10.Bölüm

2720 Words
Emir odada yalnız kaldıklarını Hüzün’den ayrıldığında fark etmişti. Bir an söyleyecek bir şey bulamadı, etrafına bakıp ensesini kaşıdı. Hüzün kolunda biten serumu fark etmiş, odadaki tek adama nasıl söyleyeceğini bilememişti. Emir’e ağabey diye hitap etmek hâlâ zor geliyordu. “Şey hemşireye bakabilir misin? Bu serum bitti de!” dedi kıvranarak. Devran ile konuşurken bile bu kadar kasılmamış, vücudu hiç böylesine gerilmemişti. Emir ağabey diyemediğini fark edince hayal kırıklığıyla dolu gözlerini Hüzün’ün elâ rengi gözlerine çevirdi. “Ağabey diyemiyorsan Emir diye hitap et!” Hayır… Hayır, olur mu öyle şey? Sen benden hemen hemen on yaş büyüksün sanırım.” “Evet, yirmi yedi yaşındayım canım da, Devran da senden dokuz yaş büyük ne var bunda?” Hüzün anında kendini savunmaya geçti. “Biliyorum ona zaten ağabey demek istemiştim ama o istemedi.” Emir dudaklarından dökülen kahkahaya engel olamadı. Hüzün omzuna hafifçe vurup, “Yaa, ne gülüyorsun? Bu kadar komik olan ne?” diye huysuzca sordu. Emir kahkahaları arasında konuşmayı denedi ama başarılı olamadı. Bir süre sonra kahkahalarını zorlukla engelleyip genç kızın saçlarını karıştırdı. “Ne yani kocan olacak adama ağabey mi diye hitap edecektin?” Hüzün aldığı cevapla dudaklarında oluşan tebessüme engel olamadı. Şimdi düşününce saçmaladığını kabul ediyordu. “Devran ağabey,” diye birkaç defa tekrarladı içinden. Suratını buruşturdu. Devran’ın isminin yanına ağabey kelimesi hiç yakışmıyordu. “Çok saçma değil mi ağabey?” dedi Emir’e katılarak. İlk söylediğinde Devran da kendisiyle alay etmişti zaten. Eh, adam haksız da sayılmazdı doğrusu. Hüzün’ün kendisine ağabey dediğini duyan Emir’in gözleri heyecanla parladı. Hüzün’ü göğsüne çekip saçlarına öpücük kondururken kalbinden geçenleri dile getirdi. “Sana söz veriyorum güzelim, bundan sonra asla yalnız olmayacaksın. Kimsenin o güzel gözlerini bir kez daha yaşlarla doldurmasına izin vermeyeceğim. Sana zarar vermelerine asla müsaade etmeyeceğim.” Hüzün huzurla kollarını Emir’e dolayıp, başını sıcak göğsüne yasladı. “Teşekkür ederim ağabey!” dedi titreyen sesiyle. Hayatında ilk kez kendisini korumaya gönüllü insanlar kuşatmıştı etrafını. İnkâr etmek istemesine rağmen hayatı Devran’ı tanıdıktan sonra iyi yönde ilerlemeye başlamıştı. Kalbini yakan, canını kurşun yemişçesine acıtan gerçekler dışında hayatında iyi şeylerde oluyordu. Keşke ağabeyi gibi babası da zamanında kendisini kabul edebilseydi. Babasının yüreği de keşke Emir’in yüreği gibi yüce olabilseydi. Belki… Belki o zaman hayatı bambaşka olabilirdi. Vücudunu hatırladıkça sızlatan yaraların anıları yerine, gülerek hatırlayabileceği anıları olabilirdi. Başını yasladığı sıcak vücut tarifi zor bir huzur yayıyordu etrafına. Yediği dayakların, çektiği işkencelerin anılarını unutturuyordu sanki. Mutlulukla gözlerini kırpıştırdı genç kız. Gülerek hatırlayabileceği anılar inşa etmek için çok da geç değildi sanki. “Rabbim muhabbetinizi bozmasın,” diyen Devran’ın sesiyle birbirlerinden ayrılıp odaya giren genç adama döndüler. Devran gördüğü manzaraya mutlulukla bakmıştı. Emir’in huzursuz bakışlarına güven veren bir bakış atıp yatağa yaklaştı. O sırada odaya giren hemşire biten serumu çıkarıp,” Geçmiş olsun,” dedi ve geldiği gibi sessizce odadan ayrıldı. Aysel ve Umut da içeriye girmişlerdi. Devran’ın sesini duyan ikili büyülü dakikalardan sıyrılmış genç adamın peşinden içeriye yönelmişlerdi. Hüzün yataktan çıkmak için hareketlendiği anda Emir koluna girip ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Bakışlarını Devran’ın yüzüne dikti ve merakla lafa girdi. Ailesinin ne cevap verdiğini sonunda öğrenebilecekti. “Ailen ne dedi? Bir sorun var mı?” Emir de merakla Devran’ın cevabını bekliyordu. “Başta tanımadıkları için ufak tefek sorun çıkarttılar ama anlatınca anlayışla karşıladılar. Evde merakla gelinlerini bekliyorlar.” Hüzün başını önüne eğip üzgünce bir iç çekti. “Yani onlar da öyle bir yerden çıktığımı biliyorlar,” diye fısıldamasıyla Devran genç kıza yaklaşmış, yüzünü avuçlayarak göz göze gelmelerini sağlamıştı. “Bana bak Hüzün sen utanç duyacağın bir şey yapmadın. Utanması gereken biri varsa o benim sen değilsin! Anladın mı beni?” Emir ikiliye yaklaştı. Elini kardeşinin omzuna koydu. “Ve seni zorla oraya hapseden insanların utanması gerekiyor. Sen birçok kişiden daha temizsin güzelim, bunu aklından çıkarma!” Hüzün dolu dolu olan gözleriyle, “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı. Kolay kolay geçmişini arkada bırakamayacak olması düşündürüyordu Emir’i. Devran da arkadaşıyla göz göze geldiği anda aynı şeyleri düşünüyordu. Genç kızın yaşadığı buhran uzun süre yakasını bırakmayacak gibiydi. “Hadi bakalım ailemle tanışmaya gidiyoruz,” diyen Devran ile hep birlikte hastaneden çıktılar. Hüzün güç almak ister gibi elini karnına koymuştu. İçindeki minik can yanında bulunan insanlardan daha çok destek veriyordu sanki ona. Arabaya binip eve doğru yola çıktılar. Hüzün başını pencereye dayayıp gördüğü karanlık denize baktı. Gündüzleri masmavi rengiyle insana keyifli bir huzur veren engin suların geceleri neler söylediğini bir tek kendisi mi duyuyordu? Kaç insanın isyanını barındırıyordu içinde? Kaç kişinin derdine şahitlik edip acısına ortak olmuştu kim bilir? ‘Kaç kişinin sevincini paylaşmıştır sence?’ diyen iç sesi umutla karışık isyan etti. Derin bir nefes aldı. Acı da mutluluk da insanlar içindi. Kenan Bey evden çıktıktan sonra şoföre, Hasan Beylere sürmesini söyledi. Bir süre başını uzayıp giden denize çevirip düşüncelere boğulmuştu. Emir’in babasıyla konuşmamış olması kafasını karıştırmış, şoföre bakıp sahile çek dedikten sonra bir süre deniz kenarında oturup düşüncelerinin aklını doldurmasına izin vermişti. Öğrendiği gerçeklerle kırk yıllık dostunun hastalığı çıkmıştı aklından. Oysa daha bir hafta önce beraber öğrenmişlerdi yapılan testlerin sonucunu. Rüzgârla birlikte coşarak dalgalanan derin sulara bakıp bir iç çekti. Emir ve Devran’ın fikrini almadan söylememeye karar vermiş, bir sonuca ulaştığı için rahatlamıştı. Kalbi zayıf olan dostuna kızının yıllardır yaşadığını ve birçok eziyete maruz kaldığını söylemek hiç kolay değildi. Hele kızının para karşılığı satıldığını duysa yaşlı adamın kalbine inerdi herhalde. Hâlâ hatırladıkça kadına olan öfkesini kusmaktan çekinmeyen Hasan’ın duyduklarıyla neler yapabileceğini kestiremiyordu. En iyisinin yavaş yavaş zemin hazırlamak olduğuna kanaat getirip, oturduğu banktan kalkarak şoförün açtığı kapıdan içeriye süzüldü. Ansızın gelen torun haberi tebessüm etmesine ve yüzündeki yer yer belirginleşen kırışıkların derinleşmesine sebep oldu. Bundan yirmi yedi sene önce eşinin hamile olduğunu öğrenen dostu yeni doğan oğlu için kızın olursa alırım, dünür oluruz demiş ve birlikte çocuğun cinsiyetini öğrenene kadar da bu dünür muhabbeti dillerinden düşmemişti. Yirmi yedi yıl sonra tam tersi olmuş; Kenan Bey, Hasan’ın kızını almıştı, hem de dostunun varlığından habersiz olduğu kızını. İki eski arkadaş aynı anda dede olacaktı. Doğum gerçekleşmeden söylemek için her şeyi yapmaya hazırdı. Sadece biraz zaman gerekiyordu, birazcık zaman. Yoğun düşünceler eşliğinde eve varmış, karısının heyecanına ortak olup merakla daha önce görmediği gelinini beklemeye başlamıştı. Çalan kapıyla oturduğu eskitme koltuktan ayağa kalkıp, bedenini salon kapısına çevirdi. Gördüğü kişilerle kaşları çatılırken Devran’ların geç gelmesi için Allah’a dua etmeye başladı. Yüzsüzlüğün bu kadarı diye düşünüp, soğuk bakışlarını gelenlere çevirdi. Devran aynadan Hüzün’ün düşünceli halini izliyordu. Arada bakışları kesiştiğinde tebessüm ederek onu rahatlamayı dilese de, kendisinin de ondan farkı yoktu. Babasının edeceği tek bir ters laf Hüzün’ü kırılabilir, canını yakabilirdi. Açılan bahçe kapısıyla besmele çekip içeriye girdi. Park ettiği arabadan indiği gibi bakışlarını koca malikâneye çevirmişti. Bahçenin sağ tarafında duran aracı fark etmesiyle endişeli hali uçup gitmiş, yüz hatları sinirle gerilmişti. Eve girip girmemek arasında kalmışken arabadan inenlerle çaresiz eve yöneldi. Hizmetçinin açtığı kapıdan içeriye girerken Hüzün’ü bileğinden kendine çekip ellerini birleştirdi. Tuttuğu sıcak el ve genç kızın şaşkın bakışları öfkesinin durulmasını sağladı. Hafif bir tebessüm etti ve “Sakin ol!” diye fısıldayıp açık kapıdan içeriye girdi. Emir önden giden ikiliye bakıp bir nefes aldı ve peşlerinden içeriye girdi. Hüzün ve Devran’ın samimi hallerine alışmak biraz zor olacak gibiydi. Hüzün’ü kardeşi olarak hemen sahiplenmişti ama aynı şey bu iki kişinin yakınlığı için geçerli değildi. Aysel ve Umut da içeriye girmiş, Aysel gördüğü yüzle iki üç adım geri atmak zorunda kalmıştı. Aydın Bey içeriye giren iki kadına şaşkınlıkla baktı. Gözleri Aysel’in üzerinde dolaşmış, yanındaki adama dönünce öfkeyle kısılmıştı. Karısının bakışlarını üstünde hissedince yeniden Kenan Beye döndü. Hüzün bu adamın burada ne aradığını merak ediyordu. Bu adamı gördüğü geceyi unutması mümkün değildi. Devran ile ilk tanıştıkları akşam bu adamda yanlarındaydı ve Aysel ile çok yakın olmasına rağmen rahatsız bakışlarını hep üstünde hissetmişti. O lanet yeri unutması bir türlü mümkün olmuyor, birileri daima gözüne sokuyordu. Devran’ın elini ne kadar güçlü sıktığının, tırnaklarını genç adamın derisine geçirdiğinin farkında değildi. Gözünün önüne gelen sahnelerle elini çekip ağzına kapattı. Devran Hüzün’ün içinde yaşadığı kıyameti adeta avucunda hissediyordu. Bu adamın burada olması gerçekten bütün öfkesini gün yüzüne çıkarmıştı ama adamı eşinin yanında evden kovamazdı. Babasının uyaran bakışlarıyla adamı incelemekten vazgeçti ve avuçları arasından ayrılan elle gözleri Hüzün’e döndü. Elini ağzına kapattığını görünce belinden tutarak genç kızı banyoya götürmek için hareketlendi. Umut ortamdaki gerginliği fark etmiş, Aysel’in beyaza dönen yüzüyle korumacı bir tavırla kadına yaklaşmıştı. Koltukta oturan adamın yanındaki bayana rağmen Aysel’i süzmesi kaşlarını çatmasına sebep oldu. Kendine dönen öfkeli bakışlara bir anlam veremese de adama aynı öfkeyle bakmaktan çekinmemişti. Sultan Hanım oğlunun üstü kapalı anlattığı olaylarda Aydın Beyin adının geçtiğini çok net hatırlıyordu. Gerilen ortamın önüne geçmek için, “Buyurun Emir oğlum oturun bir yere,” diye sakinleştirici bir sesle konuştu. Emir, Aydın’ı yakasından tutup dışarı atmamak için kendiyle büyük bir savaş veriyordu. Kardeşine dönen çapkın bakışları öfkeyle incelemişti. O lanet gece Devran’dan önce masadan kalktıklarında bu midesiz herif, “Yarın gece masadaki hatunu yatağıma almalıyım,” demişti. O gün umursamadığı sözlerin şimdi böylesine öfkelenmesine sebep olması ne büyük bir ironiydi. Devran kardeşine sahip çıkmamış, ne hali varsa görsün diye düşünmüş olsaydı bu adam gibi yüzlercesi kardeşine dokunacaktı. Sıktığı yumruğu duyduğu Sultan Hanımın sesiyle hafifçe gevşedi. “Saat epey geç oldu. Yorulmuşuz, hemen uyumak istiyorum Sultan Teyze,” diyerek tehdit dolu bakışlarını Aydın’ın yüzüne dikti. Sultan Hanım duvardaki saate bir bakış atıp, anlamayan gözlerini ikinci oğlu gibi sevdiği Emir’e çevirdi yeniden. “Ne geç olması oğlum. Sizin için bir sürü yemek hazırlattım, yemeyecek misin?” Aydın Bey tehdidi anlamış olacak ki, oturduğu yerden kalkarak Kenan Beye döndü. “Biz müsaade isteyelim artık. İş konularını şirkette de konuşuruz nasıl olsa.” Kenan Bey  karşısındaki  adamı  memnuniyetsizce onayladı ve elini sıktı. Aydın Beyin eşi olanlara bir anlam veremiyor ama fazla da umursamıyordu. Eşine ayak uydurup oturduğu yerden hareketlendi ve kocasının koluna girdi. Emir kendine elini uzatan adamı umursamadan yanından geçip merdivenlere yöneldi. Sultan Hanım misafirleri yolcu ederken, Kenan Bey iki gence bakıp, “Oturun çocuklar,” diyerek koltuğu işaret etti. Hüzün midesini tamamen boşalttıktan sonra elini yüzünü yıkayıp aynadaki aksine baktı. Önüne uzatılan havluyla solgun yüzünü Devran’a çevirdi. Banyodan kovmasına rağmen genç adam bir türlü gitmemiş, önüne gelen saçlarını elleriyle yüzünden uzaklaştırmıştı. “Sana çıkmanı söylemiştim,” diyerek üzgünce dudaklarını büzdü. Devran genç kıza biraz daha yaklaştı ve elindeki havluyla ıslak yüzünü kurulamaya başladı. “Ben de sana seni yalnız bırakmak istemediğimi söylemiştim küçük hanım,” diye cevap verdi. Hüzün, Devran’ın kendiyle bu kadar yakından ilgilenmesini hayran gözlerle izledi. Devran haricinde her şey aklından çıkıp gitmiş, genç adamın gülen yüzüyle suratını kurulamasına dalmıştı. Devran yakınlıkların farkına Hüzün’ün elâ gözleriyle bakışları buluştuğunda varmıştı. Elindeki havlunun parmakları arasından kayıp zeminle buluştuğunu bile fark etmedi o an. Ufak dokunuşlarla Hüzün’ün yanağını okşadı. “Çok güzelsin!” diye fısıldadı transa geçmiş gibi. Hüzün hissettiği dokunuşla gözlerinin kapanmasına engel olamadı. Sadece ufacık bir saniye o dokunuşun kendinde uyandırdığı hisse kapıldı. Kapalı gözlerinin önünden geçen görüntüyle elektrik yemiş gibi hızla Devran’ın elini itti. Titreyen elleriyle kapıyı açmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Devran kapıya yaklaştı. Elini Hüzün’ün elinin üstüne koyup kapıyı açtı. Kendisine olan kızgınlığı hat safhaya ulaşmış, “Özür dilerim,” diye fısıldamıştı üzgünce. Hüzün’ün geçmesi için yol verirken, al al olmuş yanakları dikkatini çekti. Düşüncelerinin gidişatı kendini bile şaşırtmıştı. Şiddetle başını iki yana sallayıp Hüzün’ün peşi sıra banyodan çıktı. Hüzün hangi tarafa gideceğine emin olamadığı için Devran’ı beklemekten başka çaresi yoktu. Yanına gelen adamla iki adım atmışlardı ki Emir ile göz göze geldiler. “Sen iyi misin canım?” diyen Emir, Hüzün’ün kırmızıya dönen yanaklarını fark edip tek kaşını kaldırarak Devran’a baktı. “Midesi bulandı da,” diyerek cevap veren Devran, Emir’in bakışlarına daha fazla dayanamadı ve çareyi kaçmakta buldu. “Hadi aşağı inelim de, yemek yiyelim. Hüzün de sabahtan beri bir şey yemedi.” Aklına gelen Aydın ile merdivenin orta yerinde durdu ve arkadan gelen Emir’e döndü. “O pislik hâlâ burada mı?” “Gitti adi herif! Buraya ne bok yemeğe gelmişse?” diyen Emir sinirle homurdandı. Devran da Emir ile aynı fikirdeydi, değil o adamı bu evde görmek bir daha karşı karşıya bile gelmek istemiyordu. O adamdan bir an önce kurtulma düşüncesi aklına çoktan yatmıştı. Yaptıkları anlaşmayı bir an önce bozmalıydı. Hüzün, Emir’in peşi sıra merdivenleri indi. Kendini inceleyen iki kişinin bakışlarının farkındaydı. Başını önüne eğip parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. Yanına gelen Devran ile yanakları yeniden kızarmaya başlamış, Devran’ın elini tutmasıyla zorlukla bir nefes almıştı. Aklı biraz önce banyoda gerçekleşen yakınlaşmaya gidince avuç içlerinin terlediğini hissetti. Devran’ın sesiyle saçma düşüncelerinden kurtularak yavaşça başını kaldırdı. “Anne, baba bu Hüzün evleneceğim kadın. Hüzün bunlar da annem ve babam...” Hüzün yaşlı çifte yaklaşıp ellerini öptü. Devran’ın kadın demesini komik buldu. Kadın olabileceği bir olgunlukta değildi henüz. Gözlerinin içine bakan Kenan Beyle kendine geldi. “Memnun oldum efendim,” dedi düz bir sesle. “Gözlerini babandan almışsın,” diyen adamla bakışları hızlı bir şekilde Devran ve Emir’in üstünde gezindi. Babasına benzetilmek içini titretmişti. Hayatı boyunca ilk defa biri babasına benzediğini dile getirmiş, hissettiği duyguyla gözleri dolmuştu. Kendisini istemeyen bir babaya benzetilmek iyi mi, kötü mü karar verememişti. Sultan Hanım genç kızı bir anda kolları arasına aldı. Bu kadar sıcak bir karşılamayı beklemeyen Hüzün hem şaşırmış hem de sevinmişti. Bu kadına içinin ısındığını hissetti. Belki de hayatında ilk defa anne kucağının sıcaklığını hissettiği için böyle düşünmüştü. “Ailemize hoş geldin güzel kızım.” Aysel, Hüzün’ün sevgiyle karşılandığına şahit oldukça rahatlamış, genç kızın adına mutlu olmuştu. Bundan sonra Hüzün’ün mutlu olacağına inancı giderek artıyordu. Bakışları yanında oturan Umut’a döndüğünde gülümsemesi düştü. Bu adamın hissettirdiği tepkiler hiç hoşuna gitmiyordu. İki kişilik koltukta biraz daha yana kaydı ve Umut’un çekiminden kurtulmayı denedi. Bu sırada Devran imdadına yetişmiş anne ve babasına tanıtmak için öne çıkmıştı. Oturduğu yerden kalkarak derin bir nefes aldı. Buraya uygun olmadığını düşünüyor ve kendini huzursuz hissediyordu. Kenan Beyin ve Sultan Hanımın kendisini tebessümle karşılaması bile içindeki huzursuzluğu söküp çıkarmaya yetmemişti. Oradan kurtulmuş olsa da ne oğluyla başını sokabileceği bir çatı ne de parası vardı. Bankadaki birkaç kuruşuyla neyi yoluna koyabilecekti? Tanışma faslı bittikten sonra Sultan Hanım herkesi hazırlanan masaya yönlendirdi. Kenan Bey sofrada konuşulmaz kuralını ilk defa bozmuş ve oğluyla taze gelinine hitaben söze girmişti. “Devran sen bir süre işe gelme. Hemen düğün hazırlıklarına başlayalım. İmam nikâhını da bir an önce yaptıralım. Böyle yan yana, aynı evde durmanız uygun değil.” Hüzün’ün ağzına attığı lokma boğazına dizilmiş öksürmeye başlamıştı. Sol tarafında oturan Emir sürahiden bir bardak su doldurup genç kıza uzattı ve sırtını sıvazladı. Hüzün eline tutuşturulan suyu içip, şaşkın bakışlarını diğer tarafında oturan Devran’a çevirdi. “Baba düğüne gerek var mı? Biz sade bir nikâh yaparız diye konuşmuştuk,” dedi. Hüzün’ün bakışları düğün istemediğinin ispatı gibiydi. “Elbette gerek var. Ben hayattaki tek oğlumun düğününü göreceğim. Sade bir nikâhla gelin almak bize yakışmaz. Hasan kızının varlığını şimdilik bilmiyor olabilir ama öğrendiği anda bana sen benim kızıma nasıl düğün yapmazsın diye kıyameti koparır. Bu arada Emir, babanın bunu bilmesi gerekiyor,” diyerek sözlerini tamamlandığında iki çift şaşkın göz ona bakıyordu. Hüzün duyduğu sözlere bir anlam veremeyip kekeleyerek söze girdi. “Bu da... Ne... dem...ek?” Emir Hüzün’ün sormak istediği soruyu şaşkınlıkla tamamladı. “Baban bilmiyor ne demek Kenan amca? Hayatta bir kızı olduğunu bilmiyor mu yani? O yüzden mi yıllardır kızına sahip çıkmadı?” Şaşkınlık sırası Kenan Beye geçmişti. Emir’in dile getirdiği sahip çıkmadı sözü gür kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Konuşmaya başladığında sesindeki kızgınlık anlaşılmayacak gibi değildi. “Sen baban hakkında nasıl böyle şeyler düşünüyorsun evlat? Sahip çıkmadı da ne demek? Baban bir kızının olduğunu bilse böyle zorluklarla yaşamasına izin verir miydi? O melun kadın onu bulduğumuzda çocuğu aldırdığını söyledi. Evlenmişti ve baban da üstelemedi. Babandan tehdit ve şantajla dünyanın parasını aldı. Baban hâlâ o bebeğin katili olduğunu düşünüp acı çekiyor. Bir daha baban hakkında böyle konuştuğunu duymayayım. Babana söylemek istedim ama kalp rahatsızlığı beni engelledi. Yüreğine inmesinden korkuyorum. O yüzden onu ilk önce bu fikre alıştırmalıyız. Bunu nasıl yapacağımızı bende bilmiyorum.” Hüzün öğrendiği her gerçekle beyninden vurulmuşa dönüyordu. Annesinin anlattığı hikâyeye hiç benzemiyordu bu. Bu kadar insanın içinde ağlamamak, aciz duruma düşmemek için müsaade isteyip hızla masadan kalktı ve kendini bahçeye attı. Emir giden Hüzün’ün arkasından üzgünce baktı. “Ne oldu?” diye soran Kenan Beyle bir nefes aldı. “Hüzün babamın kendisini kabul etmediğini düşünüyor. Yani sanırım o kadın böyle anlattı. Hastanede, babama söylemememiz için bize söz verdirdi. Ondan nefret ediyor.” Kenan Bey, anlayışla giden kızın arkasından baktı. Öyle bir kadından her şey beklenirdi zaten. Yıllar önce o kadını def etmek için az mı uğraşmıştı. “Babanı tanıdıkça öyle biri olmadığını o da anlayacak.” Emir Kenan Beyin sözlerine başını sallamakla yetindi. Masadan kalkmak için hareketlenen Devran ile elini omzuna koyarak engel oldu. “İzin ver ben gideyim,” dedi ve Devran’ın onayıyla bahçeye yöneldi. Umut ve Aysel’in de yüzleri asılmış, sofranın bütün tadı kaçmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD