DİNÇER
Geçmişin anılarından silkinerek sıyrıldım. Karımın cadı taraflarını o zamanlar neden göremediğimi bilmiyordum. Başımda aşk yelleri esiyordu büyük olasılıkla…
Dün bana yaptıkları aklıma gelince dizi de, batacağım gerçeği de, geçmişin güzel anıları da aklımdan kısa bir anlığına çıktı. Karım öyle ya da böyle bir şekilde beni sorunlardan uzaklaştırmayı başaran yegâne varlıktı. Hamilelik kontrolü için gün aldığımız doktora benden habersiz gitmiş ve beni bu zevkten bir güzel mahrum etmişti. Her zaman kendini haklı çıkaracak bir bahanesi olan eşe sahiptim. Her erkeğe böylesi nasip olmazdı. Kimse benim gibi böylesi bir cezayı hak etmemiştir elbette. Zeki karımın kendince ceza yöntemleri vardı. Evliliğimizin gerçek anlamda nereye gittiğinden ben de karım gibi emin değildim artık.
Eskiden minik bir heyecanını bile benimle paylaşmadan uyumayan karım, beni hayatından çıkarmaya hazırlanıyor gibi davranıyordu. Bensiz yatak odasının kapısından dahi geçmezken son günlerde benden kaçarcasına yatağa giriyor, eskisi gibi akşam sohbetlerimiz olmuyordu. Aldığı her farkı model ayakkabıyı ayağına giyip karşımda modellik yapan ve ayakkabı sevdasını benimle dolu dolu paylaşan karım, çocuğumuzun ilk kontrolüne bensiz gitmişti. Bu gerçeği hazmetmek benim için öylesine zordu ki… İşim, mesleğim ve karım… Her şey elimden gidiyor gibiydi ve ben ne yapacağımı bilmiyordum bile.
Burçak ile sakince ve mantık çerçevesinde konuşmak o kadar zordu ki bir türlü ona hissettiklerimi anlatamıyordum. Her söylediğime muhalefet oluyor, ben sinirlenip kızdığımda ise beni anında geri püskürtüyordu. Odanın kapısı tıklatıldı ve ben ağzımı açamadan karım yarı aralık kapıdan başını uzattı.
“Girebilir miyim?” Ona olan kızgınlığım hâlâ devam ettiği için ters cevap vermekten kendimi alamadım. Dilin kemiği yoktu gerçekten…
“Başın girdiğine göre kıçını da sokabilirsin.” İçeriyi girip kapıyı kapatırken suratını buruşturdu. Oysa o güzel dudakların daima gülmesi gerekiyordu.
“Yine formundasın kravat manyağı…” Dudaklarım gülmek istemememe rağmen hafifçe kıvrıldı. Bu kadar olumsuzluğa rağmen neden ondan boşanmak istemediğimi anlıyorsunuz değil mi? Burçak’ta öyle bir şey vardı ki, benim sert tarafımı ortaya çıkarıyordu. Çünkü onunla ancak atışırsak bir iletişim kurabiliyorduk. Başka türlüsünü beceremediğimizden değildi aslında. Yine de son zamanlarda başka türlü iletişim kurmayı beceremediğimiz de bir gerçekti. Bana hitabını seviyordum. Deli karıma özgüydü, dudaklarına yakışıyordu ve içinde bir parça da olsa sevgi barındırdığını hissediyordum.
“Ben bir şey duydum,” dedi dibime kadar gelip masanın üstüne otururken. Gözlerinde hafif parıltıdan ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Şu an benimde beynimin içinde aynı şeyler dönüp duruyordu. Burçak’ı tam şu anda masaya uzatmalı…
“Dizi yayından kaldırılacakmış,” diyerek kurmaya başladığım hayallerin içine etti. Şu an en son düşünmek istediğim şey diziydi. Bir haftadır yeteri kadar düşünmüş ama bir yol bulamamıştım.
“Henüz kesin değil,” demekle yetindim. Daha çok yeniydi ve bir ya da iki bölüm içinde artı sağlama şansımız vardı.
“Bana neden söylemedin? Neden senden duymam gerekenleri tuvalet dedikodularından öğreniyorum?”
“Ben neden seninle paylaşmamız gereken anılarda dışarıda kalıyorum?” Ellerini önünde birleştirerek dudağının kenarını dişleriyle ezmeye başladı. Mahcup gibiydi ama bu bile tırnaklarını çıkarmasına engel olmuyordu.
“Seni bekleseydim geç kalacaktık.”
“Sadece yarım saat,” dedim dişlerimi sıkarak. “Bir yarım saat bekleyecektin altı üstü. Toplantı uzamasaydı saatinde yanında olacaktım.”
“Ama uzadı ve sen de yanımda olmadın. İşlerinden fırsat bulamadığın için neden suçlanması gereken kişi ben oluyorum? Ben sana karşı anlayışlı olmaya çalışırken, senin beni suçlaman ne kadar ikiyüzlü bir davranış! Hem kontrol yarım saat bile sürmedi. İkinci kontrolde gelirsin. Fasulye tanesi kadar bile yoktu, görüp ne yapacaktın ki? Merhaba fasulye tanesi, ben şekillenip büyüdüğünde ve doğduğunda seni kucağına alacak olan babanım mı diyecektin?”
Burçak’a verecek bir cevap bulamayınca derin bir nefes almakla ve onun eteğinin örtmeye yetmediği bacaklarını süzmekle yetindim. Bazen öyle bir konuşuyordu ki bana söyleyebileceğim herhangi bir kelime bırakmıyordu.
“Mutlu bir anı birlikte yaşamalıydık,” dedim birkaç dakika sonra. Gerçek buydu fakat bunu karıma anlatmak –hele ki anlamayı istemiyorsa- çok zordu.
“Pek mutlu bir an değildi Dinçer. Hele Doktor yapmamam gerekenleri sayarken çok nahoş bir andı.” Ekşi bir şey yemişçesine suratını buruşturdu. “O yok, bu yok. Şunu yeme, şuna dikkat et. Bu hamilelik oldukça çaba isteyen bir iş… Kendimi geri zekâlı gibi hissediyorum Dinçer. Çok bilgisizim bu konuda.”
“Bilgili olduğun bir konu var mı sevgilim?” diyerek takıldım ona. Doğru düzgün yemek yapmayan, ev işlerine burun kıvıran ve bir çocuğu bile taşımayı meşakkatli bir iş olarak gören bir kadına sahiptim. Yüzünü asarak masanın üstünden kalktı ve yüzüne düşen saçlarını arkaya doğru savurdu.
“Ben eve erken gitmek istiyorum. Sen de akşama erken gel olur mu?” Yüzünde saklamaya çalıştığı gizem ilgimi çekti.
“Akşam bir şey mi var?” Eğilerek yanağıma bir öpücük kondurdu ve hafifçe tebessüm etti.
“Sen dediğimi yap ve erken gel.”
Karım bana en son böyle bir laf ettiğinde dizide oynamak istediğini açıklamıştı. Allah yardımcım olsun, bu geceki felaketim ne olacaktı acaba? Yeni bir sözleşme mi yoksa vazgeçtiğini söylediği dizi miydi? Lanet olsun. İçine girdiğim çıkmazdan nasıl kurtulacağımı düşünmem gerekirken, burada oturmuş karımın bu kez arkamdan ne iş çevirdiğini tahmin etmeye çalışıyordum.
Kafamı işlere vermeye çalışarak Burçak’ı aklımdan çıkardım. Yeni proje için ortak bir yapımcı aramaya çoktan başlamıştım. Fakat işler umduğum gibi gitmiyordu. Uzun zamandır beraber çalışmadığım bir arkadaşıma mail yazıp gönderdiğim sırada kapı çalındı. Bu kez beni girdiğim bulanımdan çıkaran dengesizin kim olduğunu düşünürken Burçak’ın kız kardeşi İnci hızla içeriye daldı.
“Ablam buralarda değil dimi?” Şaşkınlıkla başımı iki yana salladım. Eğer soğukkanlı biri olmasaydım onu görmemle, yerimden fırlayıp kendimi duvara yapıştırmam bir olurdu sanırım.
“Ablan yok da, senin bu hâlin ne?” diye sordum gözlerimi birkaç kez üst üste kırpıştırarak. Sudan çıkmış bir balığı andırıyordu ve kıyafetleri deyim yerindeyse paramparçaydı. Saldırıya uğradığına emin bir şekilde hızla yerimden kalkıp yanına ulaştım. Yarası falan var mı diye yüzünü incelerken sinirle elimi itti. Al İnci’yi vur Burçak’a… Sadece tip olarak değil karakter olarak da benziyorlardı. Çok şükür ki Burçak, kardeşine nazaran daha aklı başındaydı.
“Bir şeyim yok enişte, bana biraz borç verir misin?”
“Bana ne olduğunu anlatmadan bir yere gidemezsin!” Suratını öfke içinde şekilden şekle soktu ve ayaklarını sertçe vurarak yanımdan geçerek koltuğa oturdu. İnci dış görünümüne ablasından daha fazla önem verirdi ve ben onu ne zaman görsem daima bakımlı olurdu. Onun yatarken bile bozulmayan bir makyaj setiyle uyuduğunu düşündüğüm anlar bir hayli fazlaydı. Oysa şimdi tüm makyajı akmıştı. Gözlerinin altı simsiyahtı ve yanaklarından süzülen siyahlıklar yer yer kurumuştu. Saçları daha önce hiç olmadığı kadar berbat görünüyordu.
“Evliymiş,” demesiyle hayretle bir nefes verdim. Onu incelerken nefesimi tuttuğumun farkına bile varamamıştım.
“Kim evliymiş?”
“O adi, düzenbaz, haysiyetsiz herif!”
“O adi, düzenbaz, haysiyetsiz herif kim?”
“Kelimelerimi tekrar etme!” diye kükredi. Gözleri her an ağlayacakmış gibi dolu doluydu. İnanır mısınız şu an Burçak’a hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyordum. Kardeşinin dilini çözse çözse o çözerdi.
“Kimden bahsettiğini söylersen piyango kazanmış gibi hissedeceğim.”
“Ondan bahsediyorum.” Allah’ım sen akıl fikir ver!
“O kim ablası kılıklı?” diye sordum dişlerimin arasından. Nedir benim bu aileden çektiğim?
“O işte!”
“İnci, senden bir tanesiyle yirmi dört saat uğraşıyorum zaten. Şimdi adam akıllı ne olduğunu anlat yoksa ablanı çağıracağım. Senin hakkından o gelir,” dememle ayağa fırladı.
“Ablama söyleme! Sevgilim. Yani eski sevgilim, evliymiş işte. Ben bilmiyordum tabi. Karısı bizi bastı.” Ben onun söylediklerini sindirmeye çalışırken, duraksadı ve burnunu çekti.
“Kadın beni kapıya sürükledi. Kapıya sürüklemesi yetmedi üstüme saldırdı. Sonra orada bahçe sulayan herifin elindeki hortumu ele geçirdi ve beni bu hale getirdi. Her şeyim o evde kaldı ve ben oraya dönmek istemiyorum. O adi herifin yüzünü görmek bile istemiyorum.”
“Kim bu herif?” Öfkeden etrafı çift görüyordum ve psikolojik olarak sarsılan İnci’ye bağırmamak için kendime zor engel oluyordum. Burçak’ın öğrenmemesi gerçekten hayrımıza olacaktı yoksa geceyi karakolda ya da direkt cezaevinde geçirebilirdik. Önce kardeşi İnci’yi, ardından eski sevgilisini ve ardından da adamın karısını hastanelik edebilirdi.
“Ben para istiyorum, herifi benzetmeni değil,” dedi inatla. Allah aşkına bu aile neden bu kadar dik kafalı olmak zorundaydı?
“Bu herifin bir adı yok mu?”
“Enişte,” dedi, tıpkı Burçak gibi sinirlendiği zamanlarda ayağını yere vurarak.
Ceketimi elime alarak İnci’yi bileğinden tuttum ve odadan sürüklemeye başladım. Karım kadar bela saçmasam da biri o herife haddini bildirmeliydi ve bunu yapacak kişi ancak ben olabilirdim. İnci’yi kolundan sürükleyerek asansöre bindiğimiz sırada, “Ben hayatta bu halde oraya gitmem,” diye diretti. Bu ailedeki görsellik merakını sanırım hiçbir zaman çözemeyecektim.
“Sen arabada bekleyeceksin zaten,” diyerek ters bir bakış atmamla nihayet çenesini kapattı. İnci’nin o neşeli hallerinden pek eser kalmamış gibiydi. O herifin evinde ne bok aradığını daha sonra öğrenecektim. Biz, Burçak ile evlenmeden önce birkaç kez denememe rağmen benimle evime asla gelmemişti. İnci’nin, ablasının yolundan gitmediği bir gerçek, neyse sakindim.
“Burası mı?” dedim tarif ettiği adrese ulaştığımda. İnci başını sallamakla yetinerek yüzüme bakmayı reddetti. Buraya geldiğim için bana kızmasını elbette anlıyordum ama onca şeyi dinledikten sonra da koltuğumda oturacak değildim.
“Kaçıncı kat?” Parmağıyla iki işareti yaptı ve yüzünü sallandırmaya devam etti. Sanırım karımın kıymetini gerçekten bilmiyordum. Kardeşine bakınca kıymetini anlamamak imkânsızdı.
Hızlı adımlarla üst kata çıktım ve iki kapıyı birden çaldım. Artık sağ mı yoksa sol mu, onu da kendim öğrenecektim. Sol kapıyı yaşlı bir teyze açınca tüm dikkatimi diğer kapıya verdim. Kapının açılmasıyla adamın kafasına isabet eden ayakkabı doğru adreste olduğumu gösteriyordu. Adamı bir yumrukla önümden devirip içeriye daldım. Dolduğum enerjiyle ister istemez sırıttım. Adama vurmak iyi gelmişti, gerçekten iyi hissediyordum. Şiddet elbette iyi bir şey değildi ama bazen gerekli olabiliyordu.
“Sen de kimsin?” Kadına cevap vermeden koltuğun üstündeki çantaya uzandım. Evin içi savaştan çıkmış gibiydi ya da daha doğrusu henüz çıkmamıştı.
“Bu çanta senin mi?” Sorumla birlikte eline aldığı yastığı içeriye giren adama fırlattı.
“Bir de eşyalarını buraya mı getiriyor o yosma?” Kadının cırtlak sesine tahammül edemeyerek adamın yakasına yapıştım.
“Seni bir daha İnci’nin etrafında görürsem karının elinden kurtulduğuna pişman olursun, anladın mı?” Başını hızlıca aşağı yukarı salladı. Çantayı koltuğumun altına sıkıştırarak burnuna doğru güçlü bir yumruk daha salladım. İşte şimdi gerçekten iyiydim. Bir haftanın stresini iki yumrukla üstümden attım. Arabaya ulaştığımda İnci telefonumun çaldığını söyleyerek bana uzattı. Karımın üç defa aradığını ve saatin de bir hayli geç olduğunu fark edince yeni bir stres dalgasına kapılmak benim için kaçınılmazdı. Hayatın sürprizi, Burçak’ın sürprizini alt etmiş görünüyordu. Allah kahretsin.