Hüzün gözlerini uykudan uyanır gibi açmış, kolundaki baskıyla başını sol tarafına çevirmişti. Gördüğü hemşireyle kavisli kaşları çatıldı ve soru dolu bakışlarını genç kadına çevirdi.
“Geçmiş olsun, ufak bir baygınlık geçirmişsiniz. Bir isteğiniz yoksa yakınlarınıza haber vereyim,” diyen hemşireyi başıyla onaylamakla yetindi. Boş bakışlarını pencereden tarafa çevirip masmavi gökyüzüne dikti.
Emir’in ağabeyi olduğunu öğrenmek, yıllarca kendine sahip çıkmayan babasının artık çok yakınında olduğunu bilmek kalbini acıtmıştı. Yıllar boyu tek bir isme bile ulaşamamışken, bir anda öğrendiği gerçekler tokat gibi çarpılmıştı yüzüne. Gözünden yanağına süzülen bir damla yaşı parmaklarıyla sildi usulca. Babasının zengin olduğunu zaten biliyordu ama gazetelerde, televizyonlarda gördüğü Hasan Tunç olacağı bir kez bile geçmemişti aklından.
Çocukken rüyalarında olsun yüzünü görmek için dua ettiği babasını, sima olarak tanımak içine koca bir ateş düşürmüştü. Geceler boyu gözlerini kapatıp, hayalinde çizdiği babaya hiç benzemiyordu o adam. Hasan Tunç oldukça güler yüzlü, yumuşak biriydi; Hüzün’ün hayalinde çizdiği baba ise bunun tam tersiydi. Çocuğunu kabul etmeyen, bir kere bile arayıp sormayan adamı melek yüzlü hayal etmemişti ki hiç! Emir’in mavi gözleri geldi aklına ansızın. Annesinden almıştı galiba gözlerini çünkü Hasan Tunç da kendi gibi elâ rengi gözlere sahipti. Emir için üzüntü duymak istemese de buna engel olamıyordu bir türlü. Onun bu gerçeği bildiğini düşünmemişti hiç. Bilseydi o gece Devran’a satılmasına göz yummazdı herhalde. Onun için de zor olduğunu anlayabilecek olgunlukta ve zekâya sahipti. Sıkıntılı bir nefesi ciğerlerine doldurduğu sırada içeriye giren genç doktora döndü.
Güleç yüzlü bayanın ağzından keyifle dökülen, “Anne adayımız çok gençmiş, tebrikler!” sözleri kanını dondurmuş, nefesinin kesilmesine sebep olmuştu. Dehşetle büyüyen elâ gözlerini doktorun yüzüne kilitledi.
“Ne annesi?” dedi harfleri zorlukla bir araya getirerek.
“Bilmiyordunuz sanırım. Baygınlık sebebiniz karnınızda size kendini hatırlatmak isteyen minik varlığa ait. Ne kadarlık olduğunu bilmek için ultrasonla bakmamız gerekiyor. Size birkaç bilgi vereceğim ve vitamin yazacağım. Eğer ultrasona girmek isterseniz gidip bakabiliriz,” diyen doktoru dinlemiyor gibiydi. Elleri dümdüz göbeğinin üstünde birleşirken ağlamamak için gözlerini yumdu. Nefret ediyordu her şeye ağlamaktan.
“Hayır, şimdi istemiyorum,” demekle yetindi. Doktorun söylediklerini neredeyse duymamıştı bile. Aklında ne babası kalmıştı, ne de yeni haberi olduğu ağabeyi Emir. Bütün düşünceleri karnındaki minicik bebeğe odaklanmıştı. Eli incitmekten korkar gibi karnının üstünde dolaşırken yüzünde küçücük bir tebessüm oluştu.
“Hoş geldin bebeğim,” diye fısıldadı sevgiyle. Ağzından dökülen kelimelere kendi kadar odaya giren genç adam da şaşırtmıştı. Devran ile göz göze gelen Hüzün bir anda ellerini karnından çekmiş, başını pencere tarafına çevirmişti. Devran, Hüzün’ün bebeği kabullenmesiyle içine sarhoş edici bir sıcaklığın yayıldığını hissetti.
“Bu kadar sakin karşılayacağını düşünmemiştim,” diyen genç adam şaşkınlığını sözleriyle de dile getirdi. Hüzün kaşlarını çatıp, kızgın gözlerini yanına kadar gelen Devran’a çevirdi.
“Ne yani Allah’ın verdiği bir cana kıyacağımı mı düşündün?” diye sordu.
Devran başını hayır anlamında salladı. Aslında ihtimal vermese de bir yanı düşünmüştü. Düşünceleri dile getirmekten vazgeçti ve bakışlarını kapalı kapıya çevirdi.
“İyi misin? Eğer iyiysen Emir seninle konuşmak istiyor. İzinsiz gelmek istemedi.”
Hüzün’ün solan yüzü kendisini suçlamasına sebep olmuştu. Eğer o testi öfkeyle bir yerlere fırlatmak yerine adam akıllı saklamayı düşünseydi ne Emir, ne de Hüzün gerçekleri öğrenmemiş olacaktı. İş işten geçtikten sonra pişman olmak pek bir yarar sağlamıyordu.
“Eğer istemezsen...” diye söze girmek istediği sırada…
Hüzün, “Sorun değil gelebilir,” diyerek kestirip attı. Emir, Devran’ın onayıyla odaya girmiş, yatakta ayaklarını uzatıp oturan kıza yaklaşmıştı. Yatağın hemen yanındaki sandalyeye oturduğu gibi gözlerini genç kızın
yüzüne dikti.
“Ben böyle öğrenmeni istemezdim özür dilerim.” Hüzün sakin olmayı ve sesinin titrememesini dileyip derin bir nefes aldı. “Ben sadece bir şeyi merak ediyorum. O biliyor mu beni? Yani demek istediğim senin bildiğin gibi tanıyor mu beni?”
Cümleleri toparlayamayınca hafif bir iç çekti. O diye hitap etmesi Emir’in dikkatinden kaçmamış, Hüzün’e karşı bütün suçları kendi işlemişçesine mahcup olmuştu.
“Hayır, o bilmiyor. Ben de bugün öğrendim zaten, Devran ile arabadan indiğimizde,” diye yanıtladı.
Devran sessizce ikilinin konuşmalarını dinliyor, Hüzün’ün mesafeli tavırları için arkadaşı adına üzülse de hak veriyordu. Hüzün’ün hamileliğiyle her şeyi hızlandırması gerektiğine karar vermiş, bu olaydan sonra Emir’in itiraz etmeyeceğine dair inancı artmıştı. Bir çocuk planları arasında hiç yokken, olmadık bir anda Hüzün gibi hayatına sızı vermişti.
Hüzün dolan gözlerine daha fazla engel olamamış, iç titreten bir soğuklukla kelimelerin dudakları arasından dökülmesine izin vermişti.
“Onun bilmesini istemiyorum. Yüzünü görmeyi, karşıma çıkmasını ve bu saatten sonra bana, baba rolü oynamasını izlemek de istemiyorum. Bunu ikinizden de rica ediyorum, o adama hiçbir şey söylemeyeceksiniz.”
“Ama…” diye itiraz eden Emir’e müsaade etmeden tekrar söze girdi.
“Eğer o adama söyleyecek olursanız sizi de hayatımda bir daha görmek istemem,” diyerek kararlı bakışlarını iki adamın üstünde gezdirdi.
Devran bu tepkiyi zaten bekliyordu. Emir, Hüzün’ün haklı olduğunu düşünse de, babasının bir kız çocuğunun varlığından haberi olmadığını düşünüyordu. Bunu dile getirmekten de çekinmedi.
“Ben babamın senden haberi olduğunu sanmıyorum. O kendinden olan bir çocuğu görmezden gelecek bir yapıda değil. Hem o kız çocuklarına çok düşkündür. Senden haberi olsaydı asla böyle bir hayat yaşamana izin vermezdi.”
Hüzün derin bir nefes alırken bütün sakinliğini kaybetmişti.
“Ama yaşadım. Babam olmayan adama baba demeye zorlandım. Beni bildiği halde sahip çıkmadı. O bana sahip çıksaydı kimse beni parayla satamazdı ve kimse bir eşya gibi para verip alamazdı. Oraya para karşılığı düşerken yine para karşılığı oradan kurtuldum. Bana o adamı savunma lütfen! Ne o kadının ne de o adamın yüzünü görmek istemiyorum. Benim annem de yok, babam da.”
Emir yerinden kalkıp genç kıza sarıldı. “Özür dilerim,” diye fısıldadı. “Yaşamak zorunda olduğun her şey için özür dilerim.”
Aradan yarım saat geçmiş Emir ve Devran bu gerçeği söylemeyeceklerine dair Hüzün’e söz vermişlerdi. Devran, Emir’i sonunda ikna etmiş, ailesiyle de konuşmak için Aysel’i Hüzün’ün yanında bırakarak hastaneden ayrılmışlardı. Hüzün de ailesiyle önceden konuşmasının daha uygun olacağı konusunda Devran’a katılmıştı. Ailesinin ne cevap vereceğini merak ediyordu. Hastanede merakla Devran’dan gelecek telefonu bekliyor, o sırada da son yaşadıklarını beyninde defalarca yeniden yaşıyordu. Devran ile evlenmeye ilk başta inatla karşı çıkmış olsa da, gün geçtikçe bu fikir beyninde yerini sağlamlaştırmıştı. Her şeyden önce başka çaresi olmadığının gayet farkındaydı. O evden ve Kâzım’dan kurtulmuşken gidecek başka yeri yoktu. Devran’ın okuluna devam etmesine izin vermesi, kardeşini yanlarına alacak olması evliliğe daha çok ısınmasına sebep olmuştu. Evliliklerinin ne kadar süreceğine emin olamasa da o zamana kadar okulunu bitirir ve kendisiyle kardeşine bakabileceği bir iş bulabilirdi. O eve geri dönmektense böyle iyi bir adamla bir süre evli kalmak daha makul bir fikirdi. Hem karnında büyüyen minik bebeği de vardı. O lanet geceyi kafasında güzel kılabilecek minik bir armağan.
Devran, Emir ile beraber evlerine ulaşmış, babasıyla annesini karşısına aldıktan sonra konuyu uzatmadan söze girmişti.
“Ben evlenmek istiyorum! Kendisi ...” diyerek Hüzün’ü anlatacağı sırada babasının buz gibi sesi cümlelerini bıçak gibi kesmişti.
“Adı Hüzün! On yedi yaşında genelevinden satın aldığın bir fahişe!”
Kenan Beyin söyledikleri dışarıdan bakan bir insan için hedefi on ikiden vuran bir atıştı aslında. Bir haftadır her geceyi dışarıda geçiren oğlunu kendine yakıştırmasa da takip ettirmişti. Oğlu gençlik ve başıboş dönemlerinde bile böyle sorumsuz davranışlar sergilememişti. Merak etmesi elbette doğaldı. Fakat bugün duydukları yaşlı adamı hiç memnun etmemiş, bir de kızı oradan çıkarması öfkesini daha da artırmıştı. Devran’ın karşısına geçip evliliği ağzına almasıyla kelimeler dudakları arasından zehirli bir ok gibi çıkmış, sözler iki genç adamında tam kalbini hedef almıştı.
Emir sıktığı yumrukları ve dişleriyle bu zamana kadar bir kez dahi sesini bile yükseltmediği adama baktı. Öz amcası olmasa da Kenan Beyi çocukluğu boyunca amca bilmişti. Oturduğu yerden hışımla kalkıp Kenan Beye yaklaştı.
“Bilip bilmeden konuşma Kenan amca ve ağzından çıkan kelimelere dikkat et. Bilmediğin çok şey var!” Sesindeki öfkeyi gizleyememişti.
Kenan Bey, Devran’dan önce Emir’in söze girmesini şaşkınlıkla karşıladı. Gözleri oturduğu yerde donup kalmış oğluna döndüğü anda Devran’ın kendine zorlukla hâkim olduğunu fark etti. İki hafta gibi bir sürede o kızın oğlunu nasıl kandırdığını merak etti. Oğlu kör olmuştu galiba?
“Bana bak Emir seni oğlumdan ayırt etmem asla, ama bu işe karışma! Ve sen Devran o kızdan hemen kurtulacaksın! Yoksa ben gereğini yaparım. Soyadımızı kirletmene yaşadığım sürece asla müsaade etmem. Kenan Demir’in gelini genelevinden çıkma fahişeymiş dedirtmem!” diye sinirle bağırdığı anda Devran yerinden kalkıp koltuğun yanındaki sehpaya bir tekme attı.
Elini tehdit eder gibi babasına çevirip buz gibi soğuk bir sesle konuştu.
“Eğer… Eğer bir kez daha ona öyle hitap edersen babam olduğunu unuturum. Beni zorlama sakın! Sen ister onay verirsin, ister vermezsin senin bileceğin iş. Hüzün en kısa zamanda benim karım olacak.”
Sultan Hanım dolu gözlerle olanları izliyor, sesini çıkarıp hiçbir şey söyleyemiyordu. Onun yetiştiği yerlerde kocasına karşı gelmek, sözünün üstüne söz söylemek gibi bir lüksü yoktu. Kenan Bey oturduğu tekli kanepeden destek alıp ayağa kalktı.
“Sen babanı ezip geçeceksin öyle mi? O… O kız ne yaptı sana böyle?”
Devran son çare olarak “O hamile!” diyerek araya girdi. Kenan Bey duyduğu haberle kalktığı kanepeye çöker gibi oturdu. Hayatı boyunca bir kez bile kimsenin canına zarar vermemiş, veren insanlardan da hep uzak durmuştu. Beş vakit namazını kılan, Allah’a inanan biriydi. İki oğlunu da bu değerleri aşılayarak yetiştirmişti. Küçük bir can düşüncelerini sorgulamasına sebep olmuştu. Sultan Hanım duyduğu haberle gözyaşlarını engelleyemezken, yalvaran gözlerini kocasına dikti.
Emir cebinde kırışmış olan kâğıdı bütün gücüyle sıkıyor, o benim kardeşim dememek için kendisini zor tutuyordu. Hüzün’e söz vermesi elini kolunu bağlamıştı ve Emir çaresiz olmaktan nefret ediyordu. Her zaman düşündüğünü söyleyen, içi dışı bir olan biriydi. Böyle bir olayda susmak zorunda olması canını yakıyordu.
Devran babasının tepkisini merakla bekliyor, karşı çıkmaması için dua ediyordu. Çünkü babası kabul etmese bile dediğini yapacaktı ve yüreği babasının yanında olmasını istiyordu. Kenan Bey gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp ciğerlerini havayla doldurdu. Aslında söyleyeceği sözlere kendi bile tahammül edemiyordu.
“Ne malum o çocuğun senden olduğu? Oldu ki bu çocuk sendense eğer, birini buluruz onunla evlenir. O kişi sen olmayacaksın!”
Sultan Hanım duyduğu sözlerle elini dehşetle ağzına kapatırken, “Bu koca bir saçmalık!” diye inledi dayanamayarak.
Emir daha fazla susacak gibi değildi. Son duyduklarıyla ne Hüzün’e verdiği söz kalmıştı aklında ne de herkesin bu gerçeği öğrenecek olması umurunda olmuştu. “Bu kadar yeter! Ben kardeşime hakaret etmenize, ona yaşamak istemediği bir hayatı dayatmanıza seyirci kalmayacağım. Bebeği öğrenene kadar bende istemiyordum evlenmelerini. Ayrıca Kenan amca o bebek oğlundan, Hüzün’e ilk sahip olan kişi o çünkü,” diyerek cebindeki buruşturulmuş kâğıdı çıkarıp sinirle yere
fırlattı.
“Fahişe yakıştırması yaptığın o kız babamın öz kızı!” dedi ve hızlı adımlarla dış kapıya yöneldi. Kapıya çıktığı anda dizleri üstüne çöktü ve dolan gözlerini serbest bıraktı. Yaşlar yanaklarından aşağı süzülüyor, hıçkırıkları geceye karışıyordu. Bütün gün o kadar fazla sıkmıştı ki kendini, daha fazla dayanamamış içindeki hüznü akıtmaya başlamıştı. Babası… Kızına sahip çıkmayan kendi babası… Hüzün hastane odasında ne kadar da emin konuşmuştu kendinden. Babası gerçekten bildiği halde sahip çıkmamış olabilir miydi? Bu mümkün değildi. İnanmak istemiyordu. Hasan Tunç böylesine adi biri olamazdı. Sırtını evin duvarına yaslayıp başını dizlerine gömdü. Hissettiği yoğun duygular nefesini kesiyor, ruhunu sıkıyordu sanki. Ağladıkça kendini sıkmayı bırakmış, vücudu gevşedikçe daha çok ağlamaya başlamıştı. Düşünceleri karma karışıktı. Kendi bu kadar olaya dayamazken, Hüzün nasıl dayanıyordu merak ediyordu. Yaşadıkları hiç kolay şeyler değildi. Hızlı bir karar verip aklına gelen Hüzün ile yerinden kalkıp villanın dışına yöneldi. Kendi arabası barın önünde kaldığı için bir taksi çevirip hastaneye gitmek için yola çıktı.
Kenan Bey elindeki kâğıtla neye uğradığını anlamamıştı. Çıkıp giden Emir’in ardından gözleri oğluna döndü.
“Bana bütün olanları tek tek anlat,” diyerek elindeki kâğıda baktı. Devran Hüzün’ü ilk gördüğü andan itibaren bütün yaşadıklarını, Dicle olayını, Naciye Hanımın evine gitmesini, Hüzün’ün intihar etmesine kadar ne olduysa hepsini tek tek anlattı. Sultan Hanım küçücük kızın yaşadıklarını öğrenince hıçkırıklarına engel olamamıştı. Kenan Bey pişmanlıkla kavrulurken, ağzından çıkan sözleri fark etmemişti.
“Demek o kızı aldırmadı,” diye kendi kendine mırıldandı.
Devran, “Bu da ne demek?” diyerek soru dolu gözlerine babasının yüzüne dikti.
“Hasan ilk duyduğu anda dehşete kapılıp kadının istediği parayı verip göndermiş. O kadın Hasan’ı tehdit ediyordu. En son hamileyim diyerek karşısına çıkmış, bayağı yüklü miktarda para istemiş. Ondan önce hep ufak miktarlar istiyordu. Hasan o an vermiş parayı fakat bir gün sonra kendine gelip ne olursa olsun çocuğum diyerek, kadını bulmak için uğraşmıştı. O bebeğe sahip çıkmayı kafasına koymuş, hatta bu yüzden Leyla Yengene yaşadığı her şeyi tek tek anlatmıştı. O dönem boşanma noktasına bile gelmişlerdi. Kadın parayı alınca ortalıktan kayboldu tabii. İki hafta sonra kadına ulaştık, o ara da evlenmiş kadın. Çocuğu aldırdığını söyledi. Hasan amcan o gün kadına para verdiği için hâlâ pişmanlık duyuyor. Eğer parayı vermese çocuğu aldırmazdı diye düşünüyordu.”
Devran, Naciye Hanımın anlattığından çok farklı bir gerçekle karşı karşıya kalmıştı. Ne düşüneceğini, neyin doğru olduğunu bile çözemiyordu artık. Hastaneye geç kaldığını fark ederek yerinden kalktı. Aklında Hüzün’den başka hiçbir şey kalmamıştı.
“Ben hastaneye gidiyorum, baba bana engel olma lütfen! Hüzün ile evlenmek istiyorum. Onu o şekilde bırakamam. Onun yaralarını sarmama izin ver. Böylelikle benim yaralarımda kapanacak.”
Umut dolu gözlerini annesi ve babası arasında gezdirdi.
Kenan Bey pes etmiş bir halde, “Peki!” diye cevap verdi. Oğlunun geçmiş defterleri açması yüreğini bir kez daha kavurmuştu. Köşede duran fotoğrafa çevirdi bakışlarını. Oğlu yaralarını Hüzün ile saracaksa varsın sarsındı. Bir oğlunu daha kaybetmeye dayanamazdı.
Devran aldığı yanıtla birlikte babasının ve annesinin elini öpüp evden fırladı.
“Doğrusunu yaptın bey!” diyen Sultan Hanım minnet dolu gözlerini kocasına çevirdi. Kenan Bey düşünceliydi. Hüzün’ün geçmişi medya tarafından öğrenildiği anda iki ailenin de zor bir sürece gireceklerini biliyordu. “Ben bunları bilmiyordum hanım, tepkim o yüzdendi. O kızın oraya zorla satıldığını nereden bilebilirdim. Hanım, ben Hasan ile konuşmaya gidiyorum. Gerçeği bilmek en çok onun hakkı!” diyerek yerinden kalktı. Şoföre seslenip arabayı hazırlamasını söyledi. Sultan Hanımın ceketini giydirmesine izin verdi. Kenan Bey, Hasan Beyin evine gitmek için yola çıktığı sırada Devran da heyecanla hastaneye yönelmişti.
Hüzün beklemekten oldukça sıkılmış, gözleri devamlı çalacak olan telefona kayıp duruyordu. Aysel, Hüzün’ü neşelendirmek adına muzipçe konuştu.
“Şimdiden özledin, bakıyorum da gözlerin telefona takılı kaldı.”
Hüzün ilaç kokusundan iyice rahatsız olup azalan seruma baktı.
“Abla dalga geçmeyi bırak lütfen! Hadi bahçeye çıkalım, ilaç kokusu midemi bulandırıyor,” diyerek suratını buruşturdu. Aysel yerinden kalktığı sırada açılan kapının ardından gördüğü yüz sendelemesine sebep olmuştu. Umut, Aysel’e bir bakış atıp Hüzün’e yaklaştı.
“Sen iyi misin güzelim? Devran hastanede olduğunu haber verince aklımdan bin bir düşünce geçti. Nesi var diyene kadar beyefendi telefonu kapattı.”
Hüzün’ün hayatında kardeşi küçük Emir’den sonra değer verdiği ikinci insandı Umut. Oturduğu yataktan ileri atılıp Umut’a sarıldı. Ona anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki…
“Babam denen adamın kim olduğunu öğrendim ağabey. O…O, Emir ağabeyinin babasıymış yani ağabeyimin!” dedi gerçekleri içinde tutamayıp. Emir’i ilk gördüğü akşam devamlı beyninde dönüp duruyordu. Kendini rahatsız eden birçok gerçek vardı. Ya o gece Devran yerine Emir onu isteseydi? Düşüncelerinin dehşetiyle başını iki yana salladığı sırada düşüncelerini işgal eden kişi odaya girdi.
Umut odaya giren Emir ve Hüzün arasında gitti geldi bir süre. Bakışları ikisi arasında gidip gelirken, “Yok artık!” dedi şaşkınlıkla.
Emir bu adamın niye böyle davrandığını anlamamıştı. Genç adamı daha önce görmese de, Devran’ın bahsettiği Umut olduğunu anlamıştı. Yatağa yaklaşıp Hüzün’ün samimi olduğu adamı yeniden baştan aşağı süzdü. Hüzün birbirlerini tanımadığını bildiği için araya girdi.
“Umut ağabey bu bahsettiğim Emir...” diye söze girmiş, derin bir nefes alarak, “Ağabeyim,” diye tamamlamıştı. Emir, Umut’un uzattığı eli sıkarken gözleri Hüzün’deydi. Umut denen adama ağabey derken oldukça rahattı ama kendine ağabey derken zorlukla dökülüyordu kelimeler genç kızın ağzından. İçindeki kıskançlık kendini bile şaşırtmıştı. Dudağında oluşan tebessümü gizleyemeden Umut’un boşalttığı yatağın kenarına oturdu. Kendine şaşkın şaşkın bakan adamı umursamadan Hüzün’ü kendine çekmiş, kolları arasına almıştı. Hüzün bu yakınlaşmayla bir an bocalasa da Emir’e karşılık vermekten geri kalmadı.
Umut iki kardeşin yanlarından uzaklaşırken tebessüm etti ve kapının hemen yanında duvara dayanmış manzarayı izleyen Aysel’e yaklaştı.
“Oradan kurtulmuş olmana çok sevindim. Biraz dışarı çıkalım mı? İki kardeş yalnız kalsın,” dedi ve kapıya yöneldi. Aysel Umut’un peşine takılıp odadan çıktı. Onu yeniden görmek mutlu etmişti genç kadını. Umut bahçeye çıkıp, en yakınlarındaki ağacın altındaki banka oturdu. İstanbul’a daha bugün dönebilmişti. Yanına oturan Aysel’e bir bakış atıp yüzünü gökyüzüne kaldırdı.
“Eğer Devran yapmamış olsa seni oradan ben çıkaracaktım. Bir haftadır bunun için İstanbul dışındaydım.”
Aysel içinde olan kıpırtıyı ve midesindeki yanmayı düşünmemeye çalışarak gözlerini genç adamın kendine bakan kahve gözlerine dikti. Yanlış duyduğunu düşünüp, “Anlamadım!” diye fısıldadı sessizce.
“Seni orada bırakmaya niyetim yoktu,” diyen Umut biraz daha Aysel’in yüzüne yaklaştı ve ekledi.
“Çünkü orada olmayı hak etmeyecek kadar iyisin.”
Aysel bakışlarını zorlukla kahve gözlerden ayırdı ve başını önüne eğdi. Sadece iyi olduğunu düşündüğü için mi kurtarmak istemişti yani? Hissettiği hayal kırıklığına anlam veremedi. Düşüncelerinin saçmalığıyla dudakları kıvrıldı.
“Orada olmayı kimse hak etmez,” demekle yetindi. Umut genç kadını rahatsız ettiğini düşünüp kendini biraz geriye çekti.
“Devran her şeyi çözmüş gibi görünüyor,” diyerek konuyu değiştirmeyi tercih etti. Halasının yanından kurşun yemiş gibi ayrılmıştı Devran ve bunun nedenini yeni kavramıştı.
“Hüzün çok şanslı!” diye mutlulukla şakıdı Aysel. “Ne kadar istemiyor gibi görünse de babasını buldu ve ona kol kanat germeye istekli bir ağabeyi var. Ayrıca Devran ve artık minik bebeği de var.” dediği anda Umut şaşkınla yerinden kalktı.
“Ne bebeği?” diye inledi hayretle. Altı üstü on gün kaybolmuştu ortalıktan. Neler olmuştu böyle? Aysel Umut’un surat ifadesiyle dayanamayıp bir kahkaha patlattı. Genç adam hoş tınının kulaklarına dolmasına izin verip hayran gözlerini ay ışığının altında parlayan genç kadının yüzüne dikti.
“Bence daima gülmelisin sana çok yakışıyor.”
Aysel duyduğu sözle kahkahasını bıçak gibi kesip anlamsızca Umut’a baktı. Yüzünün neden yandığını anlamıyordu. Avuçlarını yanaklarına bastırırken genç adamın güçlü sesi yeniden kulaklarına doldu.
“Gülmek kadar utanmak da yakışıyor,” diyen Umut genç kadının önüne eğilmiş, ellerini tutarak yanaklarından çekmişti.
“Utanmak edeptendir bunu saklama!” diye fısıldadı bulunduğu durumdan etkilenerek. Bu kadın ne yapıyordu ona hiçbir fikri yoktu. Sadece bir kez gördüğü genç kadın günlerce çıkmamıştı aklından. Şimdi böyle yüzüne takılı kalıp bir ömür o gözlere bakmak istemesi de adama normal gelmiyordu doğrusu! Kalbi yılların müebbedine son vermek istiyordu sanki.