Kim bu adam?

1513 Words
Heyecanla başımı çevirdim ve ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi hayal kırıklığıma bırakıp dışarı verdim. "Kadir amca..." diye mırıldandım. Kadir amca sessizdi belki biraz kızgın. "Seni nasıl merak ettim bir bilsen! Seni bu halde yatarken görünce tekrar bir delilik yaptığını sandım!" "Merak edecek bir şey yok Kadir amca, iyiyim." Kadir amca kaşlarını çattı ve azarlar bir tonda "Evin içinden sağ çıkmana sevinemedim bile, her yerde seni aradım! Bana ne diye haber vermedin ah be kızım! Hiç mi düşünmedin beni?" diye sitemde bulundu. "Ben size yeterince sıkıntı verdim artık..." Kadir amca öfkeyle "Duymamış olayım! Ne sıkıntısı sen de benim bir kızım gibisin!" dedi ve omuzlarımdan kavrayıp bağrına bastı. Babam bile bana hiç kızım diyememişken bu adam bana 'kızımsın' diyordu. Öyle sıcaktı ki bağrı sanki babammış gibi, içten ve koruyucuydu. Tüm kötülüklerden koruyabilirmiş gibi sığındım ben de o kollara. Düşünmeden... "Özür dilerim Kadir amca, her şey için..." "Asıl ben özür dilerim kızım, geç kaldığım için." Kadir amcanın iyi niyetine ve tertemiz kalbine rağmen ben ona karşı mahcuptum. Altı aydır adama dert olmaktan öteye gidememiştim. Buna rağmen adamcağız bana sahip çıkıyordu. Kadir amcayla mezarın başında annem için dua ettikten sonra Kadir amcaya döndüm. "Ben artık gitsem iyi olacak Kadir amca." "Nereye gideceksin?" Nereye gidecektim? Tek gidecek yerim vardı ve şu an olmam gereken yerdeydim, yani annemin yanında. Gözlerimi çıplak ayaklarıma dikip titrek bir sesle "Bir arkadaşım var, ona giderim." dedim. Yalan söyleyince hep sesim titrer, kalbim hızla çarpardı. "Elbette gidersin ama ziyaretlerine." "Nasıl yani?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Yani kızım, benimle geliyorsun." "Bunu daha öncede konuşmuştuk Kadir amca ben bunu kabul edemem." dedim sitemle. "O zaman şartlar başkaydı, kalacak bir evin vardı. Şimdi evinin yerinde bir enkaz duruyor." "Ben başımın çaresine bakabilirim. Size yük olmak istemiyorum." derken kararlılıkla aslında kendimle çelişiyordum. Başımın çaresine bakamazdım. Bir kuytu köşede ölümü beklerdim. "Bak hele bak! Ne yükü kızım? Altı üstü bir yatakta kıvrılıp yatacaksın. Sofraya ise fazladan bir tabak koyulacak, hepsi bu değil mi?" "Hayır, olmaz. Ben bunu kabul edemem." "Meysere, güzel kızım ne inatçısın sen böyle kime çektin ki! Bu kez kararlıyım benimle geleceksin. Nasıl ikna olacaksın söyle bir orta yolu bulalım." Kadir amcanın kararlı olduğu her halinden anlaşılıyordu. Dik duruşunun yanı sıra kollarını göğsünün altında sımsıkı bağlaması bile asildi. Benim gibi aciz değildi. Orta yolu bulmaktan başka çarem yoktu. O evde yiyip içip oturamazdım. Hatta kaba tabirle yan gelip yatamazdım. Ben oldum olası bulduğum her işte çalışan biriydim. Gidip çalışsam Kadir amcanın benim kazandığım parayı kabul etmeyeceğine emindim. O halde evde bir şeyler yapmalıydım. En azından yaptığı iyiliğin altında ezilmemek için elimden geleni yapmalıydım. Aklıma gelen fikirle içimde bir kıvılcım çaktı. Heyecanla "Eğer evde işlere yardım edeceksem mesela yemek yapacaksam evinizde kalabilirim." dedim. Kesinlikle çok iyi yemekler pişirebilirdim. "İçin rahat edecekse, kabul. Gidelim mi artık?" İçim rahat mıydı bilmiyordum ama bildiğim tek şey, korkuyordum. Niçin korktuğuma, kimden korktuğuma dair en ufak fikrim yoktu ama kalbimde bir sızı vardı. Sanki anneme ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum. Annemin hatıralarını yakıp başka bir eve giderken tek yapabildiğim kaderime boyun eğmekti. Geçmişi değiştiremezdim ve düştüğüm hataları tamamen telafi de edemezdim. Annemin mezarına son kez bakıp 'özür dilerim' dedim kalbimin en derin ve affedilmeye muhtaç yerinden. Bağışlanır mıydım, belki... Kendime öfkem biter miydi, asla... O dört duvarda acıların yanı sıra annemin gülüşleri, sesi, neşesi, gözyaşları, emeği saklıydı. Ben hepsini yaktım! Arabaya vardığımızda ben arka koltuğa oturmayı tercih etmiştim. Ön koltukta oturmak için bir vasfım yoktu. Sığıntıydım, bu yüzden yerimi bilmeliydim. Yarım saat kadar sonra büyük bir evin bahçesine girmiştik. Evin en güzel yani müstakil olmasıydı. Geçtiğimiz yol üstünde yan yana birçok villa vardı ve hepsi birbirinden güzeldi. Bu evi diğerlerinden özel kılan ise bahçesinde bulunan bin bir çeşit bitkiler ve çeşitli meyve ağaçlarıydı. Yaprakları iri ve dalları ince olan ağaca gözüm iliştiğinde "Kiraz ağacı mı o?" diye sordum kendime hâkim olamayarak. "Evet, hatta meyve bile verdi. Bizimkilerden geriye bir şey kalmamış sanırım." Kiraz ağacına doğru yürümeye başladım. Hemen altına gelip dallarına bakındım. Bir kaç tane kiraz kalmıştı ama en tepedeydi, o kiraza ulaşmak mümkün değildi. "Evet, kalmamış." dedim üzgünce. Annemin en çok sevdiği meyve kirazdı. Ellerimle anneme kiraz toplamak için çocukluğumdan beri kiraz ağacımızın olmasını isterdim. Bazen imkânların kısıtlı olması hayallerimize mani olur ve o hayaller hep ertelenip hayal olarak kalırdı. Erteledim, erteledim, erteledim sanki ölümsüzmüşüz gibi, hep sonra dedim ve o ağacı dikmedim. O hayalimdeki ağacın meyvesinden anneme hiç yediremeden onu kaybettim. Kadir amca kapıyı açtığında bana seslendi. "Hadi içeri gel kızım." Daha fazla bahçede kalmanın anlamı yoktu. O eve sığıntı olarak girmekten başka çarem yoktu. "Geliyorum Kadir amca." İsteksiz ama bir o kadar da minnettar duygular içerisindeydim. Başımı eğdiğimde kirli ayaklarımı fark edip eşikte durdum. "İçeri gir kızım. Niye kapıda bekliyorsun?" "Şey, benim ayaklarım kirli." Temiz olan neyim kalmıştı ki? Ellerim, ayaklarım, geceliğim, tenim ve ruhum kir pas içindeydi. Arınmak için suya sabuna ihtiyacım yoktu. Bir huzurluk ölüm paklardı ruhumu. Kadir amca ayaklarımın halini ilk kez fark etmiş olacak ki acıyla yüzüme baktı. "Tüh, nasıl görmedim! Ayakkabı olmadan nasıl yürüdün? Göster bakalım ayaklarını bir şey olmuş mu?" "İyiyim Kadir amca, gerçekten." Eğer her insanın bir meyvesi olsaydı, Kadir amcamın temsili meyvesi kesinlikle kiraz olurdu. Lakabı ise 'kiraz kalpli adam' olurdu. Aklıma gelen bu düşünceyle Kadir amcanın göğsüne baktım ve kalbimin ona daha çok ısındığını fark ettim. Bana uzattığı pembe, çiçek desenli temiz misafir terliklerini kirli ayaklarıma geçirdim. Başımı kaldırdığımda salona gelen ev sakinlerini gördüm. Herkes beni inceliyordu. "Hoş geldin Meysere, ben evin hanımı Nesrin." "Hoş buldum, Nesrin hanım." Nesrin hanımın soğuk duruşuna tezat olarak Kadir amca içtenlikle gülümsüyordu. Birbirine çok benzeyen iki kızı gösterip "İkizlerimiz, Eda ile Çağla." dedi Kadir amca. İkisi de çok güzeldi. Hatta benimle aynı yaşlarda görünüyorlardı. Eda, Çağla'ya nazaran daha yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Çağla ise daha keskin yüz hatları ve insanı korkutan bakışları vardı. Masum yüzünün aksine sert bir duruşu vardı. Ela gözler ve açık kestane rengindeki kahve saçlar anneden kızlarına geçmişti. Kadir amcaya ise pek benzemiyorlardı. Bana elini uzatmadı kimse çünkü kirliydim. Kızlarda aceleyle hoş geldin dedikten sonra salona geçmişlerdi. "Gel kızım, sana odanı göstereyim" diyen Kadir amcayı takip etmeye başladım. Evin içindeki merdivenlerden yukarı çıkmaya başladık. Kadir amca bir kapının önüne geldiğimizde durdu. "Burası senin odan. Odanın içinde banyoda var. Yıkanırsın güzelce. Ben şimdi evin yardımcısına söylerim sana uygun kıyafet de getirsin kızların dolabından." "Tamam, Kadir amca. Her şey için çok teşekkür ederim. Çok iyisiniz, bana evinizin kapılarını açtınız." "Daha fazla iyiliğimden dem vurmazsan sevinirim kızım. Sevabını kaçıracaksın bu gidişle." Kadir amcanın neşeli hali ile üstümden bir yük kalkmış gibi hissettim. Beni evine getirdiği için pişman değildi. Zaten fazla kalmaya niyetim yoktu. Düzgün bir iş bulup çalışacak ve yeterli param olduğunda kendime uygun küçük bir ev tutacaktım. Odaya girdiğimde çift kişilik bir yatak, ahşaptan yapılmış dört kapılı bir dolap ve rengarenk çiçek desenli bir halıyla karşılaştım. Odanın içinde fazla eşya yoktu. Sadece uyumak için misafirlere verilen bir oda olmalıydı. Oda ne çok büyük, ne de küçük sayılırdı. Benim gibi açlıktan nefesi kokan biri için fazlaydı bile. Kirli elbiseyle krem rengi örtülü yatağa oturmak istemedim. Ayakta öylece durup odaya göz gezdiriyordum. Bu odada kaç gün veya en kötü ihtimalle kaç ay kalacağımı bilmiyordum. Başımın çaresine bakmam gerekiyordu. Rahata kendimi alıştırma lüksüm yoktu. Dolabın kapaklarını açıp içine göz attım. Dolabın üç gözü boştu. Bir gözünde ise katlanmış beyaz, temiz havlular ile iki tane bornoz vardı. Evlilerin misafir gelme durumuna göre düşünülmüş olmalıydı. Küçük beden olan bornozu ve bir havluyu elime alıp banyoya girdim. Banyo bile çok büyük ve parlak taşlarla dizayn edilmişti. Bizim fayansı dökülmüş küflenmiş banyomuzla kıyaslayınca saray gibi görünüyordu. Gerçi kıyaslanacak ne ev ne de banyo kalmıştı. Her şey bir enkaz haline dönmüştü. Suyu açıp odaya geri döndüm. Üstümden annemin geceliğini çıkarıp özenle katladım. Fotoğrafı da komidinin üstünden alıp çekmeceye bıraktıktan sonra tekrar banyoya girdim. Sıcak su ile tenim temas edince buruk bir şekilde gülümsedim. Bizim sıcak akan suyumuz hiç olmamıştı. Bir çaydanlık suyu ocakta kaynatıp kovaya dökerdik. Üstüne soğuk suyu ekleyince yıkanmalık suyumuz çıkmış olurdu. Şampuan yerine ise kolay kolay bitmeyen yeşil sabunla hem saçımı hem de vücudumu yıkardım. Bu evde kalıp sabun bile yoktu. Banyo lavabosunda şeker pembesi sıvı sabun vardı. Kabin bölümünde ise çeşit çeşit duş jelleri, şampuanlar, badem yağı, argan yağı gibi pek çok saç bakım yağları vardı. Duştan çıktığımda aynada gördüğüm kıza yabancıymışım gibi kalakaldım. Az önce bu aynaya baktığımda yüzüm olması gerektiği gibi ruhumun kırıklarını yansıtan karalar içindeydi. Bu ben değildim. Ruhumu kaybetmiştim sanki. Değişmeyen sadece gözlerimdi. Yüzüme su çarpıp kendime gelmeye çalıştım. Üstümde bornoz, saçlarımda havluyla insanın nereden geldiğini unutturacak kadar güzel bu ev... Fazla, benim gibi biri için çok fazlaydı. Annemin geceliğini lavabonun içine koyup yıkamaya başladım. İyice sıkıp banyodaki borulu kalorifere astım. Annemden kalan son parça bir gün kefenim olmasını istediğim bu gecelikti. Beyazlığını kaybetmişti belki ama tüm kefenler bembeyaz olmak zorunda değildi. Benim kefenim kirli beyaz olabilirdi. Banyonun kapısını açtığım anda karşımda beliren bir çift bal rengi, sütlü kahve tonunda gözlerle istemsizce çığlık attım. Ağzıma kapanan bir el ve yüzüme öfkeyle bakan bal renginde gözler... "Sus! Bağırma!" Kimdi bu adam? Ne işi vardı banyo kapısında? Hakan'ın yaptıkları aklıma gelince korkum daha çok arttı. Ya bu yabancı da bana zarar vermeye çalışırsa? Belki sandığım gibi değildi. Belki de Kadir amcanın yakını ya da evde bir çalışandı. Ancak kim olursa olsun odanın içine ne diye girmişti? ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD