1-Acı Gözyaşları

3129 Words
Geçmiş herkesin sandığı gibi yaşandı ve bittiden ibaret değil. Geçmiş geleceğin anahtarıdır. Kilitli bir odaya girmek için anahtara ihtiyaç duyarız. Geleceğe giden anahtar da bugün ve geçmiştir. Geçmiş bugünümüzü şekillendirirken; bugün geleceğimizi şekillendirir. Bu yüzden geçmiş önemlidir. Onun yarası kabuk bağlar ama tek temasta kan akmaya başlar. O malum günden sonra ne bugün ne de yarınımız güzeldi. Hiçbir şey yolunda gitmedi. Gitmesini de beklemiyordum. Pozitif düşünce sahibi insanlar gibi geçmiş geçmişte kaldı gibi bir düşünceye sahip olmam imkansızdı. Çünkü geçmiş geçmişte kalmamıştı. Sadece Pusat geçmişte kalmıştı ama bize yaşattıkları unutulmamıştı. Ondan hiç haber alamadık. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyorduk. Defne her geçen gün gözümüzün önünde eriyordu. Elimizden ona destek olmaktan başka bir şey gelmiyordu. Keşke acısını söküp alabilseydim bedeninden ama olmuyordu. Bizimle konuşmuyor, her şeyi içinde yaşıyordu. Bu da çok tehlikeli bir durumdu. Pusat ruhunu söküp almıştı, bedeninden. Acıyordu, kalbi. O üç harflik küçük kelimenin anlamı çok büyüktü. O acı bütün vücuduna uyarı gönderiyordu. Beyni sürekli o güne gidiyor ve az daha tecavüze uğrayacağını söylüyordu. Bu da bizi kahrediyordu. Eskisi gibi konuşmuyor, yemiyor, alışveriş bile yapmıyordu. Günden güne eriyordu. Siyahtan nefret eden o kız siyahtan başka rengi kıyafetlerinde kullanmıyordu. En güzel yaz bu yaz olacak dediğimiz yaz çok kötü geçmişti. Salonda oturuyorduk. Hepimiz perişan hâldeydik. Can, sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. "O şerefsiz elini kolunu sallaya sallaya dışarıda geziyor. Biz hiçbir şey yapamıyoruz." dedi, sinirle. "Can, bunu kaç kez konuştuk. Yüzlerce kez haklısın. Bu tip insanların idam edilmesi gerekiyor fakat şikayetçi olursak herkes duyacak. Bu senin için iyi olmaz; Defne için felaket olur. Biliyorsun ailesi öğrensin istemiyor.” diye açıkladım. Betül de kafasını sallayarak “Can, lütfen! Bizim artık o olayın üzerine gitmememiz gerekiyor. Bu olayın içini deşmeye devam edersek Defne üzülür ve kendine bir şey yapmasından korkuyorum.” dedi üzgün bir sesle. Ben de çok korkuyordum. İnsan üzgün ve kötüyken birileriyle konuşunca unutması kolay oluyordu fakat yalnız kalınca her an o olayı düşündüğü için kafayı yiyordu. Defne de her zaman yalnız kalmak istiyordu. Yanına gittiğimizde bizimle konuşmuyordu. Can “Bazen düşünüyorum. Neden Defne’ye bu kötülüğü yapmak istedi? Neden bazı şerefsizler kadınlara bu kötülüğü yapıyor?” Betül “Kendin söyledin. Şerefsiz oldukları için. Bu kötülüğü sadece kadınlara değil; kendilerine de yapıyorlar. Bu hesap bu dünyada kesilmese diğer dünyada kesilir.” dediğinde iç çektim. Defne böyle oldukça bizim konuşmalarımız da kısaydı ama hepimizin gözlerinde aynı hüzün vardı. Betül ayağa kalktı. “Ben Defne’ye bir şeyler hazırlayayım. Hiçbir şey yemedi.” dediğinde ben de ayağa kalktım. “Ben de sana yardım edeyim.” Mutfakta bir şeyler hazırladık. Betül elinde tepsiyle yukarı çıkarken ben de mutfağı temizlemeye başladım. Yukarıdan Betül'ün neşeli sesi geldi. "Ben geldim!" Betül her zaman onun yanına gidince gardını indiriyordu. Hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. “Defne!” diye çığlık atıp elindeki tepsinin düşüş sesiyle mutfaktan salona gittim. Can ile aynı anda yukarıya koştuk. Betül yere çökmüştü. Can hemen Defne’nin yanına gitti. Elini yüzüne koyup "Güzelim uyan." dedi telaşla. Defne ilaç içmişti. İki kutu ilaç yatağın üzerindeydi. Ben de yanına gidip “Defne!” diye bağırdım, ağlarken. Ama ses yoktu. Gözyaşlarım yanağımdan aşağı süzülüyordu. İntihar edecek kadar kötüydü ve benim elimden hiçbir şey gelmemişti. Komodinin üzerinde bir tane kağıt gözüme ilişti. Kağıda bakacakken Can “Ne duruyorsunuz? Ambulansı arayın!” diye bağırdı. *** Beklemek… Çok zordu. Hele hastanede beklemek daha zordu. Nice umutlarla beklersin bir yandan da diğer tarafın ya bir şey olursa diye fısıldar. Bu durumla ilk kez karşılaşıyordum. Birini kaybetme korkusu çok kötü bir histi. İnsanın kalbini delik deşik ediyordu. Yazın ortasında üşümek gibi farklıydı. Aslında üşüyen ten değil kalpti. Ellerimi cebime koyduğumda kağıdı hissettim. Titreyen ellerimle kağıdı çıkardım. Can “O ne?” diye sordu. “Defne yazmış.” dedim titrek sesimle. Sesli okumaya başladım: Simay, Betül ve Can’a, Hayatta her an beklenmedik olaylar olur. İnsanoğluyuz, kimse sonsuza kadar mutlu kalmaz. Amerika’da olduğumuz süre boyunca ailemi özlesem de hep yanımda oldunuz, aile özlemime merhem oldunuz. Çok mutluydum. Pusat’tan gerçekten hoşlanmıştım. İnsan celladından hoşlanır mı? Nereden bilebilirdim ki? Beni uyardığınız zaman sizi dinleseydim ne ben ne de siz bu hâlde olurdunuz. Çok pişmanım ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Artık sizi de çok üzdüm. Ben yapamıyorum. Ne yaparsam yapayım unutamıyorum. Olanları size hiç anlatmadım. Ben yüz yüze anlatma cesaretine sahip değilim. Onları size ilk ve son kez yazıyorum. Yazmaya çalışmak bile ruhumu bedenimden söküp alıyor sanki. Sizinle kavga ettikten sonra Pusat ile evden çıktık. Çok sinirliydi. Arabayı çok hızlı sürüyordu. Çok hızlı sürüyorsun, dedim. Ama duymuyordu. Ağlamaya başladım. Çünkü korkuyordum. Sizi aramak istedim ama telefonum yanımda değildi. O ne kadar korktuğumu size anlatamam ama ilerisini bilseydim o an hiç korkmazdım. Sonra bir evin önünde durduk. Arabadan indik, beni de kolumdan tutup nazikçe arabadan çıkarttı. O an rahatladım. Eve girdiğimizde onu biri aradı. Kısa süre onu konuşup yanıma geldi. Yukarı çıkmamız gerektiğini orada hediyesinin olduğunu söyledi. Ben de çıktım. Odaya girdiğimizde kapıyı kilitledi. Ne yapıyorsun, dedim. Ama eliyle ağzımı kapattı. Ben çırpınırken kulağıma fısıldadı. Senden hoşlansam da sen bir Sönmez'sin ve intikam almalıyım, dedi ve beni yatağa fırlattı. Gerisini de biliyorsunuz. Artık bunları her dakika düşünmek beni mahvetti. Dayanamıyorum. Sizi çok seviyorum. Lütfen, ben kendimi affetmesem de siz beni affedin. -Defne Sesli okuduğum mektupla hepimizin gözlerinden yaşlar akıyordu. Can'ı ilk kez ağlarken görüyordum. Can “O şerefsizi bulup gebertmek istiyorum.” diye bağırdı. Birkaç göz bize dönse de dilimizi anlamadıkları için kendi hâllerine dönmüşlerdi. Betül, Can’ı sakinleştirirken ben mektuba bakıyordum. Defne’nin gözyaşlarının aktığı çok belliydi. O kısımları okşadım. Benim de gözyaşlarım o satırlara akmaya başladı. Acı gözyaşlarımız birbirine karıştı. Kağıdı katlayıp cebime koydum. Betül, Can’a bir şeyler anlatırken doktor odadan çıktı. "Defne Sönmez'in yakınları siz misiniz?" diye sordu. "Ben kuzeniyim." dediğimde "Size açıkça anlatacağım. Eğer biraz daha geç kalınsaydı Defne Hanım'ı kaybedebilirdik. Şimdi midesini yıkadık. Biraz sonra kendine gelir fakat sizi psikologa yönlendirmek durumundayım." dediğinde kafamı salladım. İntihar vakası olduğu için psikoloji birimine sevk edilmişti. İç çektim. "Onu görebilir miyiz?" diye sordum. "Evet, görebilirsiniz." Defne'nin yanına gittiğimizde uyuyordu. Başucuna oturup elini tuttum. Gözyaşlarım eline aktı. Betül ve Can da diğer tarafa geçip oturdu. Hepimiz perişandık. Defne gözlerini açtığında ilk dediği şey "Ölmeyi bile beceredim." oldu. Can "Ölmek yok." dedi, ağlamaklı bir sesle. Defne'nin gözünden yaş akarken "Ölen birine ölmek yok demek sence de mantıklı mı Can? Ben öldüm, ruhen ölüden farksızım. Bedenim boş bir çuval gibi yaşasa da ne olacak ki? Neden beni kurtardınız?" dedi. "Hayır, böyle düşünme." dedim. Defne sustu. Diyecek kelimeler tükenmişti. Betül iç çekerek sessizce ağlamaya devam ediyordu. İçeri psikolog girince bizim çıkmamız gerektiğini söyledi. Onları yalnız bırakıp dışarı çıktık. Can birden hızlı hızlı çıkışa yürümeye başladı. Peşinden ben de gittim. Çünkü onun hâlleri hiç hoşuma gitmemişti. "Can!" diye bağırdım, arkasından. Can beni duymuyordu, çok hızlı gidiyordu. Koştum ve koluna tuttum. "Can, ne yapacağını biliyorum. Sakın, öyle bir şey yapma!" dediğinde "Sen benim ne kadar acı çektiğimi bilemezsin!" diye bağırdı. "Senin çektiğin acıyı ben de çekiyorum. Sen çocukluk arkadaşıysan ben de kuzeniyim. Biz kardeş gibi büyüdük. Bencilce konuşma." dedim, sinirle. Arkasını dönüp hastaneden çıktı. Ben de arkasından çıktım. Tekrar koluna tuttum. "Can, anlıyorum. Ben de gidip onun beynini dağıtmak istiyorum ama olmuyor!" Can birden elini kalbine koydu. "Burası çok acıyor, Simay." dediğinde derin bir iç çektim. "Benim de acıyor, kardeşim ama Defne çok kötü. Onun arkadaşı olarak bunu yapamayız!" "Yeter, Simay. Ne arkadaşı?" Şok olmuş bir şekilde Can'ın yüzüne baktım. "Sen?" "Ben liseden bu yana Defne'ye aşığım. Onun o hâlde olması beni mahvediyor. Bunu sen asla anlayamazsın!" Can, Defne'yi seviyordu ve ben bunu anlamamıştım. Can banka çöktü. "Kalbim çok acıyor. O şerefsizin de kalbini sökmek istiyorum. Çünkü benim kalbimin katili; o." dedi. Ben ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu itirafa ne söylenir ki? "Ne zaman anladın?" diye sordum. "Ben değil; Betül anladı. Lisenin başında bir çocuk vardı. Adı Tom." Kaşlarımı çattım. "Defne ile flört edip sonra birden terk eden çocuk mu?" diye sordum. Kafasını salladı. "O, Defne'yi terk etmedi. Ben tehdit ettim. Tehdit ederken Betül gördü. Neden böyle bir şey yaptığımı sorduğunda da hepinize aynısını yaparım, dedim. Betül, ben senin kuzeninim ama beni hiç böyle kıskanmadın dedi ve kendime bile itiraf edemediğim cümleyi söyledi. 'Sen Defne'yi seviyorsun' O an anladım, ben gerçekten onu seviyorum. Herkesten sakındım onu ama Pusat farklıydı. Ona bakarken kirpikleri dahil titriyordu. Ona itiraf etmeyi çok istedim ama onu kaybetmekten çok korktum. Keşke diyorum şimdi. Simay ben ne yapacağım?" diye sordu ve bana sarıldı. "Her şey geçecek demeyi ne çok isterdim." dediğimde Can küçük bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. "Sevdiğin insanın karşında eriyip gitmesi çok kötü bir şey." Elimi saçına koyup okşamaya başladım. Ben onu teselli ederken "Simay?" diyen Kerem'in sesiyle Can birden ayağa kalktı. "Ulan şerefsiz! Nerede lan o arkadaşın?" diye sordu ve yüzüne bir tane yumruk geçirdi. Ben Can'ı tutmaya çalışırken Kerem gözünü tutuyordu. "Gerçekten bilmiyorum. Ben site görevlisinden öğrendim ve buraya geldim." dediğinde Can tekrar üstüne saldırdı. Ben onu tutmaya çalışıyordum fakat pek yapabildiğim söylenemezdi. Hastane görevlisi gelip onu tuttu. Kerem "Simay seninle konuşmam gerek." dediğinde Can "Bak hâlâ konuşuyor. Defol lan buradan!" Kerem'e döndüm ve "Git, buradan Kerem." dediğinde kafasını salladı ve "Seni arayacağım." Arabasına binip gitti. Can'ı bırakan görevliyle arkasından koştu. Ofladım. "Can, bana evin adresini veren oydu." Can bana dönüp "Senin hoşlandığın o şerefsiz, onun arkadaşı lan! Bana onu savunma." Kaşlarımı çattım. "Ne hoşlanması? Asıl sen kendine gel! Ne yapmaya çalışıyorsun? Tamam, üzülüyorsun ama bu yaptığın sadece kendine zarar veriyor." "Simay sus artık! Kalbini kırmak istemiyorum." ARAS'TAN Artık güçlü Aras var diyen ben yataktan kalkamıyordum. Ne kadar intikama hazırlansam da korkuyordum. Gözünü bile kırpmadan kendi babasını ve annesini öldüren bir insan, benim sevdiklerimi de öldürebilirdi. Sessizlikten çok korkuyordum. Ortaklıkta yoktu. Her an ortaya çıkması bile beni korkutuyordu. İç çektim. Odamın kapısı tıklandı. "Gir!" dediğimde annem içeri girdi. "Oğlum yemek hazır." Yataktan kalkıp annemin arkasından aşağı indim. Evde olmak bile farklı hissettiriyordu. Hapishanede babam sayesinde sorunsuz tiplerin bulunduğu hücrede olsam da psikolojik olarak kendimi iyi hissetmiyordum. 17 yaşında bir gençtim. Şimdi 19 yaşındayım ama kendimi 30 yaşında gibi hissediyorum. Masaya geldiğimde babam "Aslanım." Gülümseyip yerime oturdum. Eskiden konuşkan olan ben artık konuşmayı sevmiyordum. Bunun farkında olan ailem beni her sohbete dahil etmeye çalışıyordu. Asya "Abi, bu akşam dışarı mı çıksak?" diye sordu. Ben soruyu es geçip "Mine abla nerede?" diye sordum. Babam iç çekti. "Biliyorsun, halan çok gururluydu. Zaten babamla küslerdi. Mine ablan da benim yardımlarımı kabul etmiyor. Ama arada buraya geliyor. Ben arkadan destek oluyorum. Bilmiyor ama özel bir okuldan ona ve arkadaşına burs verdim." dediğinde kafamı salladım. "Onu görmek istiyorum. Bana inanıyor değil mi?" Asya kafasını salladı. "Ben sık sık gidiyorum, yanına. Sana kendinden daha çok inanıyor." dediğinde gülümsedim. Onu çok severdim, bir abla gibi. Asya "Abi benim sorumu es geçtin, onun yanına gidebiliriz." "Olur, gidelim." dediğimde el çırptı. "Sonunda abim dışarı çıkıyor." Annem ve babam bu habere daha çok sevinmişe benziyordu. Yemeğimizi yedikten sonra yukarı çıkıp üzerimi giyindim. Klasik kot bir pantolon ve siyah bir tişört giydim. Babamın aldığı telefonu ve gözlüklerimi de alıp dışarı çıktım. Aşağı indiğimde Asya hazır değildi. Göz devirip annemlerin yanına oturdum. Babam cebinden bir araba anahtarı çıkartıp bana verdi. "Bu senin araban. Aslında 18 yaşında verecektim. Ama nasip olmadı. Sonra daha iyi modeli çıktı, onu aldım. Ehliyetini aldıktan sonra kullanabilirsin." dediğinde kalkıp babama sarıldım. "Teşekkür ederim, baba." Asya "Ay inanmıyorum. Artık okula giderken şoförüm çok yakışıklı." dediğinde güldüm. İkimiz evden çıkıp Mine ablanın evine vardık. Apartmana geldiğimizde korkuyla zili çaldım. Kapıyı mavi gözlü ve sarışın biri açtı. "Asya, hoş geldin. Sen de…" "Aras." Yüzü bir tuhaf olsa da hemen düzeltip "Sen de hoş geldin. Hadi içeri girin." Mine abla "Kim gelmiş, Kâinat?" diye sordu. Sonra karşısında beni görünce sevinçle bana koştu. "Aras!" Ben de kollarımı ona sardım ve "Ablam." dedim. Bir süre o şekilde kaldık. "Çok gelmek istedim, Aras. Ama olmadı." Geri çekilip gözünden aşağı inen gözyaşlarını sildim. "Biliyorum, abla. Sen bana inandın ya gerisi boş." Mine abla da benim gözyaşlarımı sildi. "Ben sana hep inandım." Oturmuş Kâinat ablanın yaptığı pastayı yiyorduk. Tabii ki ben ağzıma bir lokma dahi alamadım. Aklıma o gün geldi ve sadece tabağa bakmakla yetindim. Kalbim hızlanmaya başlasa da belli etmiyordum. Kâinat abla "Yesene, Aras. Beğenmedin mi?" diye sordu. Kafamı kaldırıp ona baktım. "Pasta ile pek aram yok. Eminim ki çok güzel olmuştur." dediğimde Asya ve Mine abla birbirine baktı. Mine abla hemen tabakları kaldırmaya çalıştı. "Çok özür dilerim." deyip tabakları aceleyle mutfağa götürdü. Kâinat abla ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Boğalmıştım. "Balkon nerede?" dedim, kısık sesle. Kâinat abla "Aras iyi misin, yüzün bembeyaz." Ayağa kalktığım gibi yere yapışmam bir oldu. Gerisi ise karanlık. *** Gözlerimi açtığımda başucumda annem ve babam vardı. "Oğlum iyi misin?" diye sordu. "Ne oldu bana?" diye sordum. "Bilmiyoruz oğlum. Doktoru bekliyoruz." dedi ve alnımı öptü. İçeri doktor girince "Hastamız nasıl?" diye sordu. "İyiyim." dediğimde kafasını salladı. "Hiçbir sorun yok. Bu bayılmanın bir tür panik atak olduğunu söyleyebiliriz. İlk kez mi geçirdiniz?" Kafamı salladım. Pastadan olduğunu biliyordum. O anlara gitmişti aklım. "Aras Bey sizi psikiyatri bölümüne sevk etmek durumundayım. Oradaki doktor arkadaşımız az sonra buraya gelecek." dediğinde "İstemiyorum." dedim. Annem "Oğlum ne demek istemiyorum." Anneme döndüm. "Kimseye bir şey anlatmak istemiyorum. Kimseye güvenemem. Bu konuda daha fazla bir şey duymak istemiyorum." deyip kestirip attım. Annem bir şey diyecekken babam "Gül, yeter. Oğlum istediği zaman gider." dediğinde annem sustu. Bu olandan sonra ne kadar güçsüz olduğumu anlamıştım. Ama dışarıya karşı güçlü durmam gerekiyordu. Geçmiş beni güçsüz kılsa da gelecekte ve şimdi güçlü olmak zorundaydım. SİMAY'DAN Hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu ve Can'ı hiç görmemiştim. Betül'e sorduğumda da basketbol kampına gittiğini söylemişti. Ama pek inanmıştım. Her iddiasına vardım ki Pusat'ın peşindeydi. "Betül, yanlış bir şey yapacak diye çok korkuyorum." dediğimde "Tamam, sana yalan söyledim çünkü Can basketbol kampına gitmedi. Bir haftadır Pusat'ı arıyor." Elimi saçıma geçirdim. "Onu uyarmama rağmen neden vazgeçmiyor? Bu şekilde amcamların kulağına giderse kaos çıkar." Betül kafasını salladı. "En çok da o biliyor, fakat ona söz geçiremiyorum. Tutturdu, onu bulup dövecek." Ayağa kalkıp dolaşmaya başladım. "Ya ona zarar verirse görmüyor mu, o hiçbir şeyden korkmuyor. Defne'ye o kötülüğü yapan kime ne yapmaz?" Betül "Sakin ol. Bulamıyor zaten. Kafasını dağıtsın bu şekilde." Nasıl sakin olacaktım? Şu an ortalık karışırsa Defne çok üzülürdü. Zaten yeni yeni toparlanıyordu. "Bana neden söylemedin?" diye sordum. Hazır Defne uyurken konuşmak en iyisiydi. Çünkü o bilmemeliydi. "Neyi?" "Can'ın Defne'den hoşlandığını." dediğimde Betül şaşırdı. "Sana kim söyledi?" "Can itiraf etti. Bunca yıldır biliyorsun, neden söylemedin?" Betül iç çekti. "Can istemedi. Can bu aşkın karşılıksız olduğunu bildiği için susmamı istedi. Yoksa senden saklamazdım. Defne kötü ama Can ondan daha kötü." dedi. "Betül, Defne Can'ı her zaman kardeş olarak gördü. Ona bir şey hissetse anlardık ya da bize söylerdi." Betül kafasını salladı. O da olmayacağını biliyordu. "Tek istediğim karşısına iyi birinin çıkması ve Defne'yi unutması." "Umarım." Telefonum çalmaya başlayınca masanın üzerinden aldım. "Kim?" diye sordu. Kerem yazısını görünce kapattım. "Hiç!" dedim. Pusat'ın arkadaşı beni tedirgin ediyordu. Onunla konuşmak istemiyordum. Telefonu geri yerine bırakıp Defne'nin yanına çıktım. Defne uyuyordu. Yanına gidip saçını okşadım. Uyandı ve gülümsedi. Haftalar sonra ilk kez gülümsedi. Gittiği psikolog ona iyi geliyordu. "Nasılsın?" Defne "Daha iyiyim. Sen?" "Ben de daha iyiyim." Betül de gelince "Bensiz ha." Defne gülümseyip "Sensiz olur mu hiç?" Betül şaşkınca "Oha gamzelerini gördüm!" Defne "Hadi film izleyelim." dediğinde Betül film seçti. Film izlerken kapı çaldı. "Ben bakarım, kızlar." Kapıyı açtığımda karşımda Kerem vardı. "Kerem?" "Acil konuşmamız gerek." "Can, görmeden git Kerem!" dediğimde kolumdan tutup beni bahçeye sürükledi. "Ne yapıyorsun?" "Simay, gidin buradan!" dedi, direkt. Kaşlarımı çattım. "Ne diyorsun sen?" "Gidin, Pusat sizi rahat bırakmayacak. Defne'ye ve Sönmez ailesine takmış durumda. Bunun nedenini bana söylemiyor. Neredeyse her gün buraya gelip sizi gözetliyor. Şu an benim burada olduğumu bilse beni mahveder." Söylediklerini sindirmeye çalışıyordum. Defne kendine gelmeye başlamışken bu olamazdı. "Ya buradaysa?" dedim telaşla ve etrafıma baktım. "Şu an burada olamaz çünkü dedesi burada ve onunla önemli bir işi var. Dedesi ondan daha tehlikeli biri, Vural Soydan." Soydan mı? Öyle soyadlı birini tanımıyordum. Ama onlar bizi tanıyordu. Nasıl? "Kim onlar?" Kerem "Bak Simay sana detaylıca anlatmak isterdim fakat şu an sırası değil. Her an benim buraya geldiğimi anlayabilir. Lütfen, Defne'yi de al ve git buradan. Daha fazla zarar göreceksiniz. Onlar sandığınızdan daha tehlikeli." "Sana inanabilir miyim?" dediğimde telefonunu çıkartıp Pusat'ın bizi evi gözetlerken fotoğrafını gösterdi. Tüylerim diken diken oldu. Yüz ifadesi beni çok korkuttu. "Can onun peşinde." "Can umurunda bile değil. Her şeyden haberi var. Onun bu şekilde oylanacağını biliyor ve buna izin veriyor. Sizi ekarte etmek daha kolay ve bu yolla Defne'ye ulaşmaya çalışıyor. Bu sefer onu kimse durduramaz. Defne’nin kendine zarar verdiğini öğrendi ve kafayı yemek üzere artık beklemeyecek. Onun planı sizin gözünüzün önünde ona dokunmak." dediğinde başım döndü. Sarsıldım. Kerem beni tutup "Simay lütfen gidin buradan." Gülümsemeye çalıştım. "Sen iyi birisin, Kerem. Teşekkür ederim. Bu hayatta olmadı ama belki başka şekilde tanışsak olabilirdi. Sen benim için hep özel kalacaksın." Kerem gülümsedi. "Sen bu olanları kaldıramayacak kadar güzelsin. Şimdi gitmeliyim. İstanbul'a gittiğinizde bana haber ver." dediğinde kafamı salladım. Artık gitme vakti gelmişti. Kimseye belli etmeden ve bir şey söylemeden gitmeliydik. Bu Defne'ye de iyi gelebilirdi. Kerem giderken arkasından baktım ve içeri girdim. Her yeri sıkıca kapatıp kilitledim. *** Hep beraber aşağıda otururken saatlerdir düşündüğüm şeyi söylemeye karar verdim. Defne ile önceden konuşmuş ve onayını almıştım. Artık o da korkuyordu. Tabii ki ona Pusat konusunu anlatmamıştım. Derin bir nefes alıp “Biz dönmeye karar verdik.” dediğimde ikisi de anlamsızca bana baktı. Belki de böyle olmasını beklemiyorlardı, ama en doğru karar buydu. Pusat yanı başımızdayken burada kalamazdık. Can "Ne?" dedi, şaşkınca. Kuruyan dudaklarımı yaladım. "İstanbul'a dönmeliyiz. Defne burada daha kötü olacak. Ailesi ona iyi gelebilir." dediğimde Betül kafasını salladı. Betül, beni anlamıştı. Can ise "Olmaz." deyip kestirip atmıştı. Kaşlarımı çattım. "Ne demek olmaz." dedim. Sesim olduğundan sert çıkmıştı. Can "Olmaz, dedim." dedi dişlerini sıkarak. Ona yaklaştım. “Bencillik yapma!” Can “Bencil olan sensin!” diye bağırdı. Betül “Can kendine gel, lütfen!” "Sana soran yok! Bu konuda bize karışamazsın!" dedim, sertçe. Can bana öyle bir bakış attı ki bir an söylediklerim için pişman oldum. Hayal kırıklığı dolu bakışı kalbimi yakmıştı. Ama söz konusu Defne olunca hiçbir şeyin önemi yoktu. Can ellerini saçlarına geçirip "Haklısın. Size karışmaya hakkım yok! Ne de olsa ben bencil biriyim. Ama sen bilemezsin ki hiç aşık olmadın!" deyip koridoru terk etti. Arkasına dâhi bakmadı. Buna mecburdum. Olanları kimseye anlatamazdım. Betül bana döndü ve elini omzuma koyarak "Sen bakma Can'a. Defne'nin dönmesi daha iyi olacak." dedi. Betül'e sarıldım. "Mecburum, Betül. Yoksa daha fazla acı çekeceğiz." Betül kaşlarını çattı. "Ne demek istiyorsun?" "Pusat o bizi takip ediyor." Betül'ün yüzü sapsarı oldu. Can "Ne diyorsun sen?" diye bağırdı. Duymuştu. Elini saçına geçirdi. "Her şeyi anlat, Simay." dedi, sinirle. Olanları anlattım. Can sinirden kudurmak üzereydi. "Allah kahretmesin! O şerefsizi bulduğum ilk an öldüreceğim." deyip evden çıktı. Biz de arkasından koşarken etrafı kolaçan ediyordu. Bir tane araba görünce ona doğru koşmaya başladı. Defne'nin çığlığı ile ne yapacağımızı şaşırmıştık. Betül "Ben Defne'nin yanına gidiyorum." Ben de Can'ın arkasından gittim. Can, Pusat'ı dövüyordu. Defne pencereden olanları dehşetle izliyordu. Betül onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben, Can'ın yanına koştum. "Can, yapma." Koluna tutup onu durdurmaya çalışıyordum. Birden iki araba yanımıza geldi ve içinden bir sürü adam çıktı. Bize silahlarını doğrulttular. Can ile birbirimize baktık. Pusat "Yolun sonuna geldiniz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD