Mahalleden biraz uzaklaşınca, elini sertçe direksiyona vurup, "Niye lafımı kesiyorsun abi sen benim? Ne güzel göt ediyordum herifi, resmen sen beni göt ettin. Yapılır mı ulan bu düşmanla atışan kardeşe?" diye homurdandı.
"Oğlum, her sabah aynı terane. Hayır, icraat da yok anasını satayım. İki yumruk atsan, en azından arkanda alkış falan tutarım ama yok anca ilkokul bebesi gibi laf sokuşturuyorsunuz birbirinize."
"İki günde bir karakolda sabahlamaktan imanımız gevredi. Vehbi Komiser artık müsamaha da göstermiyor, ne yapalım amına koyayım biz de artık böyle kusuyoruz nefretimizi."
"La geri zekalı, sen ona laf soktukça ayakta orgazm oluyor şerefsiz, görmüyorsun. Ulan, her sabah denk gelmenizden de mi anlamıyorsun? Pezevenk resmen sabah çıkıp kapıda seni bekliyor."
Abisinin sözleri ile Gökmen'in yüzü tekrar asıldı. Haklı olduğunu biliyordu. Allah insana düşmanın bile yüzünün astarı olanını vermeliydi. Astarı yırtık olanla uğraşmanın sonu tımarhaneydi.
"Bunun şerefsiz abisi senin dükkanın karşındaki dükkanı kiralamış diyordu geçen ablam, doğru mu?" diyerek konuyu değiştirdi.
Bu sefer yüzü asılan abisiydi. Ekşiyen yüzüyle kardeşini kafasıyla onayladı. "Bıkmadılar soylarını siktiklerim yıllardır bizi taklit etmekten." diye homurdandı abisi. Pantolonunun cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirip, ucunu tutuşturduktan sonra devam etti. "Babası olacak soysuz, emlak işinden parayı kırdı ya geçen sene, oğlu bir baltaya sap olabilsin diye tutmuş. "
Gökmen kaşlarını çatıp, tek eliyle seyrek sarı sakallarını parmak uçlarıyla çekiştirdi alışkanlıkla. "Onun da tutup telefon dükkanı mı açası gelmiş?"
Abisi keyifsizce güldü. "Başka ne açacaktı? Ailecek vizyonsuz oğlum bunlar. Anca taklit, anca kancıklık..."
Gökmen abisinin sözlerini içtenlikle kafasını sallayarak onayladı. Kendini bildi bileli Akınal ailesi ile rekabet halindeydiler. Küçükken ne zaman yeni bir oyuncak alsa, ertesi gün aynı oyuncağın daha pahalısını Arslan'ın elinde görürdü. Gökmen'e telefon alınırdı, ertesi gün Arslan'a bir üst modeli alınırdı. Onlar araba alırdı, iki gün sonra Akınalların kapısının önünde yeni bir araba görürlerdi. Bahçelerindeki meşe ağacına kadar evleri bile birbirinin aynısıydı. Çünkü kendi ailesi de bu konuda geri durmuyor, onlar ne yaparsa daha iyisini yapmak için delice bir istek duyuyorlardı. Gökmen, maddi durumlarının bu kadar iyi olmasına rağmen hala o mahallede oturmalarını bile buna bağlıyordu. Kaçıp gittiler demesinler diye iki ailede yarım asırdır evlerinden taşınmıyorlardı.
Abisi sigarasından derin bir nefes çekip, külünü açtığı pencereden dökerken, "Çarşısının girişinde bırak beni. Dükkana geçmeden bir Abdullah abinin yanına uğrayacaktım." dedi.
Birkaç dakika sonra abisini ona söylenen yerde bıraktıktan sonra, tekrar harekete geçmeden önce dün gece torpido gözüne bıraktığı sigara paketini çıkardı. Paketten çıkardığı dalı dudaklarını yerleştirip ucunu tutuşturduktan sonra direksiyonu trafiksiz yarım saat süren okuluna kırdı. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı daldan derin bir nefes çekerken, keyifsizce güldü. Ulan dudaklarının arasındaki zehre bile o piç kurusu yüzünden bağımlı olmuştu. Arslan'ın lise ikide gizli gizli balkonunda sigara içtiğini görünce ertesi hafta kendine bir paket almış, ilk paketi öksüre öksüre, küfrede küfrede bitirmiş ve devamını da getirmişti. Şimdi geçmişe dönüp baktığında aptallığına gülüyordu ama iş işten geçmişti. O zamanlar nefreti ve hırsı çok daha kuvvetliydi.
Sigarasını yavaş yavaş içerken, arabanın radyosuna uzanıp çalıştırdı. Ruh haline uygun bir kanal bulana kadar direksiyonun altındaki düğmeyi kullanarak frekanslar arasında dolandı. Kulakları bildiği bir türkünün ilk nağmesini işitince durdu. Resim okuduğu için tüm arkadaş çevresi entel dantel bir müzik zevkinin olmasını bekliyordu ancak doğduğu ev, büyüdüğü mahalle buram buram türkü koktuğundan olsa gerek dinlemekten en keyif aldığı tür buydu.
Türküler eşliğinde ve iki dal sigarayı tüketerek geçirdiği kırk dakikanın sonunda okulun öğrencilere ayrılan otoparkına ulaşmıştı. Arabaların ip gibi dizildiği, boş park alanı bulmanın neredeyse imkansız olduğu park alanında dolanıp boş bir yer aradığı bir iki dakikanın sonunda bulunduğu yerin bir sıra gerisinde boş bir yer görüp, "Şükür amına koyayım." diye söylenerek direksiyonu oraya çevirdiği sırada yanından rüzgar gibi geçen siyah BMW ile refleksle aniden frene bastı. Tanıdık araba biraz önce gördüğü boş yere arabayı ustaca park ederken Gökmen ağzı açık, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi şaşkın bir ifadeyle apışıp kalmıştı. Biraz sonra arabanın kapısı açılıp daha yalnızca kırk dakika önce evinin önünde atıştığı kedigil familyasının büyükbaşı arabadan inince şaşkın ifadesi yerini kıpkırmızı bir surata bıraktı. Hışımla arabanın kapısını açıp, "Senin ben ecdadını sikeyim orospu çocuğu!" diye bağırdı.
Arslan'ın kafası ondan tarafa dönerken, onun kızarmış suratıyla yüzünü keyifli bir sırıtma kapladı. "Ecdadım zamanında ecdadını sikmiş zaten Gökkuş, küçük bamyanı yorma sen boşuna." dedi.
Gökmen bu piçe ayırdığı bir lokmalık sabır kotasını biraz önce tükettiğinden yeri sarsan adımlarla ona doğru ilerledi. Onun asılsız iğnelemelerini umursamadan- çünkü piç kurusu her seferinde böyle yaparak kafasını karıştırıyor, konudan sapmasına neden oluyordu- "Göküne ayrı, kuşuna ayrı sokarım! Çek lan arabanı oradan, önce ben gördüm!" diye bağırdı.
Arslan işaret parmağına astığı anahtarı döndürürken, "İlk görenin değil ilk kapanındır kardeşim, öğren bunları. Şansına küseceksin artık." dedi.
Arslan kavganın geldiğini görüyor ancak rahat tavrından taviz vermiyordu. Bu tavrının sarışını daha çok çıldırtacağını biliyor, yüzündeki gevşek sırıtmayı genişletiyordu. Fiziki olarak birbirlerine yakın cüsselere sahiptiler ancak bu zamana kadar yumruk yumruğa kaldıkları her seferde en çok zararı Gökmen'in aldığı tartışılmaz bir gerçekti.
Biraz sonra Arslan'ın dibinde biten Gökmen, neredeyse aynı boyda olduğu esmeri yakasını sertçe kavrayarak kendisine çekti.
"Bugün bendeki sabır kotanı doldurdun Arslan." dedi dişlerinin arasından. Kızgın mavi gözleri, hala alayla bakan elalardan kendi kasılmış yüzünü izlerken devam etti. "Arabanı çekeceksin oradan!"
Arslan, yakasını kavrayan ele tek kaşını havaya kaldırarak baktı. Gözlerini tekrar alev almış mavi kürelere çevirirken, "Sen önce o elini yakamdan bir çeksene." dedi, yüzündeki alaylı sırıtma yavaşça yerini tehditkar bir ifadeye bırakmıştı.
Gökmen onun uyarısına alayla gülüp, yakasından kavradığı elle esmeri sarstı. "Yıllardır yakamdan düşmediğine sayıver."
Arslan, göğsünü şişiren bir nefes verip sessiz bir gülüş bırakırken, Gökmen, "Son kez söylüyorum, araba-Ananı!"
Burnuna inen kafayla birkaç adım geriye doğru savruldu. O, deli gibi sızlayan burnunun kanayıp kanamadığını kontrol ederken Arslan'ın kırışan üzerini düzelttiğini görmesiyle tüm şalterleri aynı anda attı. Ağzından çıkan küfürlerle tüm sabahın siniriyle kendini Arslan'ın üzerine attı. Yumruğunu esmerin elmacık kemiğine gömüp, midesine doğru atılan diz darbesini karın kaslarını sıkarak karşıladı. Gözünün üzerine aldığı yumruğa bu sefer o sert bir tekmeyle karşılık verdi. Biraz sonra iki delikanlı yerde yuvarlanıyor, aldıkları her darbede biraz daha hırslanıyorlardı. Gökmen'in gözü tamamen dönmüştü. Öyle ki aldığı darbelerin acısını bile hissetmiyordu. Uğuldayan kulakları Arslan'ın ağzından çıkan tehditleri ve küfürleri duymuyordu. İlk defa tamamen üstün olduğu bir dövüşün içinde olduğunu hissetmenin hazzını yaşıyordu.
Arslan'ın karnına oturmuş, esmer delikanlının yüzünü yeni baştan yarattığı birkaç saniyenin sonunda kendini Arslan'ın altında bulunca ve yüzüne öncekilere benzemeyen esaslı bir yumruk yiyince şaşırdı. "Dur lan artık!" diye nefes nefese bağıran adamın ela gözleri öfkeyle daha da koyulaşmış, çene kemikleri belirginleşmişti. Öfkeli elalar, mavilerine tutunurken ikisinin de göğsü hızla inip kalkıyor, sakinleşmek için derin nefesler alıyorlardı.
Gökmen, aldığı hızlı soluklarla kurumuş dudaklarını yalayıp, "Arabanı çek Akınal, önce ben gördüm." dediğinde Arslan önce boş boş sarışının ciddi suratına bakmış, ardından sessiz bir gülüşle omuzları sarsılırken kendini yan tarafa attı.
Onun üzerinden kalkmasıyla Gökmen yerinde doğrulup, kanayan dudağının kenarını elinin tersiyle silip hala gülen esmere ters ve ısrarlı bir bakış attı.
"Çekmiyorum arabamı siktiğimin delisi. Önce ben kaptım." dedi Arslan yüzünde kalan sırıtmayla kafasını ona ters ters bakan sarışına çevirirken.
Gökmen ona bir süre daha ters ters baktıktan sonra, "Senin inatçı götünü sikeyim piç." diye homurdanarak güçlükle ayaklandı. Birazdan okul güvenliğinin tepelerine bineceğini bildiğinden karakolluk olmamak adına pes etti.
O kapısını açık bıraktığı arabasına doğru ağır aksak ilerlerken, Arslan arkasından, "Bu sefer çabuk pes ettin." diyerek bir kez daha sırıttı. Gökmen ona dönmeden orta parmağını havaya kaldırınca, yüzündeki deli sırıtış genişledi. Gökmen'i hobi olarak çıldırtıyordu. Bu nedenle sarışın delikanlının ona verdiği her karşılıktan inanılmaz derecede keyif alıyordu. Ancak sarışın olan çoğu zaman bunun farkında bile değildi.
***
Elindeki eczane poşetiyle okul tuvaletine girdiğinde vücudu hala hafifçe sinirden titriyordu. Arslan'la birbirlerine girdikleri her seferin sonunda, gün geceye varana kadar paçasına yapışmış öfkeden kendini kurtaramadığından bu duruma alışıktı.
Çocukluklarından beri böyle olmuştu. Düşman ve nefret kavramlarını bile onunla öğrenmişti.
Aslında iki aile arasındaki bu düşmanlığın ne zaman başladığını bile bilmiyordu. Bu düşmanlığın başladığı ilk zamanları görmüş insanlar artık hayatta değildi. Ancak bu hayattan göçüp giderken bu düşmanlığı bir sonraki nesle miras bırakmışlardı. Nesillerdir iki aile birbirine aynı kini gütmüş, aynı öfkeyi büyütmüştü.
Gökmen ise bu köklü nefretle ilk kez tanıştığında yalnızca 6 yaşındaydı. Arslan'la mahallede top oynadığı bir gün abisi kolundan tutup sürükleyerek eve getirdiğinde, "O çocukla bir daha oynama. O bizim düşmanımız." dediğinde önce anlam verememişti. Düşman ne demekti bilmiyordu ve nefret kavramını anlayabilmek için de çok küçüktü. O yüzden abisini dinlememiş, mahalleye çıktığı her seferde soluğu Arslan'ın yanında almıştı. Arslan'la oynadığı her seferde ailesinden azar işittiği için bir süre sonra çok üzülse de Arslan'la oynamayı bırakmıştı.
Yaşı biraz daha büyüdüğünde, 7-8 yaşlarındayken nefret ve düşman kavramı biraz daha anlam kazanmıştı. Bu kavramları anlamlandırmasında en büyük rol ailesinindi. Ne zaman bir Akınal görseler yüzleri ekşiyen ailesi, sık sık birbirine giren abi ve ablaları, evde sürekli Akınallar için edilen hakaretler ve suçlamalar neticesinde Gökmen sonunda nefretin ne demek olduğunu öğrenmişti. Vücudu ondan bağımsız bu öğretiyi sindirmiş, bir süre sonra o da, ne zaman Akınal ailesinden birini görse yüzünü ekşitmeye başlamıştı.
Aklı erdiğinde neden kapı komşularından nefret etmesi gerektiğini sorgulamaya başlamıştı. Ne Arslan, ne de ailesi Gökmen'e kötü bir şey yapmamıştı. Bir kötülük görmediği halde neden onlardan nefret etmeliydi ki? Çekine çekine de olsa annesine aklını kurcalayan bu soruyu sormuştu. Annesi ise önce kaşlarını çatıp, "Yine o kara sıçanla mı oynuyorsun yoksa?" diye sormuştu. Gökmen onunla oynamadığına annesini ikna edince, annesi oflaya puflaya bildiği kadarını anlatmıştı.
Yıllar yıllar önce Arslan'ın büyük büyük dedesi Gökmen'in büyük büyük dedesini arsa davasından alnının çatından vurmuştu. Gökmen'in büyük büyük dedesi ölünce iki taraf birbirine girmiş, iki aileden de birçok kişi bir parça toprak yüzünden canından olmuştu. Zamanla iki tarafın birbirine duyduğu nefret hafifleyip kan davası bitse de 25 yıl önce Gökmen'in amcası Arslan'ın halasını kaçırınca iki aile arasındaki düşmanlık tekrardan alevlenmiş, önce birlikte kaçan evlatlarını silmiş, ardından bir kez daha birbirlerine diş bilemeye başlamışlardı. Gökmen büyürken onlarca defa iki ailenin kadın ve erkeklerinin birbirine girdiğini görmüştü. Ergenlik çağına gelince de babasının, amcasının, abisinin yanındaki yerini almış, o da yumruklarını esmerin suratına indirmeye başlamıştı. Anaokulundan liseye kadar aynı okullarda okumuş, nefretlerini gittikleri her yerde yanlarında taşımışlardı ve taşımaya da devam edeceklerdi.
Gözleri aynadaki aksinden berelenmiş yüzünü incelerken, daldığı düşünceler içinden sıyrıldı. Kaşı hafifçe açılmış, dudağının kenarı patlamış, sağ elmacık kemiğinin üzeri hafifçe şişmişti ve aynı taraftaki gözkapağının da üzerine kan oturmuş gibi görünüyordu.
Yüzünün haline bakıp kederli bir nefes verdi. Önündeki birkaç gün biraz ağrılı geçecek gibi görünüyordu. "Elinin ayarı yok ki piç kurusunun!" diye kendi kendine söylenip, ağzının içinde homurdanmaya devam ederken musluğu açtı. Kafasını soğuk suyun altına sokup yüzündeki kurumuş kanları ovalayarak çıkarırken, canı her yandığında içinden esmere bildiği bütün küfürleri sıralıyordu.
Yüzündeki kurumuş kanlardan kurtulduktan sonra eczaneden aldığı batikonu, yara bandını ve yüzü şişmesin diye aldığı jeli çıkarıp sızlana sızlana pansumanını yaptı. İşini bitirip, çıkan çöpleri çöp kutusuna attıktan sonra tuvaletten çıktı. Zaten geç kaldığı dersin ikinci yarısını da kaçırdığından karnını doyurmak için adımlarını her zaman takıldığı kampüs içindeki kafeye sürüdü. Arslan'ın fakültesi ile kendi fakültesinin tam ortasında bulunan kafeye girdiğinde gördüğü kalabalıkla suratı asıldı. 3 yıllık üniversite hayatı boyunca bu lanet kafeyi bir kere bile sakin görmemişti ancak aç karnı onu hayalperest bir moda soktuğundan, içerinin sakin olmasını umut etmişti.
Başı gözükmeyen sıraya girdikten sonra, cebinden telefonunu çıkarıp beş kişiden ibaret olan w******p grubuna "Kamber'deyim, boş olan varsa gelsin." yazıp gönderdi. Başını telefonuna eğip, arkadaşlarından art arda gelen mesajları okurken, aklının birazcık da olsa o kara çıyandan uzaklaşmış olmasıyla yüzü de gülmeye başlamıştı. Ancak Arslan onun hayatının orta yerine dikilmiş incir ağacıydı ve ne zaman azıcık yüzü gülse o sokuk köklerini bir yerden çıkartıp yine keyfini kaçırıyordu.
Yüzünde bir sırıtmayla Uygar'ın, "Oğlum beynimde filler tepişiyor, ne içirdiniz bana lan dün gece?" konulu mesajına cevap yazarken, arkasında bir türkü mırıldanan herifin ensesine vuran nefesleriyle yüzündeki gülümseme önce dondu, sonra yavaşça silindi. Kafasını yavaşça omzunun üzerinden çevirip, donuk gözlerle arkasına baktı. Gözleri ela gözlerle kesişirken, "Bugün de hiç ayrı kalamadık be Gökkuş. Bu arada mor sana çok yakışıyor." diyerek, çenesiyle morarmış elmacık kemiğini işaret ederek sırıtan esmerle, bıkkın bir nefes verdi.
"Sana da çok yakışmış kara çıyan, yüzüne bir renk gelmiş." dedi Gökmen, onun alaycılığına umursamaz bir sesle yanıt verip önüne döndü. Bugün için yeterince hasar almıştı ve en iyisi Arslan'la daha fazla muhatap olmamaktı. Çünkü biliyordu ki gün bitene kadar bu karşılaşmayı bir on kez daha yaşayacaktı ve her seferinde onun dalaşmalarını yumrukla karşılarsa günün sonunda birinin yatacağı yer kesinlikle soğuk toprağın altı olacaktı.
Arslan, ellerini kot pantolonunun ceplerine sokup, kafasını onu takmayan Gökmen'in omzuna doğru biraz yaklaştırırken, "Bayadır yumruklaşamıyorduk iyi geldi ha. Arada yapalım böyle, sabah sabah güzel egzersiz oldu." dedi.
Gökmen, gözlerini kapayıp sabır dileyen bir nefes verip, hızlı ilerleyen sırayla birkaç adım öne atıp, ona cevap vermeyi reddederek tekrar telefonuna gömüldü. Arkasındaki herifin ciddi olmakla ilgili ciddi sorunları vardı ve Gökmen'in de bu ciddiyetsizlikle baş edebilecek sabrı yoktu. Bu tavrın kendisine özel olduğunu biliyordu ve bu bilgi daha da öfkelenmesine neden oluyordu. Arslan'la bir mahalle dolusu ortak arkadaşı vardı ve defalarca muhabbetlerine şahit olmuştu. Öyle ki, onu alaycı olmayan bir ifadeyle görüp, sesinin alaydan yoksun, samimi tınısıyla her karşılaştığında afallıyordu.
Onun cevap vermemesine karşın, Arslan sırıtıp onun adımlarını takip ederken tekrar sarışının omzuna doğru eğildi. Ela gözleri, onun varlığını yok sayan sarışının telefon ekranında gezen parmaklarını takip ederken, "Uygar şu kıvırcık kafalı, işletme okuyan çocuk mu?" diye sordu. Tek amacı Gökmen'in sabrını biraz daha sınamaktı.
Gökmen gayri ihtiyari, hışımla yüzünü ona doğru çevirince, Arslan'ın da gözleri onun mavilerini bulmuş ve garip, fazlasıyla yakın bir pozisyonda göz göze kalmışlardı. Gökmen'in mavileri şaşkınlıkla büyürken, Arslan'ın elaları onun büyümüş iki göz bebeğinin arasında gidip geldi. İlk çekilen Gökmen olurken, bir adım öne kaçıp rahatsızca boğazını temizledi. "Sana ne amına koyayım? Kendi işine baksana sen." dedi hızlı hızlı. Bu yumruklaştıkları zamanlar harici Arslan'la paylaştığı en yakın pozisyondu ve rahatsız hissetmişti.
Arslan onun aralarında açtığı boşluğu ve gerilmiş sırtını kaşları havalanarak izlese de onu rahatsız etmiş olmanın memnuniyetiyle bir sonraki an yüzünü tekrar bir sırıtma kapladı. Sırıttıkça dudağı acıyordu ama Gökmen'i deli etmek için acısını yok sayabiliyordu.
"Anaa o nasıl kaçmaktı öyle lan?" dedi.
Gökmen ağzının içinde homurdanırken, Arslan sarışının açtığı boşluğu kapayıp, nefeslerinin tekrar çocuğun ensesine vurmasını sağlayacak kadar yakınlaştı. "Korkma Gökkuş, benim ağız tadım belli, kuş eti sevmiyorum. " diye devam etti.
Sesindeki ima, Gökmen'in alnında birkaç damarın belirginleşmesine neden oldu. Dişleri birbirine geçerken, "Arslan ya efendi efendi sıranı bekle ya da siktir git. Yoksa elimden bir kaza çıkacak ve inan, bugün senin yüzünden tutanak doldurmak zorunda kalırsam, bu okuldan ikimizden birinin cesedi çıkar." dedi en sert sesiyle.
Sözlerinin esmerin üzerinde bir işe yaramadığına emindi. Şimdi arkasını dönse, esmerin yine gevşek gevşek sırıttığını göreceğini adı gibi biliyordu. Ama neyse ki, atışmaları esnasında sıra hızlıca akmış, önünde yalnızca bir kişi kalmıştı.
"Sen de amma çabuk celalleniyorsun ya, keyfini süremeden bitiyor sohbetimiz." diyen yavşağı yok sayarak, "Abi bana iki karışık sandviç bir de portakal suyu." dedi arka cebinden cüzdanını çıkarırken. Siparişi anında önüne bırakılınca, arkasındaki herifin varlığını tamamen yok sayıp, para üstünü aldığı gibi vınladı. Biraz daha o gerilime maruz kalsaydı bir kez daha patlayacaktı.
Gördüğü ilk boş yere oturup, elindeki sandviçin jelatinini açtı. Çatılı kaşlarıyla, tüm öfkesini elindeki ekmekten çıkarır gibi sert ve büyük bir ısırık aldı. Sert bakan mavileri hala kasanın önündeki esmeri bulurken, lokmasını hızlı hızlı çiğnedi. Esmerin gözleri omzunun üzerinden dönüp, direkt onu bulduğunda gözlerini çekmedi. Arslan ona göz kırpınca, refleksle orta parmağını kaldırıp ona gösterdi. Esmer omuzlarını sarsan sessiz bir gülüş bırakınca, gözlerini devirip homurdanarak önüne döndü.
"Ooo kardeşim, yine gazi olmuşsun bakıyorum." diyerek yanına çöken bedenle, keyifsiz gözleri sırıtan arkadaşını buldu.
"Oralara hiç girme kardo, sinirim hala tepemde." diye söylenerek, iki lokmada neredeyse bitirdiği sandviçinden bir ısırık daha aldı.
"Oğlum hepi topu 8 saat ayrı kaldık, ne ara siktirdin yüzünü?" dedi Derman, onun ikazını umursamadan arkasına yaslanırken.
Gökmen ona ters bir bakış atıp, ağzındaki lokmayı hala çiğnerken, "Ne dedim lan ben biraz önce?" diye homurdandı.
"Ya merak ettim oğlum, yine şu kan davalınla mı girdiniz birbirinize?"
"Lan sizi bana parayla mı veriyorlar? Girme dedik ya allah allah." diye yükseldi. Bugünü akıl sağlığını koruyarak bitirebilirse ciddi ciddi götüne kına yakmayı düşünüyordu.
Derman, ağzındaki sandviç parçalarını yüzüne saçarak bağıran arkadaşına yüzünü ekşitti. "Senin sonunu iyi görmüyorum kardeşim ben, git iki muz çiz de bir sinirin yatışsın." dedi sakin sakin üzerine sıçrayan ıslak ekmek parçalarını silkelerken. Tüm arkadaş grubu olarak Gökmen'in ani sinir harplerine alışmışlardı. Üniversitenin hazırlığında tanışmış, neredeyse üç yılı göt göte geçirmişlerdi. İlk başlarda sarışının ani değişen ruh halleriyle apışıp kalsalar da, zamanla onun yükselişlerini alçalışlarını takmamaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Zaten bir an neşeli kahkahalar atarken, diğer an duvar yumruklayan bir adamı ciddiye almak da pek akıl karı değildi.
Gökmen ağlamaklı bir ifadeyle alnını önündeki ahşap masaya yasladı. Saat daha 10'du ve şimdiden tükenmişti.
"Obaaa nabersiniz biladerlerim?" diyerek sahneye giriş yapan Uygar'la birlikte kafasını kaldırmadan masanın altından sandviçinin son lokmasını ağzına attı.
"İyidir kardo, toparladın mı biraz?" diye sordu Derman sırıtarak, bir ayağını bileğinden dizinin üzerine yaslarken. Sabah evden çıkarken Uygar'ı ağrıyan başına tişört bağlamış, koltukta yuvarlanırken bırakmıştı.
"Ağrı kesici attım bir iki tane. Öğlene doğru midemizi yıkamazlarsa iyiyiz kardeşim." dedi Uygar kendini Gökmen'in yanındaki boşluğa atıp, bir kolunu arkadaşının omzuna atarken. Hala kafasını masadan kaldırmamış arkadaşına tek kaşını kaldırıp bakarken,
"Buna ne oldu yine lan?" dedi.
"Belalısı yine yüzünü yamultmuş, sordum diye küstü."
Uygar sessiz bir gülüş bıraktı. "E çok bile beklediler. İki haftadır Gökmen'in yüzünde yara bere görmediğimden suratına baktıkça bir yabancılıyordum, iyi olmuş." Gökmen'in açıktaki ensesine yumuşak bir tokat indirip devam etti. "Bir kafanı kaldır da, hasret gidereyim iki dakika yaralı kuş."
"Goy goyunuzu sikeyim sizin, uğraşmayın benimle." diye homurdanan Gökmen sonunda kafasını kaldırıp, arkadaşlarına sert birer bakış attı.
Onun tepkisiyle ikili kıkırdadı. Arslan'la empati yapabilen nadir insanlardandı. Çünkü onlar da en az Arslan kadar Gökmen'le uğraşmayı seviyorlardı. Sarışının tepkileri her zaman tatmin edici oluyordu.
"Tamam lan tamam." dedi Uygar yüzündeki sırıtma yerini korurken, bir elini kıvırcık kahvelerine atıp kabarık saçlarını daha da kabarttı. "Neyse onu bunu bırakın da ne verdiniz bana dün lan, doğruyu söyleyin."
"Biz sana bir sik vermedik biraderim de sen ne bulduysan içtin." dedi Gökmen, ikinci sandviçinin paketini açarken. "Elinden votka şişesini zor aldık anasını satayım. Bıraksak sek içiyordun."
Derman, Gökmen'in ağzını hala açmadığı portakal suyunu açıp bir yudum aldı. "Ulan fena göt oldun ama." deyip aklına dün gecenin anıları dolunca höykürerek güldü. Gökmen de ona katılırken sonunda morali bir miktar tırmanışa geçmişti.
Aynı anılar Uygar'ın da aklına dolunca yüzünü buruşturdu. "Rezil olduk anasını satayım. Bir daha yanımızda kızlar varken bana alkol uzatanı sikerim."
"Sen onu bırak, Sibel seni görsün ağzına sıçacak. Kız, arkadaşlarına o kadar övmüş bizi, yalancı çıkmış gibi oldu."
"O da abartmasaymış anasını satayım. Ulan ayıkken beyefendiyiz sanki, çapımız belli işte allah allah. " diye homurdandı Uygar, Gökmen'in sözlerine. "Beni sevecek kadın hayvaniliğimle sevsin."
"Bu kafayla gidersen, yalnız ölürsün kardeşim benden söylemesi." dedi Derman, uzanıp Gökmen'in elindeki sandviçten bir parça koparıp, ağzına attı.
Uygar, bir elini Gökmen'in ensesine atıp sıkarken, "Otuzuma gelene kadar bir karı bulamazsam Gökmen'e varacağım. Alırsın beni dimi lan?" dedi sırıtarak.
Gökmen'in bakışları ona döndü. Arkadaşını alıcı gözüyle süzer gibi dudaklarını büktükten sonra cıkladı. "Yok kanka, şöyle bir baktım da on tane götüm olsa bir tanesini vermem, yüz tane sikim olsa bir tanesini sokmam sana." dedi.
"Ha siktir lan oradan!" diyen arkadaşı, ensesine bir tokat geçirince refleksle omuzlarını yukarı kaldırsa da anırarak güldü.
"Ben sana birini bulacağım kanka, sen rahat ol." dedi Derman, hala Gökmen'in ekmeğini tırtıkladığından Gökmen kafasını bir yana eğip homurdanarak kalan ekmeğini Derman'ın eline tutuşturdu.
"Sen önce kendine birini bul hıyar." dedi Uygar, hafifçe tam karşısında oturan Derman'ın sandalyesini tekmeledi.
"Terzi kendi söküğünü dikemezmiş oğlum, ne yapalım?"
Gökmen'in gözleri kafenin girişindeki dijital saatini bulunca, ikilinin atışmasını izlemeyi bırakıp ayaklandı. "Neyse hadi, bırakın goy goyu da gidip birer sigara içelim. 15 dakikaya çizim dersim var, daha arabaya gidip eşyalarımı alacağım."
Arkadaşları atışmayı bırakıp ayaklanınca birlikte kafenin önündeki ağaçlık alana atılmış piknik masalarına ilerlediler. Gökmen'in elaları, açık havaya çıkar çıkmaz bölümden arkadaşlarıyla masalardan birine kurulmuş, yüzünde samimi bir gülümsemeyle çay-sigara keyfi yapan belalısını bulunca bir kez daha homurdandı. Yok, artık kesin kes emindi. Ona bu okulda huzur haramdı.