3- BARDAKİ ADAM

973 Words
Ertesi gün uyandığım da yağmur dinse de hava hala kasvetini sürdürüyordu. Dışarı çıkıp kasabanın marketinden biraz alışveriş yapıp eve gelmiştim. Emlakçının söylediği gibi mutfağın içinde ki kiler odası, ağzına kadar yiyeceklerle doluydu. Demek, şu meşhur gizemli mafya evden hiç bir şeyi almayacak kadar zengindi... Kahvaltımı edip, saatlerce evi didik ederek tüm eşyaların yerini öğrenirken, kendi çapım da bütün gün temizlik yapıp evi kendime göre düzenlemiştim. Bavulumda ki eşyaları da yerleştirdiğimde tüm işlerim tamamen bitmişti. Bir kahve yapıp, artık kitabıma başlamak istiyordum. Daha şimdiden ayrılık acısının yerini sanki içimde bir boşluk almış gibiydi. O ikisini, Cem'in evinde o şekilde görmek içimde bir şeylerin kırılmasına sebep olmuştu. Bir an da, her şeyi sıfırlamış gibiydim. Kendimi çok rahatlamış ve özgür hissediyordum. Cem bana sadık kalıp evlenseydik bile içten içe asla onun doğru insan olmadığını, bana saygısı olmadığını, kendini hep daha iyi gördüğü gerçeğini biliyordum. Çalışma odama geçip, masamın başına oturarak dizüstü bilgisayarımı açtım. Konsantre olmaya çalışarak, ön hazırlıklarımı tamamlayıp başlangıç için bir kaç cümle yazdım ama hiç içime sinmemişti. Bu sefer daha ağdalı, daha betimlemeli bir dil kullanarak bir paragraf yazmıştım ama şimdi de; çok soğuk, duygudan yoksun bir giriş olmuştu. Sonuç olarak yarım saattir önümde ki bembeyaz Word sayfasıyla bakışıyordum. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Zihnimi bomboş bir tuval gibi düşünerek, renkleri hayal ettim. Renkler giderek, üç boyutlu bir şekil alırken; bir adam ve bir kadın figürü oluşturarak parmak uçlarıma doğru damladılar. Gözlerimi açtım ve tam olarak ne yazıcağımı bilerek parmaklarımı klavye de dolaştırdım. O sıra da duyduğum ritmik bir ses, beni zihnimde ki tuvalden uzaklaştırıp gerçek dünyaya çekmeye çalışıyordu. Şıp! Yazdıklarıma konsantre olmaya çalışarak, sesi duymazlıktan geldim. Şıp! Ardından büyük bir gök gürültüsü patlak verdiğinde yerimden sıçradım ve tam karşımda duran cama baktım. Birden kopan sağanak yağış camları dövüyordu. Ritmik ses hızlanarak beni öfkelendirdi. Şıp! Şıp! Şıp! Şıp! Şıp! Sandalyemi ittirdim ve sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Giyinme odasının çatısı akıyordu! Böyle bir ev de çatının akabileceği aklımın ucundan dahi geçmezdi ama olmuştu işte. Yağmur dinince, sabah gözüyle birilerini çağırabilirdim. Banyodan bir kova alarak damlaların düştüğü yere yerleştirdim ve odama geri döndüm. Bilgisayarın başına geçtiğimde ekran imleci ile bakışıp duruyordum. Lanet olsun! İlham perileri çoktan burayı terk etmişti. Arka planda ki ritmik sese odaklanmaktan başka bir şey yapamıyordum! Sıkıntıyla alt dudağımı dişlerken emlakçının telefonunu çevirdim. Bir kaç uzun çağrı sesinden sonra Teoman Bey'in endişeli sesini duydum. "Beren Hanım? Bu saatte bir sorun yoktur umarım?" "Şey..." dedim bu saatte hiç düşünmeden aradığım için utanarak. "Yağmur yağdığı için evin çatısı akıyor..." "Emin misiniz?" dedi Teoman Bey. Derin bir nefes alarak sakin olmaya çalıştım. "Teoman Bey, yani demek istediğiniz beş dakika da kovanın yarısını dolduran yağmur suyunu hayalim de kurduğum mu, yoksa gerçekte gördüğüm mü?" Teoman Bey, dolu dolu bir kahkaha atarken gevşedim. "Hay Allah," dedi. "Aksiliğe bakın ki, ben şu an da kasaba da değilim. Bir iş için şehire inmem gerekti. Gecenin bu vakti bulabilirsem birini yollayacağım yoksa maalesef sabaha kadar idare etmeniz gerekecek." Adamın bu tavrı karşısında hem bu saatte arayıp hem de onu azarladığım için suçluluk duyuyordum. Daha kibar bir şekilde konuşmayı sürdürüp, teşekkür ederek telefonu kapattım. Maalesef bu sesten dolayı yatak odamda da uyuyamazdım! Hazır giyinme odasındayken, üzerimde ki eşofmanları değiştirip, ipek, kısa bir gecelik giydim. Pikemi ve yastığımı elime alarak salonda yatmak üzere merdivenlere yöneldim. Bu saatte kimsenin geleceği falan yoktu zaten! Herkes evinde mışıl mışıl uyuyordu. Ben de uyusam iyi olurdu. Salonda ki koltuğa kendimi bıraktığımda, ses öyle rahatsız ediciydi ki en alt kattan bile duyuyor, ya da duyduğumu sanıyordum. Sert, siyah ve oldukça rahatsız sert kanepe de dönüp dururken, topuz yaptığım, belime kadar inen sarı saçlarımı açtım ve kafama ufak bir masaj yaparak rahatlamaya çalıştım. Aradan geçen on dakika dan sonra kapı gürültüyle yumruklanırken, korkuyla irkilip pikeyi üzerime çektim. Teoman Bey'in bu saatte birilerini bulması imkansızdı ama bulduysa bile gelen usta neden kapıyı yumruklayacaktı ki? Kapı yumruklanmaya devam edip gürültüyle sarsılırken, hızla yerimden kalktım ve kapıya yöneldim. "Kim var orada?" Karşıdan gelen gür, erkeksi ses oldukça otoriterdi. "Aç!" "Kimsiniz?" diye bağırdım korkuyla. Adamın sesi öyle korkunçtu ki, bir de dışarıda şimşekler çakıp dururken bir korku filminin içindeymişim gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. "Çatın akıyormuş," dedi sert bir sesle. "Eğer yardım istemiyorsan bu yağmurda bir saniye bile beklemeyeceğim." Bir nebze olsun rahatlayarak kapıyı aralarken, adam çoktan sırtını dönmüş bahçe kapısına doğru gidiyordu. "Doğru düzgün çalamıyor musun kapıyı?" diye azarladım onu. "Niye öyle yumruklayıp insanı korkutuyorsun?" Dışarıda ki fırtına bir an da üzerime doğru yağmasıyla, kapıyı cüretkar göğüs dekoltesi olan ipek geceliğimle açtığımı fark etmem bir oldu. Kim bilir adam benim hakkımda neler düşünecekti? Ayrıca bu saatte bu kaba adamı eve almak konusunda da oldukça kararsızdım ama eğer çatıyı şimdi tamir etmezse sabaha kadar odayı su basması işten bile değildi. Adam bana cevap vermedi ama yerinde durup daha fazla gitmek için ilerlemediğini görüyordum. "Sizi Teoman Bey'mi gönderdi?" diye bağırdım ona doğru. Bu hiç tanımadığım adamı eve alacaksam emin olmam gerekiyordu. Adam, kapişonlu bir ceket giymişti. Bakışları bana doğru ağır ağır dönerken yutkundum. Yüzünü göremiyordum. Hızla eve doğru yürürken kapının arkasında kendimi ve geceliğimi gizlemeye çalıştım. "Sana bir soru sordum!" diye azarladım tekrar. "Bu saatte çatının aktığını rüyamda görüp buraya gelmiş olamam, değil mi?" Yüzümün sinirden domates gibi kızardığını bilsem de, adam beni hiç takmayarak hızla içeri girdi ve yüzüme bile bakmadan yukarıya doğru çıkmaya başladı. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? Çatının nereden aktığını bile bilmiyorsun, ne cüretle yukarıya çıkıyorsun?" "Çatının nerden akmış olabileceğini biliyorum," dedi merdivenlerde duraksarken. Ses tonu öyle büyüleyiciydi ki, insanın üzerinde hoş bir etki bırakıyordu. "Öyle mi nerden biliyorsun?" "Çünkü kısa bir süre önce bu ev de yaşıyordum." Aklıma birden Aslan Bozkurt'un bu ev de yaşadığı gelirken, kalbim gümbür gümbür atmaya başladı. "Aslan Bozkurt adına mı çalışıyorsunuz yoksa?" diye sordum. Adam geri dönerek, merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Loş ışıkta kapişonlusunun altından belli belirsiz adamın dudaklarını, kirli sakallarını seçebiliyordum şimdi. Kapişonlusunu çıkarıp buz mavisi gözleriyle bana bakarken, gözlerim açıldı. Karşımda ki adam... Bar da öptüğüm adamın ta kendisiydi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD