20.Bölüm

2761 Words
BURÇAK Dinçer ile tatilimizi bir hafta sonra yapmaya karar vermemizin üstünden tam olarak bir ay geçmişti. Disiplin ve kontrol manyağı kocam bir şekilde tüm olayları tek eline almayı başarmış ve beni tüm bunların dışında bırakmıştı. Bir aydır içim içimi yiyip bitirmesine rağmen elimden geldiğince tek kelime etmiyor ve onun ayağına dolanmamaya çabalıyordum. Biz kadınlar ne kadar yırtıcı, dişi kaplan görünümünde olsak da içimizde her daim uysal bir kedi yatardı. Sevdiğimize kıyamayan tarafımız vardı ki, çoğunlukla da o tarafımız galip gelirdi. Durum benim için de öyle oldu. Uysal kedi gibi olan yanım yırtıcı kişiliğimi egale etmiş, kocamın zor durumda olduğunu bildiğim için köşeme çekilmiştim. Ne kadar yumuşak olsak da, bu iyiliksever yanımızın bizi ilerleyen günlerde pişman edeceğini bilsek de yumuşamadan duramazdık ve zaman öyle bir aleyhimize işlerdi ki pişman olurduk. Benim için de durum şu an tam olarak böyleydi. Yumuşadığım için ölesiye pişmandım. Elimdeki magazin dergisi tam olarak yanlış yaptığımı yüzüme vuruyor, beni yeniden ve yeniden pişman ediyordu. Yine de sakin olmayı denedim ve dün alışveriş sonrası aldığım minik patiklere baktım. “Şimdilik sakin olalım ufaklık,” diye mırıldandım ve hafta sonunu fırsat bilip çalışma odasına kapanan kocamın yanına doğru ilerledim. Kapıyı hafifçe tıklatarak magazin dergisini aklımdan çıkarmayı diledim. Dinçer’in buyur eden sesiyle odadan içeriye girdim. Kocamın hakkını yememem gerekiyordu. Son projesi elinde patladığı için harıl harıl çalıştı ve zararını bir şekilde kapattı. Bu süreçte kırdığı kalbimi fazla strese bağlıyordum. Dinçer pek farkında olmasa da elimden geldiğince bir türlü rayına oturmamış olan evliliğimizi kurtarmaya çalışıyordum. Kocamın beş dakikadır odada olmama rağmen yüzüme bakmadığı gerçeğini yok saymaya çalıştım. Kadınlar kocalarını idare etmeyi bilmeli diyenler halt etmişti. Adam idare edilmek istemiyorsa asla yola gelmezdi. Aylardır denememe rağmen bir türlü idareyi elime almasını başaramadım. Patikleri arkama saklayarak söze girdim. Belki kocam biraz heyecanlanır ve ben de fırsattan ve keyfinden yararlanarak o dergideki yellozun kim olduğunu sorabilirdim. "Sana bir şey söylemem gerek." "Seni dinliyorum." Dinçer'in yüzüme bakma zahmetine girmeden verdiği yanıt tüm hevesimi yerle bir etmişti. İlgisiz kocaları adam edebilen herhangi bir kurum var mıydı acaba? Elimdeki minik patikleri yumruklarımın arasına sakladım. Kocamın aptal dizileri ve o dizilerle ilgili sorunları bebeğimizin cinsiyetinden çok daha önemliydi. Her defasında hevesimi kursağımda bırakmaktan kesinlikle zevk alıyor olmalıydı. Yoksa hangi cins koca bu kadar umursamaz olurdu ki? Daha önce kontrole onsuz gittiğim için kızan adam, kontrole gideceğimi yine unutmuş ve işlerine gömülmüştü. Üç kontrolde de ben ve bebeğimiz aklından çıkmıştık. "Eeee?" Kravat manyağı kocam sonunda başını aptal işlerinden kaldırabilmişti. Tüm hevesim kaçtıktan ve ona olan nefretim bir parça daha arttıktan sonra... "Senden nefret ediyorum," dedim sinirle. Tam ağzını açmaya hazırlanıyordu ki araya girdim. "Biliyorum, biliyorum lanet olası duyguların karşılıklı..." "Sadece çay isteyecektim," diyerek alaycı bir görüntü sergilemeye çalıştı. “O çay boğazında kalsın, benim ciğerimi yaktığın gibi ciğerini yaksın kravat manyağı!” diye düşündüm içinden. Yine ne oluyordu bu herife? Doğum gününde aramızı biraz da olsa düzeltmeyi başarmışken, şimdi ki bu tavrı neydi? İçimden geçen küfürlere inat sadece, "Zıkkım iç," demekle yetindim ve kapıyı çarparak odadan çıktım. Gözlerimi usulca her geçen gün daha fazla büyüyen karnıma indirdim. "Bana bak ufaklık, babana benzersen alırım seni ayağımın altına duydun mu?" Usul usul ve hüsran içinde mutfağa doğru ilerledim ve su ısıtıcısına su ekleyerek düğmesine bastım. Suyun kaynayan sesi içimdeki öfkeyi biraz da olsun bastırıyordu. Kanım tıpkı ısıtıcının içindeki su gibi fokurduyordu ama ben sakin olmayı deniyordum. Tam çayı demleyecekken Dinçer mutfaktan içeriye girdi. “Erdem aradı, çayı hep beraber dışarıda içeriz. Hadi, hazırlan.” Elimdeki demliğin altını biraz sertçe tezgâhın üstüne bıraktım. “Emrivakilerden nefret ettiğimi biliyorsun değil mi?” “Oradan sinemaya falan gideriz dedi,” diyerek devam etti. Dinçer son günlerde bana karşı nedense yine sağır olmuştu. Bizim evlilik kurumumuz tamamen yanlış temellerin üstüne kurulmuş gibiydi. Ah, o temeli kökünden yıkmak istiyordum ama buna dayanabileceğimi sanmıyordum. “Peki,” dedim yine, bir kez daha alttan alarak. Alttan ala ala tüm sorunların altında kaldım. “İnci de olacak mı?” diye sordum kocama mutfaktan çıkarken. Son bir ay içinde yeni gelişmeler olmuştu. Ayran gönüllü kardeşim, tıpkı kendisi gibi ayran gönüllü, hovardanın teki olan Erdem belasını almıştı başına. Dışarıdan harika bir çift gibi görünmelerine rağmen, ilişkileri bana kesinlikle yanlış geliyordu. İkisi de sarsıcı ilişkilerden yeni çıkmıştı ve buna rağmen yeni bir ilişkiye atlamak için bir saniye bile beklememişlerdi. Aslında evimde ilk karşılaştıkları gün aralarında bir şeyler gelişeceğini hissetmiştim. Yine de bu kadar çabuk ve hızlı olmasını ben bile tahmin edememiştim. Erdem, Dinçer’in şirketine ortak olmuş, kız kardeşim ise eniştesini sonunda ikna ederek şirketin içine kapak atmayı başarmıştı. Tüm şirket bizim kadar artık bu yeni, uçuk çift hakkında da dedikodu yapıyordu. Onlara altın tepside yepyeni bir dedikodu furyası sunmuştuk. Haklarını yememek lazımdı, verdiğimiz altın tepsiyi çok iyi bir şekilde değerlendiriyorlardı. Sıkıcı işlerinin yanında bizim gibi anormal iki çifti konuşmak onlar için en büyük eğlenceydi. Tuvalet dedikodularına malzeme olmak benim hoşuma gitmiyor, aklı bir değil bin karış havada olan kardeşim ise her zamanki gibi umursamaz görünüyordu. Ona göre biz ne yaparsak yapalım insanlar bizi konuşmaya devam edecekti. “Sen hiç onların ayrı ayrı takıldığını gördün mü?” Dinçer tek kaşını havaya kaldırmış, ben haklıyım dercesine yarım ağız sırıtmıştı. Haksız değildi elbette. Onların ilişkisi bana çiçek ile arıyı hatırlatıyordu. Ne zaman karşı karşıya gelseler, çiçeğin arıyı cezbetmesi gibi Erdem de, İnci’yi cezbediyordu. İnci bir arı, Erdem ise çiçekti. İnci’nin ona sırnaşmaktan başka dileği yok gibiydi. “Üstümü değiştireyim de çıkalım,” dedim pijama takımıma umutsuz bakışlar atarak. Dinçer inatla o gördüğüm dergiden bahsetmiyordu. Ne zaman açıklama yapacağını merak ediyordum. Çünkü bu zamana kadar ne zaman bir dergide ya da gazetede bir güzelle yan yana gelse muhakkak açıklama işine girişmişti ve her defasında da o kadınlar bir yerden hep tanıdıkları çıkmıştı. Kocamın çalıştığı sektör kahpe bir sektördü. Öyle ya da böyle herkesi bir şekilde, oradan ya da buradan hep tanıyordu. Hepsi birbirinin ardından konuşurdu ama yüz yüze gelince tıpkı sahte vücutları gibi sahte gülümsemelerini sunarlardı. Neden benim de herkes gibi normal bir kocam yoktu? Hazırlandıktan sonra evden çıktık ve yola koyulduk. Dinçer her ağzını açtığında konuyu açacak umuduna kapılıyordum fakat açmıyordu. Açmadıkça da benim sakinliğim her an kendini biraz daha kaybediyordu. Buluşacağımız yere vardığımızda nedense İnci ile Erdem’i dip dibe gördüğüme hiç şaşırmamıştım. Biz de Dinçer ile ilk flört etmeye başladığımız zamanlarda böyleydik. Böyle koklaşmalar ancak cicim aylarında olurdu. Biz cicim aylarını atlatıp çoktan hazan aylarına bürünmüştük. “Nerede kaldınız?” diyen kardeşim bizi görünce azıcık da olsa Erdem’den uzaklaştı. “Pek de gözün yollarda kalmış görünmüyorsun!” dedim sandalyeyi çekip karşısına otururken. Erdem’e bakarak işveyle sırıttı. Kız kardeşimdeki potansiyel ben de olsaydı, sanırım Dinçer ile bu halde olmazdık. Yine de emin değildim doğrusu! Zira diktatör kocam böyle oyunlara gelecek kadar geniş değildi. Garson çaylarımızı getirdiğinde içimden gelen dürtüye engel olamayarak atıldım. "O şekerin birini alın, kocam tek şekerli içer." Garson şekeri almak için uzandığında kocam araya girdi. "Gerek yok, şekeri karıma vereceğim. Kendisi üç şeker kullanıyor da." Garson yanımızdan ayrılır ayrılmaz lafa girdim. Dinçer’e laf sokma fırsatını asla kaçırmazdım. Bir şekilde ona olan sinirimi çıkarmam gerekiyordu. "Hayırdır kocacığım yarışıyor muyuz?" "Ne konuda?" "Kim kimi daha iyi tanıyor konusunda benimle kaşık yarıştırıyor gibisin de..." "Kaşığa gerek yok güzelim, ben senin ciğerini biliyorum." Yine böyle oturduğumuz bir restoranda beni tanımaya, hakkımda bir şeyler öğrenmeye hevesli olan adam yanımdaki adam mıydı? *** Restoranda rezervasyon yaptırdığım masamıza oturduğumuzda henüz yönetmen gelmemişti. Dinçer’in yanına oturup gözlerine bakmak zorunda kalmamak bana daha cazip gelmişti fakat Dinçer Bey sandalye tutunca mecbur kalmıştım. O da tam karşımdaki sandalyeye oturunca mecbur gözlerine ve dudaklarına bakakalmıştım. “En azından kokusu yok,” dedim kendimi telkin etmek istercesine. Garsona siparişleri sonra vereceğiz diyerek yanımızdan gönderdi ve yeniden saatine baktı. Çatılan gür kaşları, koyu gözlerinin daha sert görünmesine neden oluyordu. “Nerede kaldı bu adam?” diye mırıldandı kendi kendine. Dinçer Bey hakkında bu sayede yeni bir şey daha öğrenmiştim. Kesinlikle bekletilmeyi sevmiyor. “Aramamı ister misiniz?” “Hayır,” dedi kesin bir dille. “Yemeği kaçta yiyeceğimizi iyi biliyor. Disiplinsiz insanları sevmem. On dakika içinde gelmezse bu proje için başka bir yönetmen bakmaya başlayabiliriz.” Yutkunmaktan kendimi alamadım. Acaba işe bir gün geç kalsam beni de hemen kapının önüne mi koyacaktı? Neyse ki yönetmen on dakika geçmeden geldi. “Kusura bakmayın trafiğe takıldık,” dedi yardımcısını takdim ederken. Dinçer Bey konuyu uzatmadan başıyla onayladı ve garsona işaret verdi. Siparişleri verdikten sonra Dinçer Bey ve Altan Bey iş hakkında konuşmaya başlamış, bana da onları dinlemek ve Dinçer Bey’in yüzüne dalıp gitmek kalmıştı. Konuşurken arada bana bakıyor ve hafifçe tebessüm ediyordu. Dudağının bir kenarı kıvrık durduğu için bana ne zaman baksa güldüğünü düşünüyordum galiba! Altan Bey’in yanıma oturan yardımcısının bakışları da Dinçer Bey’deydi. Eh kadın tıpkı benim gibi karizmadan anlıyordu. Gelen yemeklerle birlikte konuşmalarına bir süre ara verdiler ve yemeğe odaklandılar. Dinçer Bey ile ilk defa karşılıklı bir şeyler yiyorduk. Ağzıma minik parçalar atmaya dikkat ederken, bir yandan da onun bana bakıp bakmadığını anlamak için gözlerimi ona dikiyordum. “Yeni sekreterin mi?” diye soran Altan Bey ile adama bir bakış atarak gözlerini bana dikti. “Evet, yeni asistanım…” Açıkça sırıtıyordu. Bu sırıtışı, bana geçen gün sekreter ve asistan konusunu tartıştığımız zamanı hatırlattı. O kadar işi yapıp, peşinde dolanıp, sekreterim demek bana saçma geliyordu. Sekreter dediğin koltuğuna oturur, çay ve kahve servisi yapar ve durmadan telefona bakardı. Hiçbir sekreterin patronuyla dışarıya yemeğe çıktığına daha önce şahit olmamıştım ve Dinçer Bey’e açıkladığım gibi asistan demek kulağa daha hoş geliyordu. “Diğerlerine göre oldukça gençmiş,” dedi Altan Bey ve bu cümle benim eski sekreterleri merak etmeme neden oldu. “Evet ama işinde iyi… Bu da benim için yeterli.” Altan Bey yemekler bittikten sonra kahve içmeye vakti olmadığını söyleyerek ayağa kalktı. “Senaryoyu inceleyip sana döneceğim.” El sıkıştıktan sonra yardımcısıyla birlikte restorandan ayrıldı. “Biz birer kahve içer miyiz?” “Olur,” dedim ağzımdan fazla bir şey kaçırmadan. Değil bir kahve, ben onunla kırk yıl kırk ton kahve içebilirdim. Yemek tepsileri toplandıktan hemen sonra kahvelerimiz geldi. Geldiğimiz restoran benim ailemle ya da arkadaşımla gittiğim gibi salaş bir yer değildi. Garsonlar bile parasına göre servis yapıyordu. Ne kadar çok para, o kadar hızlı servis… “Bana biraz kendinden bahsetsene. İki haftadır birlikteyiz ama doğrusu asistanımı pek tanımıyorum.” Yine aynı şeyi yaptı ve bana tebessüm etti. Bu adama gülümsemenin yasaklanması gerekiyordu, çok ciddiyim. Sakince kahvemden bir yudum aldım. Patronuma hakkımda ne anlatabilirdim ki? “Öylesine sıradan biriyim işte,” diye mırıldandım en sonunda. Verdiğim saçma cevap suratımı ekşitmeme neden oldu. Bu kadar aptalca bir cevap verdiğime inanamıyordum. Lanet olsun ben sıradan değildim. Tam aksine sıradanlık benim tam zıttım olan bir kelimeydi. Hayatım kısa bir anlığına gözlerimin önünden geçti. Hayır, film şeridi gibi değildi, bu çok saçma. Sadece patronuma kendimi tanıtmak için hayatımı düşündüm. Şerit falan yok. Sabah dokuz, akşam beş çalışmam bu gerçeğe gölge düşüremez, düşürmemeliydi. Ya da işten çıkınca doğruca eve gitmem... Hafta sonları sıradan bir yürüyüş… Haftalık alışveriş, ayda bir sinema gecesi… Aslında şimdi düşündüm de kesinlikle sıradan biriydim. Ne acı ama… “Oldukça özetleyici bir açıklama oldu.” Dinçer Bey’in dalga geçtiğini anlamak için dahi olmama gerek yoktu. Sesindeki hafif kahkahanın vurgusunu her harfin içinde hissediyordum. “Sabah dokuz, akşam beş çalışan biri için sıradanlık oldukça olağan değil mi?” diye bir soru sordum. “Bence değil,” dedi kahvesini bitirip, suyundan bir yudum aldıktan sonra. “Hayattan keyif almak insanın kendi elindedir. Gülmek için bir nedeni olan insanın hayatı sıradan olmaz. İşyerinde geçirdiğin sıradan bir günün akşamında elinde kahveyle boğazı izleyebiliyorsan bu özgürlüktür. Kendine o özgürlüğü verebiliyorsan hayatın sıradan değildir.” Ahh, ağzından bal mı damlıyordu bu adamın? Bana bir kâse dut pekmezini hatırlatan koyu renk gözlerine bakakaldım. Şu an benim için özgürlük, boğazdan bakmak değil Dinçer’in gözlerine dalmaktı. Kendime ona bakma izni verdiğim sürece özgürdüm sadece. Bakışlarımı yeniden kahveme eğerken, özgürlük kavramı da benim için şimdilik bitmişti. “Kalkalım mı?” diye sordum daha fazla bu tanışma faslını uzatmak istemeyerek. Muzdan nefret ettiğimi, en sevdiğim meyvenin ekşi erik olduğunu, uyku problemlerimi, sinirlendiğimde saçma sapan bir şekilde hızlı konuştuğumu, yükseklik korkum olmasına rağmen tek hayalimin bungee jumping yapmak olduğunu, babama olan özlemimi patronumun bilmesine gerek yoktu. “Kalkalım.” Dinçer Bey’in onay vermesiyle kalan suyumu tek dikişte bitirerek ayağa kalktım. Çantamı parmaklarımın arasına sıkıştırıp kapıya yöneldim. Temiz havaya, beynime oksijen gitmesine daha önce hiç olmadığı kadar çok ihtiyacım vardı. Dinçer ile baş başa kalmak bana kesinlikle iyi gelmiyordu. Şirkete ulaşana kadar aramızda herhangi bir konuşma geçmeyince, ben de sessizliğime gömüldüm. Dinçer Bey odasına geçerken, nihayet rahat bir nefes alarak koltuğuma oturdum. Bana olan tavırları beni neden böylesine aptallaştırıyordu? *** "Keşke ciğerim yerine azıcık da kalbime bakıversen kravat manyağı!" diye söylendim sinirle. Geçmişin tatlı anıları sinirlenmeme neden oldu. O anıların geçmişte kalmış olmasınaydı kızgınlığım. Neden hâlâ öyle değildik? Birbirimizi yakından tanımak, bizi birbirimizden daha fazla mı uzaklaştırmıştı? Yakınlaşmamız gerekirken aramızdaki mesafe son zamanlarda artmış gibiydi. Dikkatim bizi izleyen Erdem ve İnci’ye takıldı. Bize bakıp keyifle sırıtıyorlardı, sanki karşılarında film çeviriyorduk. “Kalbini de, huylarını da biliyorum güzelim. Muzdan nefret eder, ekşi erik seversin. Ne kadar erken kalksan da on ikiden önce uyuyamazsın, sinirlendiğinde boş ve hızlı konuşursun, yükseklikten korkmana rağmen bungee jumping yapmak istersin, bir şey düşünürken yanağını dişlersin, yatağın sağ tarafında yatamaz, yemek ve temizlik yapmaktan nefret edersin. Tam olarak babanın kızısın. Yeterli mi güzelim? Bugün yine tersinden kalkmış gibisin,” Dinçer cümlesini soruyla tamamlasa da ben o cümledeki tehdidi iliklerimde hissediyordum. Bana adeta gözleriyle meydan okuyordu. Ağzımı açıp Dinçer’in özelliklerini saymaya hevesliydim ki, kız kardeşim araya girdi. “Eee, sizin şu iki günlük tatil işi ne oldu abla? Yine birbirinizi boğazlayacak gibi görünüyorsunuz, tatil belki arayı yumuşatırdı.” “Valla tatlım…” dedim Dinçer’e kötü bir bakış atarak. Aklım yine sabahki dergiye gitti. “Onu enişten olacak herife soracaksın. Bana bir hafta sonra gidelim demişti ama aradan bir ay geçti. Etkinliklere katılmaya, kadınlarla dergilere poz vermeye vakti var ama karısına verdiği sözü tutmaya vakti yok.” Çenem kopsun… Ağzımdan çıkanları almak için artık çok geçti. Umursamamaya karar vererek çayımdan bir yudum aldım. “İş durumlarını biliyorsun sevgilim,” dedi dişlerinin arasından. “Bilmiyorum Dinçer çünkü benimle konuşmuyorsun,” dedim ve devam ettim. “Bana sadece bir hafta sonra gidelim dedin, ben de tamam dedim. Bu o aptal etkinlikleri açıklamıyor.” Çayımı hızlıca bitirerek ayağa kalktım. “Neyse, lanet olası filmi izlemeye gitmiyor muyuz?” Hışımla dışarıya yöneldim. Çünkü benim dilimin ayarı yoktu. Açılınca kendimi susturamıyordum. Sinema hem bana, hem Dinçer’e zehir olmuştu. Her zaman sırıtan gibi duran dudakları bu kez asıktı ve bir kez bile yüzüme bakmamıştı. Kim haklıydı, artık karar veremiyordum. Çok mu üstüne gidiyordum? İnci ve Erdem keyifli bir şekilde filme dalmışlardı. Dünya yıkılsa, sinemada yangın çıksa umurlarında değil gibi görünüyorlardı. Sanırım aşk en güzel ilk dönemlerinde yaşanıyordu. Sinemadan çıktıktan sonra İnci ve Erdem’e veda ederek evimize yöneldik. Taze çift bizim gibi iki asık suratlıyla daha fazla vakit geçirmek istememişti. Evin kapısından içeriye girmemizle Dinçer sıkıntılı bir sesle, “Derdin ne?” diye sordu. “O kadın kimdi?” diyerek patladım sonunda. Sabahtan beri konuyu açmasını beklemekle hata ettiğimi acıyla fark ettim. “Kıskançlık yapmanı gerektirecek bir şey değil!” Hışımla içeriye yöneldim ve dergiyi sehpanın üstünden alarak Dinçer’in ayaklarının önüne doğru fırlattım. “Dinçer Soysal, Lara Tepe ile samimi bir şekilde görüntülendi. Burçak Soysal etkinliğe yine katılmazken, kocasını neden yalnız bıraktığı merak konusu!” Haberi okuduktan sonra sindirmek için derin bir nefes aldım. “Beni her defasında geride bırakıyorsun. Seninle anlaşmıştık. Bensiz davetlere katılmamayı kabul etmiştin.” “Daveti son anda hatırladım, sen de şirkette değildin.” “Bahanen bu mu?” “Bahane uydurmuyorum Burçak, gerçeği söylüyorum. Aptal magazin haberlerine inanmadığını sanıyordum.” Ses tonu suçlayıcıydı. Sesindeki o derin buğu beni bu kez etkilemiyor, daha fazla delirtiyordu. “Her aptal haberin ardında bir gerçek vardır ve senin bu aptal haberlerin artık fazla olmaya başladı.” “Tartışmayalım,” dedi koltuğa geçip yerleşerek. Ben burnumdan solurken, Dinçer o kadar rahat görünüyordu ki… “Farkında mısın bir türlü konuşmasını beceremiyoruz.” “Şu an konuşmuyorsun Burçak, sadece saçma sapan bir haber yüzünden mantıksızca bağırıp duruyorsun.” “Mantıksız olan benim yani?” “Lütfen sevgilim, başımda yeterince sorun var.” “Bu sorunları benimle paylaşmayı düşünüyor musun?” “Şimdilik bir şey sormasan, canının sıkılmasını istemiyorum.” Yine, her zaman yaptığı gibi beni düşünerek hareket ettiğini ima etmesi bardağı taşırmıştı. “Benim canımı sorunlar değil, sen sıkıyorsun egoist herif! Bu arada bir oğlumuz olacak. Umarım sana benzemez,” diyerek salonu terk ettim. Ne zaman güzel bir haber verecek olsam, kocam sağ olsun içine ediyordu. Artık sabretmeyecek ve susmayacaktım. Dinçer’in yanar döner hallerine yeteri kadar tahammül etmiştim. Kocam ya yaptığımız sözleşmeye uyacak ya da soluğu mahkemede alacaktık. Bunun başka bir alternatifi yoktu artık. Dinçer ile aynı yatakta olmamıza rağmen bu gece aramızda duvarlar var gibi hissediyordum. Tüm gece gözüme uyku girmemiş, kocamla geçmişte yaşadıklarımızı gece boyunca tekrar ve tekrar yeniden yaşamıştım. İlk film izlediğimiz anı yetmiş yaşına gelsem de unutamazdım.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD