülümseme oluşturmuştu. Derin nefes alarak "Bekle beni İstanbul, yine geliyorum!" diyip kapıyı açtım. Dışarı adım atmamla 10-15 tane adam bir anda karşıma dikildi. Neye uğradığımı şaşırarak geri çıktım ve gözlerim far görmüş tavşan misali açıldı.
"Bir isteğiniz mi vardı Sare hanım?" dedi en öndeki. "Ben... Ben biraz hava alacaktım sadece." dedim kekeleyerek.
Kolundaki saatine bakarak "4'te mi?" diye sordu. Salak gibi kafamı sallayıp "Evet..." dedim.
"Barış abiden izin alın, biz size hava aldırırız." Sözde benimle kafa buluyordu!
"Başlatma Barış'ına!" diye çıkış yaptığım an, arkadan başladığım adamın sesi geldi.
"Gel başla!" Korkuyla geriye döndüğümde çardakta ayak ayak üstüne atmış, keyiften sigara içen Barış'ı görmeyi tahmin etmiyordum. Hani bu saatte insanların uykusu çok ağır olurdu?
Baş hareketiyle arkamdaki adamları dağıtıp ayağa kalkarak yanıma geldi. "Ne havasıymış bu saatte?" diye göz kırptı.
"S-Sıkılmıştım, hava almak istedim."
"Bu saatte?" diye sordu. Ay yeter anladım! Bu saatte, bu saatte diyip diyip diyip durmayın ya! Ben belki bu saatlerde dışarı çıkmayı seviyorum!
"Sessiz, sakin sokaklarda yürümek hoşuma gidiyor." dememle "Geç içeri!" dedi sadece. Yememişti çünkü yedirememiştim.
"Sana içeri geç dedim Sare!"
"Beraber hava alsak!" dedim o zaman lap diye. Aferin sana Sare! Ağzından çıka çıka bu cümle mi çıktı?
"Beraber mi?" dedi zorlanarak. Bu kadar mı nefret ediyordu benden? Yüzünün aldığı şekli görünce zaten vazgeçmiştim. "Anladım, görüşürüz!" diyerek düşük omuzla yanından geçtim.
"Fazla gezmem ama!" lafıyla yerimde durup kafamı çevirdim. "Bir iki sokak gezer, geri geliriz." dediğinde günlerdir ışığı sönen gözlerime renk gelmişti. Kafamı sallayarak bedenimle ona döndüm.
Açık kapıdan ilk önce ben, ardından da o çıktı. Yürüyorduk ama aramızda tek kelam dahi olmuyordu. İki yabancı gibiydik...
Eve geri dönüş yolunda da aynıydık ve kapıya geldiğimizde "İyi geldi mi?" diye sordu. Gözlerimi kapatıp açarak "Teşekkür ederim." dedim.
"Bir daha sakın kaçmaya kalkma! Benim karımsın ve ölene kadar da böyle kalacaksın Sare! Başka adamları aklının ucundan geçirme!"
"Başka adam mı..." diye sormuştum ama dinlemeden içeri girmişti. "Ya dursana! Başka adamdan kastın ne senin?" Koca koca ayaklarıyla büyük büyük adımlar atıyordu ve yetişmek mümkün değildi.
"Barış..." diyemeden odamın karşısındaki odaya girerek kapıyı üstüne kapattı. Kal gelmişti bana ve öylece kapalı kapıya bakıyordum ta ki içeriden "Kapa çeneni Buse!" lafı gelene kadar.
"Yine o kızın yanındaydın dimi? İstanbul'da ne b.klar karıştırdığı belli olmayan kızın yanında!"
"Sus diyorum sana sus!" bağırışıyla eşyaların yere atılma sesi kulağıma geliyordu. Korkup odama döndüm ve kapıyı kapatarak yatağın içine gömüldüm.
Ağlaya ağlaya uyuya kalmış, öğlen 12 gibi uyanmıştım. Başım ağrıdan çatlıyordu. Yataktan doğrularak bir kaç dakika oturup kazan gibi olan beynimin kendine gelmesini bekledim ama ağrı dayanılacak gibi değildi.
Terlikleri ayağıma geçirerek yürümeye başladım. Mutfakta ağrı kesici illa ki vardır...
Kapıyı açmamla karşı odaya gözüm aldı. O sesler, o kavgalar hâlâ gözümün önündeydi...
"Boşuna bakma, senden kaçıp tatile gittiler!" lafıyla daldığım dünyamdan gerçek hayata geri dönüş yaptım. "Efendim, bir şey mi dediniz?"
"Diyorum ki, senden kaçıp tatile gittiler, burda yoklar!"
Çıktığım odaya geri döndüm ve kapıyı kapatarak sırtımı yasladım. Benden kaçmışlar... Benim varlığım onları ne kadar rahatsız ettiyse, benden kaçmış Barış!
Kapı boyu kayarken, en son yere oturduğumda sesimin yüksekliğini ayarlayamadan ağlamaya başladım. Kontrolden çıkmıştım artık. Diyilen her cümle, her kelime beynimde dönüp dönüp duruyordu.
'Çünkü bu dünyada en son dokunmak istediğim kişi bile değilsin!'...
'Senden kaçıp tatile gittiler...'
Aynı cümleler tekrar ediyor, yüzleri gözümün önüne geliyordu. Ellerimle ağrıdan patlamak üzere olan kafamı tutup vurmaya başladım. Zihnimdeki düşünceler susmuyordu, susturamıyordum...
Çığlıklarım Urfa'ya yayılmışken, evdeki herkes sağırı oynuyordu. Yakmak, yıkmak, dağıtmak istiyordum... Ayağa kalktım ve delirmişçesine etrafı dağıtmaya başladım. Tek darbeyle yere serdiğim makyaj masasından sonra dolaplardaki her şeyi odanın meydanına salladım.
Odayı dağıttım, dağılan kıyafetlerin üstünde saatlerce oturdum ve göz pınarlarım kuruyana kadar ağladım... Kimse yanıma gelmedi, neyim olduğunu sormadı...
Zaten Barış'ın ayarladığı hoca da gelmemişti. Bir odada, bir avluda 1 haftayı geçirmiştim. Baba evinde de çok fazla eve tıkılı kaldığımdan fazla zorlanmıyordum ama her gece belki bir umut, Barış gelir diye düşünüyordum...
Hayattan sıkılmış, rengim hiç gelmemek üzere bedenimi terk etmişti. Ruh gibi evde dolaşmaya başlamıştım.
Günlerden pazartesiydi ve kahvaltım odama çıktığı gibi yemiştim ya da yemeye çalışmıştım. Sonra avluda duyduğum sesler dışarı kulak kesilmemi sağladı.
"Hoşbulduk ana!"
Barış gelmişti ama pekte umurumda değildi. İlk geceler bekliyordum, varlığı bile beni mutlu ediyordu fakat şimdi varlığıyla yokluğu birdi. Tepsiyi aşağı indirmek için odadan çıktığımda odalarına girmekte olan Barış ve Buse'yi gördüm ama oralıklı olmadan başımı öne eğip mutfağa geçtim.
Ne olursa olsun ben de onun karısı, ben de onun nikahlısıydım. Hiç olmazsa insan sadece bir kere arardı dimi? Gittiği gün yaptıklarımı duymaması imkansızdı, illa ki haberi uçmuştur ama ona rağmen arayıp tek kelam dahi etmedi.
Umudum giderek tükeniyordu. Ölene, son nefesimi verene kadar bu konakta yalnız yaşayacaktım ya da bu yalnızlığa daha fazla dayanamadan erkenden göçüp gidecektim. Tepsiyi mutfağa indirdikten sonra "Bana bi bardak su versene!" sesini duydum. Ne arkamı dönüp yüzüne baktım ne de yanıma gelmesine şaşırdım. Tepkisiz, bir ruh gibi ortalıkta dolanıyordum.
Dolaptan bardak alıp arıtmadan doldurarak eline verdim ama ne tek çift laf ettim ne de gözlerine baktım.
Tam gidecekken kolumdan tuttu ve "Bu akşam misafirler gelecek, ortalıkta dolaşma." dedi. Zaten ortalıkta dolaştığım yoktu. Kafamı sallayarak sükutumu sürdürdüm. Artık ağlayamıyordum... Barış gittikten sonra 2-3 gün öylesine ağladım ki, artık içimden ağlamak gelmiyordu.
Odama geri döndüğümde yatağın üstüne oturdum. Ayaklarımı sallayarak hayatımı sorguluyordum ama sorgulayacak hayatımın olmadığını da biliyordum.
'Çünkü bu dünyada en son dokunmak istediğim kişi bile değilsin!'...
Günlerdir zihnimde dolaşan o cümle... İnsan bir cümleyle büyür müymüş, büyürmüş...
Kapım açıldığında Barış'ın geldiğini, daha o gelmeden gelen kokusundan anlamıştım ama yine de kafamı kaldırmadım. Hızla yanıma gelerek "Senin neyin var?" diye sordu.
Nasıl soru bu? Sustum... "Sana soru soruyorum Sare!" dedi ama yine sustum çünkü konuşsam da işe yaramayacaktı.
"Seni bırakıp gittim diye mi bu tavrın?" dedi ama yine sustum. O sordu ben sustum, ben sustukça öfkesi büyüdü ama yine de cevap vermedim. Sonunda elini alnıma koydu ve muhtemelen ateşim mi var diye bakmak istedi.
Kendimi geri çekerek "Ben abimle konuşmak istiyorum. Gerekiyorsa kardeşini geri versin, ben bu saçma sapan evliliğe boyun eğmek istemiyorum." dedim.