Bir yandan merdivenlerden aşağı iniyor ve bir yandan da arkamdan sinirli ama oldukça sakin bir şekilde koşturan kocama bakıyordum. Millet işi gücü bırakmış, bıyık altından gülerek bizi izliyordu. Yeni dedikodu kazanının tuzu ile salçası yine maalesef kocamla ikimiz olacaktık. Uzun bacaklarıyla koşmasına gerek kalmıyordu, biraz hızlı yürümesi beni yakalamak için yeterliydi.
“Koş Burçak koş,” diye fısıldadım kendi kendime. Canını seven önüme çıkmasın.
“Allah aşkına be kadın hamilesin!” diye patladı merdivenlerin tepesinde dikilirken. Tüm ofis Dinçer sayesinde hamile olduğumu öğrenmişti işte. Aman ne güzel… Dedikodu kazanının tuzu ve salçasından sonra soğanı da doğmamış çocuğumuz olacaktı. Kim bilir ne hikâyeler uyduracaklardı gene!
Dinçer’in etrafı yılışık çalışanları ile çevrelenmişken kocama bir öpücük gönderdim ve çıkışa yöneldim. Tüm eziyeti çekecek olan ben iken, onun tebrik edilmesi oldukça sinir bozucuydu. Yine de kaçmak için oldukça uygun bir zamandı.
Bir sinirle eve geldikten sonra kendimi ılık suyun altına attım. Dinçer ne yaptı etti beni delirtmeyi, kalbimi kırmayı yine başardı. Her defasında aynı kelimeleri önüme sermesi ve bana o yüksek egosuyla tepeden tepeden bakması çıldırmama neden oluyordu. Ama ben de Burçak isem, ona o lafları zehirle yedirecektim. Eminim şu an işyerinde odasına kapanıp, akşam için planlar yapmaya başlamıştı. Elbette ben de boş durmayacaktım. Duştan çıktım ve üstümü giydikten sonra elime kâğıt kalem aldım. Bu bebek çok plansız çıkmıştı ortaya ve ben ona oldukça hazırlıksızdım. Yine de annemin dediği gibi bebeğimiz bizim için yeni bir başlangıç olabilirdi.
Elimde tuttuğum yapılacaklar listesine gülen gözlerle baktım ve hafifçe kıkırdadım. Kesinlikle deli ya da şizofreni değildim. Sadece hayattan, payına düşen tüm olumsuzlukları erken yaşta yaşamış ve bu olumsuzluklardan kurtulmasını başaramamış biriydim. Koca koca harflerle yazdığım listemi odamın en gözle görülen ve dikkat çeken yerine, aynalığın hemen üstüne yapıştırdım.
Yazdıklarımı seslice tekrar ederken bir elim henüz büyümemiş karnımdaydı.
İKİNCİ KEZ DÜNYAYA GELİRSEM YAPACAKLARIMIN LİSTESİ
-Asla erken yaşta evlenmeyeceksin.
-Özellikle daha öncesinde patronun olan bir herifse;
-Ve insanı delirtecek derecede kravat takıntısı varsa;
-Düzen manyağıysa arkana bakmadan kaçmalısın
-Ve kesinlikle ama kesinlikle egoist, düzen manyağı ve kravat takıntısı olan fazla karizmatik bir kocan varsa asla hamile kalmamalısın.
Dinçer’in bu yazılanları görünce vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Kesinlikle delirecek ve beni de delirtecekti ama buna değerdi. Daha ona yapacaklarım bitmiş değildi. Eğer bu çocuğu istiyorsa her şartıma evet demek zorundaydı. Kim demiş kadınlar güçsüz varlıklar diye? Elimde tuttuğum pimi çekilmiş bombayla benden güçlüsü yoktu.
Keyifli bir şekilde aynaya göz kırpıp, mutfağa yöneldim. Yemek pişirmekten nasıl da nefret ediyordum. Annem sağ olsun azıcık da olsun elimden birkaç yemek geliyordu. Normalde son aylarda Dinçer’e yemek yapmazdım ama bugün sınırlarını fazla zorladığım için biraz yumuşatmak gerekiyordu. Ben ev kadını olabilecek kategoride değildim ne yazık ki. Ve ne yapıp edip eski işime dönmeliydim. Dinçer madem oyuncu olmamı istemiyordu, o zaman bana koltuğumu geri verecekti.
Öyle ya da böyle, bir şekilde şirketin içinde olmalıydım. Kocamı artık daha yakından takibe almam şarttı. Karnıma bakarak, “Çok zamansız geldin ufaklık,” diye mırıldandım. Aman Allah’ım, karnımda bir canlı vardı. Hem de Dinçer ile ikimizin marifetiydi. Henüz doğru düzgün karı-koca olmayı becerememişken, nasıl anne-baba olacaktık çok merak ediyordum. Düşünceler ve kafa karışıklığı içinde akşamı ettim. Kapının açılma sesinin hemen ardından Dinçer’in hâlâ öfkeli olduğunu anladığım sesi salonu inletti.
“Burçak nerdesin?” Evden kaçıp gittiğimi mi sanıyordu bu herif? Mutfaktan çıkarken onun çoktan yatak odasına doğru yöneldiğini gördüm.
“Hey,” diye bağırdım. “Ne arıyorsun?” Peşinden yatak odasına yöneldim ve bedenimi kapıya yasladım. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Sanırım gerçekten beni evde bulmayı beklemiyordu. Çok ilginç.
“Telefonlarını neden açmıyorsun lanet olası?” diye kükredi, çok sevdiği kravatını çekiştirerek çıkartırken. Aman Yarabbi! Gerçekten endişelenmiş görünüyordu. Onun telaşlı halleri kalbimin heyecanla teklemesine neden oldu. Beni bu kadar önemsediğini hissetmek hoşuma gitmişti.
“İkinize bir şey oldu sandım,” dedi bakışlarını karnımda gezdirirken. Hah! Ben de gerçekten benim için endişelendiğini düşünmüştüm. Oysa beyimizin tek derdi büyümemiş karnımdı.
“Yemek hazırlıyordum,” diye mırıldandım hayal kırıklığıyla. “Hem sana sinirliyim, ne diye açacakmışım o telefonu?”
Kravatı yatağın üstüne fırlatırken gözleri aynalığa ve hemen ardından aynalığın üstündeki kâğıda takıldı. Gözlerinden orada yazanları okuduğu belli oluyordu ve okudukça burun delikleri öfkeyle genişliyordu. Ben bu yazıyı görmesini yemekten sonraya saklıyordum oysa. İşaret parmağını kâğıda uzatarak yüzünü tiksintiyle buruşturdu. Çabalaması bile öfkesini fark etmeme engel olmuyordu.
“Bu aptal yazı da neyin nesi? Sen bana kafayı yedireceksin Burçak. İşyerinden kaçıyorsun, telefonlarımı açmıyorsun, bir de bu yazı! Gittin diye aklım çıktı. Neredeyse toplantıyı terk ediyordum.”
“Ama terk etmemişsin,” dedim mutfağa doğru yürürken. Kimi kandırıyordu ki? Dinçer’in işlerinin benden önemli olduğunu ben dâhil cümle âlem biliyordu.
“Asıl öfkeli olması gereken ben iken, sana ne oluyor? Oyunculuk işi olmayacak ve bu konuda son sözü Haluk’a da söyledim. Ayrıca hamile olduğunu benden daha ne kadar saklamayı planlıyordun?” Sinirli bir şekilde hemen ardımdan mutfağa girdi. Dinçer bugün gerçekten anormal davranıyordu. Kravatına işkence etmesi, bilmem kaç dolarlık ceketini fırlatması ve kapıdan girer girmez bağırmaya başlaması hayra alamet değildi. Bunları yapan genellikle ben olurdum.
“Yemek yedikten sonra her şeyi konuşuruz Dinçer. Ben açım. Ayrıca hamile olduğumu ben de yeni öğrendim.”
“Sen neden bu kadar sakinsin? Beni daha fazla çıldırtmak için mi?”
“Ben ne yapsam çıldırıyorsun zaten. Konuşsam suç, sussam suç... Bence sen çıldırmaya yer arıyorsun.”
Söylediklerime inanmıyormuş gibi tuhaf bir bakış attı ve “hemen geliyorum,” diyerek banyoya yöneldi. Ben de fırsattan istifade çorbaları doldurdum. Dinçer bütün gün oturup öfke depolamış gibiydi ve ben çok yorgundum. Onun hızına yetişmek için yemek yemeli ve enerji depolamalıydım. Çünkü henüz savaşımız başlamamıştı. Dinçer mutfağa girdiğinde ben de yemeklerimizi koymuş ve yerime oturmuştum.
“Yemekleri sen mi yaptın?” diye sordu şüpheli bir sesle. Onu suçlayamazdım. Daha önce tattığı yemeklerim neredeyse ölümüne neden olacaktı.
“Bu kez zehirlenmeyelim diye basit şeyler yaptım. İster ye, istersen dışarıdan sipariş ver. Keyfin bilir.”
“Ağzından yine bal damlıyor sevgilim,” diyerek çorbasından bir yudum aldı. Altı üstü hazır çorbaydı. Zehirlense bile suç benim değildi.
“Bugün beni aptal gibi orada bırakıp gittin.”
“Ne yapmamı bekliyordun Dinçer? O kadar laf sayıyorsun ve ben gidince mi suçlu oluyorum? Senin hakaretlerini dinlemeye gelmemiştim şirkete.” Sessizce çorbamı kaşıkladım. Dedikleri aklıma geldikçe çorbayı başından aşağı boşaltmayı istiyordum. Bir de çok masummuş gibi davranmıyor muydu? Gel de delirme.
“Ben sana hakaret etmedim.” Biten tabağını uzatarak gözlerimin içine baktı. Ayağa kalkarak fırındaki tavuk yemeğinden bir tabak aldım ve ona uzattım. Nasıl da sakin sakin kavga ediyorduk.
“Sen bence ne dediğini bilmiyorsun Dinçer. Saydığın şeyler hakaretin bile bir üst boyutu.”
“Haluk ile işbirliği yaptın,” dedi suçlarcasına. Yine aynı şeyi yapıyordu. Tüm suçu benim üstüme atıyor ve kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu.
“Neyse bunlar umurumda değil. Alıştım hakaretlerine nasıl olsa. Yemeğini ye artık.”
“Yiyorum ya,” Yemek dolu kaşığını göstererek sırıttı.
“Sus ve öyle ye, lütfen.” Sonunda sustu ve ben de sessizlik içinde yemeğimin keyfini çıkardım. Yemeğin ardından Dinçer salona geçti, ben de mutfağı toparladım. Bu hep böyle mi olacaktı? Ben her gün bu rutini yaşayabileceğime ihtimal veremiyordum. Buna bir an önce çözüm bulmam gerekiyordu. Dinçer’in bebek konusunu açmasını dört gözle bekliyordum. Tüm plan kafamda hazırdı ve iş kocamın konuya girmesine kalmıştı. Gerisi bir çorap söküğü gibi gelecekti, emindim. Dinçer’in her akşam yemekten sonra kahve içmesine artık alışmıştım ve mutfağı toparlandıktan sonra kahvelerimizi hazırladım. Beni de kendisine benzetmişti. Ne kadar birbirimizi yesek de akşamları onunla birlikte kahve içmeyi seviyordum. Bana biz olduğumuzu hatırlatıyor ve kalbimin şefkatle dolmasına neden oluyordu.
Kahvesini uzatıp hemen yanına oturdum. Gözlerini izlediği haber programından ayırarak hemen bana çevirdi. Dinçer’in kendi dizilerini kontrol etmek dışında bir kez bile herhangi bir diziyi izlediğine şahit olmamıştım. Daha çok korku ve aksiyon filmlerinin adamıydı o.
“Sen o kahveyi içmeyeceksin,” diyerek fincanı elimden çekip aldı. Yine emir kipi kullandı, fark etmediğim değil.
“O niye?” diye sordum asabi bir sesle. İlk kez onunla kahve içmeme izin vermiyordu.
“Hamilesin. Yemeğimiz bittiğine göre artık gelelim şu konuya.” Televizyonu kapatarak bedenini tamamen bana çevirdi. ”Bebeği aldırmayacaksın değil mi?” İşte sonunda beklediğim soru gelmişti. İçimdeki gülümsemeyi kendime saklayarak dudaklarımı büzdüm.
“Bilmiyorum Dinçer. Biz bu çocuğa hiç hazır değiliz.” Gözleri öfkeyle kısıldı. Bu sanırım benden beklemediği ataktı. Onun gözlerinden bu bebeği istediği anlaşılıyordu. Sertçe başını salladı.
"O bebek doğacak."
"Doğacak, doğacak elbette ama anası mutsuz, babası ruhsuz bir bebeğin normal olmasını bekleyemeyiz Dinçer."
"Sensin ruhsuz!" İstemsizce kıkırdadım.
"O kadar kelimeden buna mı takıldın şimdi? Ruhumu yedin Dinçer."
"Ömrünü sevgilim ömrünü... Ruh değil o." Ha ömür, ha ruh! Ruh olmayınca ömrün, ömür olmayınca ruhun anlamı kalmıyordu bence.
"Neyse nerede kalmıştık," diye sordum. Dinçer oflarcasına derin bir nefes aldı.
"Bebeğin doğmasında."
"Manyak mısın Dinçer, doğmasına aylar var daha!"
"Beni delirtmek için bilerek yapıyorsun değil mi?"
"Neyi?" diye sordum saf bir şekilde. İçimdeki kahkaha atan deli kızı susturmak istemiyordum. Uzun zamandır böyle eğlendiğimi hatırlamıyordum.
"O bebek doğacak." Başa sardık yine.
"Alkolü fazla kaçıran kadınlar gibi konuşmaya başladın yine. Tamam, doğurayım da sözleşme imzalamamız lazım."
"Allah'ım sen sabır ver. Ne sözleşmesi be kadın?"
"Dokuz ay boyunca beni aldatmayacağına dair yazılı sözleşme. Elin, ayağın, dudakların, işe yarar bütün uzuvların..." diyerek kocamı baştan aşağı süzdüm ve devam ettim. "Herhangi bir kadının, herhangi bir yerine değmeyecek."
Dinçer oldukça şaşırmış görünüyordu. Sanki böyle bir şeyi benden beklemezmiş gibi, onu hayal kırıklığına uğratmışım gibi.
“Seni aldatacağımı nasıl düşünürsün?” diye sordu huzursuz bir şekilde. Fakat kocam beni anlamak istemiyordu. Aldatmak bir kadınla aynı yatağı paylaşması demek değildi. Başka bir kadına bakıp iç geçirmesi bile benim için aldatıldığım anlamına geliyordu.
“Şartlarım var Dinçer. Kabul etmek zorundasın. Bekâr bir anne olmamı istemiyorsan teklifim bu.”
“Hamile kaldıktan sonra bile hâlâ boşanmayı düşünüyor olamazsın.”
“Nedenmiş o? Sen bir yıllık evliliğimize rağmen beni aşağılamayı güzelce beceriyorsun.”
“Ben öyle bir şey yapmadım.” Ah çocuk muydu Allah aşkına? Yapıp yapıp, yapmadım demek ancak çocukların yiyeceği bir halttı. Biri bunu Dinçer’e kesinlikle hatırlatmalıydı. O kişi de ne yazık ki bendim. Sanki beni çok dinliyordu da!
“Beni her zaman bana verdiklerinden söz ederek küçük düşürüyorsun ve bunu her kavgada yapıyorsun. Sen farkında değilsin belki ama kırılıyorum. Ben seninle evlenmeyi lanet olası paran için istemedim.”
“Bunu elbette biliyorum,” dedi gözlerini kocaman açarak. “Bundan hiçbir zaman şüphelenmedim. Allah aşkına öyle bir kadın olsaydın seninle evlenmezdim.” Hey güzel Allah’ım! O gözlerini kocaman açıp, şaşkınca bakarken nasıl da masum görünüyordu. Ya kocam şizofrendi ya da ben.
“O zaman neden her defasında sana şunu verdim, sana bunu verdim diyorsun? Öyle bir şey yapmıyorum deme, bal gibi de yapıyorsun.”
“Özür dilerim. Farkında değilim. Yani öyle dediğimin… Sen damarıma basınca nevrim dönüyor.” Başka bir zaman olsa asla özür dilemezdi. Kocamın yeni projesi bebeğimiz gibi görünüyordu. Benden hemen özür dilemesi başka nasıl bir anlama gelebilirdi ki? Bebeğimizi gerçek anlamda istediğinin farkındaydım. Gözleri nasıl da parlıyordu. Yamuk gülüşü dudaklarına ev sahipliği yapmaya hazır görünüyordu. Ben şimdi tamam desem mutluluktan havalanacak gibiydi. Havasını söndüreceğim için hiç de pişman değildim.
“Özür dilesen bile o sözleşmeyi imzalayacağız.” Özür dilemişti ama ne kadar içtendi emin değildim. Bir dahaki kavgada aynı şeyi yapmayacağından nasıl emin olabilirdim ki?
“Kabul. Nasıl olsa aldatmayacağım. Ben karısına sadık bir adamım.” Hah! O yüzden mi o kokteyllere bensiz gidiyordu?
“Şirkette yeniden işe başlamak istiyorum,” dememle kaşlarını çattı. İşin en zor kısmı sanırım burasıydı. “Ve sadece bununla da yetinmeyeceğim Dinçer. Tıpkı eskisi gibi her gittiğin yere bende geleceğim.”
“Hayatta olmaz!”
“Olacak çünkü buna daha fazla dayanamıyorum. Seninle kavgalı olmaktan bıktım. Bana bir yabancıymışım gibi sırtını dönmenden sıkıldım. Ben senin karınım!”
“Ben de senin kocanım,” dedi sinirle. “Ama nedense bundan emin değilim. En son ne zaman birlikte olduk? Benden bir şeyler istemeden önce karım olduğunun farkına varman gerekmiyor mu? Aramız eskisi gibi olamayabilir ama ben karımla sevişmek istiyorum. Üç haftadır sana dokunamıyorum ve sen, seni aldatmamdan korkuyorsun. Ben yanımda tek bir tane çıplak kadın görmek istiyorum, o da sensin.”
Kalbim tekledi. Parmakları yanağımda gezinip dudaklarımın üstüne kapandı.
“Seninle sevişmek istiyorum,” diye fısıldadı boğukça. Ağzından bal mı damlıyordu ne? Kocam dudaklarıma uzanırken hangi ara sözleşmeden, sevişmeye gelmiştik anlamadım.
“Seni özledim.” Kocanızla aranız bozukken size iltifat ediyorsa sakın kanmayın. Bu sizi sevdiği için değil, sadece azdığı içindir.
Dudakları boynuma doğru inerken, “Ben de seni özledim,” diye itiraf ettim. Denizin dibine batasıca yelkenlerim yine çok çabuk suya indi. “Yarın,” diye düşündüm içten içe. “Kavgamıza yarın kaldığımız yerden devam edebiliriz.”