Şermin teyze söylene söylene giderken bana düşen güçlü olmaktı. Sanki her şey yolundaymış gibi yaşamaya devam edebilir miyim?
Eve girmek için yöneldiğimde Kadir amca beni durdurdu. Tok bir sesle "Hadi karakola gidiyoruz." dedi.
"Neden?" diye sordum bitkin çıkan sesimle. Elim hala yakamda bağrımı kapatmaya çalışırken bunu sormam trajikomikti.
"Bir de soruyor musun? Haline bak! Sana bunu yapan o şerefsiz bunun hesabını verecek!"
Bu kadar kolay mıydı? Ben onu şikayet edince sorun hemen çözülecek miydi? Aksine sorunlarım daha çok büyüyecekti. Şermin teyzeden tüm mahalle yaka silkerdi. Onun tavuğuna kış diyenin saçını başını yolardı. Üstelik şahidim bile yoktu. İnkar edecekti. Tecavüzcüler bile bir şekilde ceza almadan çıkarken sadece teşebbüs için uyarı bile vereceklerine inanmıyorum.
Hadi ceza aldı diyelim, o mutfakta yaşadığım kötü dakikalar hafızamdan silinecek mi? Sanmıyorum... Hiçbir şeyin o anları ve nasırlı ellerinin bıraktığı izleri sileceğine inanmıyorum.
"Kadir amca bakın yeterince üzüldünüz. Üstelik o kadını gördünüz. Eğer oğlunu şikayet edersem benim peşimi bırakmaz. Kötü bir şey yapmadığım halde demediğini bırakmadı. Benim yüzümden oğlunun başı ağrısa beni bu mahallede barındırmaz. Üstelik biliyorsunuz siz de ceza almayacak. İki gün nezarette tutup salarlar dışarı. Benim bu gecekondudan başka gidecek yerim yok... Susmaktan başka çarem de..."
"Önce bi üstünü değiş bakalım sonra bir hal çaresine bakarız."
Eve girdiğimizde Kadir amca yorgun bir halde koltuğa çöktü. Şermin teyzenin sözleri Kadir amcanın canını ziyadesiyle sıkmış olmalıydı.
Vestiyerden krem rengi annemin ördüğü şalı aldım. Üstüm başım paramparça bir haldeyken ruhumun bir parça kalması mümkün değildi. Annemi kaybedince ruhum iki parçaya ayrılmıştı. Bir parçamı annemle birlikte kara toprağın altına bırakmıştım. Diğer parçamı annemi kalbimde yaşatmak için fani bedenimde... Ve bana ait olan bir bedene kirli eller dokundu!
Kadir amca sessizce oturduğu koltuktan kalktı ve "Bir yolunu bulacağım." dedi derin bir nefes alarak.
Neyin yolunu bulacaktı? Başımı okşayıp yüzüne kırık bir tebessüm kondurdu.
"Kendine dikkat et kızım. Bir sorun çıkarsa polise haber ver ve beni ara. Gidiyorum şimdilik ama en kısa zamanda döneceğim."
"Peki ararım. İyi akşamlar..."
Kadir amca giderken arkasından bir müddet baktım. Sokak kapısını kapatıp içeri geçtim ve yırtık tişörtümün üstüne attığım şalı tekrar katlayıp dolabıma koydum.
Aynaya gözüm takıldığında durup öylece kendimi izledim. Gözlerim şişmiş, yanaklarım utançla kızarmıştı. Karmakarışık olan saçlarımı elime aldım, annemin dokunurken 'ipek saçlım' deyip kokladığı buklelerim onun elleriyle kirlenmişti. Parmaklarımı tarak gibi kullanıp düzeltmeye çalıştım. Olmuyordu, eskisi gibi saçlarım kokmuyordu.
Komidinin çekmecesinden makası alarak aynanın karşısına tekrar geçtim. 'Saçlarım kısa olsaydı eğer saçlarımdan tutup çekemezdi.' diye mırıldandım. Tutam tutam saçlarım yere düşerken gözyaşlarımda aynı anda damla damla akıyordu. 'Affet beni anne.'
Kısacık saçlarıma bakarken kendime yabancıydım. Artık annemin Meysere'si değildim sanki. Annem olmadan sadece hiçim.
Bozulmuş bir sütü kaynatınca bozulduğunu anlarsınız ya bende kaynamıştım. Bozuktum. İşe yaramazdım. Kendime bile hayrım yoktu. Bu dünyaya fazla, beni seven Kadir amcaya yüktüm.
Yırtık tişörtü üstümden sıyırıp aynaya baktım. Sanki o eller hala üzerimdeymiş gibi... Pantolonumu çıkarıp elime aldım. Bu üstler kirliydi. Yıkamakla geçmeyecek lekeler değmişti.
Yakmalıydım! Bu kıyafetleri... Yere dökülmüş kirli saçlarımı... Bu evle birlikte tüm maziyi...
Hatta kendimi...
Kendimi...
Kendimi...
Bu söz defalarca yankılandı zihnimde. Annemi kaybettiğim bu gecekonduyu yakma fikri öyle tatlı geliyordu ki...
Gülümsedim. "Anne, beni duyuyorsun değil mi? Yoruldum anne. Gücüm kalmadı. Ben artık mecburen de yaşamak istemiyorum. Artık yanına gelecek cesaretim var. Kızma bana, yaşamayı beceremedim."
Üstüme dolaptan annemin beyaz pamuklu geceliğini geçirdim. Benim kefenim buydu. Annem benim kollarımda ölmüştü bende onun kollarındaymış gibi ölecektim.
Çekmeceden annemle çekilmiş fotoğrafımızı aldım. Ona hasretle bakıp "Küçük kızının son yaramazlığı..." dedim fısıltıyla.
Pantolonumu, yırtık tişörtümü salonun ortasına attıktan sonra ağır adımlarla mutfağa yöneldim. Hayatımın geri kalanı bir kibrite bakıyordu veyahut bitişi.
En çok güneşli günleri severdim ve yağmur yağarken kaçan insanları seyretmeyi... Gülümserken kalbimde oluşan sancıyı da severdim. Her zaman eksik gülmüşümdür bu yüzden. Kalbimdeki acının yüzüme çizdiği hüznü sevmezdi annem... Babam olsaydı belki sinmezdi üstüme hüzün kokusu.
Kibriti yakıp çıkardığı aleve baktım. Gözümde büyümüştü o kırmızı ışık ve ben yanıyordum. Ciğerlerim yanmıştı o yılbaşı gecesi, sonra hayatımın tamamı...
Kibrit kutusunu kıyafetlerimin üstüne koyup elimdeki kibriti üstüne bıraktım. Kağıt ateş alırken diğer kibrit çöpleride hızla tutuşmuştu. Ve o kirli kıyafetlerim yanarken ben elimde bir fotoğrafla annemin can verdiği kanepeye oturup ateşin harlanmasını izliyordum.
Halı tutuştu, ben yandım.
Koltuk tutuştu, ben yandım.
Ev yanarken, ben güldüm.
Bu kez eksik değildi gülüşüm, dolu dolu kahkaha atıyor ve ölüme kafa tutuyordum. Hayatın bende esirgediği tüm kahkahaları bugün vermesi ne acıydı...
"Bak anne, bizden geriye kalan biraz kül olacak... Hatıralarımız yanıyor anne... Beni affet... Sensiz yaşamayı başaramadığım için beni affet. Ama ben affetmeyeceğim kendimi... Seni kalbimde yaşatamadığım için özür dilerim anne!"
Önce kabaran sonra durgunlaşan denizler gibi dengesizdim. Medcezire tutulmuş aklım ve ruhum aynı anda bana ihanet ediyordu sanki. Kolayına kaçmayacaktım değil mi? Söz vermiştim kendime ama tüm çabam buraya kadarmış...
Ateşler yükseliyordu etrafımda, duman kokusu genzimi yakıyordu. Bir kaç dakika sonra ben de diri yanacaktım. Güçsüzlüktü yaptığım, kötülere teslimiyetti. Oysa Hakan'ın ateşlerde yanması gerekirdi. Şermin teyzenin af dilemesi lazımdı. Suçlu olanlar hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edecek ve ben ölecektim. Çünkü mücadele edemeyecek kadar yorgundum, güçsüzdüm.
Biraz duman, biraz ateş ve kavurucu bir sıcaklık hüküm sürüyordu dört duvar arasında. Ben ölümü beklerken dışardan gelen bağırış sesleri ölüm senfonisi gibiydi.
"Ev yanıyor! Yetişin komşular!"
"Meysere evde!"