2-Başlangıç

3189 Words
Kendinizi ne kadar tehlikede hissettiniz? Ya da tehlikenin ne kadar içinde oldunuz? Kerem'in söyledikleri kulağımda çınlıyordu. Şu an savunmasız bir hâldeydik. Ya Defne'ye bir şey yaparsa ve biz de hiçbir şey yapamazsak. Korku dolu anların içindeydik, adeta titriyordum. Pusat önce hâlimize uzun bir kahkaha attı. Nasıl bu kadar pislik olabiliyordu? Bir insan hiç mi acı çekmezdi? Pusat "Gerçekten size acıyorum. Sevgi ezik bir duygudur. Ha, Can sen daha iyi bilirsin." deyip kahkaha atmaya devam etti. Kahkahası sinirime dokunuyordu. İğrenç bir varlıktı. Can "Kes sesini!" dedi, dişlerinin arasından. Can’ın, Defne’den hoşlandığını fark etmişti. “Neden, Can? Aşkı haykırmak gerekmez mi?” diye sordu. Can gittikçe daha çok sinirleniyordu. Koluna tuttum. “Yapma, seni kışkırtmaya çalışıyor.” Pusat bana bakarak “Biliyor musun, Simaycık. Aralarında en akıllı ve aklı başında insan sensin. Sen olmasan şu grubun hâlini düşünemiyorum. Eşeği güdersin ya sen de onları öyle dizginliyorsun.” dedi, alayla. Soğukça güldüm. “Sen de adamlarını o şekilde mi dizginliyorsun? Yoksa aklı başında biri seninle çalışmaz. Hatta senin gibi şerefsizin yanında bir dakika bile durmaz.” Pusat yeniden uzun bir kahkaha attı. “Kuzeninin aklı başında değilmiş, o zaman. Ama biliyor musun, karşımdaki insanın aklını başından alma gibi bir huyum var.” deyip kafasını kaldırıp Defne’ye baktı. Ona bakması bile tüylerimi diken diken etti. “Bakma, ona!” dedim, sinirle. Dişlerimi öyle bir sıktım ki çene kaslarım acıdı. "Ah, Simay! Ne kadar da savunmasızsınız. Şu an yanınızdan Defne'yi alsam kim engel olabilir?" diye sordu. Can ile birbirimize baktık. Gerçekten de savunmasızdık ve ona karşı yenik durumdaydık. "Ben olurum." diyen Kerem'in sesiyle şaşkınca ona baktık. Kerem ve arkasında en az beş altı kişi bize doğru geliyordu. Pusat gördüğü kişiyle şok oldu. Beklemediği kesindi. Yanımıza geldiğinde gülümsedim. Kerem’in iyi biri olduğunu biliyordum. Pusat "Kerem, ne yapıyorsun sen?" diye sordu sinirle. Pusat’ı karşısına almıştı. Bunun tehlikeli olduğunu kendisi daha iyi biliyordu. Peki, neden yapmıştı? Kerem "Ne mi yapıyorum? Bu dünya düzenine karşı geliyorum. Daha kaç tane Münevver Karabulut, Aleyna Çakır öldürülecek? Defne de onlar gibi olmasın diye buradayım. Masum bir insanın hayatını kurtarmak için buradayım. Kaç kadın senin gibi şerefsiz yüzünden tacize uğruyor ve acı çekiyor? Bunu değiştirip senin gibi şerefsizlerin yerin altında olması için buradayım!” diye bağırdı. Gözlerim dolmuştu. Her sene binlerce kadın sevgilileri tarafından tecavüz edildikten sonra öldürülüyordu. O kadınlar ölmese bile o utanç ve kirlilik hissiyle ölmüşten beter oluyorlardı. Bir insanın ruhu öldüğünde bedeni yaşasa ne olurdu ki? Betül pencereden "Yürü be Müge Anlı!" diye bağırınca herkes ona döndü. Ah Betül. Esprileri yüzünden bizi öldürecekti. Şimdi sırası mıydı? Pusat gittikçe sinirleniyordu. "Kerem, senin ne halt olduğunu bilseler sana güvenirler miydi? Karşımdaki insan bu kadar tehlikeliyken bana adamlık dersi vermen sence de saçma, değil mi?" diye sordu. Kerem huzursuz görünüyordu. Pusat bana dönüp "Kerem, Türkiye'de bir barda insanları zehirleyen uyuşturucuyu üretenlerden biri ve gelmiş burada insan hayatından bahsediyor. Simay’dan hoşlandığını bu kadar belli etmene gerek yoktu.” Kerem’e döndü, bakışlarım. Hayal kırıklığı ile ona baktım. Ben onu gerçekten iyi zannetmiştim. Bir şey diyecekken “Sus, Kerem! Ben seni gerçekten iyi biri zannetmiştim ama senin Pusat’ın arkadaşı olduğunu unutmuşum.” dedim. Can koluma dokundu. Pusat alayla Kerem’e baktı. “Simay’a daha hoşlandığını söylemeden engel yedin, Kerem. Şimdi ne olacak? Hiç bunu düşündün mü?” diye sordu. Kerem “Senden korkmuyorum.” dediğinde Pusat “Korksan iyi edersin!” deyip adamlarına işaret verdi. Onlar kendi aralarında savaş ilan etmişken Pusat bizi unutmuşa benziyordu. Can kulağıma “Betül’e mesaj at. Defne’yi benim evime götürsün. Burası karışacak. Defne’ye zarar gelmesin.” Kafamı sallayıp Betül’e mesaj attım. -Defne ile evden hemen çık! Arka kapıdan çıkıp Can’ın evine geçin! Stresle bacağımı sallarken Can da bana güven verircesine bakıyordu. Bana eğilerek “Sakin ol!” dediğinde derin bir nefes aldım. Kafamı salladım. Pusat adamlarından birine “Mekâna getirin, şunları.” Kerem ve arkasındaki adamlardan bahsediyordu. Kerem’in yüzüne dahi bakmadım. Zaten şu an onu düşünecek durumda değildim. Bu dünyada veya diğer dünyada herkes hak ettiğini yaşardı. Kerem de masum değildi. O yüzden ona üzülmüyordum. Onlar giderken Pusat diğer adamlarına işaret etti. “Gidin ve kızı getirin!” Ben yutkundum. Lütfen, çıkmış olsunlar. Pusat bize alayla bakıp adamlarını gönderdi. Biz tepki gösterirken de iki adamı kolumuzdan tutup başımıza silah dayadı. “Ne oldu? Pek bir keyfiniz yok! Şunu kafanızdan çıkartmayın. Bu dünyada sadece kötüler kazanır.” Adamlardan biri dışarı çıktı. “Abi, kimse yok!” Pusat’ın alaylı yüzü yavaşça silindi. “Nasıl yok? Her yere baktınız mı?” diye sordu. Pusat bize bakmadan içeri girdi. Biz de Can ile birbirimize bakıp bize silah tutanların kollarını bükerek silahı yere attık. Ben adamın özel bölgesine vururken Can da yüzüne yumruk geçirdi. İkisi de yere düşünce koşmaya başladık. Böyle dövüşmeyi geçen sene gittiğim dövüş kursundan öğrenmiştim. Diğer sokaktan geçip yönü şaşırttık. Aslında Can’ın evi tam bizim evin yanındaydı. Bunu kimse bilmiyordu. Can ile eve girdiğimizde Defne ve Betül salonda sarılarak oturuyordu. İkisi de bizi görünce koşarak yanımıza geldi. Dörtlü sarılıp ağlamaya başladık. Bugün yaşadıklarımızı uzun bir süre daha unutamazdık. *** Defne’yi sakinleştirmemiz uzun sürmüştü. Can gizlice bizim evi izliyordu. Pusat ve adamları hâlâ evden ayrılmamıştı fakat Betül polisi arayıp olayı anlatıp bir ekibin gelmesini istemişti. Tabii bunu bir flörtü sayesinde yapabilmişti. David adlı polis bir flörtü vardı. Melez bir Amerikalıydı. Betül ondan rica ettiği için hemen olay yerine gelmişlerdi. Pusat ve adamları polis siren sesini duyduğu gibi basıp gitmişlerdi. David yanımızdaydı ve eşyalarımızı toplayana kadar da yanımızdaydı. David “Kim onlar?” diye sordu. Betül “Bilmiyoruz. Evi bastılar, biz de Can’ın evine sığındık.” Yalan söylüyordu fakat David anlamışa benzemiyordu. David kafasını sallayıp arkadaşlarının yanına gitti. Betül “Bu süre zarfında eşyalarınızı toplayıp hemen buradan gidin. Biz de sizin arkanızdan bir süre sonra geleceğiz.” deyip elime iki tane uçak bileti tutuşturdu. Can da yanıma gelip “Sizi yola koyacağız. Bir süre sonra da biz yanınıza geleceğiz. Pusat’ı bir süre takibe alırız.” dediğinde kafamı salladım. Gitme vakti geliyordu. Annem ve babamdansa abimi aramaya karar verdim. Abim telefonu açınca “Abi, nasılsın?” Arkadaki seslere bakılırsa abim yine gecelere akmış. “İyiyim, güzelim de sen pek iyi değilsin.” “Evet, abi. Biz dönmeye karar verdik. Hatta biletlerimizi bile aldık.” dediğimde abimin daha sessiz bir yere geçtiğini anladım. “Bu çok güzel bir olay ama neden?” diye sordu, merakla. “Abi, hocalardan biri bize ırkçılık yaptı. Biz de buna dayanamadık.” Abim “Simay, sen savaşırdın. Neden böyle saçma bir şey için geri dönmek istiyorsun?” diye sordu. “Abi, ırkçılığa uğradık, diyorum sana. Daha ne olsun?” diye sordum. İnandırıcı olsun diye ses tonumu kötüleştirmiştim. Abim “İyi güzelim. Bir şey demedim. Ben babamlara ve amcamlara söylerim. Dikkat edin. Bana bilet bilgilerini at, gelip alırım. Görüşürüz.” “Tamam, görüşürüz.” deyip kapattım. Abimi tanıyorsam bu işin peşini bırakmazdı. Ama inanmışa da benziyordu. Uçak biletlerinin fotoğrafını abime attım. Telefonu kapatıp Defne’nin yanına gittim. “Gidiyoruz.” “Gidelim, burayı çok seviyorum ama artık dayanamıyorum. Her gün bu korkuyla yaşamaktansa ailemle olmayı istiyorum.” deyip bana sarıldı. Yeni başlangıçlar için buradan gidiyorduk. *** Diğer gün sabah uçağıyla evden apar topar çıktık. Annem gece beni arayıp sıkıştırsa da abime söylediğim yalanı ona da söyledim. Daha sonra Defne’nin annesi yani Bahar yengem aradı. Ona da aynı yalanları söyleyip kapatmıştım. Bazen yalan söylemek karşı tarafın üzülmemesi içindi. Eski Defne’nin geri gelmesi içindi, her şey. Bu yüzden savaşmaktan vazgeçmemeli ve onun geri geleceğini bilmeliydik. Derin bir nefes alıp nefesimi dışarıya üfledim. Betül "Biz de geleceğiz. Sadece bizim burada olduğumuzu bilsin." dedi. Kafamı salladım. “Gelmenizi bekliyoruz. Bir olay olursa bizi özellikle beni arayın.” Can “Biz de iki hafta sonra oradayız. Okul açıldıktan bir hafta sonra yanınızda olacağız. Bir süre burada kalsak iyi olur.” New York'un büyük havaalanına geldiğimizde arabadan indik. Valizlerimiz önceden gönderdiğimiz için biraz da olsa rahattık. Dış hatlarda işlemlerimizi halledip kötü olan bölüme geçtik. Her ne kadar kavuşacak olsak da o kötü bölüm beni üzüyordu. Veda... Her veda bir başlangıçtır. Ünlü şiirin dizeleri gibiydi: Her veda bir başlangıçtır aslında... Bırakıp gittiğiniz her neyse ona adanmış tüm parçalarınız onunla kalır, Ardına dönüp baktığında gördüğün, Bir zaman dilimine hapsolmuş "sen" in yankılarıdır. *** Uçaktan indiğimizde yorucu bir uçuştan sonra tek dileğim uyumaktı. Gözlerimin altı morarmıştı. Gözlüğümü takıp dış hatlardan Defne ile yürümeye başladık. İleride bizi bekleyen abimi görünce çapkınca gözlüklerini çıkartıp bize el salladı. Yanına gidince önce Defne’ye sonra da bana sarıldı. İkimiz koluna girip arabaya ilerledik. Abim “Eee nasılsınız?” diye sordu. “Çok iyiyiz çünkü döndük.” deyip abimi öptüm. Abim “Herkesi kandırabilirsiniz fakat beni asla. Ne olduğunu er geç öğreneceğim.” deyip arabaya bindi. Defne’nin elini sıktım. “Merak etme, bir şey olmayacak.” Defne benim güven veren sesimi duyunca kafasını salladı. Arabaya geçip oturduk. Abim arabayı çalıştırdı. Abim dikiz aynasından ikimize bakıp “Ben sizin şoförünüz müyüm?” diye sordu. Gülüp kafamı salladım. “Şoför Bey, hemen bizi evimize götürün.” Abim göz devirip sürmeye devam etti. Defne bile gülmüştü. Abim lafın altında kalmamak için “Görmeyeli boyunuz uzamış.” dedi alayla. Göz devirdim. "Görmeyeli senin de egon büyümüş. O gazetedeki manşetler nedir abi?" diye sordum. Defne de beni onayladı. “Her gece farklı kız. Resmen Amerikan hayatı yaşıyorsun.” deyip güldü. Biliyordum, ona burası iyi gelecekti. Abim havalı bir şekilde sırıttı. Kızları nasıl tavlayacağını biliyordu. Egosunun tavan olması normaldi çok yakışıklıydı. "Playboy olmak kolay bir şey değil." dedi yakasını düzelterek. "Aman havanı yesinler." Defne “Abi, her gece farklı kızla fotoğraf çektiriyorsun ya zor olmuyor mu?” diye sordu. Abim kahkaha attı. “Bana hayır diyen kız daha doğmadı. Eğer doğarsa da hemen etkilerim onu. Hem benimle magazine çıkmak kadar özel bir şeyi kaçırmak istemeyen bir sürü kız tanıyorum.” Alayla güldüm. “Şu egonu sarsacak bir kız çıkacak karşına o zaman göreceğim ben seni.” Dikiz aynasından bana bakıp “Asla öyle bir an yaşanmayacak.” Defne “Asla dedin! Abi, hayırlı olsun. Merak etme, biz konuşuruz onunla.” deyip göz kırptı. Abim “Kızlar iyice saçmaladınız. Sizi arabadan atmadan susun!” Klasik abim. İstemediği bir konu olunca konuyu değiştiriyordu. Defne ile birbirimize bakıp güldük. *** Eve geldiğimizde annem, babam, Bahar yengem ve Gökalp amcam evdeydi. Abim kulağıma "İlk defa erken geldiler. Değerini bil." dediğinde güldüm. Defne ve benim omzuma kolunu atıp bizi eve yönlendirdi. Kapıyı çalıp açılmasını beklerken Defne’ye baktım. Defne’ye Türkiye iyi gelmişti. Gözlerindeki hüzün kırıntıları yavaşça siliniyordu. Yeni başlangıç bize iyi gelecekti. Kapıyı annem ve yengem açtı. İkisi de bizi görünce -herkes kendi kızına olmak üzere- sarıldılar. Annem "Çok özlemişim." deyip kokumu içine çekti. “Ben de çok özledim.” deyip sıkıca sarıldım. Annem ve yengem bizi kollarında eve alırken abim “İki dakikada satışa uğradım.” “Kıskanma.” deyip dil çıkarttım. Abim göz devirip “Hâlâ çocuksun.” dedi. Abime bana takılmadan rahat edemezdi. Amerika’da kalırken yaz tatillerinde geldiğimde ya da o geldiğinde sadece bir saat benimle hasret giderip takılmaya başlardı. O yüzden alışmıştım. Salona geçtiğimde her şeyin değiştiğini gördüm. Annem eski koltukları salonun camekanlı yerine koyup televizyonun karşına avangart bir koltuk takımı almıştı. Rengi de koyu bir yeşildi ama çok güzeldi. Bakışlarım babama döndüğünde gülümseyerek bana bakıyordu. Annem kolunu omzumdan alınca babamın yanına gittim. Babam da beni kolları arasına aldı. Babam "Evine hoş geldin, kızım." dediğinde kendimi çok mutlu hissettim. Bir kız için baba sevgisi çok önemliydi. Gülümseyip ben de ona sarıldım. Sıkıca. Onları çok özlemiştim. Amerika’dan dönmek bana da iyi gelecekti. Aileden ayrı yaşamak çok zordu. Artık onların yanındaydım. Güzel bir aile yemeği yedikten sonra Defne ve amcamlar gitmişti. Ben de annemin yeni döşediği odama çıktım. Odamda balkonun olması ilk dikkatimi çeken şey oldu. İkinci dikkatimi çeken de odamın içinde iki tane kapının olmasıydı. Birinciyi açtığımda banyo olduğunu gördüm. Annem kişisel ürünlerimi banyoma koymuştu. İkinci kapıyı açtığımda kocaman bir giyinme odası karşıladı beni. Bir tarafta sadece elbiseler vardı. Diğer tarafta günlük kıyafetlerim vardı. Ayakkabı ve çantalarım da diğer taraflardaydı. Odanın ortasında bir tane takı dolabı vardı, yanlarında da puflar. Giyinme odamda ayrıca büyük bir ayna vardı. Beğenmiştim. Buradan çıkıp odamı inceledim. Yatağım balkonun karşısındaydı ve iki yanında komodin vardı. Sağ tarafta büyük bir kitaplık ve çalışma masası vardı. Balkonun sol tarafında da bir tane televizyon, karşısında l-koltuk vardı. Odamı genel olarak beğenmiştim. Hemen duş alıp pijamalarımı giydim. Balkona çıktım. Balkon çok büyük değildi. Yerde yer minderleri vardı. Günlüğümü alıp balkona çıktım. Sevgili Günlük, Nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Sen de olmasan içimdekileri kime dökerdim. Eğer yazmazsam boğulacakmış gibi hissediyordum. Yaşadıklarım bedenime, ruhuma ağır geliyordu. Bir olayın kendi başına gelmemesi onun ağırlığını hissetmeyeceğin anlamına gelmiyordu. Defne... Her geçen gün iyi oluyor fakat o anları unutamadığı her hâlinden belliydi. Keşke olanları değiştirebilseydim. Geçmişi değiştiremeyiz. Onun yerine iyileştirebiliriz, bunun için uğraşacaktım. İyileştirmek her ne kadar zor olsa da bunun için uğraşacaktım. Kendimi Defne’nin yerine koyunca iyileşmenin zor olduğunu düşünüyordum. Çünkü böyle bir an hiçbir zaman unutulmuyordu. Ben günlüğümü yazarken Müslüm Gürses-Unutamadım şarkısını duyunca kafamı kaldırdım. Karşı evden geliyordu. Hem de şarkı son ses açılmıştı. Balkon kapısı açık olduğu için boks torbasına yumruk atan bir erkek gördüm. Aşk acısı mı çekiyordu? Ayağa kalkıp onu izledim. Tam göremesem de kaslı ve esmer olduğunu seçebilmiştim. Üzerinde düz bir tişört altında da şort vardı. Boks ve Müslüm Gürses arasındaki bağı anlayamadım ama dertli olduğu kesindi. Şarkı bittikten hemen sonra Bergen-Sen Affetsen çalmaya başladı. Kesin aşk acısı çekiyordu. Ne kadar izledim, bilmiyorum ama bir ara bakışları bana kaydı. Hemen içeri girdim. Onu dikizlediğimi zannedecekti. Balkonun bir bölümünden karşıya bakarken buraya baktığını gördüm. Yüzünü yine çok seçememiştim. Fakat şimdi de Müslüm Gürses-İtirazım Var çalmaya başlamıştı. Bu çocuk çok dertliydi. Acaba kimdi? Karşımızda kimin oturduğunu bilmiyordum. Kim olduğunu çok merak etmiştim ve öğrenecektim. ARAS’TAN Kum torbasını yumruklarken karşı evden birinin beni dikizlediğini hissettiğimde o tarafa bakmıştım. Bir kızdı, fakat benim fark ettiğimi görünce içeri girmişti. Kaşlarımı çatarak kim olduğunu çözmeye çalıştım. Karşımızda Sönmez’ler oturuyordu. Onların da kızları Amerika’daydı. Bunu Asya’dan öğrenmiştim. O dönmüş olabilir miydi? Omuz silkip devam ettim. Daha sonra da şarkıyı kapatıp banyoya girdim. Saat epey geç olmuştu. Bu saatten sonra benim maceram başlıyordu. Arda’yı aradım. “Alo, Doruk’u al ve mekâna gel,” dediğimde “Hemen geliyoruz.” Telefon kapanınca üzerime siyah bir pantolon ve beyaz bir tişört geçirdim. Spor ayakkabılarımı da giydikten sonra odadan çıktım. Annem ve babam salonda oturmuş film izliyorlardı. Asya da yanlarında telefona bakıp sırıtıyordu. Kaşlarımı çatsam da sonra hesap soracaktım. “Ben çıkıyorum.” Babam “Nereye?” diye sorunca “Demir abinin mekâna gidiyorum.” diye açıkladım. Babam “Aras, sen mafyacılık oynamayacak kadar küçüksün. Sakın saçma işlere kalkışma! Her şeyin bir zamanı var,” diye uyardı. Daha fazla konuşacaktı fakat annem ve Asya’nın yanında konuşmak istememişti. Ayağa kalkıp “Bahçeye gel!” Bahçeye çıktığımızda “Baba, ben sınırlarımı biliyorum.” Babam “Demir’in yanında neden gidiyorsun? Aras, Demir’e bu konudan bahsetmeni istemiyorum, o Sönmez’lere çok yakın. Emir ile Demir’in ne kadar yakın olduğunu isimlerinden de anlıyorsundur. Bu bizim işimiz ve sen karanlık tarafta değilsin. O karanlık taraf benim. Demir sadece bizim bilmemizi istediğimiz kadarını bilecek. Ve sen sadece okula gidip geleceksin.” Sinirle babama baktım. “Sen ne diyorsun, baba? O yerde benim ne çektiğimi sen bilemezsin! Her gün dedemden alacağım intikamla yatıp kalktım. Benim içimdeki yangını kimse bilemez! Ha, merak etme. Bu mesele sadece Soydan’ların meselesi. Demir abiye bahsetmeden de hiçbir şey yapamayacağını sen de çok iyi biliyorsun. Sadece beni o karanlık taraftan uzak tutmak için yapıyorsun! Ama bir yerde yanlışın var, baba. Artık o karanlığa ben de bulaştım. Biliyorum, sen kendine söz vermiştin, o karanlığa beni sokmayacaktın ama oldu!” Babam sinirle bana baktı. “Aras, bir kere de laf dinle! Karşında sadece deden yok! Secrecy’de sadece deden mi var sanıyorsun? Bu işin içinde sadece deden yok!” “Baba, dedem neden bize bunu yaptı?” diye sordum. Babam iç çekti. “Zamanı gelince her şeyi anlayacaksın, ama şimdi sadece şunu bil. Her şeyi Emre dedene düşman olduğu için yaptı.” Anlamıyordum. Tam bir şey diyecekken “Sadece zaman, Aras.” Babam ekledi. “Şimdi, ne yapacaksan dur. Her şeyin bir zamanı var,” deyip içeri girdi. Elimi saçıma geçirdim. Elim bağlı oturamazdım! Kısa süre önce aldığım ehliyet sayesinde arabama binip gazı kökledim. Boğuluyordum, artık. Her an yaşadıklarım gözümün önüne geldikçe kendimden geçiyordum. Bu devran böyle gitmezdi. Secrecy denen o lanet barı yok edecektim. Demir abinin Darkness adlı mekanına geldiğimde arabayı vale bırakıp içeri girdim. İçeri girmemle kızların bakışları bana dönse de umursamayıp bizimkilerin yanına geçtim. Doruk “Sonunda be!” “Babamla biraz konuştuk, ondan geciktim.” diye açıkladım. Doruk kafasını salladı. Arda “İyi değilsin,” “Babamın nutuğunu çektim. Neymiş karanlığa bulaşma, daha ne kadar bulaşmayacağım?” diye sordum alayla. Arda “Senin nutuk çekecek bir baban var, benimkisi artık yüzüme bile bakmıyor.” Doruk “Bazen senin evlatlık olduğunu düşünüyorum, Arda reis.” Göz devirdim. Bu kadar da patavatsız olunmazdı ya! Arda “Sana kızmayacağım, çünkü ben de öyle düşünüyorum. Özellikle annemi kaybettikten sonra babam bana sadece çalışan gözüyle bakıyor. Annem öldükten sonra okula dahi gitmedim, biliyorsunuz. Babam beni pis işleri için kullandı.” Ben hapisteyken annesi Deniz teyzeyi kaybetmiştik. Annem çok üzülmüş, gelip benimle paylaşmıştı. Ben çok üzülmüştüm fakat en çok da Arda’nın yanında olamadığım için üzülmüştüm. Doruk her durumdan beni haberdar edip Arda’nın yanında olmuştu. Arda sözlerine devam etti. “Bir gün bana birini öldürtecekti. Tarık amca mekâna geldi ve babama bunu yapmaması gerektiğini söyleyip babama nutuk çekti. Babam beni oradan göndertti. Hayatımın en boktan hem de en iyi günü olabilirdi. Tarık amca resmen hayatımı kurtarmıştı, o gün.” Omzuna elimi koydum. “O günlerde yanında olmayı çok isterdim. Fakat bu hakkı elimden aldılar,” dedim, sinirle. Hayata sinirliydim. Öfkeliydim. Her şeyin zamanı var diyen babama sinirliydim. “Gençler,” diyen Demir abinin sesiyle trans hâlimden çıktım. “Demir abi,” deyip sarıldım. “Aramıza yeniden hoş geldin, Aras.” Omzuma vurup bir abi gibi sarıldı. “Sağ ol abi, çıktık işte.” “Aras,” diyen Emir abinin sesiyle ona da sarıldım. Ailelerimiz konuşmasa da uzaktan kuzen sayılır ve konuşurduk. Hatta ben içerideyken yanıma bile gelmişti. Emir abi “İyi gördüm seni.” deyip o da omzuma vurdu. “İyi olmak zorundayım, diyelim.” Demir abi “Bak koçum, her yalan bir gün ortaya çıkar, o yüzden sen rahat ol. Herkes senin yapmadığını biliyor. Secrecy denen o barı birlikte yok edeceğiz.” Kafamı salladım. "Onların hayatını zindana çevirmek istiyorum!" dedim. Kararlıydım. Bu işi çözene kadar da bana rahat yoktu. *** Dün geceden bu yana düşünüp durmuştum. Nasıl yapacaktım? Sabah koşusu için evden çıktım. En iyisi düşünmeye ara vermek için koşmaktı. Koşarken kendimi çok ferahlamış hissediyordum. Beynimdeki bütün olumsuzlukları atıyordum. Eskiden de canım sıkılsa koşardım. Şimdi de aynısını yapıyordum, hem de özlemiştim. Her şey gibi koşmayı da özlemiştim. Suyumu içip pet şişeyi çöpe attım. Müziği değiştirdim. Bu sefer daha hareketli şarkılar dinliyordum. Arabesk dinleyince hızlı koşasım gelmiyor, aksine aşık bir ergen gibi oturup ağlayasım geliyordu. Kulağımda Türk bir rap şarkı çalarken tempomu arttırdım. Ormanda bir süre koştuktan sonra geri döndüm. Yeterince terlemiştim. Artık eve gidip duşumu alabilirdim. Sabahın erken saatlerinde sitede kimse olmuyordu. Yolun karşı tarafından bana doğru koşan bir kız gördüm. Demek ki o da koşmayı seviyordu. O kızı gözüm bir yerden ısırıyordu. Kim olduğunu düşünürken hızla gelen aracı kulağındaki kulaklardan dolayı görmemişti. Ben de ona doğru koşarken gecikmiştim, çünkü kıza araba çarpmıştı. Çok hızlı olmasa da kız yere düşmüştü. Adam da arabadan indi ve ambulansı aradı. Ben de kızın kumral saçlarını yüzünden çektim. Karşımda gördüğüm kızla kaşlarımı çattım. O malum gece onun fotoğrafını Asya sayesinde görmüştüm. O, Simay Sönmez’di.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD