“Siyah, düz çizgili, ipek kravatım nerede?”
Kahvaltım boğazıma dizilirken aceleci tavırlarla masadan kalkarak, yatak odasına yöneldim. Sabah işkencemiz an itibariyle başlamış bulunmaktaydı. Size bir şey itiraf edeyim mi? Kocama olan nefretim kravatları kadar değildi. O lanet olası kravatlar hayatımızdan çıksa belki mutlu olmayı bile başarabilirdik? Hayal gücünüzü zorladığımın farkındayım. Şimdi koca bir giysi odası düşünün. Boydan boya bir duvarı kaplayan dolap hayal edin. Çekmecelerin hemen altındaki minik askıcıkları görüyorsunuz değil mi? Bir duvardan diğer duvara uzanan o minik askıcıklar çeşit çeşit kravatlarla dolu.
Eğer bir gün evden kaçmak istersem ve pencereyi tercih edersem, kocamın kravatlarını birbirine bağlayarak, rezidansın dokuzuncu katından aşağı inmeyi başarabilirdim. Durum o kadar vahimdi. Kocamın takım elbiselerinden daha fazla kravatı vardı ve boydan boya olan askıcıklar öyle bir düzenle dizilmişti ki beni deli ediyordu. Düz renkler, desenliler, ipek kravatlar, vizon ipek kravatlar, mikrofiber kravatlar, saten kravatlar ve keten kravatlar… Kravatların içinde ben kaybolsam bulunmazdım ve kocam benden siyah, düz çizgili ipek kravatını istiyordu. Allah aşkına ben ipek ile sateni zor ayıran biriydim. Bu kadar siyah kravatın içinde siyah, düz çizgili ipek kravatı nasıl bulacaktım, söyler misiniz?
Giysi odasının kapısına yaslanarak, sinirli gözlerimi kocamın üstüne diktim. Üstünde henüz bornozla duruyordu ve giyinmekten önce düşündüğü şey aptal kravatıydı. Sanki kravatı gömleğin yakasına değil boğazına dolayacaktı.
“Kravat konusunda anlaştığımızı sanıyordum.” Öfkeli sesim dikkatini çekmiş olacak ki kravatlarla ilgilenmeyi bırakıp bana döndü. Kravat yığınında bir sırayı işaret ederek homurdandı.
“Evet anlaşmıştık, kravatlarıma el sürmeyecektin. O kravatın tam burada olması gerekiyordu ama yok. Hangi cehennemde?”
“Ben elimi falan sürmedim. Sen nereye koyduysan oradadır.”
“Yok,” dedi sinirle. Yoksa yok ne yapayım yani?
“Başka kravat tak o zaman,” diye inledim. Her sabah olağan haline gelen kravat kavgası hayatımızdan hiç çıkmayacak gibiydi. Kontrol manyağı kocam ve muntazam düzenli kravatları… Onun kravat takıntısını sanırım hiçbir zaman çözmeyi başaramayacaktım.
“Onu giymek zorundayım.” İsyan ve bıkkınlık dolu sesiyle kaşlarım çatıldı.
“Neden?” diye sordum merakla. Yeni asistanı olan sarı cadalozun hediyesi olabilir miydi acaba bu kravat? Kocamla aramız bozuk olsa bile onu delice kıskanıyordum. Sonuçta benim kocamdı. Onun yakışıklı olduğu gerçeğini hiçbir zaman inkâr edemezdim. Esmer teni, düzgün fiziği ve uzun boyuyla çoğu kadının dikkatini çektiği bir gerçekti. Siyaha yakın olan gözleri baktığı kişiyi dondurma gibi içten içe eritme potansiyeline sahipti. Her gün düzenli olarak yaptığı sporla birçok erkeğin imreneceği kasları vardı. Siyah saçları her zaman yataktan yeni kalkmış gibi dağınık bir görüntüdeydi ve güldüğü zaman öne çıkan bakımlı ve parlak dişleri esmer tenine ayrı bir hava katıyordu. Kahrolası fazla karizmatikti ve ben onu çok fazla kıskanıyordum. Aklım yeniden sarışın asistana gitti. Asistanken ona kravat hediye etme gafletinde bulunmuştum ve yemeğe çıkacağımız ilk gün o kravatı takarak beni mutlu etmişti. Şimdiki aklım olsaydı o kravatla onu boğar, tümden kurtulmayı dilerdim.
“Giymek zorundayım işte.” Ellerini kravatların arasında gezdirerek boydan boya askıcıkları tek tek kontrol etti. “Burada yok.” Neden giymek zorunda olduğuna dair açıklama yapmayınca yeniden sormadım. Onun eline koz vermeye niyetim yoktu.
“Ben görmedim.”
“Sen ne biçim ev hanımısın?” diye bağırdı öfkeyle. “Evdeki eşyalardan nasıl haberin olmaz? Neden bu kadar ilgisizsin? Bıktım bu tavırlarından.” O sesini yükselttikçe, bende öfkelenmeye başlıyordum. Asıl ilgisiz ve sorumsuz olan kendisiyken beni suçlamaya nasıl cesaret ederdi?
“Bana bağırma! Sana kravatlarına el sürmeyeceğimi bin defa söyledim.”
“Mesele kravat değil!” dedi bu kez. Hah! Külahıma anlat sen onu.
“Mesele kravat değilse neden borazan yutmuş gibi kükrüyorsun?” Kravatlarından ayrılarak dibime kadar geldi. Bana dut pekmezini hatırlatan gözleri sinirle parlıyordu. Ayağımda topuklu olmadığı zamanlarda yanında piknik tüpü gibi kalıyordum. Bende çareyi başımı geriye atmakta buldum ve gözlerinin içine baktım.
“İstediğin olmayacak,” dedi sinirle. “Senden boşanmayacağım.” Konunun değişme hızı beni şaşırtsa da sakin kalmayı denedim. Sabah sabah neden yine boşanma konusuna gelmiştik anlamadım.
“Neden?”
“Ne neden?”
“Bana boşanmamak için kahrolası bir sebep göster.” Sesimdeki umudu saklamayı başardım. Onunla son iki ay içinde iki kez boşanma üzerine konuştuk ama sonuca varamadık. İnatla boşanmamak için direniyordu ve ben nedenini anlamıyordum. Böylesine mutsuzken ve geçimsizken evli olmamızın bir anlamı yoktu aslında. Huzurunuz olmadığında sevginiz de zarar görüyordu. Ve ben içten içe ona olan sevgimin daha fazla zarar görmesini istemiyordum.
“Senin benden kurtulma merakın yüzünden insanların ağzına sakız olmayacağım. Kariyerime gölge düşürmene izin vermeyeceğim Burçak. Evlilikte başarısız olduğumu dünyaya duyurmaya gerek yok.” İşte bütün mesele buydu. O ve onun sarsılmaz kariyeri... Omuzlarım yenilmişlikle düştü. Bu adam nasıl bu kadar kör olabilirdi anlamıyorum. Ağzından güzel bir söz duymak için verdiğim çabayı görmüyor muydu Allah aşkına?
“Ben senin altına imza attığın bir proje değilim,” diye sinirle bağırdım. Beni başarılı olmak zorunda olduğu projelerinden biri gibi görmesine dayanamıyordum. Dudakları sinsi bir gülümsemeyle kıvrılırken, o gülen suratına bir yumruk atmamak için kendimi zor tuttum.
“İşte bu konuda yanılıyorsun sevgilim,” diyerek ellerini belime bağladı ve beni kendine çekti. “Bundan tam bir yıl önce altına imza attığım bir proje oldun. Nikah törenimizi ne çabuk unuttun!” Unutmamıştım aslında. Pembe hayallerle çevrelendiğim o günü nasıl unutabilirdim.
“Evlilik yıl dönümümüzü hatırlıyorsun,” dedim gözlerinin içinde hülyalara dalarak. Bugünün mutlu bir gün olması gerekiyordu değil mi? Kocam eğilerek dudaklarıma bir öpücük kondurdu ve geri çekildi.
“O kara günü nasıl unutabilirim ki!” demesiyle mutlu gün hayallerim ilelebet suya düştü. Puf koltuğunun üstündeki takımı ve üzerine muntazamca yerleştirdiği siyah, düz çizgili ipek kravatını işaret ederken benimle açıkça eğleniyordu.
“Evlilik yıl dönümümüz kutlu olsun sevgilim.”
Onu bu yaptıklarına pişman etmeye bu kez kesinlikle kararlıydım. Dudaklarına bir parça aşk kalacak ve bu kez ben onu sefil bir halde bırakacaktım. Dinçer Soysal benimle evlendiğine gerçek anlamda pişman olmadıysa bile, bugünden sonra olacaktı.