Oturduğum kanepede bağdaş kurmuştum. Uzun süredir, yazmak isteyip yazmak istediklerimi yazacaktım. Düşünürken bile üzülüp, kahrolduğum her şeyi yazmam gerekiyordu. Yoksa, onların yaşattığı eziklikle sırtım kamburlaşmıştı. Bu yükleri ancak yazarak bırakabilirdim. Bu yüzden elimde de defterim ve kalemim vardı. Aslında çok uzun zaman önce başlamıştım, yazmaya. Yazmak, anılarımı okurken eski beni ve yaşadıklarımı ortaya döküyordu. Ama gerçekleri yazmak bile beni tedirgin edip hiç yaşanmamış gibi davranmak istiyordum. Ama yapmak zorundaydım.
Her şeyin bir başlangıcı vardır. Bazı başlangıçlar kötüyle başlar; bazıları ise iyiyle. Benim başlangıcım kötüyle başladı. Defterime yazmaya başladım. Sevgili Günlük, Acıyla yaşamaya alışan biri olarak yazıyorum. Acı önce kalbinizi delik deşik eder. Eğer o yarayı sarmak için bir şey yapmazsanız o yara genişler ve tüm vücuda yayılır. Bütün vücuda yayıldıktan sonra ise onun tedavisi yoktur. Tam tedavisi var diye düşünürken o tedavinin ise bir yanılgıdan ibaret olduğunu öğrenirsiniz. Doktorun tedavi için yanlış bir ilaç vermesi gibi bir şey. Siz iyileştiğinizi zannedersiniz ama aksine vücudumuzdaki hastalık ilerlemeye devam eder. Benim hastalığım ise onunla tanışmamızla başladı. Aşık olmayı hiç bu kadar acı verici hayal etmemiştim. Aşkımın üzerine acı gülüşlerimin kanı bulaşmıştı. Nasıl mı?
Sabah saatlerinde aşağıdan gelen tıkırtıyla gözlerimi açtım. Küçük seste dahil hemen uyanırdım. Bu bazen iyi bazen kötü bir şeydi. Gece geç saatte uyuduysam kötüydü ve dün gece de geç uyumuştum. Ayaklarımı yatağımdan sarkıtıp odamdan çıktım. Aynı anda Betül de odasından çıkıyordu. Uykulu gözlerini ovalayarak "Ne oluyor?" diye sordu? Bilmiyorum dercesine omuz silktim. Betül ile aşağı indik.
Aşağı indiğimizde Defne'nin yanında birini gördük. İkimizde sorgulayan gözlerle birbirimize bakıp sırıtmaya başladık. Betül fısıltılı bir sesle “Bu yakışıklı erkek de kim?” Gülümseyip “Hadi öğrenelim.” dedim. İkisinin de bakışları bize döndü. Baştan ayağı çocuğu inceledim. Esmer tenli, siyah saçları ve gözleri olan biriydi. Simsiyah giyinmişti. Hiçbir kıyafetinde o siyahlığı patlatacak bir renk yoktu. Siyah giyinmekten nefret eden Defne’ye göre tezattı.
Betül “Bu beyefendi kim?” diye sordu. Defne gülümsedi. "Ay aptal kafam. Sizi Pusat'la tanıştırmadım. Pusat ile yeni tanıştık." Pusat… Bakışları bana döndüğünde gözlerindeki o delici bakış beni rahatsız etti. Gözlerimi kaçırdım. Hoşuma gitmemişti. Defne'yi kırmamak adına "Ben de Simay." dedim. Betül de aynı şekilde ona ismini söyledi.
Pusat sadece kafasını sallamakla yetindi. Sanki biz odada yokmuşuz gibi Defne ile ilgilenmeye başladı. Bakışları çok rahatsız ediciydi. Betül de öyle hissetmiş olmalı ki bana bakarak ‘Bu da ne böyle!” bakışları atıyordu. Pusat "Ee bana kahve yapacaktın." dediğinde Defne kafasını salladı.
"Hemen, yapıyorum." deyip mutfağa gitti. Pusat, Defne gidene kadar arkasından ona baktı. Betül “Eee…” dediğinde bakışları bize döndü. "Okuduğunuz lisenin üniversitesinde okuyorum. Seri katil muamelesi yapmayın bana." Katil de nereden çıkmıştı? Betül kısık sesle “Ne alaka?” dediğinde bilmiyorum dercesine omuz silktim. Defne mutfaktan dört kahve ile geldi.
Betül kahvesinden bir yudum alıp "Nasıl tanıştınız?" Bu kız gerçekten çok meraklı ve sorgulayıcıydı. Defne "Ben sabahları koşuyorum ya. Orada tanıştık. Türk olduğunu anlayınca da daha çok yakınlaştık." dedi, Pusat’a bakarak. O da gülümseyerek ona bakıyordu. Öğrenim hayatımız boyunca Amerika'da olduğumuz için neredeyse hiç Türkiye'ye gitmemiştik. Pusat "Türkiye özlemime iyi geldi, Defne." dedi, ona çok değişik bakarak.
Betül kulağıma doğru “Bu nasıl bakış ya. Tövbe.” dediğinde ister istemez sesli güldüm. Pusat’ın telefonu çaldığı için bize odaklanmamıştı bile. "İzninizle, hanımlar." deyip girişe gitti. Defne "Beğendiniz mi?" diye sordu. Betül "Sonra konuşalım, her an gelebilir." deyip mutfağa gitti. Defne beni sorgulayacağı için ben de Betül’ün arkasından gittim. Pusat’ın sinirli sesini duyunca onu dinledim. "Ne demek çıkabilir? Kim destek oluyor? Plan kusursuz işliyordu. Onun içeride kalması gerekiyordu... Dede, bana sakın yalan söyleme... Ne demek şirkette hissesi var. Hemen bir şeyler yap. Beni Amerika'ya gönderdin ama her an gelebilirim. Gelirsem inan o bunak suratın için değil; bütün aileyi karıştırmak için geleceğim. O yüzden, dede bana sakın yalan söyleme. Kimse benim yaptığımı öğrenmeyecek." deyip kapattı. Neler oluyordu?
Telefonu kapatıp cebine koydu. Hemen mutfağa gittim. Eğer beni görürse kötü şeyler olabilirdi. Betül "Ne oluyor, yüzün kireç gibi." deyip bana bir bardak su verdi. İçtikten sonra “Ne oldu, anlatsana!” "Betül, bir şeyler yapmalıyız. O, hiç de masum biri değil. Az önce duyduğum şeylere inanamayacaksın." Betül merakla bana bakarken duyduğum her şeyi ona anlattım. Betül "Ne!" diye bir tepki verdi. “Ne yapacağız?” diye sordu. Karşımızda çok büyük bir tehlike vardı.
***
Günler geçtikçe Can -Betül'ün kuzeni, aynı zamanda yan komşumuz- ile birlikte Defne'yi uyarsak da asla bizi dinlemiyordu. Pusat için resmen bizi karşısına almıştı. Yine o günlerden biriydi. Bugün Defne ile doğum günümüzdü. Pusat'ın partimize gelmemesi gerektiğini anlatıyorduk. Ama sabah erkenden Pusat gelmişti. Can "Sabahın köründe gelmeseydi bari." dediğinde susması için ayağına vurdum.
Defne çok mutlu görünüyordu. Mutluydu ama ben huzursuzdum. Pusat "Bugün ikiniz nasıl doğum günü olabilir? Aynı gün doğan kuzenler." deyip sırıttı. Ben de yalandan güldüm. "Kuzen demek kardeş demektir." dediğimde yüzü kasıldı. Sinirle "Kuzen senin hiçbir zaman kardeşin olmaz!" dedi. Kuzeniyle bir sorunu vardı. Defne eline tuttu. "İyi misin?" Defne onunla beraber olmak isterken Pusat tarafından hâlâ bir teklif almamıştı fakat Pusat her şeyine karışıp Defne’yi üzse de Defne hayal alemindeydi.
Üzülse bile beni kıskanıyor deyip onu savunuyordu. Pusat bir süre sussa da "Kuzenim ailemi öldürdü." Herkes şok olmuş bir şekilde birbirine bakarken beni onun soğuk sesi şok etmişti. Ailesinin ölümünü nasıl bu kadar soğukkanlı bir şekilde söyleyebiliyordu? Beynimde bir ses yankılandı. ‘'Kimse benim yaptığımı öğrenmeyecek…"
Yoksa, yoksa...Dilim varmıyordu. Ailesini öldürecek kadar cani olamazdı. Olmamalıydı. Bunun sadece benim kuruntum olmasını diliyordum. Defne elini sıktı. "Çok üzüldüm." Pusat birden güldü. "Alıştım, ben. Rahat ol. Ee doğum günü hikayeniz vardır, herhâlde." dediğinde şaşırmıştım. Ailesinin öldüğüne üzülmüyordu. Kuruntum gerçek olabilir miydi? Eğer öyleyse karşımızda çok büyük bir tehlike vardı.
Defne heyecanla doğum hikayemizi anlatmaya başladı. Ama onun sesi kulağımda sanki cılız bir ses gibi geliyordu. Sonra da yarıda kesip bana döndü. "Sen daha güzel anlatıyorsun. Sen anlat." dediğinde istemesem de onu kırmayıp başım korkudan dönse de anlatmaya başladım.
“Annem ağabeyimi doğururken bir şeyler ters gitmiş ve bir daha anne olamayacağını söylemişler. Annem başta çok üzülmüş ama babama belli etmemiş. Ağabeyim 3 yaşlarındayken annem bir gün mide bulantısıyla uyanmış. Günü de gecikince doktora gitmiş. Ve doktor 2 haftalık hamile olduğunu söylemiş. Annem iki ay herkesten gizlemiş. Babama bile söylememiş. O sıralar yengemlerin de çocukları olmuyordu. Ve Defne'ye hamile kalmış. İkimiz de ailelerimiz için mucizeymişiz. Şirketin 29.kuruluş yılında büyük bir kokteyl düzenlenmiş. Annem ve yengem babam ve amcama söylemişler. İkisi de oldukça şaşırmışlar. Babam annemi kucağına alıp dudağına yapışmış. Amcam yengemi etrafında döndürmeye başlamış. 7 ay sonra annem bana sancılanmış. Yengemin doğumuna 2 hafta kalmasına rağmen oda sancılanmış. Annem ve yengemi apar topar hastaneye kaldırmışlar. Ebelerin söylemine göre ikimiz de gece 12’de doğmuşuz. İkiz kardeşler bile aynı dakika doğmazken biz aynı dakika doğmuştuk. Aramızdaki bu bağ biz büyüdükçe devam etti.” Pusat kafasını salladı. "Etkileyici bir hikaye." dedi.
Can "Öyledir." dediğinde birden ona döndü. "Sen neden sürekli bu evdesin?" Bu da nereden çıkmıştı? Can kaşlarını çattı. "Sana ne birader?" dediğinde onun katil olabilme ihtimali aklıma geldi. Ya Can’a da bir şey yaparsa diye düşündüm. "Biz dördümüz çocukluk arkadaşıyız." dediğimde Pusat bana sadece bir bakış attı. Önemsiz bir bakıştı.
"Beni ilgilendiren kısmı bu değil. Neden Defne'ye bakıp duruyorsun?" diye sordu. Defne ayaklanan Pusat'ın önüne geçti. "Sakin olur musun, o benim arkadaşım." Pusat’ın ise Defne’yi bile görecek hâli yoktu. Onu koltuğa doğru savurdu. Sinirlenince gözü hiçbir şey görmüyordu.
Pusat "Seni gebertirim. Bir daha bu eve gelmeyeceksin!" diye bağırdı. Can’a ona doğru atıldı. “Bu mu lan sevgi? Kızı resmen koltuğa savurdun!” diye bağırdı. Biz Can’ı tutarken Defne ayağa kalktı. O feminist kıza ne olmuştu? Elini tuttu ve “O benim sevgilim, sevgisini sorgulamak size düşmez.” dediğinde şok olmuştuk. Pusat “Defne’yi duydun. Bir daha Defne'nin etrafında olmayacaksın."
Can "Ne diyorsun lan sen?" diye üzerine atladı, tekrardan. Ama Defne "Can sakın! Pusat haklı." dediğinde eli havada kaldı. Can yıkılmıştı. "Defne sen ne diyorsun?" diye sordum. "Doğru olanları söylüyorum. Bu gece doğum günüm de olay çıksın istemiyorum." dediğinde Can kırgın bir şekilde evden çıkıp gitti. Betül de arkasından giderken Pusat keyifliydi. Defne'de mimik oynamıyordu. Alkışladım. "Bir aylık biri için 17 seneni çöpe attın."
Defne bana diklenerek "O benim için önemli biri. Lütfen, Simay! Seni kırmak istemiyorum." dediğinde Pusat sırıtarak bana baktı. Telefonu çalmaya başlayınca yine girişe gitti.
"Öyle mi, Defne? O tehlikeli biri. Görmüyor musun? O seni kandırıyor. O iyi biri değil!" Defne "Simay, yeter! Artık kararlarımı sorgulama! Kimse sana bu hakkı vermiyor. Hayatıma karışmayı kes!" deyip yukarı çıkmaya başladı. Sinirle saçlarımı yoldum. Pusat'ın hâlâ konuştuğunu duydum. Onu dinlemeye başladım. "O piçlerden de intikamımızı alıyorum, dede. Kuzu kurdun inine girdi. O Emre denen şerefsizin bize yaptıklarını ödeyecekler."
Emre benim Emir dedemin kardeşiydi. O olabilir miydi? Neler oluyordu? Hiçbir şey anlamıyordum. Pusat devam etti. "Onun hediyesi hazır, dede. Çok güzel bir hediye vereceğim ona. Asla beni unutamayacak. Bu arada avukatla konuştum. O piç çıkacakmış." Dedesi ne dediyse ellerini sıktı. "Ne demek çıktı! Sen nasıl bana söylemezsin! O bu işin peşini bırakmaz! Ben yokken bir hiçsin, dede. Kapat telefonu." dedi. Pusat bir şeyler karıştırıyordu ve işin sonunda biz zarar göreceğiz diye korkuyordum. Pusat beni görmesin diye salona geçip oturdum.
Yanıma geldiğinde "Defne nerede?" diye sordu. "Odasında." Kafasını sallayıp karşıma oturdu. "Neden bu kadar öfkelisin?"
Cevap dahi vermedim. "Bu seni alakadar etmez." Pusat kahkaha attı. "Ben artık senin enişten sayılırım." Güldüm. "Sen asla benim eniştem olmayacaksın! Senin ne halt olduğunu ortaya çıkartacağım, anlıyor musun? Bunu kafana sok!"
Ayak ayak üstüne atarak rahat bir pozisyona geldi. "Hiçbir halt bulamazsın, Simay Sönmez." dedi, rahat bir tavırla. Sönmez'i vurguladı. O an onun gerçekten tehlikeli olduğunu anladım.
***
Defne ve Pusat evden ayrıldıklarında içim hiç rahat değildi. Kerem'i aradım. Kerem, Pusat'ın en yakın arkadaşıydı. Geçen gün tanışmıştık ve aramızda bir elektriklenme olmuştu. Birbirimize numaralarımızı vermiştik. Açtığında "Simay, beni mi özledin?" “Hem de nasıl!” dedim alayla. Gülüp “Hayırdır, beni hemen arayacağını sanmıyordum fakat öyle bir etkim vardır. “deyip gülmeye başladım.
“Bitti mi geyiğin? Çünkü önemli bir konu var.”
“Yine mi Pusat?” diye sordu. Onu bu konuda sıkıştırmıştım ama haklıydım. Ağzından bir kelime bile alamamıştım. "O zaman neden benim büyük dedemin adını söyledi. Sen her şeyi biliyorsun! Sakın bana yalan söyleme! Eğer Defne'nin başına bir şey gelirse seni mahvederim. Suça ortaklık yapıyorsun!" diye bağırdım. Kerem bir süre sustu. "Sen bunları nereden çıkarttım, anlamıyorum. Çok polisiyle dizisi izliyorsun. Pusat onu seviyor. Asla ona zarar vermez." Kafamı sinirle salladım. Görmedi ama refleks olmuştu.
"Öyle olsun, Kerem. Eğer bir şey biliyorsan ve susuyorsan şu an bir kızın hayatıyla oynuyorsun. Bu herkesin başına gelebilir." dedim ve kapatacakken "Simay." dedi. "Bir şey mi vardı, Kerem?"
"Onlar Pusat'ın evine gidiyor. Adresi atacağım, sana." dediğinde gülümsedim. "Sen iyi birisin, Kerem. Belki bir yemek yiyebiliriz." deyip kapattım. Bizimkileri aradım. Can ve Betül beni evden alınca adresi verdim. "Ne oluyor, Simay?" diye sordu, Betül.
"Pusat'ın evinin adresi. Ona kötü bir şey yapabilir. O bizden intikam alıyor." Can kaşlarını çattı. Aynı zamanda da daha çok hızlandı. "Ne intikamı?" diye sordu. "Allah kahretsin, bilmiyorum." diye bağırdım. Can daha hızlı sürmeye başladı. İki katlı beyaz bir evin önünde durduğumuzda "Burası, galiba." dedim. Arabadan hızla indik. Kapıları bile açık bıraktık.
Can olanca gücüyle kapıya vurmaya başladı. "Defne!" diye bağırdık. Ama içeriden hiçbir ses gelmedi. Can "Lanet olsun!" Çitlerden atlayıp bahçeye girdik. Her yer kapalıydı. İçeriden çığlık sesi duyduğumuzda Betül "Ona bir şey yapıyor."
Can, bahçede bulduğu sandalyeyle camı kırdı. Cam kırıkları her yere dağılırken dikkatlice içeri girdik. Sesin olduğu yere yani üst kata çıktık. "Yalvarırım, yapma!" diyen Defne'nin sesini duyduk. Can iki merdiven birden çıkarak odanın önüne geldi. Ve kapıyı açtı. Gördüklerimle yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Defne'nin elleri bağlıydı. Pusat da Defne'nin üstündeydi. Defne'nin ağlamaktan makyajı akmıştı.
Can hızla Pusat'ı üstünden alıp dövmeye başladı. Pusat da ona karşılık verirken Betül, Defne'nin elindeki ipleri çözüyordu. "Can, dikkat et!" diye bağırdım. Pusat cebinden birden silah çıkarttı.
Can'a doğrultmuştu. Pusat kaşından akan kanla silahıyla bizi yatağın yanına geçmenizi söyledi. "Geçin şöyle!" "Şerefsiz!" diye bağırdım. Pusat güldü. "Akıllısın ama fazla değil!" Sinirle ona baktım. "Senin gibi akıl hastası değilim, en azından." dediğimde silahı bana doğrulttu. Can eline aldığı küllüğü arkasına sakladı.
Pusat tamamen bana odaklandığı için o göremiyordu. "Şimdi Simaycık, kim yerimizi söyledi? Hemen söyle. Yoksa gözünüzün önünde Defne'ye sahip olurum. Hemen!" diye bağırdı birden. Defne sesli ağlamaya başladı. Betül "Ona zarar vermen için beni çiğnemen gerek."
Pusat kahkaha attı. "Siz çok salaksınız. Bir kişi için canınızdan olacaksınız!" "Buna sevgi diyorlar!" dedim sertçe. Pusat alayla güldü. "Sevgi aptallar içindir. Siz de baya aptalsınız. Şimdi hemen söyle!" Kerem'i ele veremezdim. "Sizi takip ettim."
Pusat "Vay vay! Defne için kendi canını bile verirsin ha." Tetiği çekti. O an da Can elindeki küllüğü ona fırlattı. Küllük kafasına denk geldiği için yere düştü. O fırsatla Can Defne'yi kucakladı. Biz de arkasından koşmaya başladık. O gün bizim felaketimizin doğduğu gün oldu. O günden sonra acı gülüşlerim doğdu ve hiç ölmedi.
ARAS'TAN
Günlerim geçtikçe daha çok acı dağlıyordu, kalbimi. Her şeye rağmen ailem yanımdaydı ama bir suçlu olarak anılıyordum. İki senedir yattığım ceza evinden dolayı itibarımız zedelenmişti. Ama artık çıkıyordum. Bütün pislikleri temizleme vaktiydi. 17 yaşında girdiğim bu pislik yuvasından 19 yaşında kurtuluyordum. Kurtulurken de eski Aras olarak değil; yeni Aras olarak çıkıyordum. Eski Aras merhametliydi fakat yeni Aras kimseye merhamet etmeyecekti. Çünkü her şey yeni başlıyordu.
Bana ve aileme bunları yaşatanlardan intikam alacaktım. Hapishane kapısı açılıp annem ve babamı görünce koşarak onlara sarıldım. Babam sırtıma vurdu. "Oğlum, seni çok özledim." dedi, annem ve ağlamaya başladı. Ben de ona sarılıp gözlerinden düşen yaşları sildim.
"Annem, ağlama." Babama da sarılıp kısık sesle "Her şeyin bir intikamı olacak, baba. O şirketi ellerinden alacağız." dediğimde kafasını salladı. "Her şeyi."
O anları hatırladıkça daha çok hırslanıyordum. O gün ne mi oldu? 17.yaş... Bazıları için hatta benim dışımdaki bütün gençlerin en güzel yaşıydı. Ne 16 gibi küçüksün ne de 18 gibi büyüksün. Tam ortadasın. Benim için yaş sayıdan ibaretti. Önemli olan sevdiklerimin her zaman yanımda olmasıydı. Ailem her zaman yanımdaydı. Beni bundan başka bir şey mutlu edemezdi. Çikolatalı pastamın üzerindeki 17 şeklinde mumu üfledim. Bu mum Asya’nın işi olmalıydı.
Bütün sevdiklerim alkışlamaya başlayınca gülümsedim. Benim gibi soğuk nevaleyi güldürecek insanlar yanımdaydı çünkü... Annem ve babam. Kardeşim Asya. Can dostlarım Arda, Doruk. Halam ve eniştem. Ve son olarak ablam gibi sevdiğim kuzenim Mine abla. Onlarsız bir hayat düşünemiyordum. Zengindik. Sayısız evimiz, mağazamız, evimiz vardı. Hiçbiri umurumda değildi. Zenginlik gelip geçiciydi.
Önemli olan sevdiklerinle huzurlu, sağlıklı bir ömür geçirebilmekti. Bu saydıklarımdan birine bir şey olsa her şeyi yapabilecek kapasiteye sahiptim. Yapım gereği korumacı bir kişiliğim vardı zaten. Ama bunu yapabileceğim bir kız arkadaşım yoktu. Kızların hepsi yakışıklı ya da zengin olduğum için benimle beraberdi. En nefret ettiğim özellikti. Menfaat. Popüler, zengin, yakışıklı e biraz da coolsan tüm kızlar peşinden koşuyor.
Asya somurtup "Abi dilek tutmadın." dedi dudağını sarkıtarak. Elimi omzuna attım. "Ne gerek var kızım. Sevdiklerim zaten yanımda." dedim gülümseyerek. Annem de hafif bana doğru yanaşınca gülümseyip diğer kolumu da onun omzuna attım. "Ama ben gelin istiyorum."
Doruk "Gül Teyze herkesin olur Aras'ın olmaz. Adama günde ne kızlar teklif ediyor ama Aras yüzlerine bakmıyor bile. Hele bir tanesi vardı aynı Jennifer'ın kalçası gibi kalçaları vardı." dediğinde göz devirdim. Klasik Doruk ve boşboğaz ağzı. Arda ensesine vurup "Oğlum sussana!!" dedi. Doruk "Ne vuruyorsun lan!!" diye bağırdı. Babam gülüp "Uğraşmayın Doruk'la!" dedi Doruk'un omzuna elini atarak. Babam, Doruk’u çok severdi. Doruk da sürekli kıskanma deyip benimle uğraşırdı. Doruk "İşte adam örneği Tarık Soydan!!" dedi.
Eniştem "Pastayı keselim artık. Acıktım." dediğinde hepimiz güldük. Mine abla babasına sarılıp "Baba sen hep açsın." dedi kıkırdayarak. Eniştem, Mine ablanın yanağına öpücük kondurup "Aç olan baban için iki dilim pasta kes bebeğim." dedi. Mine Abla kıkırdayıp yanıma gelip pastadan büyük bir parça kesip babasına uzattı. Bizim aç oğlan Doruk "Abla bana da koy!" deyip ışık hızıyla yanımıza geldi.
Mine abla “Sakin ol, Doruk. Herkese yeter bu pasta.” Mine abla hepimize servis etti. Pastalarımızı yedikten sonra annemin servet yatırdığı beyaz oturma odamıza geçtik. Eniştem "Tarık bugün maç vardı. Açsana!" dedi büyük bir heyecanla. Babam kafasını sallayıp maçı açtı. İkisi de büyük bir heyecanla maçı izlerken annem ve halam dedikodu yapıyordu.
Doruk bir şeyler tıkınırken maçtaki hakemi sövüyordu. Arda ise her zamanki gibi telefonuyla uğraşıyordu. Asya gülerek annem ve halamın dedikodusuna dahil oluyor arada da Mine Ablayla fısır fısır bir şeyler konuşuyordu. Asya telefona bakıp "Oha çok taşmış!" diye bağırdı. Herkesin bakışları ona dönerken çatık kaşlarımla "Kimmiş o taş olan?" diye sordum. Asya şirince gülümseyip "Hiç kimse." deyip konuyu dağıtmaya çalıştı. Elindeki telefonu elinden çekip aldım. Emir Sönmez'in i********:ı açıktı. Namı değer uzaktan kuzenimiz.
Asya yanıma gelip telefonu almaya çalışınca "Asya sen yaşından büyük adamların resimlerine mi bakıyorsun?" diye sordum sinirli bir sesle. "Abi yemin ederim önüme çıktı." deyip almaya çalışınca telefonda başka bir fotoğraf açıldı. Emir Sönmez'in yanında beyaz tenli, mavi gözlü, çok güzel gülen bir kız vardı. Çok güzel bir kızdı. Daha önce Emir abinin yanında bu kızı hiç görmemiştim. Bu kız da kimdi? Asya sırıtıp "O baktığın kız, kardeşi." dedi. Omuz silktim. "Bundan bana ne!"
Asya "Yeme beni abi kıza bakışlarını gördüm. Ama şansına küs kız Amerika'da yaşıyor." diye açıkladı. Tüm kızlar gibi sıradan bir kızdı. Asya elimden telefonu alıp bir şeylere girdi. "Abi adı Simay'mış." deyince içimden gümüşten bile parlak ay diye geçirdim. Omzumun üstünden fotoğraflarına baktım. Bir tanesi dikkatimi çekti. Yüzünde bir tane bile makyaj yoktu. Bu bile diğer kızlardan farklı olduğunu gösteriyordu. Başımı iki yana salladım.
Ne diyorum ben? Ne zamandan beri bir kızın fotoğrafına bakıp böyle şey söylemiştim. Bakışlarımı kaçırdım. Kendine gel Aras!! O da diğerleri gibi sıradan bir kız. Hiç de sıradan gibi değil diyen iç sesimle kafamı iki yana salladım. İlk defa biri aklımda bu kadar yer etmişti hem de bir fotoğrafla. Masmavi gözleri ve beyaz teni gözümün önüne geldi. Sanki o fotoğraf beynimin içinde canlanmış ve yanıma gelmişti.
Gözlerim kapalı onu hayal ederken dışarıdan gelen silah sesiyle beynimdeki her şey uçup gitti. Hepimiz korkuyla yerimizden kalkarken ikinci silah sesiyle salondaki yere kadar uzanan penceremiz tuzla buz oldu. Herkes korkuyla salondan çıkarken ben kalakalmıştım. Donmuş bir şekilde olayı izlerken içeri giren amcamla kendime geldim. Salonda benim haricimde sadece halam ve eniştem kalmıştı. Amcam beni çekiştirip çıkartacakken silah sesinden sonra acıyla inledi.
Amcam ayaklarımın dibinde yere düştü. “Amca!” diye bağırdım. Halam da “Aras!” diye bağırınca ona döndüm. Sonra o da tıpkı amcam gibi gözümün önünde yere yığıldı. Diğer patlama sesiyle ise eniştem yere yığıldı. Üç kişi gözlerimin önünde kanlar içinde yatıyordu. Vücudum titrerken gitmek için bir adam attım. Ama bacaklarım beni taşımadı. Dizlerimin üzerinde yere çöktüm. Ben daha 17 yaşına yeni girmiş bir çocuktum. Bunları yaşamaya hakkım yoktu. Hayatta en değer verdiğim insanlar yerde yatıyordu. Mutluluk kısa sürer derlerdi inanmazdım. Dedem içeri girdi.
“Dede, yardım et.” dedim zorlukla ayağa kalkarak. Dedem kafasını iki yana sallayıp silahı elime tutuşturdu. “Kaçsan bir fayda etmez. Az sonra polisler gelecek.” deyip kaçıp gitti. Arkasından gidecek gücüm yoktu. Ben çok güçsüzdüm. Belki de o yüzden Pusat’ı daha çok sevmişti. Sonrası ise malum kelepçeli bilekler ve soğuk cezaevi... Şimdi ise intikam vakti, her şey yeni başlıyor. Çünkü artık güçsüz Aras yok; güçlü Aras var.