4.Bölüm

2542 Words
Hüzün nihayet kendine geldiğinde üzgün ve hayal kırıklığı dolu bakışlarını Devran’a dikti. “Bu da ne demek? Başka yolu yok mu yani?” diye fısıldadı yorgun sesiyle, umutları bir kez daha yok olmuştu sanki. Devran kızı yerden kaldırdı, yatağa oturttuktan sonra ikna edici bir ses tonuyla konuşmaya denedi. İçinden söylediği yalan için kendine küfür etmeyi ihmal etmemişti ama başka türlü bu kızı ikna edemeyeceğine adı gibi emindi. Başka bir yol düşünmemişti bile. Genç kızla evlenerek hem üstüne düşeni yapmalı hem de ailesinin evlen baskısından kurtulmalıydı. Dicle’den yediği kazıktan sonra Hüzün’den iyisini mi bulacaktı sanki? “Bak buradan tek çıkışın evlenerek olabilir. Bu konuda bana güven lütfen! Başkası benim gibi hevesli olmayacaktır buna ve ben gönüllüyüm diyorum. Sana dokunacak değilim bunu sorun etme. Olmadı bir süre sonra ayrılırız. Ama önemli olan buradan çıkman… Ben şimdi gitmek zorundayım yarın akşam o şerefsiz seni çalıştıracak olursa beni önceden haberdar et tamam mı?” Hüzün düşünceli bir şekilde uysalca kafasını salladı. Devran sessizce odadan çıkıp giderken, ne arkasından bakmıştı ne de tek kelime etmişti. Bu adamla evlilik fikri huzursuz hissettiriyordu kendisini. Sanki kötü şeyler yaşayacakmış gibi geliyordu. Hayatı bundan daha fazla nereye batabilirdi? Yatağa uzanıp gözlerini tavana dikti. Aklına dün gece gelmişti. Dün gece kendi ağzıyla dememiş miydi tek kişiye satılmaya razıyım diye? Başını şiddetle düşüncelerini kovalamak istercesine salladı. Düşünmeyi reddetmek istercesine gözlerini kapattı. Açılan kapıyla yerinden sıçradı ama Aysel’in sesini duyunca rahat bir nefes aldı. Hüzün giderek paranoyak birine dönüşmeye başlamıştı. Yaşadıkları ruhunda kalıcı yaralar açıyordu ama o bunun farkında bile değildi. “Devran gitti mi?” diye soran Aysel’i başıyla onayladı. “Kabul ettin değil mi teklifini? Sakın bana bir çocukluk yaptığını söyleme Hüzün, hasta falan demem seni ayağımın altına alırım,” diyerek yatakta oturma pozisyonuna geçen kızın yanına oturdu ve ona sarıldı. “Senin  adına çok sevindim güzelim. Bak Allah sana bir kapı açtı.” Hüzün üzgünce başını eğdi ve gözyaşlarını serbest bıraktı. Aysel şaşkınlığından çabucak kurtuldu, kaşlarını çatarak kızın yüzünü kaldırdı. “Abla buradan tek çıkışım onunla evlenmekken bunu nasıl kabul edeyim?” Aysel bir an yanlış duyduğunu düşünüp durakladıktan sonra kahkahasına engel olamadı. “Kız sana iyi bir dayak çekmek lazım. O delikanlının yerinde başkası olsa umursamazdı bile! İntihar ettiğini duyunca yüzünün rengi attı resmen. Yakışıklı, karizmatik bir adam, hem de zengin… Sen daha ne istiyorsun? Allah’tan belanı mı diyeceğim ama bu duruma uymayacak. Bir de ağlıyor, sil çabuk gözlerini,” diyerek başını dizine gömen genç kızın saçlarını okşamaya başladı. Aslında Aysel buradan çıkmak için evlilik denen naneye gerek olmadığını biliyordu ama sustu ve bunu kendine sakladı. Hüzün’ün buradan çıkıp tek başına yaşamasının iyi bir çözüm olmayacağını bildiği için sustu. Böylesinin daha iyi olacağına inancı tamdı. Hem belki ileride çok mutlu olabilirlerdi. Hüzün’ü ikna etmek için üstüne düşen görevin bilinciyle genç kızı kucağından kaldırdı. “Kız şimdi bana yetmiş yaşında bir bunak gelse evlenelim, seni çıkaracağım buradan dese koşa koşa giderim. Sen geçmiş karşıma öyle bir adamla evlenmek istemiyorum diyorsun, vallahi duyan topa tutar seni.” Hüzün, Aysel’in son cümlesini duyunca hafifçe kıkırdadı. Söyledikleri mantıklıydı aslında. Onu gördüğü akşam da bu çöplüğe yakışmadığını düşünmemiş miydi? Farklı olduğuna daha o akşam karar vermişti. “Haklısın galiba! Akşamları geleceğini söyledi zaten, ama abla Kâzım ne olacak?” diye mırıldandı sonunda telaşla. O adamdan ölesiye korkuyor, yüzünü görmek bile kanını donduruyordu. “Sen o sütü bozuğu dert etme. Ben olduğum sürece sana yaklaşmaya cesaret edemez,” dedi kararlı ses tonuyla. Aklına gelen Sevda ile Kâzım’ı yerinde tutmak kolay olacaktı. Onu aramayı aklına not ederek yeniden düşünceye boğulan Hüzün’e döndü. “Kız senin ismini resmen üstüne yapıştırmışlar. Korkma artık, ben hissediyorum her şey çok güzel olacak. Devran’ı aramak ister misin?” Hüzün başını hayır anlamında salladı. Yanakları kızarmıştı. “Ara ara, iki gün daha çalışmayacaksın boşuna gelmesin. Başka kızlarla yatması sorun değilse gelebilir,” dedi pişkin ifadeyle. Hüzün kaşlarını çatıp, “Yok artık daha neler!” deyince genç kadın bir kahkaha daha patlattı. “Al, ara o zaman, hadi.” Hüzün Devran’ın sabah bıraktığı kartı sehpadan alıp, Aysel’in verdiği telefonla numarayı çevirdi. Çalan telefon heyecanlanmasına sebep oldu. Duyduğu sesle düşüncelerini savuşturdu. Devran eve gelmiş, odasında yatağına uzanmış Hüzün’ü ikna etmenin yollarını düşünürken çalan telefonla kendine geldi. “Efendim,” “Şey, iyi geceler, ben Hüzün!” diyen ses yattığı yerden hışımla kalkmasını sağladı. “Hayrola Hüzün bir şey mi oldu? O it mi geldi yoksa?” dedi Kâzım’ı hatırlayınca. “Yok, ben iki gün çalışmayacakmışım,” dedi utançla ve devam etti. “Aysel Abla boşuna gelmesin dedi. Başkasıyla yatma gibi sorunu yoksa gelebilir diye de ekledi.” Aysel şaşkınlıkla genç kıza baktı ve gülümsemesini zorlukla bastırdı. Devran gözlerini kocaman açmış, şaşkınlıktan bir şey diyememişti bir an için. Allah aşkına bu kız her gece bar bar gezdiğini mi sanıyordu? “Saçmalama Hüzün, lütfen! Tamam, beni çok iyi tanımıyorsun biliyorum ama önüne gelenle yatan biri de değilim.” Hüzün aldığı cevaba karşılık derin bir oh çekti. Sorduğu an pişman olmuştu aslında. “Şey, bir de ben evlenme işini düşündüm. Başka çarem yok madem kabul ediyorum.” Devran aldığı haberle rahat bir nefes alıp, görüşürüz diyen sese veda ettikten sonra telefonu kapattı. Yatağına uzandı ve kafasını kurcalayan sorunu halletmenin rahatlığıyla gözlerini kapattı. Doğru yapıp yapmadığından pek emin değildi. Hüzün’ü hiç tanımıyordu. Onunla sohbet etmek, çekimine kapılmak, nefes almak kadar kolaydı. Zaten başına gelenlerin sebebi o kadar kadının içinde onun çekimine kapılması değil miydi? Hüzünle bulutlanmış elâ gözleri düşündü. Adı yaşadığı hayatla dalga geçmek için konulmuş gibiydi adeta. Bu yaşında başına gelenler kimsenin kaldırabileceği bir hayat değildi. İntihar ettiğini duyduğunda bir an için hayat damarlarından biri kopmuştu. Vicdanı yaptıklarını kaldıramıyor, fakat bir yandan da onun karşısına çıkanın kendisi olması kalbinde farklı bir huzur doğuruyordu. Karşısına daha kötü biri çıksaydı oradaki kadınlardan bir farkı kalmayacak, ya da eninde sonunda kendini öldürmeyi başarmış olacaktı. Hüzün’ün solup gitmesine izin veremezdi, vermeyecekti de.   Hüzün, Aysel gittikten sonra uyumak için gözlerini kapattı. Buradan kurtulma umutları arttığından beri daha huzurlu hissediyordu. Tamamen kurtulmak için evlenmesi gerekiyorsa onu yapmaya hazırdı. Düşünceleri bu aralar çok çabuk şekil değiştiriyordu. Keşke bunların hiçbiri yaşanmasaydı ama artık yapabileceği bir şey yoktu. Hüzün bir süre içini rahatlatan duyguyla uyumak istemiş fakat kalbinde büyüyen endişeden kurtulup da bir türlü uyuyamamıştı. Devran ile evlenip buradan kurtulmanın doğru olduğunu savunan aklı, kalbine söz geçiremiyordu. Devran ile yaşadığı, kendisi için kâbus olan gece beyninden film karesi gibi geçerken bunun doğru yol olduğunu savunmaya gücü yoktu. Uyuyamayacağını anlayınca elâ gözlerini açtı ve karanlık odaya göz gezdirdi. Dışarıdan yansıyan ay ışığıyla odada hafif bir aydınlık oluşmuştu. İçinin bu odadan daha karanlık olduğuna yemin edebilirdi. Yalnızlığa yıllardır alışmış olsa da son günlerde daha bir ayrı hisseder olmuştu. İki kişilik koca yatakta cenin pozisyonu alarak gözlerini yeniden sımsıkı kapattı. Devran sabah annesinin sesiyle uyanmış, kahvaltıdan önce ılık suyun altına bırakmıştı kendini. Gördüğü yoğun rüyalar sebebiyle uykusunu alamamış, yeni güne gözlerini baş ağrısıyla açmıştı. Kahvaltıya inmeden önce giymekten nefret ettiği takımlarından birini üstüne geçirdi. Çoğunlukla tercihi olan siyah bir takımı üstüne geçirmiş, altına da haki rengi çizgili bir gömlek seçmişti. Devran’ın kendisi dışında herkes takımı ona yakıştırıyordu. Uzun boyu ve geniş omuz yapısıyla takımın hakkını verenlerden biriydi. Üstünü değiştirip, hazırlandıktan sonra kahvaltıya inmiş, birkaç parça bir şey atıştırarak şirketin yolunu tutmuştu. Şirketten içeri adım atmasıyla çoğu kadının bakışları ona dönmüş, her zaman yaptığı gibi umursamayarak ofisine ilerlemişti. Bugünkü düşünceli hâli birçok kişinin dikkatinden kaçmamıştı. Nişanı attığı şirkette anında duyulmuş, kimileri için bulunmaz fırsata dönüşmüştü deyim yerindeyse. Odasına girmeden sekreterinden günlük raporları aldı ve kapıyı açarak odasına girdi. Gelen kahvesini yudumlarken, bir süre işe konsantre olmayı denemiş fakat başarılı olamamıştı. İki elini masaya dayayıp oflayarak başını indirdi. Hüzün’ü oradan çıkarmadıkça içinin rahat etmeyeceğini çok iyi biliyordu. Altı aylık ilişki sürecinde bir defa dahi Dicle için böyle endişe duymamış, merak etmemişken Hüzün’e bu kadar takılması canını sıkmaya başlamıştı. Aşka hiçbir zaman inanmayan biri için bu oldukça sorun yaratan bir durumdu. İçinden kendini sadece ona yardım ediyorum diyerek avutmaya çalışıyor, bütün gece rüyalarında yaşadığı o geceyi hafızasından silebilmeyi umut ediyordu. Ortaya attığı evlenme teklifinin sadece iki sebebi vardı. Ailesinin evlen baskısından kurtulmak ve kalbine oturan vicdan azabını içinden atmak. Gencecik bir kızın orada çürümesine göz yumacak kadar duyarsız biri değildi. Elinden gelen en kısa sürede onu oradan çekip almalıydı. Evlenme fikri korkmasına sebep olsa da ilk aşkından sonra aşka olan inancını kaybetmiş ve bir daha kalbini kimseye açmamıştı. Bu saatten sonra da asla âşık olmayacağını düşündüğü için aldığı kararın doğru olduğunu kendine bir kez daha hatırlattı. “Nerede battı gemilerin? Bu ne hâl oğlum dakikalardır sana sesleniyorum,” diyerek karşısındaki koltuğa oturan Emir’e döndü. Devran derin bir iç çekip, yerinden kalkıp cama yaklaştı. Odası plazanın yirmi beşinci katındaydı. Camdan baktığında adeta İstanbul’u ayaklarının altına seriyor hissi uyandırıyordu. Aşağıda karınca gibi küçücük görünen arabalara baktı ve yeniden kendisine bakan çocukluk arkadaşı ve ortağına döndü. “Verdiğim kararın doğru olup olmadığına emin olamıyorum.” Emir uzun zamandır bu kadar düşünceli görmediği Devran’a odaklandı. Oturduğu yerden kalkarak adamın yanına yaklaşıp sırtını duvara dayadı ve onu incelemeye başladı. En son onu ne zaman bu kadar düşünceli ve aklı karışık gördüğünü hatırlamaya çalıştı. Aklına gelen Selin ile başını salladı, aynı olayları yeniden yaşayabilecek olmanın dehşetiyle Devran’a baktı. “Ne oluyor oğlum çatlatma da söyle! Şu Hüzün denen kızla bir şeyler mi oldu?” Devran başını salladı. Onu şaşkınlığa uğratacak sözleri önemsiz bir şeymiş gibi dile getirdi. “Onu oradan çıkaracağım ve evleneceğiz.” “Bu şakaydı değil mi? Bak çok güldüm, şimdi dalga geçmeyi kes!” “Şaka yapmıyorum, gayet ciddiyim,” diyerek masasına geçti ve önündeki şirket raporlarına odaklanmaya çalıştı. Emir, Devran’ın masasına yaklaştı. İki elini masaya koydu ve başını eğdi. Devran’ın gözlerine baktı. “Sen kafayı yemişsin! Bunu yapamazsın. Sana kızı kurtarma diyen yok. Kurtar ve ona destek çık, yardımcı ol, eyvallah ama evlilik çocuk oyuncağı mı aptal herif! Baban o kızın nereden geldiğini öğrenirse kalpten gider. Bu haber duyulursa şirketin onuru iki paralık olur. Saçma sapan kararlar almaktan vazgeç.” Devran öfkeyle Emir’in üstünden gözlerini çekmeden, dişlerinin arasından konuştu. Dile getirdiği gerçekleri düşünmemiş değildi, düşünmüştü ama bu sebeplerin kendisini durdurmasına izin verecek değildi. “Bana akıl ver demedim seni serseri! Ya arkadaş olup yanımda ol ya da işime burnunu sokma! Tek düşündüğün şirket mi yani? O kızın ilki oldum ben! Ne yapmamı bekliyorsun?” “Benim derdimin bu lanet şirket olmadığını çok iyi biliyorsun. Selin’den sonra, önce Dicle şimdi de bu kız! Sen ne yapmak istiyorsun asıl? Ayrıca ilki oldum demekten vazgeç! Oraya düşmüş, sonuçta sen olmasan zaten bir başkası olacaktı. Ve başkası senin kadar duyarlı olmazdı.” Devran duyduğu isimle oturduğu yerden sinirle kalktı. Eline geçen dosyası öfkeyle karşı duvara fırlattı. “Bana şu kaltaktan bahsedip durma! O köprünün altından çok sular aktı.” Emir pişmanlıkla başını eğip konuyu değiştirdi. Devran’ı durdurmayacağını anlayınca yanında olmaktan başka alternatifi yoktu. Devran her zaman yanında olmuştu, elbette onu yüzüstü bırakacak değildi. “Peki, lanet herif, emin misin? Mutlu olacak mısın?” Devran da bu sorunun yanıtını bilmiyordu ki! Sahi mutlu olabilecek miydi? “Zaten gerçek bir evlilik olmayacak. Sadece onu yalnız bırakmak istemiyorum. Oradan çıkıp kendine yeni bir hayat kuracak olsa bile o yaşta bir kız için bu şehir çok tehlikeli! Kâzım bir tarafta o şerefsiz babası diğer tarafta. Güvenli olacağı tek yer benim yanım,” diye cevapladı Emir’i. Emir Devran’ın kararlı hâliyle sonunda pes etmişti. “Peki, nasıl biliyorsan öyle yap! Ben arkandayım her zamanki gibi,” dedi tebessüm ederek. Emir’e karşı düşüncelerini savunduğu sırada kararından daha da emin olmuştu. Ürkek güvercini tek bırakmaya niyetli değildi. Hüzün aradan geçen iki günde devamlı verdiği kararı gözden geçirmiş, çalışma gününün yaklaşmasıyla da kararından iyice emin olmuştu. İki gündür Devran’dan bir haber gelmiş olmamasından dolayı korkuyordu aslında. Belki de vazgeçti diyerek içten içe her şeyin bittiğini düşünüyor, diğer yandan böyle olmaması için dua ediyordu. Daha üç gün önce onun yüzünü dahi görmek istemezken, şimdi o adamın gelmeme ihtimali içini üşütüyordu. “Nasıl bir çelişki bu böyle?” diye mırıldandı sinirle. Nefret ettiği adamın şimdi kurtarıcı kimliğine bürünmüş olması tuhaf geliyordu. Aklını devamlı meşgul ettiği yetmiyor gibi iki gündür aramayan adam kalbini de rahatsız etmeye başlamıştı. Odaya giren Aysel ile başını ona çevirdi. “Demin seninki arayıp bu akşam çalışıp, çalışmayacağını sordu. Bende Kâzım daha fazla rahat durmuyor dedim, yarım saate burada olacak.” Hüzün aldığı haberle derin bir oh çekti. Rahatlamıştı. Ayyuka çıkan korkuları kalbinin kuytu köşelerine çekilmişti. “Çok şükür! Bir an vazgeçti diye korkmuştum!” diye söylendi. Aysel bir kahkaha atıp, Hüzün için getirilen kıyafetleri incelemeye başladı. “Kızım bulmuş senin gibi taze gülü gelmeden durur mu? Bence bu delikanlı sana abayı yaktı yoksa neden seni kurtarmak için bu kadar uğraşsın ki!” Seçtiği alev kırmızısı elbiseyi kızın üstüne tuttu, keyifle göz kırptı. Hüzün yüzünde tuhaf bir ifadeyle Aysel’e çevirdi şaşkın gözlerini. “Yok, artık daha neler abla ya! Adam iki görmeye bana tutulacak değil ya, yardım etmek istiyor sadece.” Aysel kırmızı elbiseyi beğenmiş, Hüzün’ün eline tutuşturmuştu. “Hadi giy şunu da saçını yapayım. Hem buraya gelen kimse yardım meraklısı değil. Sende de biraz akıl varsa âşık edersin adamı kendine, gül gibi çocuk.” Hüzün gözlerini bıkkınlıkla devirip, elbiseyi üstüne geçirdi. İki gündür Aysel devamlı buna benzer laflar söyleyip duruyor, aklına olmayacak şeyler sokuyordu. Aysel, Hüzün’e beğeni dolu bir bakış attı. Boyundan bağlamalı mini elbise hem göğüslerini ortaya çıkarmış, hem de uzun ve pürüzsüz bacaklarını gözler önüne sermişti. Yaraları haricinde. Yüzü acıyla gölgelendi. Aysel, Hüzün’e yaklaşıp dökümlü yakayı düzeltti ve arkasına geçerek elbisenin boyun bağını çözüp, usta hareketlerle model verdi. Belindeki altın sarısı, kumaş kemerin bağcıklı tarafını yana getirip, minik bir düğüm atarak kumaşı serbest bıraktı. Etek boyunu aşağıya çekiştirip duran Hüzün’ün eline bir tane yapıştırdı. “Rahat  dur güzelim, çekmekle uzamaz bu elbise!” Hüzün dolabın boy aynasında kendine baktı ve dudaklarını büzdü. Yaraları gözler önündeydi. Nasıl olurda böyle açık bir elbise giyebilirdi. Dolan gözlerini Aysel’e dikti çaresizlikle. “Ama çok kısa! Yara… Yaralarım…” diye fısıldadı usulca. Hayatı boyunca bu kadar kısa bir kıyafet hiç giymemişti. Giymeye de cesaret edemezdi zaten. Her yeri açık saçıktı. Daha uzun bir elbise bulma umuduyla dolaba bakmayı denedi ama Aysel’in engeliyle karşılaştı. “Hişş… Sakin ol güzelim, merak etme ben onları kapatırım.” Hüzün’ün canını daha çok yakmamak için yaralarını konuşmaktan kaçınmıştı. Makyaj malzemeleriyle ustalıkla bacaklarının ve boynunun görünen kısımlarındaki yaraları kapatmayı başarmıştı. Meraktan kuduruyordu. Böyle bir caniliği hangi insan müsveddesi yapardı. Fakat sormadı, soramadı. Susmak bazen en kesin yoldu. “Bence çok güzel oldun, bir içim su gibisin! Ayrıca seninki gibi devamlı yakışıklı düşmez buraya, kızlara kaptırmak mı istiyorsun yoksa?” diyerek şakayla karışık söylendi. Hüzünlü havayı dağıtmayı amaçlamış, kısmen de başarılı olmuştu. “Of, abla ya sende çok fenasın.” Aysel keyifle kıkırdadı. Hüzün’ün saçlarıyla ilgilenirken cevap vermeyi ihmâl etmedi. “Güzelim akıllı olmazsan elindeki nimeti kaptırırsın. Burada herkes senin gibi iyi niyetli değil şeytan dolu, hadi şimdi aşağı!” diyerek genç kızı odadan peşi sıra çıkardı. Devran iki gün boyunca Hüzün’ü merak etse de onu korkutup, huzursuz etmemek için aramamıştı. Bugün Aysel’den çalıştırılacağını öğrenince eve geçip üstünü değiştirdi ve ardından bara gitmek için yola koyuldu. Bara geleli on beş dakika olmuştu. Gözleri merdivenlerden inen Hüzün’e takılınca kaşları çatıldı. Bu kadar dikkat çekici kıyafet giymek zorunda mıydı? Hüzün’ü beğeniyle süzen gözlerle ellerini yumruk yaptı. Hüzün’ün değişen surat ifadesine görünce şaşkınlıkla ayağa kalktı. Gözlerini onun baktığı yere çevirdi ve içini dolduran kıskançlığa bir anlam veremedi. Hüzün merdivenlerden inerken gördüğü kişiye şaşkınlıkla baktı, olduğu yerde donup kalmıştı. Dudakları arasından sadece “Umut” ismi döküldü. Sahi kaç yıl olmuştu görmeyeli? Umut hışımla kızın üstüne yürüdü. Gözlerindeki öfkenin ardındaki acıyı sadece Hüzün fark etmişti. Yediği tokatla başı yana düştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD