3. DENGESİZ!

2263 Words
Sare'den... Başımdaki örtüyü biraz daha geri çekerek duruşumu dik hâle getirdim. "İtiraz..." dememle Barış hafifçe dizimi sıktı ve kendince uyarısını yaptı ama pekte dinleyecek durumda değildim. "Ama Fırat..." dememle elini omzuma koyarak üstünlük kurmaya çalıştı. Adam itiraz etmeme fırsat dahi vermiyordu ki... Sanki aklımdan geçenleri okuyor gibiydi. Kulağıma doğru eğilerek "İşim gücüm var Sare, senin nazını çekemem. İtiraz etmekten vazgeç, Fırat yurtdışında olduğu için mecbur benimle evleneceksin!" dedi. Nasıl? Hayır, bunu kabul edemezdim! Barış'a ikinci eş olmayı istemiyordum. "İstemiyo..." "Kes! Abinin canı için burdasın ve hâlâ kabul etmiyorum diyorsun! Kes sesini, şu nikah kıyılsın!" Sesi öylesine gürdü ki, ellerim titremeye başlamıştı. Hoca tekrardan başlayarak aynı soruları sorup nikahımızı kıymıştı. "Allah yuvanızı ömürlük eylesin..." diyen hoca kızlarla beraber çıktı odadan. Omzu omzuma değen adama yüzümü yerden kaldırarak bakma bile bakamıyordum. Sevdiğim, aşık olduğum adam benim kocamdı ama başkasına ait kalbi vardı... "Hadi kalkta odaya çık!" dedi sert mizacıyla. Yerimde öylece bekliyordum... "Kime diyorum Sare?" diye bağırınca küçük çığlığımla beraber ellerimi yere koyarak geri çekildim. "İstemiyorum çıkmak..." dedim. "Sana istiyor musun diye soran oldu mu? Çık odaya ve beni bekle!" Kalkmadığımı görünce kolumdan tutarak kendisi kaldırdı ve peşinden yukarıya sürükledi. Odaya girdiğimizde kapıyı kapatıp ceketini çıkarttı ve dibime kadar gelerek "Hazırlanmayacak mısın İstanbul güzeli?" dedi. "Şuraya baksana, sana gecelik bile koymuşlar. Giymeyecek misin?" Korku ile gösterdiği yere baktım. Yatağın üstünde gecelik vardı ve onu giymemi istiyordu. Burnumun dibinde olduğunu umursamadan kafamı iki yana sallayarak "Çok açık, ben onu giymem." dedim. Benden uzaklaşarak elleri cebinde odada iki tur attı. Başı yukarıda, yüzünde alay dolu gülümseme vardı. "Açık demek ha! İstanbul'da bundan açıklarını giyiyordun Sare!" demesiyle kafamı yerden kaldırıp yüzüne baktım. İstanbul'da ne giydiğimi nerden biliyordu? Yoksa beni mi takip ediyordu? "Çok üzücü bir durum Sare... Sana İstanbul havası hiç yaramamış. Bi kaç sene orda yaşadın diye iyice kendini onlardan görmeye başlamışsın." dedi. Amacı neydi, rengini çabuk belli etse bari... Yatağın üstündeki geceliği alarak önüme fırlattı. Ayak ucuma düşen gecelik ile gözlerimden yaşlar firar etmeye başladı. "Bundan sonra ben demeden bu odadan dışarı asla çıkmayacaksın! Evlendik diye de benden sakın kocalık bekleme! Karım yan odada, ben de onun yanında uyuyacağım." dedikten hemen sonra s.ktir olup gitti. Şu an yaptığını anlatabilecek en doğru kelime buydu. Yaptığı pisliği ve iğrençliği hiç utanmadan yüzüme karşı söylüyor, sonra da hiçbir şey yapmamış gibi kenara çekiliyor! Kapı kapanır kapanmaz yere çöktüm. Nasıl bir gün yaşıyordum böyle? Kabus gibiydi, tüm yaşadıklarım koca bir kabustan ibaretti. Sevdasından kurtulmak için İstanbul'a giden ben, şimdi ise kaçtığım adamın ikinci karısı olmuştum. Yaşlarım yere damlarken, hayatımın çöküş gününü başlatmış bulunmaktaydım. İçimdeki çığlıklar dışa dökülemiyordu. "Nefret ediyorum, hepinizden nefret ediyorum ama en çokta senden Barış! İğrenç, pislik, bencil bir adamsın sen!" diye bağırmak, haykırmak istiyordum. Keşke böylesine cesaretim olsa, ben de baş kaldırabilseydim ama yapamıyordum! Şuraya bakar mısınız? Böyle bir durum olmuş ama kimse de arayarak beni uyarmadı. Ya siz benim ailemsiniz, anamsınız, babamsınız ya! Arasanıza, beni uyarsanıza, dikkat et kendine desenize! Varsa yoksa erkeklerdi dimi? Zaten bu yüzden İstanbul'da okumama hiç sesinizi çıkartmadınız! İnsanın sevilmemesi çok acıymış, yüreğini yakıyormuş... Yerde saatlerce oturup halime, yalnızlığıma ağladım. Bir kişi de çıkıp 'Neden ağlıyorsun kızım?' demedi. Açlıktan karnım birbirine yapışmış, susuzluktan dilim damağım kurumuştu. Kafamı kaldırıp saate baktığımda gece 11'di. Kapı yavaşça açılınca gözlerimi o tarafa çevirdim. Barış, elinde tepsi ile içeri girerek kapıyı kapattı ve yanıma geldi. O soğuk sesiyle "Sen hâlâ yerde misin Sare? Kalkta bir şeyler ye, dünden beri midene hiçbir şey girmedi." dedi ama yemek istemiyordum. Açtım fakat yemek yiyesim gelmiyordu. Sadece kafamı salladım. Sallamamla beraber tepsiyi komodinin üstüne koyup yanıma gelerek kolumdan hafif şekilde tutarak ayağa kaldırdı. "Yemeden olmaz Sare! Güçten düşersin, bir kaç lokma bi şeyler ye." "İstemiyorum." dedim tekrar ederek. "Of! Gel şuraya!" diyip kolumdan tutarak beni yatağın üstüne oturttu ve tepsiyi alarak çorbadan bir kaşık alıp bana uzattı. Salak gibi yüzüne bakarken, kaşık ağzıma dayanmıştı bilene... "Açsana ağzını Sare! Elini ayağını bağlayarak mı yedireyim sana?" Dolu gözlerle gözünün içine bakarak ilk kaşığı aldım. Bebekmişim gibi bana yemek yediriyordu. Ne yapmaya çalışıyordu, amacı neydi asla anlam veremiyordum. Bir tarafı karanlıkken öteki tarafı aydınlık bakıyordu bana. Büyük bir özveri ile çorbayı içirdikten sonra kaşığı elime vererek "Bunu da kendin yersin artık." dedi. Bakışları, duruşu, ortamda oluşturduğu ambiyansı dâhi farklıydı adamın. Suratsız Ağa derdim ona evlendikten sonra çünkü evlenmeden önce kahramanım, biricik aşkımdı, şimdi ise sadece suratsız... Evleneceğini kabullenmem hiçte kolay olmamıştı. Günlerce yemekten kesildim de, hiç kimse farketmedi durumumu... Kendim yazdım, kendim oynadım hikayemin başrollerinde. Üniversite hayatı çoğunu beynimden kazısa da, kalbimden söküp atamıyordu bu büyük sevdayı... İtiraz etmeden yemeğimi yerken, tabağı bitirene kadar gardiyan gibi başımda dikildi. Son kaşığımı da alınca tepsiyi önümden almak için eğildiğinde bir anlık göz göze geldik. Eli tepside, siyah gözleri gözlerimde kalmıştı. Bir kaç saniye baktıktan sonra kendini toparlayarak ayağa kalktı ve "Bir dahakine kendim yedirmem ona göre. Ya kendine gel ya da kendine gel! İyi niyetimi sakın suistimal etme Sare yoksa karanlık tarafımla tanışmak zorunda kalırsın ve emin ol ki bunu hiç istemezsin." dedi. Ben ona bakınca kaybolmuş yıllarımı görürken, o bana bakınca sadece bedel görüyordu. Abimin canı kurtulsun diye, fikrim dahi alınmadan köpek gibi kolumdan tutularak bu konağa hapsolmuştum. Ve yine odada yalnızlığıma, ailesizliğime terk edilmiştim. Nefes alamadığımı hissediyordum. Apar topar ayağa kalkıp camı açtım ve soluklanmaya çalıştım ama olmuyordu! Ellerimle üstümdeki elbisenin yakalarını çekiştirdim, yine olmuyordu... Ayağa kalktığımda nefes darlığıma baş dönmemde eklenmişti. "Başım..." dedim camdan dışarı bağırarak. "Başım dönüyor..." Sanki dünya etrafımda dönmeye başlamıştı. Avluda Barış, karısı, annesi ve babası, hep birlikte oturup, kahkalar eşliğinde çay içiyorlardı. Pekiyi ben? Bana bir soluk dahi haram olmuştu. "Yardım edin..." Oysa ben bağırdığımı zannediyormuşum ama sesim çıkmıyormuş. Son gördüğüm, gözlerinin içi gülen Barış'ın kafasının benim tarafa döndüğüydü. *** Hayatım ansızın yön değiştirerek farklı boyutlara geçiş yapmıştı. İstanbul'da mutluydum, huzurluydum, sevgi doluydum... Arkadaşlarım, dostlarım, canımdan bildiklerim vardı. Şimdi ise herkesin mutlu ama benim mutsuz olduğum bu konakta canımla cebelleşiyordum. Ölmek istiyor ama yaşamaktan geri durmuyordum. Öylece yere 1.80 uzanmış, kendimden bi haber bayılmıştım. Barış beni görmese, ben o cama çıkmasam içeride sabaha kadar baygın yatabilirdim ya da ölebilir... Gözümü hastanede açmayı beklemiyordum. Kendimde değildim ve çoğu konuşulanları hayal meyal hatırlıyorum. "Hasta bu hâle gelene kadar nerdeydiniz? Yoğun stres ve üzüntü alt yapı oluşturmuş, bir de buna açlık eklenince hastanın tansiyon yerlerde!" diye kızdı doktor. "Gerekli ilaçları ver, ilerisine karışma Doktor! Yemek yemiyorsa elini ayağını mı bağlayayım?" "Bir insan durduk durmadık yerde yemekten kesilmez Barış bey! Geçmiş olsun tekrardan..." Doktor odadan çıktığı an, Barış saçlarını parmakları arasına alarak bir kaç tur attı. "Ya sabır, ya sabır!" Tam önümde durup, yüzüme baktı. Hâlâ uyuyor sanıyordu beni ve eliyle yüzümü yana çevirdi. "Bu ne lan?" dedi iyice yaklaşarak. Ne neydi? Kalbim tam olarak ağzımda atıyordu. "Bu kızın burda lekesi mi varmış?" demesiyle nefesim normale döndü. Boynumun sol tarafında çok küçük bir gül lekesi vardı ama öyle herkes farketmezdi. "Sare..." diyip omzuma dokundu. "Sare uyan artık! Amma naz yaptın hadi Sare! Tansiyonun dengelendi..." Uyanmamı istiyordu çünkü başından savmaya çalışıyordu ama ben de Sare isem, inadımdan uyanmazdım. "İyi uyanma! Ben de sen uyanana kadar başında beklerim!" dediği an yan tarafımda bulunan koltuğa oturup ellerini önünde bağladı. Ve günlerdir çalmayan aksi telefonun bir anda çalacağı tuttu! Cebimdeydi ve sesi hastane odasını doldurmuştu. Barış hiç durur mu? Sesi duyar duymaz ilk baş aradı, ardından bulduğu gibi eline alıp baktı. "Doğa! Doğa kim? Alo!... Ben kocasıyım!... Of bacım az bağır biraz!... Yok burda yok!... Seninle uğraşamam!..." dediği gibi telefonu Doğa'nın suratına kapatarak iletişimi kökünden kesti. Telefonum vardı dimi? Yardım isteyeceğim, birilerinden medet umabileceğim bir telefonum... Belki benim de ailem normal aileler gibi olsaydı bende yardım ister, son ana kadar çırpınırdım ama değildiler işte... "Ne ses vardı karıda ya! Bu nasıl bir arkadaş? Sare'nin niye değiştiğini anladık! Kadın kulağımı sağır etti!" İçten içe dediklerine gülsem de, bir yerlerim kan ağlamaya devam ediyordu. Uyuyormuş numarası yaparken gerçekten uyuya kalmışım ve gözümü tekrardan araladığımda Barış koltukta iki büklüm uyuyordu. Önceden bu anları görmek için canımı verirdim ama şimdi yalnızca midem bulanıyordu. Başkasına dokunan, ona karım diyen adam benim kocam olamazdı! Altıma yapacağımı anladığım ilk an, yataktan kalkarak terlikleri ayağıma giydim ve tuvalete doğru yürümeye başladım. "Nereye kaçıyorsun?" sesiyle adımlarım yere çakıldı. "Nereye dedim Sare!" cümlesinin ardından Barış'ın elini kolumda hissettim. "Kaçabileceğini mi sanıyorsun he? İstersen dünyanın öteki ucuna git, seni kokundan yine bulurum!" Koku mu? K9 köpeği mi bu adam, ne kokusundan bahsediyor? "Tuvalete gidiyordum." dedim masumca. "İyi git, çıkınca doktor son kez baksın da eve gidelim." Ona boşuna suratsız Ağa demiyordum! Gözlerimi devirip lavabo ihtiyacımı giderdikten sonra doktor tahlil sonuçlarıma bakarak çıkabileceğimizi söyledi. Arabada arka koltuğun kapısını açmıştım ki, "Öne bin!" sesiyle geri kapandı. "Arkası daha..." "Öne dedim Sare! Söz dinle!" Sabrımı zorluyorsun Barış Ağa! Ön koltuğa oturup kemerimi bağladım ve asla Barış'tan yana dönmedim. Bi türkü açtı araçta "Taze Karlar Yağmış Karın Üstüne" türküsünü... Ben de severek dinler, dinlerken de ağlardım. Hatta Barış'ı düşünerek dinlerdim her zaman. Türkü ile yaşlar yanaklarımdan süzüle durdu. Sonuna doğru geldiğimizde Barış'ta dertli dertli söylemeye, güzel sesiyle arabayı donatmaya başladı... *** "Yine güz geldi de hava soğudu Benim nazlı yardan ahtım çoğudu Ondan gayrı sevdiceğim yoğudu Başka yar sevemem onun üstüne..." *** Bilerek seçilmiş gibi hissettim. Ben Buse'den başkasını sevmeyeceğim izlenimini vermek için... Elimle akan yaşları hızla silip yüzümü ona döndüm ve "Korkma Barış Ağa, sizin aranızı bozmak gibi bir niyetim yok!" dedim ama ilk döndüğüm an yakaladığım bakış farklıydı. Bana dönmüş, türküyü öyle söylüyordu. Ağzını açtı, bir şey diyecekti ki, kendini zor susturdu. "Sana bunu söyleyen mi oldu evde?" dedi bir bana bir yola bakarak. Düşündümde... Hayır! Buse bile daha yanıma gelmemişti. "Sen söyledin ya işte! Manalı manalı şarkı açmış, "Başka yâr sevemem onun üstüne" diyorsun." Bakışlarını yoldan alarak benim üstüme çevirdi. Mırıldanarak söylediği cümleleri duymak öyle isterdim ki... "Ne diyorsun duyamıyorum?" dedim. "Duymana gerek yok! Ve ayrıca evde sana karışan olursa direk bana geliyorsun tamam mı? Kimseyle muhatap olma, odanda rahat rahat takıl! Ben okulla görüşerek halletmeye çalışacağım, dışarıdan devam edeceksin." "Ben gitmeden nasıl yapacaksın acaba?" Güldü ve "Sen Barış Korman'ı hafife alıyorsun!" dedi. Doğru söyledi, yapardı! Eli uzun, adamları çoktu... "Bi tane de kadın hoca tutarız, kimseden geri kalmazsın. Ama okula dönmek yok! Hele İstanbul'a, asla yok!" Sevindiğim olay, acizliğimi gözler önüne seriyordu. Bana dokunmayacak, geceleri yanıma gelmeyecek ve okuma imkânı sağlayacak... Aşağı da inmeme gerek yok... Ee bu süper bi haber! Akşama kadar ders çalışır, araştırma yapar ve kafamı dağıtırdım. "Sen de sağol!" dediği an laf işittirdiğini anladım. "Elimden aldıklarını yerine koymaya çalışınca teşekkür mü bekliyorsun?" dedim kafamı tekrardan cam tarafına çevirerek. "Sen de benim elimden aldıklarına say!" diye mırıldandı. "Efendim, duyamadım?" dedim. "Yok bi şey!" dedi ama duymuştum. Onun elinden ne almıştım ben? Eve varana kadar aramızda daha konuşma geçmedi. Arabayı konak dışına park edince arabadan indim ve gözlerimi kapatarak derin soluk aldım. "İçeri gir!" sesiyle Barış beni elimden tutarak içeri soktu. Elimi tutuyordu... Ne zaman birbirimize temas etsek elektrik akımına uğramış gibi hissediyordum. Neyse ki avlu boştu ve kimse bizi görmemişti ya da ben öyle sanıyordum... Odaya çıkınca benimle beraber içeri girip "Az sonra yemeğini yollayacağım ve yiyeceksin! Kendini ne kadar üzersen üz Sare, bu evdesin ve benim karımsın! Buna alışsan, bu konağa ayak uydursan iyi olur!" dedi. Elimi yavaşça bırakarak yüzüme bakıp yutkundu. Bir şey demesini bekliyordum, teselli etmesini ama tek kelam daha etmeden kapıya doğru ilerlemişti ki "Abim, kız kardeşini geri getirirse bu berdel bozulur mu?" diye sordum. Yere çakılan çivi gibi öylece kalakaldı. Ben ise devam ettim. "Abimi ikna edersem, kız kardeşin geri gelirse beni bırakacak mısın?" "Böyle bir şeyin olmayacağını ikimizde biliyoruz bu yüzden saçma sapan hayallerle zihnini meşgul etme Sare." Kapıyı kapattı ve ben yine yalnızlığa mahkûm edildim... Madem kimse yok yanımda, o zaman banyoya girmek için en uygun zamandı. Hiç kıyafet getirmemiştim ama benim için çekmecelere önceden yerleştirilen elbise ve iç çamaşırlardan alarak banyoya geçtim. Kapı arkasına asılan bornozda benimdi galiba... Banyonun kapısını kilitleyerek üstümü çıkarttım ve ayarladığım ılık suyun altına bedenimi bıraktım. Bedenim öylesine gevşemişti ki, saatlerce suyun altında kalabilirdim. Saçımı iki kere, vücudumu da aynı şekilde iki kere yıkayarak yaklaşık 1 saat sonra duşa kabinin içinden çıkıp bornozu üstüme sardım. Saçlarımı taramadan hayatta rahat edemezdim. Dolapları karıştırıp tarağı da bulunca güzelce taradım ve bornoz vücudumdaki suyu çekince yavaş hareketlerle üstümü de giydikten sonra kirlileri sepete attım ve kapının kilidini çevirip odaya geri döndüm. Sıcacıktı, içim ısınmıştı... Zamanlamam iyiydi çünkü bir kaç dakika sonra yemeğim de gelmişti. Bugün camın önünde yemek istemiştim. Masayı, küçük koltuğu ayarlayıp camın önüne geçtim. Bağdaş kurarak oturdum ve yemekten ilk lokmamı aldım. Gökyüzü açık, hava soğuktu. Sanırım Urfa'nın havasını bile özlemişim... İstanbul'da binalardan ötürü gökyüzünü dahi göremediğim zamanlar oluyordu... Yemekten ikinci kaşığımı alıp aşağı doğru baktım ve bakmamla Buse ile Barış'ı çardakta otururken gördüm. Buse heyecanla bir şeyler anlatıyor ama Barış aynı heyecanla dinlemiyor gibiydi. Kafası dalgın, düşünceleri yorgundu... Yüzünü diktiği yerden kaldırarak benim olduğum cama bakmasıyla göz göze geldik ve işte o an oturduğu yerde kıpraşmaya başladı. Yemeğimi yemeye devam ediyor, aynı zamanda da pür dikkat onu izliyordum. Buse'den çok bana bakıyordu. Rahatsız olduğumu hissettiğimde perdeyi çekerek görüş açısını kapattım. Zaten o da bunu istemiyor muydu? Dikmiş bakışlarını 'kapat şurayı' dercesine... Takmamaya çalışacaktım. Yemeğimi bitirdikten sonra telefonumu aldım ve Doğa'yı aradım. "Sare..." diyerek açtı. "Doğa..." dedim ve ağlamaya başladım, çok bile dayanmıştım. "Of! Sare nerdesin sen ya? Arıyorum başkası çıkıyor, kocasıyım diyor, nerdesin sen?" Nefessiz kalacak şekilde ağlarken sorulara cevap veremiyordum. "Tamam, tamam sakin ol ve bana konumunu at, az sonra geliyorum." "Doğa... Doğa ben Urfa'dayım..." dedim zorla da olsa. "Urfa mı? Sare sen ne saçmalıyorsun, ne Urfa'sı?" Ağlamamı durdurup olanların hepsini baştan sona anlattım. *** "Hay ben böyle işin... Şimdi söyle, gel al beni de, hemen geleyim!" Doğa ve onun koca yüreği... Başım sıkışsa kapımda, yüreğim sıkışsa kalbimde bitiyordu... "Yok... Ben halledeceğim Doğa. Şimdi kapatıyorum, sesler geliyor, ben seni sonra arayacağım." Telefonu kapatarak uçak moduna aldım ve arkama sakladım. Kapım pat diye açıldı, Barış içeri girdi. "Kimle konuşuyordun?" dedi direk. Yutkundum... "K-Kimseyle..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD