BUDA ÜSTÜ

2841 Words
Bugün, gerçekten fazlasıyla yoğun bir gündü. Özellikle öğlen saatlerinde civardaki işletmelerde çalışanlarda öğlen arası diye masaları doldurmuştu. Mesai saatleri arasında kahve, çay ve tatlı siparişleri fazla yormazken, öğlen arasında verilen yemek siparişleri fazlaca yorucu oluyordu. Çoğunlukla müşterilerimiz güler yüzlü sempatik insanlar olur fakat arada bir fazlasıyla gıcık tiplerde gelirdi. Tıpkı bugün iki numarada oturan müşteri gibi… Masa ikide fazlasıyla gürültü yapan ve verdiği üçüncü siparişi de tek bir lokma aldıktan sonra beğenmediğini ifade ederek geri gönderen bir müşteri vardı. Üstelik şu anda dördüncü siparişini veriyordu. Üç tane nefis menüyü geri çevirdiği yetmezmiş gibi, dördüncü siparişini verene kadar da başında durmamı talep etmesi elimdeki tepside bulunan buz gibi limonatayı başından aşağıya dökmem için yeterliydi. Elimdeki tepside bulunan limonata bardağı sıcaktan boncuk boncuk su damlaları ile dolmuştu. Muhtemelen birkaç saniye içinde artık buz gibi soğuk olmayacak ve limonatayı sipariş eden müşteride şikâyetçi olacaktı. Hande, mutfakta verilen diğer siparişleri hazırlamakla meşguldü ki burada olmaması adam için gerçekten daha sağlıklıydı. Çünkü o bardağı başına boşaltmamak için benim gibi kafasındaki şeytanla savaşmazdı. Birkaç dakikadır menüye bakan müşteriye artık dayanamayarak, “Siz karar verirken ben de bu servisi müşterimize götüreyim beyefendi” dedim. Bunu anlayışla karşılaması umuduyla tam gideceğim esnada kafasını menüden kaldıran müşterinin “Bekleyin” diyerek seslenmesine oflayıp şikâyetçi bir ses tonunda, “Beyefendi, kafenin en yoğun saati ve sizden başka birçok müşterimiz bulunmakta. Siz karar verene kadar işimi yapmama müsaade edin. Aksi takdirde” dedim ve devam etmeme müsaade etmeyen adam alaycı, kibirli bir tavırla tek kaşını kaldırıp, “Yoksa ne yaparsınız? Menüde karar veremeyen müşterinize servis yapmaz mısınız?” diye sorunca dişlerimi sıktım. Bu kadarı gerçekten fazlaydı ki benim bile dayanma sınırım aşılmıştı. Bir müşteri bu kadar gıcık olmamalıydı. Eğer gıcıksa buraya gelmemeliydi. Hatta öğlen saatlerinde hiç ama hiç gelmemeliydi. Onun için sert bakmaya çabalayarak, “Sanırım kafeden ayrılmanızı rica edeceğim. Dördüncü kez sipariş veriyorsunuz ki önceki üç siparişinizi de beğenmeden geri gönderdiniz. Bunu da aynı yapacağınızdan eminim ve buradaki diğer müşterilere gerçekten serviste gecikiyorum” dediğimde adam elindeki menüyü masaya tiksinir bir şekilde fırlatarak, “Bu terbiyesizlik! Müdürünü veya işletme sahibini çağır. Hemen!” diye bağırdığında diğer masalardan homurtu şeklinde yükselen sesler canımı sıkmıştı. Adamı yadırgıyor olmaları önemli değildi. Adam, gerçekten terbiyesizdi ve bu durumuna bakmadan bana terbiyesiz demişti. Bu yutabileceğim veya anlayış gösterebileceğim bir durum değildi. Onun için elimdeki içinde bardak olan tepsiyi masaya bıraktım. Çünkü eminim ki kendimi kontrol edemeyip ona fırlatabilirdim. Ardından, gözlerine öfkeyle bakarak önündeki menüyü aldım ve “Sizin gibi saygıya değer müşterilerin bu denli saygısız personellerin bulunduğu kafede ağırlanmaması gerekiyor. Lütfen layık olduğunuz bir kafeye gidin. Kafede servis size kapanmıştır. İyi günler” dedim ve tekrar tepsiyi alarak masadan uzaklaştığımda arkamdan, “Sizi şikâyet edeceğim!” diye bağıran adama hiç dönmeden, “Geç kalma sakın!” diye bağırarak karşılık verdim. Tepsideki limonata çoktan ılımıştı ve müşteriye gülümseyerek, “Sadece birkaç saniye daha bekletsem sorun olur mu?” diye sordum. Kadın Allah’tan anlayışlı bir müşteri modeliyle ve gülümseyerek evet anlamında kafasını salladı. Ben vakit kaybetmeden aceleyle içeriye girdim. Hande, elinde hazırlanmış menüler ile beni bekliyordu. Biraz öfkeli olduğu belliydi ki neden olduğunu tahmin etmek zor değildi. Çünkü mutfakta Cenk ile beraberdi. Cenk, Doruk amcanın oğluydu. Hande’yi ise sinirlendirmede üstüne yoktu. Çoğu kez bu girişiminde fazlasıyla pişman edilse de sanki dünyadaki en eğlenceli şeymiş gibi Hande ile uğraşıyordu. Hande ise derin bir nefes alarak elimdeki tepside boncuk boncuk olmuş limonata bardağına bakarak, “Onu, sana verdiğimde soğuktu” diye söylendi. Kesinlikle soğuktu fakat durum karşısında o bile ısınmıştı. Hande’nin gözlerine bıkmışçasına bakarak bardağı tezgâha bıraktım ve sıkıntılı bir sesle, “İki numaradaki serseri yüzünden ısındı” dediğimde gözlerinde bir an şimşek çaktığını fark ettim. Birkaç saniye gözlerime bakmasının ardından, bedenini tezgâhın üzerinden öne doğru eğdi ve öfkeyle bir nefes alıp, “Ben şimdi ona gösteririm” diye söylenerek, tezgâhın arkasından çıkıp aynı öfkeyle kapıya doğru ilerleyip iki numaralı masanın önünde durdu. Ellerini adama bir tane yapıştırmamak adına göğsünde birleştirdi ve arkasındaki onu merakla izleyen müşterilere aldırış etmeden ne olursa olsun kesinlikle adama dalacak bir ifade sergiliyordu. Bundan şikâyetçi olmazdım ama hala sipariş bekleyen müşteriler vardı. Bu olay vakit kazandırsa da insanların aksiyon sahnesi izlemek adına öğlen aralarında aç kalmalarını pek hoş karşılamayacaklarını anlayabiliyordum. Hande adama “Beyefendi yemeklerimi beğenmediniz, personelimin zamanını çalıp, hakaret ettiniz. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde hala bu masada oturuyorsunuz? Bunun nedenini öğrenebilir miyim?” diye sorduğunda adam gayet ukala bir tavırla “Buranın aşçısı sen misin?” diye sordu. Hande ise sabrının son demlerini yaşıyor gibi derin bir nefes aldı. Sakin kalmaya çabalasa da öfkesi bedeninden yayılıyordu. Adam ise bu negatifliği hissetse de umursamıyordu. Sanki özellikle sinir ediyormuş gibi bir hali vardı. Bunun sonunda zararlı çıkacağını bilse eminim buradan kaçarak giderdi. Hande hala hayret edici bir şekilde adama bakıyordu. Bir şey demeyişini fırsat bilen adam boyut atlayarak gayet nazik ama aşağılayıcı bir ifade ile “Kesinlikle yemekleriniz sizin kadar güzel değil. Ama yine de söylüyorum, bu güzel eller tarafından yapıldığını bilseydim, kesinlikle zehirli bile olsa yerdim” dediğinde elimle yüzümü kapadım. Bu kadarı yeterliydi. Bundan sonraki sahneleri görmesem bile tahmin ediyordum ki kendimi parmaklarımın arasından bakmaya zorladım. Hande, üç numaralı masanın müşterisinin yarısına kadar içmiş ve içmeye de devam ettiği büyük bardak çayı, “İkincisi müesseseden” diyerek aldı ve adam kaçmaya fırsat bulamadan hızla kafasından aşağıya döktüğünde adamdan acı bir haykırma, müşterilerden ise gürültülü bir kahkaha tufanı yükseldi. Herkes durumdan gayet memnundu ki kahkahalarına ara bile veremiyorlardı. Adam yanmanın verdiği acı ile haykırmasına ayakta devam ederken öfkeyle Hande’ye doğru adım attı ve “Bu kafeyi kapattıracağım! Bu yaptığına seni pişman edeceğim! Gerçekten pişman olacaksın!” diye tehditler savururken Hande adamdan zerre korkmadan, “Yemek yemekten ne kadar anladığını bilmiyorum ama kesinlikle fazlasıyla hödüklükten anlıyorsun. Neden, seni daha iyi ağırlayacak olan mahalle kahvehanelerine gitmiyorsun. Eminim orada kaprisini daha güzel çekerler. Sen burnunun ucu ile beğenme diye o kadar emek vermiyorum ben” dedi ve adama çıkışı göstererek, “Şimdi bu komik tehditlerinizi de alıp çıkın kafemden. Hemen!” dedi ve adam daha fazla konuşmadan öfkeli bir şekilde hızla kafeden çıktı. Hande ise etraftaki müşterilerden özür dileyerek mutfağa geri döndü. Çayı bir başka müşterinin başından aşağıya dökülen masanın ikram çayı da olmak üzere tüm servisleri yetiştirmiş, kalkan masaların toplamasını yapmış, birkaç masanın hesabını almış nihayetinde öğlen yoğunluğunu atlatmıştım. Fazlasıyla yoğun geçmişti ki ayaklarımın ağrıdığını hissetmiştim. Saat 13.30 da dersim vardı. Hazırlanıp çıkmam gerekiyordu ki Hande hala Cenk’i başından def etmeye çabalıyordu. Gülümseyerek mutfağa girdim ve elimdeki sipariş defterini masaya bırakarak, “Cenk, bir gün o tava ile kafanı patlatacak ki o sahneyi inan sadece keyifle izleyeceğim.” Dediğimde kahkaha atan Cenk, “Bunu sabırsızlıkla bekliyorum” diyerek karşılık vermişti. Bıraksam bu konuşma Hande’yi ikimizi de o tava ile kovalamaya kadar giderdi ama ben daha fazla uzatmadan “Derse yetişmem gerekiyor. Dışarısı sakin. Sanırım bu saatten sonra tatlı ve içecek siparişi gelir. 18.00 da burada olurum. Akşam yine 21.00’a kadar açık mıyız?” diye sorduğumda Hande gülümseyerek, “Sanırım evet ama bir tane daha gıcık müşteriyi kaldıramam. Kesinlikle karakoldan alırsınız beni” dediğinde ise Cenk ve ben kahkaha atmıştık. Cenk imalı bir şekilde “Kadir buralarda, hırsızlıktan ilk olsa da adam dövmeden ilk kez nezarete girmeyecek. Eminim bu görevi lağıyla yerine getirir.” Dediğinde kızarmıştım. O günün ardından Kadir’i bir daha görmemiştim. Fakat kesinlikle rüyalarımdan çıkmamıştı. Bakışı ne kadar karanlıkta olsa beni içine çekmiş ve oralarda bir yerlerde çıkamayacağım bir çukura kilitlemişti. Aklımdan çıkarmaya çabalasam da her defasında başarısız oluyordum. Bakışlarında öyle bir soğukluk vardı ki nefes alamıyordum. Bakışları her ne kadar soğuk olsa da o karanlık çukurlar gözlerimin önüne geldiği her an alev alıyordum. ‘Tanıyacaksın’ demişti. ‘Tanıyacak ve özür dileyeceksin’ o günün ardından onu ne tanımıştım, nede özür dilemiştim. Çünkü kendisi ile hiç karşılaşmamıştım… ………… Okulda ders fazlasıyla ağır geçmişti. Son saatteki derste hocanın ne dediğini kesinlikle anlamamıştım. Neredeyse uyuyacak gibi dinlememde hocanın gözüne batmıştı. Neyse ki beni dersten atmadan dersi bitirmişti. Çıkarken de herkesin duyacağı derecede yüksek bir sesle “Bir daha ki derse uyumak için gelmeyin. Kesinlikle dersten atarım. Dersi anlatırken rüyanızda kimi görüyorsanız onun yanında kalın.” Demiş ve tüm gözlerin beni bulmasını sağlamıştı. Rüyamda gördüğüm kişinin yanında kalma fikri cazip gelse de kişi tekrar aklıma geldiğinde alev almadan edememiştim. Gerçekten Kadir’in yanında olabileceğimi hayal etmenin bile bu denli yakıcı olabileceğini tahmin bile edemiyordum. Bugüne kadar kimseden etkilenmemiş biri olarak, onun bu uzaklığından sadece bir bakışı ile etkilenmemin anlamını çözemiyordum. Bu çok garip geliyordu. Fakat Kadir aklıma gelince kalbimin atışına engel olamıyordum. Okul yürüyüş mesafesinde olduğundan, her ne kadarda güneş öğlen yakıcılığından uzaklaşmış olsa da yine de alev atmıştım. Daha üç saat kadar mesaim vardı. Neyse ki kafe yarın saat 10.00’da açılacaktı. Onun için akşam erken yatarsam uykuya doymuş olacaktım. Bunun hayali bile mükemmeldi. Çünkü bugün çok gerilmiş, fazlasıyla yorulmuştum. Kafenin bahçe kapısından girdiğimde ortamın sakin olması yüzümü güldürmüştü. Genelde bu saatlerde sakin olurdu fakat bugün sadece iki masa doluydu. Normal zamanda buna üzülürdüm ama bu yorgunluğa verilebilecek en güzel ödüldü. Hızla kafenin içine girdiğim anda kapının girişinde donup kaldım. Gördüğüm kişinin burada olması, birde garson tişörtü içinde servis yapıyor olması şok olmam için yeterliydi. Ayaklarım titremeye başlamıştı ki arkamı dönüp, kaçıp gitme isteği içimde tepiniyordu. O karanlık çukurlar şaşkın bakışlarım ile birleştiğinde hiç gülümsememesi işleri daha da zorlaştırıyordu. Ne diyeceğimi bilemeden sadece bakıyor olmam yeterince rezillik değilmiş gibi tam önümde durması iyice heyecanlanmama neden olmuştu. Kadir öylece bakışlarını gözlerimden kaçırmadan bana bakarken, ben sadece hipnoz olmuş tepkisi yayıyordum. Eminim bu sahne ile defalarca karşılaşmıştı. Birkaç saniye öylece bakışmanın ardından Kadir sıkıntılı bir nefes aldı ve “Saatlerce bu şekilde bakmak istiyorsan bir resmimi veririm. Şimdi şu şapşal bakışına bir son ver ve çekil önümden” dediğinde gözlerim hızla gözlerinden ayrıldı. Arkama doğru baktığımda tamda kapının çıkışında durduğumu fark ettim. Panikle önünden çekilirken, “Pardon” dedim ve beni hiç umursamadan önümden geçip masanın siparişini götürmesine şaşkınlıkla baktım. Lanet olsun adam tam bir hödüktü. Kendini resmen Kaf dağında falan görüyordu. Yakışıklı olabilirdi fakat öküzün önde gideniydi. Kapının önünde homurdanmamı sürdürerek mutfak bölümüne geçtiğimde beni gülerek karşılayan Hande, “Kadir’e toslamış gibisin?” diye sorduğunda sinirle “Onu burada gördüğüme şaşırdım, öküz kendine pay biçti” dediğimde Hande gür bir kahkaha attı ve ben hızla “İkizine öküz dediğim için kusura bakma ama gerçekten ÖKÜZ” diye gözlerimi açarak konuşmama ise daha da kahkaha atan Hande nefes almaya çabalayarak, “Fena toslamışsın anlaşılan” dediğinde ise konuyu uzatmadan tişörtümü alıp giyinme bölümüne gittim ve hızla üzerimi değiştirip, sipariş defterimi aradım. Hande “Bugün Kadir yardımcı olacak, akşama doğum günü partisi varmış, birazdan organizasyon firmasından gelip birkaç süsleme yapacaklar. 2 saatimiz var. Pasta dışarıdan gelecekmiş, aperatiflerde hazır sayılır.” Dediğinde şaşkınlık yüklü sesimle “Tunç ve Berrin nerede?” diye sordum. Tunç ve Berrin okulun ikinci sınıf öğrencileriydi. Bu tip organizasyonlarda onları çağırıyorduk ve gece sonunda günlük maaşlarını alıyorlardı. Haftada birkaç kere geldiklerinden idare edecek kadar kazanıyorlardı. O gece aldıkları bahşişlere de karışmıyorduk. İki komik sevgiliydiler. Onların burada olması işin daha zevkli hale gelmesini sağlıyordu. Hande gözlerini devirerek, “Ayrılmışlar. Birlikte çalışmak istemiyorlar. İkisi de ‘ben geleyim o gelmesin’ dedi. Bende ikinizde gelmeyin, barışınca haber verin dedim” dediğinde kahkaha atma sırası bendeydi. Tunç ve Berrin aşırı komik bir çiftti. Ayda birkaç kez ayrılır ve aynı ortamda bulunmamak adına birkaç organizasyon kaçırırdılar. Fakat en uzun ayrılıkları 1 hafta sürerdi. Kahkahamın arasından, “Şimdi barışın gecenin sonunda ayrılırsınız diye teklifte bulunmadın mı?” diye sorunca Hande gülümseyerek, “Tunç öküzlük yapmış. Sürünsün” dediğinde tamam anlamında başımı sallayıp hızla dışarıya çıkmak için mutfak kapısından çıktım ki bir anda duvara toslamışçasına geriye doğru sendeledim. Taş gibi sert göğüs kası ile resmen bana kafa atanın kim olduğuna baktığımda ise yine o karanlık çukurlar ile karşı karşıya kalmıştım. Kadir sert bakışları eşliğinde “Beni her gördüğünde bu şekilde kalacaksan işimiz var.” dedi ve Hande’ye bakarak, “Masa 4 şu sarı şeylerden istiyor” dediğinde hande sinirli bir şekilde “Güneş kurabiyesi” dediğinde Kadir umursamaz bir el işareti ile “Her ne ise ondan işte” dedi ve benimle göz göze gelerek, “Sana yardım etmeye geldim. İşini yapmaya değil 2 masanın siparişi alınacak. İşinin başına dönecek misin? “Diye sordu ve karşılık vermeme fırsat vermeden Hande’nin hazırladığı sipariş tabağını alarak mutfaktan çıkarken arkasından “Öküz “diye söylendim. Kadir ise ardına bakmadan, “Duydum kedicik” karşılığını verdiğinde ise kahkaha atan Hande’ydi. Bugünün sonu gelmeyecekti. Kesinlikle bir son olmayacaktı. Hızla geçen iki saat içinde organizasyon firması gelmiş ve bir saat içinde şaşılacak bir şekilde hazırlıklarını bitirmişlerdi. Sipariş pasta gelmiş, buzluğa alınmıştı. Rezerve edilen masalara rezerve masalıkları yerleştirildi ve diğer masalardaki müşterilere siparişlerini götürüyorduk. Bu arada yavaş yavaş parti davetlileri de gelmeye başlamıştı. Her biri mankeni andıran kızların arasında kendimi resmen cüce gibi hissediyordum. Kısa bir kız değildim ama 1.69 yanlarında 1,55 gibi kalıyordu. Giydikleri topuklu ayakkabılar ise boylarını neredeyse 2 metre gibi gösteriyordu. Ayrıca masalara oturan kızların gözlerini Kadir’den alamaması ise hiç şaşırılacak bir durum değildi. Her masanın önünden geçerken kızlar kendi aralarında Kadir’i işaret ederek bir şeyler fısıldıyordu. Bu fısıldamanın yakışıklılığı, gözleri, kasları olduğunu da tahmin etmek zor değildi. Nedense kadir onlarla hiç ilgilenmiyor, bir garsonun takınması gereken yapmacık gülümsemeyi de takınmıyordu. Buz kütlesi oluşu burada da devredeydi. Adam soğuktu ama çok yakıcıydı… ………………. Gecenin ilerleyen saatlerinde parti kalabalığı artmış, pasta gelmiş, kutlama yapılmış ve yavaş yavaş kalabalık dağılmaya başlamıştı. Hatta partiden kalan sadece üç masa vardı bunlardan biride parti sahibinin masasıydı. Bir masa 4 kızla doluyken, bir masada ise iki erkek oturuyordu. Partiye geç katılmış ve dışarıdan alkollü gelmişlerdi. İçlerinden biri gayet normal ve nazikken diğeri dağdan inmiş, para bende muhabbeti yapanlardandı. Gayet terbiyesiz ve gayet yılışıktı. Gece boyunca yaptığım her serviste sarkıntılık yapmış ve ben hiçbir şey diyememiştim. Neyse ki artık kalkmaya hazırlanıyorlardı. Sabahki olaydan sonra bir karmaşayı daha kaldıramazdım. Fazlasıyla yorulmuştum ve işlerin bitmesini, duş alıp yatmayı her şeyden çok istiyordum. Sarkıntılığını görmezden gelebilir ve bir an önce işimi bitirebilirdim. Kızlarla dolu olan masa ve parti sahibinin masası kalkmış hesabı ödemiş ve bizlere organizasyon için teşekkür ettikten sonra kafeden ayrılmıştı. Diğer masa ise inatla oturuyordu. Saat çoktan 23.15 olmuştu. 23.30’da kapatacaktık ve artık kalkmaları gerekiyordu. Masada oturan kibar olan kişi benimle göz göze gelip elini hesap dercesine sallayınca rahatlayan bir nefes aldım. Sonunda diye söylendim ve hızla masanın hesabını çıkarım masaya götürdüm. Nazik olan adam ödeme için cüzdanını çıkarırken sorunlu tip beni süzmeye devam ediyordu. Bu o kadar rahatsız edici bir durumdu ve ilk kez başıma gelmiyordu. Fakat bu sefer nedense durumu görmezden gelmeye çabalıyordum. Hesap ödendi ama para üstü vermem gerekiyordu. Tam kasaya yöneleceğim esnada geri zekâlı adam “Telefon numaranı istesem” diye sorunca ona hiç bakmadan “Hayır cevabını alırsınız” diyerek karşılık verdim. Uzatmadan kasaya gideceğim esnada elime yapışan adam pis bir şekilde sırıtarak, “Israr etsem” dediğinde ise elimi elinden kurtarmaya çabalayarak, “Bence hayır denildikten sonra hiçbir kıza ısrar etmemeniz gerekiyor” diyerek karşılık verdim. Elimi kurtarmaya çabalıyordum. O ise bırakmamakta inat ediyordu. Ardından elim hala elinde ayağa kalktı ve biraz daha iğrenç bir sesle “Neden yakışıklı değil miyim?” diye sordu. Derin bir nefes aldım ve dişlerimi sıkarak, “Bunun tipinizle bir alakası yok bırakın elimi” dediğimde adam elimi daha fazla sıktı. Artık sırıtmıyordu. Reddedilmenin verdiği sinir gözlerine yansımıştı. Beni kendine doğru çekip, bu sefer kızgın ama kısık çıkan sesi ile “Param var merak etme” dediğinde ise artık dayanamayarak elimi elinden bir hızla çekip, “Bunun paranızla veya tipinizle alakası yok. Para üstünüzü getiriyorum ve gitmenizi rica ediyorum” dediğimde adam üzerime doğru tekrar bir adım atıp, “Sizin gibi kızlar buraya zengin müşteri gelince üzerine atlar. Sen reddediyorsun” dediğinde ise görüş alanıma giren kaslı bir kol beni arkaya doğru itti ve saniyeler içinde görüş alanıma geni, kaslı bir sırt girdi. Bu Kadir’di ve bunu neden yaptığına anlam verememiştim. Biraz kenara kaydığımda gözlerinden öfke fışkırırcasına karşısındaki adama bakıyordu. Adamın tek bir kelimesinde saldıracakmış izlenimi verirken adam aynı sırıtma eşliğinde “Hayırdır, manitana mı laf ettik?” diye sorunca yerin açılmasını ve bir anda içine girmeyi diledim. Tüm bedenim kıp kırmızı olurken Kadir gayet sert çıkan sesi ile “Parti bitti hesabı ödeyin ve uzayın” dediğinde adam itici kulak tırmalayan bir kahkaha attı ve birkaç saniyenin ardından Kadir’e yaklaştı ve “Hesabı ödedik. Güzel sevgilin para üstü getirecek. Bahşiş verecektim ama bu saygısızlık karşısında hak etmiyorsunuz.” Dediğinde dişlerimi sıktım. Neden hemen gitmiyordu da illa kıdem yarıştırıyordu. Kadir adama bir adım yaklaştı ve gözlerini gözlerinden ayırmadan “Hesabı ödediniz “dediğinde adam sırıtarak evet anlamında başını salladı. O anda yüzün tam ortasına aldığı şiddetli kafa darbesi ile acı bir bağırma eşliğinde geriye doğru uçtuğunda çığlık atarak elimi ağzıma götürdüm. Kadir ise yerinden milim oynamadan adama “Buda üstü” dedi ve adama uçtuğu yerden aldığı darbe ile yerinden kalkmaya çabaladı. İlk denemesinde tekrar yere yığıldı. Burnundan kanlar akıyordu. İkinci denemesinde de başarılı olamadı. Gömleği eli kan içinde kalmıştı. Yanına ki arkadaşı hızla araya girerken Kadir’e “Kusura bakmayın içince sapıtıyor. Hemen çıkıyoruz. Hesabın üstü gerçekten kalsın” dediğinde arkadaşının kalkmasına yardım etti. Tamamen ayağa kaldırdığında ise hızla kafeden çıkmıştılar. Kadir birkaç saniye arkalarından baktıktan sonra bana dönmüş ve gözlerini gözlerime sabitleyerek “Artık birde teşekkür borcun var” diyerek yanımdan uzaklaştı. Şok olmuş gibi arkasından bakmış, olan biteni algılamaya çalışmıştım. Beynim durmuş, kalbim hızlanmış, nefesim daralmıştı. Adamın resmen burnunu kırmıştı ve mimik oynatmamıştı. Adam gerçekten buz kütlesiydi….
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD