Eylem, salona girdi. Tüm aile akşam yemeği için salonda toplanmıştı. Kuzenlerine, amcası ve yengesine doğru kararlı adımlarla yaklaştı.
“Nerede kaldın sen? Yemeğe başlamak için seni mi bekleyeceğiz?” diye çıkışan yengesine cevap vermeye bile gerek duymadı. Sinir, öfke, hayal kırıklığı ve aldatılmış hisleriyle dolup taşıyordu. Bir şeyler yapma isteği, yandığı kadar yakma isteğine karşı gelmek için yumruklarını sıkmış, kendini kasmıştı.
“Bugün Okan’la buluşmaya gittim ve nişanı attım. Okan’ın ailesiyle görüşüp düğünün iptal olduğunu bildirirseniz sevinirim,” dedi.
Dişlerini sıktığı için sözcükleri tane tane çıkıyordu dudaklarından. Okan, onun lise yıllarından beri tanıdığı, Amerika’ya gönderilmesinden önce de sonra ona destek olan tek kişi olarak kısa sürede gönlünü kazanmayı başaran kişiydi. Sevildiğini sanmıştı ama yanılmıştı. Nişanlım dediği adamın aslında onunla evlenerek kendine Mafyada sağlam bir yer edinme derdinde olduğunu, aslında aşık olduğu kinin de kuzeni Burçin olduğunu daha geç olmadan fark etmişti bugün. Mafyaya giriş bileti olarak kullanıldığına hala inanamıyordu.
“Ne?” dedi yengesi. “Sen ne saçmalıyorsun? Kavga mı ettiniz?”
“Kavga etmedik. Evlenmekten vazgeçtim,” dedi Eylem.
Arkasını dönüp odasına doğru giderken yengesi Zeliha’nın amcası Sezgin’i yatıştırmak için konuşmaya başladığını duydu.
“Gençler evlilik öncesi her zaman tartışır. Saat geç oldu. Okan’ı eve gönderdim ama sabah geldiğinde ben onunla konuşup Eylem’in gönlünü almasını söylerim. Yarın çiçekle gelip özür dilerse sorun falan olmaz. Sen canını sıkma Sezgin.”
Yengesi telefonunu çıkarıp onu yok sayarak Okan’a ertesi gün çiçekle gelip özür dilemesi için mesaj atmıştı bile… Evdeki kimse onu yine ciddiye almıyordu. Eylem kimdi ki zaten! Evin sığıntısı! Olduğu yerde durup amcasını üzecek bir şey söylememek için sabrını sonuna kadar zorladı.
“İyi de tavrı bir garipti. Bir şey olmuş belli. Eylem durduk yere böyle şeyler söyleyecek bir kız değil,” dedi amcası. “Okan’ı çağır da bir ifadesini alayım.”
“Yangına körükle gitme Sezgin. Basit bir mesele aileler arasındaki büyük bir soruna dönüşmesin.”
Eylem yeniden salona girdi. Hala yorum yapmamış olan kuzenlerini boş verip yengesine odaklandı.
“Bu basit bir stres olayı falan değil. Ciddiyim. Bu iş bitti. Dönüşü de yok. Okan ile asla evlenmeyeceğim,” dedi. Gözlerini amcası Sezgin’de sabitlemişti. Amcası onun mantıksız olmadığını bilirdi. Ailenin tüm ticari ilişkilerini ona emanet edecek kadar güveniyordu. Kızı Burçin’e, Oğlu Keremşah’a ya da her fırsatta işlere burnunu sokmaya çalışan çok bilmiş karısına değil, kendisine güveniyordu. Buna güvenerek konuşmaya cesaret etmişti zaten kendisi de… Eskiden olsa ağzını açıp tek kelime edemez, dayağı yer odasında oturup kalırdı. Küçüklüğünden beri aynı şeyi bağırıyorlardı yüzüne. O bir fahişeyle hainin çocuğuydu. Onu besledikleri için bile şükran duymalıydı.
“Kızım, insanlara ne diyeceğiz? Davetiyeler, düğün salonu, gelinlik… Her şey çoktan ayarlandı.”
Eylem, yumruklarını sıksa da sesi hala pürüzsüzdü. Saçını kulağının ardına iterek “Siz konuşmazsanız, Okan, ailesine düğün günü ortada neden bir gelin olmadığını kendisi söylemek zorunda kalabilir. Bu daha can sıkıcı olacaktır,” deyip yeniden salonu terk etti.
Odasına gittiğinde hala yengesinin amcasını sakinleştiren sesini duyuyordu. Biraz sonra kapısı açıldığında pencerenin önündeydi. Caddenin karşısındaki parkta oynayan çocukları izliyordu. Neden onlar gibi bir hayatı olamadığını düşünüyordu. Neyi yanlış yapmıştı? Neden hiç sevilmemişti? Tüm çocuklar masumdu hani?
Odaya giren yengesi kapıyı ardından kapatmıştı.
“Eylem Hanım, yine ne oluyor?” dedi kısık tuttuğu tehditkâr sesiyle. “Bu saçmalığı yarına kadar düzelt. Amcanın canını da bir daha böyle önemsiz şeylerle sıkma.”
Eylem, pencereden uzaklaşırken yüzünde donuk bir ifade taşıyordu.
Amerika’dan döneli bir yıl olmuştu. Okulda olduğu beş yıl, onun biraz nefes almasını sağlamıştı. Geri dönence nasıl bir cehennemde büyütüldüğünü daha çok fark eder olmuştu. Bu ailede olmaya evlenip gideceğini düşünerek zaten zar zor dayanabiliyordu. Artık nasıl dayanacağını bilemez olmuştu.
“Saçmalık ne? Neyi düzelteceğim ben yenge?” dedi kısık tuttuğu sesiyle.
“Okan’la barışacaksın. Düğüne bir hafta kala vazgeçmek de ne demek?”
“Okan…” dedi yutkunurken. Dilinin ucundakini söylemek yerine yutmayı tercih etmişti yine. “Başkasına aşık.”
“Bunu Okan mı söyledi?” dedi Zeliha Hanım.
“Söylemesine gerek kalmadı. Beni aldattığını biliyorum. Bu düğün olmayacak.”
“Eylem, senin dilin fazla uzamış. Çocukça bir yanlış anlaşılma olduğundan eminim. Okan gelip özür dilesin, bu konuyu kapat sen de.”
Eylem, “Öyle bir şey olmayacak,” dedi kararlı bir sesle. Yengesi bu söylediğini de duymazdan geldi.
Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi.
“Bu evde her zaman benim istediğim olur. Bunu biliyorsun. Ve yine benim istediğim olacak. Kızımın düğününe hazırlanırken bir de senin şımarıklıklarınla uğraşacak değilim. Evlenmek için günlerce dil döktün, şimdi de vazgeçmeye mi çalışıyorsun?”
“Çalışmıyorum. Vazgeçtim!”
“Okan’a aşıktın. Şimdi de aşıksın. Dediğime geleceksin. Pişman olacaksın.”
Eylem sonunda “Onun beni sevdiğini sandığım için evlenmek istiyordum. Sevmediğinden emin oldum. Bu yüzden pişman falan olmayacağım,” diyerek dolabına doğru yürüdü.
Zeliha Cevahiroğlu onu daha fazla zorlamasaydı duş alıp yatacaktı.
“Sana baktık. Besledik. Giydirdik. Amerika’da okuttuk. Ama yeter. Düş artık yakamızdan. Evlenip git artık. Bir kurtulamadık senden de şu meymenetsiz yüzünden de…”
Eylem de bunu istemişti. “Kızınızı seven adamla evlenmektense ölürüm daha iyi!” deyip başını hafifçe aşağı doğru salladı.