3.Bölüm

2199 Words
Aysel, Hüzün’e ne olduğunu, gece neler yaşadığının merakıyla yanındaki adam gider gitmez Hüzün’ün odasına yöneldi. Boş odayla karşılaşınca kaşlarını çattı. İçeriye girdi ve banyonun kapısını çaldı. “Hüzün, güzelim orada mısın?” sorusunu defalarca tekrar etmesine rağmen yanıtsız kalınca kapıyı açmak için yeltendi. Kilitli kapı içine usul usul korku salmaya başlamış, aklına gelen ihtimaller telaşlanmasına neden olmuştu. Dışarıda bekleyen adama telaşla bağırdı. “Salih! Çabuk buraya gel!” “Ne oldu abla?” “Çabuk kır şu lanet kapıyı!” Salih kapıyı iki tekmeyle açmayı başarmış; Aysel, Hüzün’den önce gördüğü kanla dehşetle bir çığlık atmıştı. Önündeki genci itip hızla içeriye girdi. “Lanet olsun Salih, Kâzım’a haber ver arabayı hazırlayın çabuk ol!” Yarım saat içinde Hüzün hastaneye götürülmüş, çok fazla kan kaybettiği için kan takviyesi yapılmıştı. Bileklerine dikiş atılmış ve ölümün kıyısından son anda dönmüştü. Kâzım hastanede dikkat çekmemek için kan verildikten sonra Hüzün’ü hastaneden çıkarmıştı. Doktorların bu gece burada kalmalı sözlerini umursamamış, genç kızı çöplüğe geri getirmişti.   Devran içine oturan acıyla bir an nefes alamadığını hissetti. Kulakları uğulduyor, aynı ses beyninde dönüp duruyordu. Zorlu bir nefesi içine çekti ve Aysel’e döndü. Vicdanı bir türlü susmuyordu. Hiç bu kadar konuştuğu olmamıştı. “Yaşıyor değil mi? Lütfen bana doğruyu söyleyin.” Aysel bu adamın neden ısrarla bunu öğrenmek istediğine bir anlam veremedi. Biliyordu ki Hüzün iyileşince Kâzım onu yeniden çalıştıracaktı. Hüzün’ün tekrar bu adamla karşı karşıya gelmesi demek yaralarının defalarca bıçak darbesi alarak kanaması denemekti. Hüzün intihara kalkışan ilk kişi değildi, son da olmayacaktı. Hüzün ilk günden beri onun için ayrı olmuştu. Ona bakınca gençliğini ve aynı çaresizliği görüyordu. Aydın’ı her gördüğünde midesinin kasılması, tüylerinin diken diken olması yıllar geçmesine rağmen iyileşmemişti. Nefret katıksız bir zehirdi ve insanın yüreğindeki tüm iyiliği yiyip bitirirdi. Hüzün’ün kendisi gibi nefretin zehirli suyunda defalarca boğulmasını istemiyordu. “Bakın!” diye söze gireceği sırada Devran lafını kesti. Kadının yüzüne bakınca gerçeği söylemeyeceğine dair içinde bir his uyanmıştı. Neden çekindiğini bilmiyordu ama onu rahatlama isteğiyle doldu. “Ben onun bakire olduğunu bilmiyordum. Aldığım alkolden dolayı onun sözlerini anlamadım. Benim niyetim neden burada olduğunu öğrenmek ve yapabileceğim bir şey varsa yapmak. Çünkü ne kadar istemesem de bunun sorumlusu benim. Böyle olmasını bende istemezdim ama oldu.” Aysel adamın sesindeki pişmanlıktan etkilenmişti. Dikkatle adamın gözlerini inceledi. Başka şansı yoktu ve ona güvenmek zorundaydı. En azından Hüzün için denemesi gerekiyordu. Cankurtaran bulmuş gibi Devran’ın ellerine sarıldı. Emir şaşkınlıkla olayları dinlerken ağzını bile açamamıştı. “Bunu yapacak gücün var mı? Onu bu lanet yerden kurtarabilir misin?” demesiyle Devran’ın gözleri parladı. “Yaşıyor değil mi? Böyle söylediğine göre ona bir şey olmadı!” diye atıldı heyecanla. Sanki o an kalbini sıkan ellerden kurtulmuştu. Elâ gözleri bir türlü aklından çıkmıyordu. Arkasını dönüp buradan gitmeliydi ama gidemiyordu. “Evet, yaşıyor. Biraz daha geç kalsaydık…” dedi ve düşünceleri beyninden atmak istercesine şiddetle başını salladı. “Allah onu korudu,” diyebildi mutlulukla. Onun masum gözleri, buradan kurtulma çabaları gençliğini hatırlatmıştı. Kendini kurtaramamış olsa da ilk defa birini kurtarmak için bu kadar çabalıyordu. Hüzün’e bir şey olsa biliyordu ki ömür boyu kendini suçlayacaktı. Devran bu kadının birçok şeyi bildiğine tekrar emin olmuştu. Sabahtan beri aklını ele geçiren düşüncelerin merakıyla söze girdi. “Siz biliyor musunuz? O neden burada? Bunu düşünmekten başıma ağrılar giriyor.” Aysel karşısında merakla kendisine bakan gencin bir şeyler yapabileceğini hissetmiş gibi her şeyi anlatması gerektiğini düşündü. “Üvey babası para karşılığı buraya sattı. Buranın sahibi Kâzım’a kumar borcu varmış pisliğin,” dedi tiksintiyle. Devran duyduğu sözlerin ağırlığıyla nefes almayı unutmuşken, Emir de ondan farklı değildi. Parmakları arasındaki içki kadehini bütün gücüyle sıktı ve bir küfür savurdu. Nasıl bir yere gelmişlerdi? Bu lanet olası çöplükte ne arıyorlardı? Devran’ı kolundan tuttuğu gibi buradan çekip gitmeliydiler. Ama o da Devran kadar öfkeliydi. “Adi, şerefsiz herif! Bu nasıl bir vicdan böyle? İnanamıyorum!” Aysel genç adama bir saniye bakıp yeniden Devran’a döndü. “Bak o daha on yedi yaşında ve çok hassas bir kız! Kendine gelince başkalarıyla olmamak için yeniden ölmeyi deneyecektir. Eğer onu kurtarmak için gücün varsa burada ziyan olmasına, ölmesine izin verme. Ne istersen yaparım, elimden gelen yardımı eksik etmem. Yeter ki onu soldurmalarına izin verme! Kâzım ilk seferi iyi para eder diye dokunmadı ama kendine gelince ondan yararlanmak isteyecek biliyorum.” Devran dehşetle genç kadına baktı. Barın karşı tarafında etrafını süzen Kâzım’a baktı ve elini yumruk yaptı. “Ne parası edermiş ilki? Bir kızın hayatı bu kadar ucuz mu?” Devran’ın sözleri öfkeyle dökülmüştü ağzından. Boyun damarları belirginleşmiş, sinirle soluyordu. Aysel acı bir tebessümle güldü. “Ne bekliyordun ki?” Devran kadının tepkisiyle konuyu değiştirdi. “Beni bu gece Hüzün ile görüştürebilir misin? Ona yardım etmem için önce onayını almam gerekiyor.” Aysel gözleri parlayarak kafasını salladı usulca. Emir’e bir bakış atıp kulağına yaklaştı. “Ben arkadaşınla yukarı çıkacağım. Sende dikkat çekmemek için birini iste yanına.” Emir kadını başıyla onayladı. Aysel masadan kalkıp Devran’ın koluna girerken, Devran bu yakınlıktan rahatsız olup kıpırdadı. Aysel bir kahkaha atıp genç adama baktı. “Kıvırma karı gibi! Rahat dur, seni yemeyeceğim.” Devran tebessüm etmekle yetindi. Aysel, Devran ile yukarı çıkmış, kapıda bekleyen Salih’e bir bakış atmıştı. İçinden tekrar tekrar bunu Hüzün için yapıyorsun diyordu. Koridoru taradı ve derin bir nefes alıp saatine baktı. Bu saatten sonra müşteriler yukarı çıkacağı için koridor boşalırdı ve tek iş Salih’i kandırmaktı. O da Aysel için utanç verici olsa da yapmak zorundaydı. Devran’a, “Bekle!” diyerek Hüzün’ün kapısında nöbet tutan Salih’in yanına gitti. İki dakika içinde onayı alan Aysel, Devran’ı yanına çağırdı. “Bak sadece iki saatin var tamam mı?” diye söylendi etrafı tekrar kontrol ederek. Devran başıyla onayladı ve içeriye girdi. Aysel yanında Salih ile kendi odasına girerken hâlâ kendi kendine Hüzün’ün iyiliği için diye tekrarlıyordu. Devran sessizce odaya girip yataktaki kıza baktı. Genç kızın sarılı bileklerine takılan gözleri dişlerini sıkmasına sebep olmuştu. Dün gece o kadar içip, kendini kaybetmese bunların hiçbiri olmayacaktı. “Ama o zaman ben gerçeklerin farkına varamayacaktım,” diye fısıldadı. Sessiz adımlarla yatağa ilerleyip kenarına oturdu. Uyuyan kızı hayranlıkla izlerken, yaşadığı hayata hâlâ inanamamıştı. “Nasıl bir baba bunu yapabilir?” dedi sessizce. Elleri genç kızın yatakta dağılan saçlarına uzanacağı sırada, Hüzün’ün gözlerini açmasıyla hemen geri çekti.   Hüzün kendisini inceleyen kişiyi gördüğünde yaşadığına, bu lanet hayatta kaldığına bir kez daha küfretti. Bakışlarını genç adamdan çekti ve boş gözlerle karşı duvara bakmaya başladı. Genç adama bakmamak, ona hesap sormamak için zor tutuyordu kendini. Devran ölüm sessizliğine dayanamayıp boğazını temizledi. “Bunu neden yaptın? Sana tekrar geleceğimi, neden burada olduğunu öğrenmek istediğimi söylemiştim. Bak Hüzün ben gerçekten çok ama çok üzgünüm! Senin buradaki kadınlardan farklı olduğunu ben bilemezdim ve alkolü fazla kaçırınca maalesef olan oldu. İnan kendimde olsam böyle bir olay asla gerçekleşmezdi. Böyle bir bara ya da her neyse işte ilk defa adım attım.” Devran kızın gözünden dökülen inci taneleriyle susmak zorunda kaldı. O gözyaşları sanki bir ok olup kalbine saplanıyor ve nefesini kesiyordu. Eli istemsiz bir hareketle, sanki her zaman yaptığı bir şeymiş gibi genç kızın yanağına uzandı. Akan yaşları silmek istemiş fakat Hüzün kendini çekerek buna müsaade etmemişti. “Lütfen! Bana bir iyilik yapmak istiyorsan buradan git ve bir daha gelme,” diyen genç kızla Devran başını şiddetle iki yana salladı. “Bu asla olmayacak. Seni burada, bu halde bırakmayacağım. Ben neden burada olduğunu öğrendim ve bu saatten sonra seni yalnız bırakmaya niyetim yok,” dedi kendinden emin sesiyle. Ne olursa olsun yaptığı hatayı telafi etmek istiyordu genç adam. “Öz annem bile beni yalnız bırakırken, babam terk edip giderken ve üvey babam beni bir mal gibi satarken tanımadığım, bana istemediğim halde sahip olan adam mı yalnız bırakmayacak beni? Sen fazla hayal kuruyorsun herhalde! Burası gerçek dünya, hayaller ülkesi değil!” Devran şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. Kızı tekrar tekrar dikkatle süzdü. Sahi bu kız daha on yedi yaşındaydı değil mi? Konuşmalarına bakarak en az otuz yaşında olduğuna yemin edebilirdi. “Bak seni buradan kurtarmanın çaresine bakacağım. İstersen yeni bir hayat kurmana yardımcı olurum ya da iste, yaptığım hatayı telafi edip seni eşim yapayım? Sen ne istiyorsan öyle olsun. Burada sana başka bir erkeğin dokunmasına izin vermeyeceğim. Kurtulmanın yolunu bulana kadar her gece ben gelirim, merak etme bir daha sana kesinlikle el sürmeyeceğim,” diye bitirdi sözlerini. Hüzün şaşkınlıkla adamı dinliyordu. Sanki bir gece önce nefretle hatırladığı adam değildi karşısındaki. Yataktan doğrularak parlayan gözleriyle Devran’a baktı. Hazine bulmuş gibi adamın ellerine sarılırken, Devran parlayan gözlere dalıp gitmiş, bir süre sonra yaptığının farkına varıp kafasını şiddetle sallamıştı. “Gerçekten mi, buradan kurtulmama yardım edebilir misin? Ya Kâzım ne olacak? Akşam sen gelsen bile o bana şey dedi şey...” diye kekelemeye başladı genç kız. Devran, Hüzün’ün temasıyla kendine zorlukla hâkim olmuştu. Dün gecenin anılarını hâlâ üstünden atabilmiş değildi. Ona yaşattıklarından ne kadar pişman olsa da Hüzün’ü gerçekten istemişti. O pisliğin ne istediğini Hüzün dile getirmese de çok iyi anlamıştı. “Merak etme o konuda beni buraya getiren kadın yardımcı olacak. Hani o gece masamızda olan kadın...” diye sessizce mırıldandı. Hüzün’e o anları hatırlatmak istememiş ama kadını nasıl tarif edeceğini bilemeyince sessizce fısıldamıştı. “Doğru ya Aysel abla anlatmıştır sana buraya nasıl düştüğümü,” diye onayladı Hüzün genç adamı. Aklına takılan soruyu sormak istedi ama nasıl hitap edeceğini bilemedi bir an. “Adını öğrenebilir miyim?” diye sordu kırmızıya dönen suratını aşağıya eğerek. Bu adamla dün gece birlikte olmuş, hatta bu adam ilk erkeği olmuştu ama daha adını bile bilmiyordu. “Adım Devran.” “Peki, yaşın kaç?” diyen Hüzün’e şaşkınlıkla baktı. Bu merakın nereden geldiğini anlamazken “Yirmi altı,” diyerek yanıtladı genç kızı. “O zaman ben sana Devran abi diyeyim.” Devran hayretle elâ gözlere bakakaldı. Herhangi bir alay göremediği bakışlar, söylediği sözlerde ciddi gibiydi. “Abi? Bana mı?” İşaret parmağını kendine doğrulttu. Hüzün başıyla Devran’ı onayladı, genç adamın nutku tutulmuştu. “Abi!” diye fısıldadı içinden ve ekledi, “İlki olduğum kadın, isterse evleneceğimizi söylediğim kadın bana ağabey demek istiyor.” Devran iç sesini bastırıp, çaresizlikle Hüzün’e baktı. “Bana sadece Devran desen?” Hüzün dudaklarını büzüp, başını hayır anlamında salladı ve ince ses tonuyla küçük bir isyan etti. “Ama benden dokuz yaş büyüksün!” Devran da genç kızın sesini taklit ederek alayla konuştu. “Ama seninle ben, ağabey kardeş ilişkisini aşalı çok oldu.” Hüzün duyduğu sözlerin ardından hemen uzaklaştı ve yüzünü astı. Devran söylediği söze yüzünü astığını düşünerek özür dilemeye başladı. Hüzün ise dakikalardır adamın elini tuttuğunu fark edince asmıştı yüzünü. “Bak özür dilerim bir anda çıktı ağzımdan. Nasıl istiyorsan öyle hitap et, yeter ki asma yüzünü.” Hüzün eğdiği başını kaldırıp Devran’ın yeşil gözlerine baktı. “Tamam, sen haklısın!” diyerek biraz önceki olayı geçiştirmeyi tercih etti. “Şey ben bir şey soracağım sana? Buradan çıkınca okuluma devam edebilir miyim?” Devran, Hüzün’ün ellerini çektiğini fark edince sanki bir anda içi üşümüştü. Sorduğu soruyla düşüncelerinden sıyrıldı ve tebessüm etmeye çalıştı. Nasıl bir yere düşmüştü böyle? Bu kız şaka olmalıydı. Neden onun nazını çekiyordu emin bile değildi. Ama hâlâ burada ve ona teminat vermekle meşguldü. “Elbette ama önce benim sana bir soru sormama izin verir misin?” Hüzün aldığı evet cevabıyla mutlu olmuş, Devran’ın ne diyeceğini merak ederek elâ gözlerini genç adama çevirmişti. Okulu, buradan kurtulması onun için o kadar önemliydi ki, daha dün gece bu adamdan nefret ettiğini haykıran kendisi değildi sanki. “Seni dinliyorum.” Devran derin bir nefes alıp yutkundu. Nedense cevabın isteyeceği yönde olmayacağını düşünüyordu. Hüzün denen kızın nedense kendisini çok uğraştıracağına dair bir his vardı içinde. “Benimle evlenmeye razı mısın?” Soru ortaya düşüp, bomba etkisi yaratırken Hüzün’ün bütün iyi duyguları yok olmuş, nefretle genç adama bakmıştı. Dehşete düşmüş gibiydi. Hayır… Hayır… Duyguları dehşetin de ötesindeydi. Bu nasıl mümkün olurdu? Daha biraz önce kendisine gelecek vaat eden adam nereye kaybolmuştu? Oturduğu yataktan kalkıp, tanıştıklarından beri bu adama karşı ilk kez böyle soğuk bir sesle konuşmuştu. “Asla!” diye haykırdı sinirle sıktığı dişlerinin arasından. Sözlerinin karşısındaki adamı ne denli yaralayacağını bilmeden, hayatında başına gelen her şeyin sorumlusu karşısındaki adammış gibi kusmaya başladı bütün zehrini. Bazen içimizdeki zehir en olmadık zamanda akardı dışarıya. Kanatarak, yaralayarak, parçalayarak… “Asla, anladın mı asla! Buradan kurtulma umutlarım tükense de binlerce erkeğe peşkeş çekileceğimi bilsem de asla seninle evlenmem! Sen… Sen beni dinlemedin, inatla dokundun bana. Dur dememe rağmen durmadın. Ne o üvey babam söndürebildi hayallerimi ne de Kâzım denen adam...” Hüzün hıçkıra hıçkıra dizleri üstüne çöktü, yaşlı gözlerini buğulu yeşil gözlere çevirdi ve devam etti zehrini akıtmaya. “Ama sen dün gece benim bütün hayallerimi ellerinle yakıp, yıkıp, yok ettin. Öleceğimi bilsem yine de senin karın olmayacağım. Buradan kurtulma şansım sadece sen olacak olsan da o iğrenç soyadını üstüme almayacağım. Bana iyilik yapacak olman, senden yaşadığım sürece nefret edeceğim gerçeğini değiştirmeyecek.” Hüzün kalbinin sakinleşmesiyle sustu. İçini dökmek iyi gelmişti. O geceden beri her şeyi kalbinde yaşamanın ağırlığı ruhunu boğuyordu. Sustu… Öyle bir sessizliğe gömülmüştü ki, Devran’ın sözleri kalbinde yeni bir yara açtığında bile ağzını açıp konuşamamıştı. Devran duyduğu her sözle biraz daha karanlığa çekiliyordu sanki. Buraya gelirken içinde yeşeren umutları Hüzün kendi elleriyle yok etmişti. Üstüne yük olan bu vicdan azabından kurtulmak için elindeki son kozu oynayacaktı. Hüzün sadece kendini haklı görüyor olsa bile bu oyunda ikisi de masumdu. Bilseydi böyle sonuçlanmazdı. Birilerini koynuna almaya meraklı değildi. Olan olmuştu ve tek yolu evlenmekti. Başka türlü susmayacaktı kahrolası vicdanı. Devran kızın haykırdığı öfkesine rağmen geri adım atmadı. Hüzün’ün tüm kanının çekilmesine neden olan sözleri sakinlikle döküldü dudakları arasından. “Buradan tek çıkış yolun benimle evlenmek!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD