4- YUNAN TANRISI

1372 Words
"Sen..." dediğimde karşımda ki adama baktım. Sonra aramızda ki hava da bir şeyler kıpırdandı. Onun da bakışları üzerimdeyken, sanki gözlerinden bir perde kalktı ve ortaya çıkan kavurucu güç ciğerlerimde ki bütün havayı çekip aldı... Yaydığı yoğun cazibe kuvvetlenmiş, coşkun ve amansız bir gücün neredeyse elle tutulur bir haline dönüşmüştü. Tamamen içgüdüsel bir hareketle geriye doğru çekilirken, bakışları edepsizce göğüslerimde dolandı. Bembeyaz tenimde, sapsarı belime kadar inen saçlarımda, göğüs kıvrımlarımda ve minicik ipek elbisemin kapatamadığı bacaklarıma yoğunlaştı. Gözleriyle beni soyuyormuş gibi hissediyordum. Geri geri adımlar atarken birden dengemi kaybedip, kendimi kalçamın üstünde buluverdim. Dirseklerim, ahşap zeminle bu şiddetli buluşmasının etkisiyle zonkluyordu ve bacaklarımı dizlerimden bükmüş şekilde uzanırken hafifçe aralanmışlardı. Lanet olsun! Hala gözlerim aval aval karşımda ki adamı izlemekle meşguldü. Kömür karası saçları, nefes kesen bir yüzü çerçeveliyordu. Kemik yapısı bir heykel tıraşı mutluluktan ağlatacak kadar güzelken, keskin hatlı öpülesi dudakları, düzgün ince burnu ve cam gibi açık mavi gözleriyle vahşi bir yakışıklılığı vardı. Zeki ve inceleyici gözleriyle beni delip geçerken, bacaklarımın arasında ki manzaraya bakmak için hafifçe başını eğdi. "Karşımda bacaklarını bana açan bir kadın göreceğimi bilseydim, daha hızlı gelirdim." Bana elini uzattığında, oldukça pahalı olduğu belli olan saati ortaya çıktı. Titrek bir soluk alarak elimi, onun elinin içine koydum. Elimi kavrayınca nabzım tekledi. Dokunuşu bir elektirik gibi beni çarparken, kolumdan yukarı bir şok dalgası yollayarak ensemde ki saçları dikleştirdi. "Geçen sefer sana dikkat etmeni söylemiştim." Yumuşak, erotik ve hafif hırıltılı sesinde ki tını insanı günaha davet edecek cinstendi. İnsanın aklına "seks"i getiriyordu. Bir kadını sadece konuşarak bile orgazma ulaştırabilecek kadar güçlü bir sesti. Dudaklarımın kuruduğunu hissederek dilimle ıslatıp alt dudağımı ısırdım. Bu hareketim karşısında bakışları dudaklarıma indi. Zahmetsiz bir şekilde beni kendine doğru çekerken, şimdi oldukça yakından bakıyordum bu adama... "S- sen o barda ki öptüğüm adamsın," diyebildiğimde kendimi tebrik ettim. Neyse ki sonunda konuşmayı başarabilmiştim. Bakışları çelik kadar sertken kaşları çatıldı. "Beni her öpen kadını hatırlayamam. Başka şeyler de yaşadık mı?" ""Ne?" dedim. Dudaklarının kenarı alayla yukarı kalktı. "Yoksa utandın mı Beren?" İsmimi biliyor muydu? Tabii karşımda ki adam ev sahibimse, elbette evinde kim oturduğunu bilirdi, değil mi? Ve burada bir sürü kiraladığı çiftliği varken, ismimi hatırlayabiliyordu. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Yaşı otuzlarda olmalıydı. Gözlerinde görmüş geçirmiş bir hava vardı. Ona doğru çekildiğimi hissederken, sanki belimiz de bir halat varmış gibi hızlı bir şekilde onun yörüngesine girdiğimi düşündüm. Hayatımda ilk defa böyle bir şey hissediyordum ve bu beni tam manasıyla bozguna uğratmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak onun yüzüne baktım. Hayatımda gördüğüm en seksi adam olmasının yanı sıra bu adama sadece yakışıklı diyemezdim. Büyüleciydi... Zihnimde, üzerindekileri bir anda çıkartıp hoyrat, ilkel ve çarşaf tırmalatacak şekilde, pozisyondan pozisyona atladığımız türden bir seks canlanırken silkinip kendime geldim. Gerçekten şimdi düşüncelerimden deli gibi utanıyordum. Neler oluyordu bana böyle? Bekaretini kaybetmemiş ve el değmemiş biri için, bu cüretkar düşünceler çok fazlaydı. Elimle kendimi yellerken alt dudağımı dişledim. Bana yaklaşırken, ne yapacağımı elimi kolumu nereye koyacağımı bilemiyordum. Edepsizce bir şeyler söyleyeceği çok barizdi zira gözlerinde tehlikeli bir ifade raks ederken, dudakları alayla yukarı kalkmıştı. Kendinize gelin, falan diyerek onu kesinlikle bozacaktım. Onun yerine kulağıma doğru eğildi. "Karşımda sakarlık yapmaya devam edecek misin yoksa evi su basmadan önce çatıya bakmama izin verecek misin?" Kendimi toparladım ve hızla gidip salon koltuğunda duran pikeyi üzerime bir şal alarak örttüm. "Tabii," dedim. "Malzeme odasında biraz strafor olacak," diye devam etti. "Bu yağmur da çatıyı tamir edemem. Sadece akıntıyı giderebilirim. Yarın uğrayıp ne yapılabileceğine bir baktırırım." Adam hızla yukarı çıkarken, üzerimde ki aptal pikeyle kala kaldım. Onu öptüğümü ve dudaklarının dudaklarıma değişini hatırladım. Bu nasıl bir tesadüftü böyle? İsmimi de biliyordu. Şu kasaba da hiç kimsenin görmeyip tanışmadığı adamı daha evi tutar tutmaz iki kez görmüştüm. Fazla inandırıcı değildi ama olmayacak bir şey de değildi. Sonunda aşağı indi. Havada asılı kalan parfümü salona tekrar girişiyle tüm kadınlıl hücrelerimi ele geçirirken kendimi tanımakta zorlanıyordum. "Yarına kadar idare eder." "Teşekkür ederim zahmet oldu," dediğimde suratıma bile bakmadan kapıya doğru yöneldi. Bu şişik egosundan dolayı ufak çaplı bir şok geçirdim. Kapıyı açıp dışarı çıkarken arkasından seslendim. "Bir dakika! Siz ev sahibim Aslan Bozkurt'musunuz?" Bakışları kısa bir an bana döndü ve hızla kapıyı çarptı. Kapının çarpma sesiyle irkilirken, adamın yörüngemden çıkmasıyla vücudumda biriken sıcaklık düşmüş, üşümeye başlamıştım... *** Ertesi sabah uyandığımda, kasvetli bulutlar dağılmış yerini güneşli çiçekli bir havaya bırakmıştı. Biraz bahçe işleriyle uğraştıktan sonra kendime güzel bir kahve yapmak için mutfağa girmiştim. Bugün bilgisayarımı alıp bahçemde ki çardakta kitabımı yazacaktım. İki elim de doluyken, mutfağın bahçeye açılan tel kapısını ayağımla ittirmeye çalıştım. Tam o sırada biri kapıyı açınca korkuyla yerimde sıçradım ve elimde ki kahvenin yarısını elime döktüm. Canımın acısıyla boğazımdan ufak bir inilti yükseldi. "Pa pa pa pa!"* diye bağırdı bir kadın. "Afedersin! Seni korkutmak istememiştim. İyi misin?" Karşımdaki latinlere benzeyen kavruk tenli, beline kadar inen koyu kestane saçlı, kocaman kahverengi gözlere sahip bir kadın duruyordu. İncecik beline oranla göğüsleri ve kalçası büyük ve çok seksiydiler. Benim ince ve uzun vücudumun aksine orta boylu, dolgun, kıvrımlı ve kışkırtıcıydı. Cilveli tavırları konuşmadığın da bile havada asılı kalıyordu. Kadının hemen hemen benim gibi yirmi yedi yaşında olduğunu tahmin ettim. Elinde üstü tuhaf delikleri olan bir kek tutuyordu. Aksanı tuhaf ve çok tatlıydı. Rum olmalıydı. Elimde ki kahveyi ve bilgisayar çantasını tezgaha bırakıp elimi suya tuttum. "Sorun değil, iyiyim." Sonra ona döndüm. "Sen kimsin?" "Eh, burası şehir değil. Kasaba da haberler çabuk yayılır. Yeni taşındığını duydum." Bakışları içeriye kayarken hayranlıkla etrafı inceledi ve davet etmediğim halde mutfağın ortasına kadar ilerledi. "Vay be Aslan Bozkurt dedikleri kadar zevkliymiş. Bu ev harika!" Sonra gülümseyerek elinde ki keki bana uzattı. "Elim boş gelmek istemedim ama gelene kadar üzerinde ki pişmiş yaban mersinlerini yemiş olabilirim." Çocuk gibi kıkırdadı. "Tuhaf biliyorum ama pişmiş yaban mersininin tadı enfes." "Teşekkürler," diyerek gülümsedim. "Kahve içer misin? Ayrıca şu hilkat garibesine benzeyen kekten de yeriz?" Bir arkadaş gerçekten bana çok iyi gelecekti. Kadın bembeyaz dişlerini ortaya çıkararak gülümsedi. "Harika olur. İsmim Marika, senin?" "Beren," dedim. Ben yeni iki fincan kahve hazırlarken, ellerinde ki bileklikleri şıngırtadarak rahatça mutfak masasına kuruldu. "Ee anlat bakalım, nereden geldin? Ne kadar kalacaksın?" "Bir fikrim yok," dedim. "Belki de kalıcıyımdır." Mutfak kapısının telini açarak onu bahçeye yönlendirdim ve birlikte çardağa doğru yürüdük. "Bu kasaba küçük ama çok güzeldir. Ev yapımı reçelleri harikadır. Evinin arkasında ki göl de bu yaz bolca yüzebiliriz ayrıca. Benim evim de buraya bir kaç dakika yürüme mesafesinde." "Tabii, neden olmasın." "Eee," dedi dedikodu ateşiyle gözleri parlarken. "Ev sahibinle tanıştın mı?" "Onu bugüne kadar kimsenin göremediğini söylüyorlar." "Ah evet," dedi bileziklerini sallayarak. "Yaya *yani büyük annem, bu eve girip çıkan bir çok kadın görmüş ama kendisini asla görmemiş. Kuzey, diye biri ilgileniyor onun tüm işleriyle. Ayrıca Aslan Bozkurt tam bir evlilik düşmanıymış, öyle söylüyorlar." "Şu bahsettiğin adam Kuzey... Nasıl biri? Ya da Aslan Bozkurt'un bir tarifi var mı?" "Aslan Bozkurt'u kimse görmediği için neye benzediğini de bilmiyoruz. Yani çok garip, bizim evimiz hep çok yakındı. Ama ne bir kere arabayla geçerken gördüm, ne bir kere bu bahçede. Sanki öyle biri yok gibi..." "Peki ya Kuzey?" "Ah, o adam bir Yunan tanrısı gibi. Çok soğuktur, insanın yüzüne bile bakmaz ama enfes. Simsiyah saçları ve buz mavisi gözleri var. Aslan Bozkurt adına çalışıyormuş ama çok çapkınmış. Kasabalılar öyle söylüyor... Bir çok gemisi varmış; armatörmüş yani nasıl zengin olduğunu sen hayal et artık. Ayrıca İstanbul'da bir çok gece kulübü varmış." Kalbim hızla atarken, bar da ve evim de gördüğüm adamın kesinlikle Kuzey olduğuna emin olmuştum. Sonra Marika birden durup bana baktı. "Senin bu merakın nereden geliyor, yoksa tanıştın mı?" "Sanırım Kuzey dediğin adamla tanıştım." Ona çatıyla ilgili neler yaşadığımı ve adamın karşısında nasıl düştüğümü anlattım. Barda onu öptüğüm kısmı pas geçtim. Marika o kadar sevimliydi ki, insan kendini ona bütün sırlarını anlatırken buluyordu. "Bu denli zengin bir adamın, Aslan Bozkurt için çalıştığına inanmak güç değil mi?" Düşünceli bir şekilde kafamı sallarken, Marika kalkmak için izin istedi. O adam... Kuzey... Henüz bana ismini söylememişti ama isminin o olduğunu biliyordum... İdareten yapılan çatı için bugün birilerini göndereceğini söylemişti ama kimse gelmemişti. Zaten onun bir daha geleceğini sanmıyordum. Bu kadar çapkın, yakışıklı bir adam gelip de çatı tamiratıyla uğraşacak değildi... Sabah ki bahçe işlerime devam etme kararı aldım. Bahçe de ki kulübe de çok güzel tohumlar bulmuştum. Onları ektim ve can sularını vermek için eğildim. Tam önümde bir çift pahalı erkek ayakkabısı ve pantolon paçası bakış açıma girdiğinde, korkuyla yerimden sıçradım ve yine dengemi kaybedip ellerimin üzerine düştüm. "Seninle her karşılaşmamız ayrı bir zevk, Beren," dediğinde yutkundum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD