Sare'den...
Gözleri ne dediğimi sorgularcasına bakıyordu gözlerime...
Sıktığı çenesini görebiliyordum. "Ne dedin anlamadım?" dedi dişlerinin arasından. "Anladın bence Barış, o tarafa bu tarafa vurma kendini. Abimle görüşmek istiyorum!"
"Sen ne olsun istiyorsun Sare?" dedi yanıma oturarak. Yan tarafa kaçmak için hareketlendiğimde baldırımdan tutarak durdurdu. Bana her temas edişinde beynim yerini terk edip, farklı diyarlara gidiyordu.
"Sana soru sordum, ne istiyorsun Sare? Kardeşim geri gelse, abin geri getirse töreler onu yaşatır mı sanıyorsun he?"
Evet, bunu biliyordum ama canım öylesine yanmıştı ki, ne olursa olsun düşüncesindeydim. "Kardeşin yaşasın diye beni diri diri toprağa gömeceksin yani!" dememle gözlerini yerden kaldırıp tam gözlerimin içine baktı.
Hiçbir şey anlamıyordum! Barış'ın hareketlerinden tek ipucu yakalayamıyordum! Ilık ılık bakarken, bir anda nefret kusmaya da başlayabiliyordu.
"Böyle mi düşünüyorsun?" dedi titreyen sesiyle. Onu ilk defa bu ses tonuyla duyuyordum. Kafamı sallamamla büyük elleriyle yüzümü avuçladı. Bakışlarım etrafı gezinirken, "Bana bak!" diye bağırdı.
Zorla çevirdiğim gözlerim, artık Barış'ın o yakışıklı yüzüne bakıyordu. Buse'nin şansından bende de olsa, ne güzel olurdu... Kim bilir günde kaç defa bu yüze bakıyor, bu dudakları öpüyordu. Bir anlık, sadece bir anlık dudaklarına baktıktan sonra utanarak gözlerine geri döndüm.
Burnundan sinirle soluyunca acaba fark mı etti diye yine utanmıştım. "Sabrımı zorlama, benim ayarlarımla oynama..." Zorla konuşuyor gibiydi. Nefes aldıkça burnuma gelen sigarayla karışık parfüm kokusuna aşık olsam da pek bir şey belli etmemeye çalıştım.
Durdu ve bir kaç dakika boyunca gözlerime baktı. O baktıkça ben de bakıyordum ve göz kontağımız asla kesilmiyordu. "Hay s.keyim, gözleri çok güzel..." diye mırıldanarak sol tarafına döndü. Duymadığımı sanıyor olabilirdi ama duymuştum...
Gözlerimi beğenmişti. Gülme Sare, sakın gülme! Ciddi anlarda saçma sapan şekilde ara sıra üstüme mallık yükleniyordu.
Barış odadan çıkar çıkmaz aynadan gözlerime bakacaktım. Tekrardan yüzüme döndüğünde direk gözlerime baktı ama afalladığını anlayabiliyordum. Kafasını hafif hareketlerle sağa sola sallayıp ellerini yüzümden çekti ve ayağa kalktı.
Bana bakmadan "Dediğim gibi, kardeşimin canını tehlikeye atmam Sare. Bir daha bu teklifi duymak istemiyorum." dedi ve hızla odadan çıktı.
Ayağa kalkarak aynadan gözlerime baktım. İri ve yeşildi, güzel olmak için yeterliydi bence. Her gören hayranlıkla bakardı zaten ama Barış'ı afallatan tek gözlerim miydi? Belki o da diğerleri gibi sadece gözlerimi beğeniyordu...
Umutsuz adımlarla pencere önündeki koltuğa oturup dışarıyı seyre daldım. Gözüm aşağı kaymıştı kı, Aliye Hanım'ın el kol işaretiyle beni çağırdığını gördüm. İlk baş anlamadım, odada kimsenin olmadığını bildiğim halde yine de sağıma, soluma baktım ama bana söylüyordu.
En son işaret parmağımla "Ben mi?" diyerek kendimi gösterdim. Kafasını sallamasıyla heyecan içinde odadan çıktım. Beni çağırması, güzelliklerle dolu yollara ilk adımımız olabilirdi...
Aşağıya yanına indiğimde ellerimi önümde bağladım ve "Buyrun Aliye hanım." dedim.
Baştan aşağı bedenimi süzdükten sonra ağzını eğriterek "Akılsız!" dedi. Ve bu kelimeyle tüm umudum tekrardan toprağın altına girdi. Belki bir gün toprağın üstünde yeşermek ister diye yaşıyordum, yoksa nefes alacak gibi değildi hayatım...
Başımı öne eğerek diyeceklerini bekledim. "Çok güzelsin, fiziğinde düzgün, ay parçası gibi kızsın!" demesiyle kafam yerden kalktı. Bana mı diyordu hepsini? Şimdi bu kadın beni övüyor muydu yoksa gömüyor mu?
"Az güzelliğini kullan, biraz cilve yap Barış'ıma, yanına çek, yatağına sok..."
Dedikleri yüzümü kızartıyordu. Kolumdan tutup "Gel hele!" diyerek çardağa kadar yürüttü. Kendisi oturunca karşısını gösterip "Sen de otur!" dedi. Çekinerek oturdum.
"Sare..." dedi tok sesiyle. "Bu köyün en güzel kızı olduğunu cümle alem bilir."
Aliye Hanım'ın başına taş mı düşmüştü? Neden beni ikide bir met ediyordu?
"Yalan yok, ben de çok beğenirim seni amma aileler düşmandır diye Barış'ıma isteyemedim. Her şey güzelken, dostken seni alacağımı cümle köy ahalisi bilirdi."
Doğruyu söylerdi. Hatta onun bu sözlerinden etkilenerek Barış'a farklı gözle bakmaya, aşık olmaya başlamıştım.
"Sonra yaşanan olayları biliyorsun, düşman olduk. Ama senin o soysuz abin benim kızımı kaçırınca her şey değişti! Önceden severdim seni de şimdi zerre sevmem!"
Beni ailem sevmemiş, sen sevmemişsin çok mu? Ellerimle oynamaya devam ediyordum...
"Madem bu eve gelin geldin, madem Barış'ın karısısın, o zaman kadınlık et, yatağına gir oğlumun!" demesiyle korkuyla yüzüne baktım. Benden bunu isteyemezdi...
"Ama..." dememle elini havaya kaldırdı.
"Buse'nin çocuğu olmuyor, Barış'ta çocuk istiyor ama olmuyor! Aylardır tedavi görüyorlar ama hâlâ tık yok! Senin soyun köklüdür, yaşında küçüktür, hemen hamile kalırsın! Kaç yaşındaydın?" diyince sessizce "19!" dedim.
"Küçüksün işte, Buse oldu 26 yaşında. Doğurmak için geç kaldı. Barış bu aşiretin geleceği. Aşiret çocuk ister, erkek ister, soy ister! Bu soyu da ancak Urfa'nın topraklarından bir kız bize verebilir."
Ne demek istediğini anlamıştım. Buse ne Urfalı'ydı ne de Doğu'dan... İstanbullu'ydu ve Aliye hanım bunu kastediyordu.
"Bundan sonrası sana düşüyor! Az süslen, kendine bak, Barış'ı yanına çek! Ay parçası gibi kızsın, biraz salın ortalıkta!"
Damızlık mıydım ben? Çocuğu yapta nasıl yaparsan yap! Ayrıca Buse'ye bunu yaşatamazdım!
"Ben böyle bir şey yapamam..." dememle "Yapacaksın!" diye bağırdı. "Yuvanı ayakta tutmak istiyorsan yapacaksın! Biraz güçlü ol, kendine gel! Buse iyi bir gelin olsaydı, emin ol seni Barış'a değilde Fırat'a alırdım!"
Ne demek oluyor bu? Yüzüne hayretle bakınca "Fırat'ı yurtdışına kim yolladı sanıyorsun? Evlilik hemen olsun diye Hüseyin'i kim ikna etti sanıyorsun?"
Bu kadın şeytanın vücut bulmuş haliydi! Rolünü öylesine iyi yapıyordu ki, anlamak mümkün değildi. "Şimdi dediklerimi yerine getir yoksa yukarıdaki seni ezer! Bi kaç kez yanına geldi diye aldı götürdü oğlumu, 1 hafta yüzüne hasret yaşadım. Barış, çocuğu olmuyor diye ne derse yapıyor ama bu düzeni bozabilirsin! Kimsenin yuvasını bozmadım, bozmam da! Hangi ana evladının yuvası bozulsun ister değil? Ama o kadında bir şeyler var! Bu yüzden sen güçlü oluncaya, Barış'a gerçek kadın oluncaya kadar bu evdeki en büyük düşmanın benim! Ya güçlü olacaksın ya da Buse'nin ayakları altında ezileceksin!"
Yukarı ki odadan gelen kahkaha sesleriyle "Duyuyorsun değil?" diye sordu ve yutkundum. Barış beni hiç böylesine güldürmemişti...
"Bana şeytan gözüyle baktığını biliyorum ama asıl şeytan yukarıda..." diyerek gözleriyle işaret etti.
***
Buse'ye karşı ilk kuşkularım benim demediğim cümleleri Barış'a demesiyle başlamıştı. O güne kadar ona hep üzülerek bakıyor, Barış'tan uzak durmaya çalışıyordum ama onunla yıllardır aynı evde olan kişi Aliye hanımdı. Doğru söylüyordu... Hiçbir ana evladının yuvası bozulsun istemezdi.
Barış yaklaşık 2 yıldır evliydi. Belki o zamanlar küçüktüm ama aşkım büyüktü. 17 yaşında, cıvıl cıvıl kızdım. Barış beni görsün, beni farketsin diye şekilden şekile girerdim ama kafasını kaldırıp bakma dahi bakmazdı. Zaten her şey de evlendiği gün başlamıştı...
O günden sonra Barış'la asla eskisi gibi olamadım... Düğünün olduğu geceyi hatırlıyorum da... Onları o pozisyonlarda hayal edince, sabaha kadar kanlı yaşla ağlamıştım. Midem kaç kere bulandı, kaç kere kustum hatırlamıyorum...
***
"Şimdi yukarı çık ve akşama hazırlık yap, ben Barış'ı bir bahane ile odana göndereceğim." diyince yutkunamadım. Yanımdan kalkıp gitti ve öyle salak gibi kaldım!