Sığıntı

1079 Words
Her sözünde daha çok yerin dibine giriyordum. Ne işim vardı benim bu evde? Ne hakkım vardı bu ailenin huzurunu bozmaya! "Özür dilerim." dedim ve arkama bakmadan odadan koşar adım çıktım. Arkamdan "Defol bu evden!" diye bağırıyordu. Elbette gidecektim. Merdivenlerden koşarak çıkarken gözyaşlarımın akmasına mani olamıyordum. İstemsizce yanaklarımda tuzlu yaşlar kalbime doğru süzülüyorlardı. Her damlası yaralı kalbimi daha çok yakıyordu. Elimin tersiyle yanaklarımı silerken duvara çarpmış gibi geriye doğru savruldum. Ayağım basamaktan kayarken dengemi tamamen kaybettim. Merdivenlerden yuvarlanacakken elimi tutan biri vardı. Beni kendine doğru çektiğinde onun kollarına hapsolmuştum. Kalbim heyecanla çarparken dudaklarım ve boğazım kurumuştu. Ne kadar öyle kaldığımı bilmiyordum. Kendime gelmem mümkün değildi sanki. Nerdeyse merdivenlerden tepetaklak yuvarlanacaktım. Çıplak sırtıma değen parmaklarla bedenimden geçen bir ürpertiyle kendime geldim. Meğerse beni hapseden kollara sarılan benmişim ve en acısı da o yabancı kolların arasına sığınıp ağlıyormuşum. Kimsesiz gibi, kimsem yokmuş gibi... Kadir amcanın oğlu tüm duygusuzluğu ile "Ağlamayı bırak." dediğinde ne yaptığımı tam olarak anlamıştım. Ben yabancı bir adamın değil, azrailin kollarında ağlıyordum. Bir yabancının kollarında ağlarken duyabileceğiniz en iyi teselli sözü bu olmalıydı. Hele bu ölümcül bakışlarla karşısındaki insanı yaşadığına pişman eden biriyse bu kadarına şükretmek gerekirdi. Odama kendimi attığımda arkamda kalan adamın kızgın bakışları peşimi bırakmamıştı. Bana mı kızmıştı? Kardeşini üzdüğüm için belki de o da beni evden kovacaktı. Bu evden gitmek için bir sebebim daha vardı. Yatağın kenarına oturup ne yapacağımı düşünmeye başladım. Öncelikle üstümdeki yeşil elbiseden kurtulmam gerekiyordu. Ne kadar pahalı olduğu kumaşından bile anlaşılıyordu. Eda haklıydı, benim gibi açlıktan nefesi kokan bir sığıntıya ancak ucuz kıyafetler yakışırdı. Ayaklarımın altındaki sızıyı bile unutmuştum bu eve adım attığımdan beri. Gergindim... Korkuyordum... Fazlalıktım... Yeryüzüne düşen siyah bir noktaydım, kimin hayatına değsem biraz daha eksiliyordum. Canımı yakanlara ruhumdan bir parça bırakıyordum. Banyoya geri döndüm ve yarım saat önce yıkayıp banyonun peteğine astığım ıslak geceliği elime aldım. Islak çamaşırlarımı elbiseye değdirmeden odama götürdüm. Yaz vakti ıslak elbiselerde çabucak kururdu. Yeşil elbiseyi üstümden dikkatlice çıkardım ve özenle katladım. Islak çamaşırları giyindikten sonra annemden kalan kirli beyaz geceliği üstüme geçirdim. Komidinden annemin fotoğrafını alıp 'Şimdi ne yapacağım anne?' diye sordum. Üşüyordum... Titriyordum. Biraz güneşe çıkıp otursam tüm üşümem geçecekti ama kalbimdeki sızı hiç geçmeyecekti. Odayı toparladıktan sonra bugünü tamamen unutmak üzere odadan çıktım. Yeşil elbiseyi Eda'ya bıraktıktan sonra Kadir amcaya görünmeden çıkmam gerekiyordu. Aksi takdirde gitmek için fazla şansım olmayacaktı. Az önce ağlayarak çıktığım kapıyı çalıp içeri girdim. Eda ile Çağla film izleyip kahkaha atıyorlardı. O an onları nasıl kıskandığımı anlatmam mümkün değildi. Kardeşim yoktu. Onlar iyi bir aileye, en önemlisi ömür boyu birbirine sahipti. "Eda ben özür dilerim. Elbiseni geri getirdim." Daha demin kahkaha atan kız gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti. "Çöpe at!" dedi nefret dolu bir tonlamayla. "Çöpe mi? Ama..." "Senin o iğrenç vücuduna değen bu elbiseyi tekrar giyeceğimi mi sandın?" Çağla, arkadan kahkaha atarken bu kez güldüğü film değil tam olarak bendim. "Eda, bence de o kıyafeti çöpe atmalısın. Baksana şuna uyuz bile olabilir. Saçlarına bak ya, sanki yolunmuş gibi. Iyy" "Haklısın şekerim. Kafasında bit de vardır belki. Keşke babama söyleseydik eve getirmeden önce ilaçlasaydı şunu." İkisi birden kahkaha atmaya başlayınca kalbimin derinlerindeki gururumun incindiğine yemin edebilirim. Eda ile Çağla'nın karşılıklı olarak bana saldırısına göz yumdum. Ağzımı açıp tek söz söylemeye hakkım yoktu. "Bu kadar şamata yeter!" Bunu diyen Kadir amca olsaydı şaşırmazdım. Azrailin soluğu ensemde ve sesi kulağımda yankılanıyordu. 'Bu kadar şamata yeter!' demişti tam olarak. Beni bir bakışıyla titreten soğuk adam bu gür ve emredici sesle ruhumu teslim etmem için azraile yalvartabilirdi. Bir an bana kızdığını sanıp yüzüne bakınca o öldürücü bakışlarını ikizlere diktiğini gördüm. Neyseki bu defa öfkesinin muhattabı ben değildim. Eda, alaycı hallerini bırakıp ciddiyetle bal gözlü adama "Ah, biz sadece şakalaşıyorduk." dedi. Evet, bu şakanın kurbanı bendim. "Misafire terbiyesizliğin adı şaka mı oldu?" Çağla, ikizine sahip çıkmak ister gibi "Uzatmaya gerek yok, önemsiz biri için birbirimizi kırmayalım!" dedi kısık ama gergin bir tonda. "Önemsiz biri ama babamızın misafiri, ona göre davranın!" "Ah sen yanlış biliyorsun, o kız misafir değil! Kendini babama yamayan bir sığıntı!" Bal gözlü adam Çağla'ya öldürücü bir soğuklukla bakarken "Çağla, ne dediğini kulağın duysun, babam bu laflarını duymasın!" diyerek konuya son noktayı koydu. Sanırım bu adamdan korkan tek ben değildim. Çağla kaşlarını çattı ve bal gözlü adama kırgın bakışlarını gönderirken "Öyle olsun, abi!" dedi iğneleyici bir tonda. Omzuma dokunan soğuk elleri ile irkildim. "Sende durma öyle, odana git!" Başımı olumsuz anlamda sağa sola çevirdim. "Gidiyorum ama odama değil." deyip odadan hızla çıktım. Arkamdan gelen ayak sesleri ile adımlarımı hızlandırdım. Elimi dış kapının koluna attığım anda omzumdan kavrayan elle olduğum yerde kaldım. Her harfi bastırarak konuştu. "Sana odana git dedim!" "Ha... ha..yır!" dedim kekeleyerek. Neden kekelediğimi bilmiyordum. Belki de üşüdüğüm için sesim titriyordu. Üstümdeki ıslak kıyafet iyice üşümeme sebep oluyordu. Kapıyı açtım ve kendimi o adamın soğuk pençelerinden kurtarıp bahçeye koştum yalın ayak. Arkamdan seslenmesi umurumda değildi. Bir daha bu eve adımımı atmayacaktım! Hesaplayamadığım ise Kadir amcanın bahçede olma ihtimaliydi. Kadir amca çardaktan çıkıp koşarak yanıma gelirken bende koşarak bu evden kaçmak istiyordum. "Meysere, nereye kızım?" dedi soluk soluğa ve sonra arkamdaki azraile döndü. "Araz, ne oldu? Niye bağırdın?" "Kadir amca, ben gitmek istiyorum. Lütfen kalmam için ısrar etmeyin." dedim başımı yere eğerek. Çimlerden gözümü ayırırsam bana acımalarını umursamadan hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. "Kekeme değilmiş..." diye mırıldanan Azraili duymuştum. Beni kekeme sanması komikti ama haklıydı. Onunla her karşılaştığımda çoğunlukla kekelemiştim. "Meysere, ne konuşmuştuk seninle kızım? Hem üstünü niye değişmedin? Odana elbise yolladım, görmedin mi? Bu üstündekiler ıslak mı? Beni niye dinlemiyorsun kızım! Hadi git üstünü değiştir sonra yemek yiyelim." Kadir amca beni duymazdan gelmeyi tercih ediyordu ama benim gitmeme mani olamazdı. Daha fazla bu ailenin huzurunu kaçırmayacaktım. Sesimin güçlü çıkması için dua ettim. Benim kendimi acındırdığımı düşünmelerini istemiyordum. "Kadir amca, yaptığınız her şey için size çok teşekkür ederim ama bu evde benim yerim yok. Sizi hiç unutmayacağım. Hoşçakalın..." diyerek ayrıldım yağmurdan kaçarken sığındığım duraktan. "Gitme, Meysere..." diyen Kadir amcanın sözü beni tutamazdı. Gitmek için tek söz yeterdi. Hoşçakal! Ne olursa olsun... Kim giderse gitsin hoşça kal, kimse hoşça kalmazdı oysa. Giden giderdi... Kalan ise öyle kalırdı, eli bağrında gözü uzayıp giden yollarda gidenin döneceği günü beklerdi. Bazı yolculukların dönüşü olmazdı, beklerken öğrenirdi kalanlar. Bazı yolculukların ise geri dönüşümsüz olduğu kesindi. Kavuşmak için geride kalanlar gitmeliydi. Annemin gittiği gibi... Benim onu özlediğim gibi ve kavuşmak için gün saydığım gibi... Issız sokak, tepemde güneş, yürümüşüm yol önümde uzayıp giderken. Ben ise üşümüşüm yakıcı güneşin altında. Ruhum ürpermiş ve dikenler batmış bağrı yanık hayallerime. Bırakmışım kendimi yoksuzluğa... Yokmuş hiçbir şeyim. Babam yok, annem yok, kardeşim yok... Hatta ben yokmuşum. Gölgesiz olurmuş acı çeken ruhların sahipleri. Öylesine yaşarmış sırf ömür doldurmak için. Öylesine yaşarken, böylesine ağlamak niye?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD