Okul çıkışı şoför gelmiş ve bizi eve bırakmıştı. Defne’ye bizde kalmasını söyledim fakat yengemlerle yemek yiyeceklerini söyledi. Eve geldiğimde sabahki havanın dağıldığını ve hazırlıklar yapıldığını fark ettim. Salonda annemin çalışanları ve profesyonel make up artistleri gördüm. “Anne, ne oluyor?” diye sordum. Annem ünlü bir modacıydı. Elinde iğnelerle mankenin üzerindeki elbisenin potluklarını düzeltiyordu. “Bir hafta sonra davet var.”
“Ne daveti?”
“Modacılar en önemli tasarımlarıyla görücüye çıkıyor. Kaç aydır bunun üzerine çalışıyoruz. Bugün işe gitmeyince iş ayağıma geldi.”
Amerikalıların her sene düzenledikleri gala gibi bir şeydi sanırım. “Met Gala gibi hayatım,” diyen Gamze ablaya döndüm. Yukarıdan iniyordu. Elinde bir sürü kâğıt vardı. Gamze abla annemin asistanıydı. “Dönmüşsün, canım.”
“Evet.”
Anneme döndü. “Sanem Hanım, aslında sizin manken bulmanıza gerek yok. Simay olsun,” dediğinde annem alıcı gözüyle beni süzdü. Kafamı iki yana salladım. “Bu işler bana göre değil, ben de tıpkı annem gibi modacı olmak istiyorum.”
Annem böbürlenerek “Görseniz, çok güzel tasarımları var. Hatta bazen kızımdan ilham alıyorum.”
“Annesine çekmiş,” diyen babamın sesiyle hepimiz ona döndük. Annemin babama trip attığı belliydi çünkü hemen işine dönmüştü. Babam onun tribi takmadan yanına gidip sarıldı. “Gökhan, çalışıyorum. Sen neden erken geldin?” diye sordu.
Babam hiç pozisyonu bozmadan “Seni özledim,” dediğinde herkesin yüzünden erimiş bir hâl geçti. Babam çok romantik, bir o kadar da sinirliydi. Gamze abla “Baban çok romantik ya. Var mı senin hayatında birisi?” diye sordu. “Yok, Gamze abla. Amerika’da bulamadık, Türkiye’de bulurum artık,” deyip güldüm.
“Abin gibi olma da,” dediğinde yüzünün düştüğünü gördüm. Gamze abla, abimden mi hoşlanıyordu? “Abimi yola getirecek bir kız yok, abla. Çok zor. Hem abim öküzün teki.”
Gamze ablanın vazgeçmesi zor görünüyordu. Babam, kolunu belime sarınca ona döndüm. “Güzel kızım, ben şimdi çıkıyorum. Akşam görüşürüz,” deyip alnıma öpücük bıraktı. “Görüşürüz, baba.”
Ben de yanağını öptüm. Babam evden çıktıktan sonra Gamze abla “Aslında seninle bir şey konuşmam gerek,”
Ne konuşacağını az çok anlamıştım. Kış bahçesine geldik. “Abla ne konuşacağını biliyorum. Abimden hoşlandığını anladım,” dediğimde yüzünü buruşturdu. “Aman, Allah korusun! Ben değil, bir arkadaşım. Senin abin benim tipim değil,”
“Kim aşık?” diye sordum.
“Mine diye biri arkadaşım var. Aynı bölümdeler. Mine, yıllardır Emir’e aşık. Ama Emir onunla sadece dalga geçiyor. Mine’nin de bir arkadaşı kanser ve zor günler geçiriyor. Bir de Emir ona bu şekilde davranınca çok üzülüyor.”
Kaşlarımı çattım. “Abimle konuşurum da arkadaşına söyle ki abimden uzak dursun. Abime birinin âşık olması bence hayatında alacağı en kötü karar. Tamam, insan âşık olacağı kişiyi seçemiyor ama abim insana zarar verir.”
Gamze abla kafasını salladı. “O da farkında ama olmuyor işte. Sadece abine söylesen Mine ile uğraşmayı bıraksın. Mine de ondan vazgeçsin. Etrafında oldukça kırıcı bir şey söylese de Mine onu unutamıyor,” dedi, üzüntülü bir sesle.
Elimi omzuna koydum. “Tamam, ben konuşacağım.”
İçeri geçtiğimizde “Kolay gelsin, ben odamdayım.”
Annem kafasını salladı. Çalışanlara da kolay gelsin dedikten sonra odama çıktım. Kısa bir duştan sonra bilgisayarımı elime alıp bir film açtım. Filme odaklanamıyordum çünkü aklıma Aras geliyordu. Neden aklıma geliyordu? Serserinin tekiydi. Ama beni çeken o hareketleri değil, duruşuydu. Onun gizemli hâlleri merak etmemi körüklüyordu.
Filmi kapatıp balkona çıktım. Komşum evde değildi. Şu an iki kişinin gizemli hâlleri beni dedektiflik oyununa itiyordu. Uzun süre gökyüzünü izledim. Karşı bahçede bizim sınıfta olan bir kızı gördüm. Bugün Aras’ın arabasındaydı. Acaba sevgilisi miydi?
Kafasını kaldırıp bana baktı. El salladı. Şaşırmıştım. Ben de el salladım. Bizim eve yaklaştı. “Simay, nasılsın? Bu arada beni tanıdın mı?” diye sordu sevecen bir tavırla. Kafamı salladım. “Tanıdım. İyiyim, sen nasılsın?” diye sordum.
“İyiyim. Komşu olmamız çok güzel değil mi?” diye sordu, mavi gözleri ışıl ışıl parlarken. Nedensiz bir şekilde göz yapımız ve yüz yapımız çok benziyordu. Akraba olsak bu kadar benzemezdi.
“Evet, sıkıldığında bize gelebilirsin.”
Yüz ifadesi tuhaflaştı. “Nasıl yani?” diye sordu. Ne olmuştu, şimdi? Tam bir şey söyleyecekken birisi ona seslendi. “Gitmeliyim,” deyip gitti. Anlam verememiştim. Bize gelmesinde ne gibi sorun olabilirdi? Tuhaf bir kızdı. Omuz silkip içeri girdim. Bu sefer televizyonun karşısına geçtim. Magazin haberleri vardı. İkisi de birbirine benzeyen iki kadın abim hakkında konuşuyordu.
“Emir Sönmez, cemiyetin en çapkını bence.” dedi, gözleri daha iri olan. Diğeri de “Çapkın ama çok da yakışıklı. Demir Soykıran daha yakışıklı ama.”
Demir abi, abimin çocukluk arkadaşıydı. Küçüklüğümden bu yana devamlı onu görürdüm. Ailesi de bizim aile dostumuzdu. Melis’in onlarla benzeyen soyadı şimdi aklıma gelmişti. “Ay Demir Soykıran dedin aklıma geldi. O ailenin en büyük olayı geçen sene olmuştu. Melis Soykıran’ın ortaya çıkması.”
Şok olmuştum. Nasıl yani, Melis bir Soykıran mıydı? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Defne’ye mesaj attım.
-Melis var ya Demir abinin kayıp kardeşiymiş.
Defne anında çevrim içi oldu.
Defo’m-Nasıl?
-Öyleymiş, televizyonu aç.”
Defo’m-Hemen açıyorum.
Magazinciler reyting sevdiği için hemen klibi yayımlanmıştı. “Buradan tam bir sene önce Soykıran’ların bir kızı olduğu ortaya çıktı. Bunu basın yoluyla bize aktaran Soykıran ailesi şunları söylemişti: Melis, küçükken bizden koparılan kızımızdır. O, bir Soykıran’dır. Bu kısa açıklama ile gündeme bomba gibi düşmüşler ve bir süre konuşulmuşlardı.
Çok şaşırmıştım. i********:’a girip Melis’i arattım. Gerçekten de Demir abi ile fotoğrafları vardı. Takip isteği attım. Çok geçmeden geri takip etmişti. Kim bilir, neler yaşamıştı? Üzülmüştüm. Bir gün ondan dinlemek isterdim.
***
Yemekten sonra abimin odasına gittim. Kapıyı tıkladım. Demir abi içerideydi. “Hoş geldin, Demir abi.”
Demir abi de “Asıl sen hoş geldin, Simay.”
Gülümsedim. Kısa bir sohbetten sonra abime döndüm. “Abi, seninle önemli bir şey konuşacağım.”
Abim ve Demir abi aynı anda “Çıkacağız!” dediğinde “Kısa.”
Abim “Çabuk ol!” dedi, baştan savma bir şekilde. Az sonra da aynı tepkileri verebilecek miydi? “Konu, Mine.”
Abim az daha tükürüğüyle boğuluyordu. Demir abi sırtına vurup bana “Sen onu nereden tanıyorsun?” diye sordu. “Abi sen de mi tanıyorsun?” diye sordum. Demir abi, abimden iki yaş büyüktü. Kafasını iki yana salladı. “Emir bahsetti.”
Abim “Asıl sen nereden tanıyorsun?” diye sordu. “Tanımam mı sorun? Senin ona davranışların sorun değil mi? Onu rahat bırak abi. Arkadaşı da kansermiş.”
Kaşlarını çattı. “Kanser mi?”
Kafamı salladım. “İnsanları rahat bırak, abi. Her dalga geçtiğin insanın normal bir hayatı yok. Özellikle kızları rahat bırak. Onlar senin yüzünden acı çekmesinler. Valla Mine abladan uzak durmazsan seni babama şikâyet ederim.” diye tehdit ettim. Odadan çıkacakken kolumdan tuttu. “Nereden tanıyorsun, onu? Yoksa buraya mı geldi?” diye sordu.
Ofladım. “Mine’yi tanımıyorum, sadece bir arkadaşı söyledi. Konu bu değil, abi. Dediğim gibi ondan uzak dur,” deyip çıktım. Çok geçmeden abim ve Demir abi de evden çıkmıştı. Abimin âşık olması gerekiyordu, yoksa bu şekilde bir sürü kızı üzecekti.
Aras’tan
İntikamımın ilk aşamasına girmiş bulunuyorduk. İçerideyken her şeyi kafamda ayarlamıştım ve bir tek uygulama kalmıştı. Okuldan sonra Secrecy’in önüne geldik. Burası dedeme ait bir yerdi. Ortakları da vardı. İçerisi sadece bir bar değil, kirli işlerin merkeziydi. Kumarhane, kadın pazarlama, uyuşturucu… Ne ararsan vardı. Bu pislik mekânın her şeyini ortaya çıkartıp onları mahvedecektim. Dedem ve Pusat’ı…
Benim hayatımı nasıl çaldıysalar onlarınkini de çalacaktım. Hapiste çürüyeceklerdi. Bu mekânın peşinde sadece ben değil, Demir abi de vardı. Demir abi karanlık dünyanın yeni kralıydı. Babası Hakan amca çok kısa süre önce her şeyi oğluna devretmişti. Demir abi, bunu isteyerek almıştı. Yoksa babası ona zorla vermemişti. Hakan amcadan herkes korkardı. Babam da bu karanlık dünyanın yönetim kurulundaydı. Artık ben de bu yönetim kuruluna girecektim. Bu yönetim kurulunda dedem de varmış, zamanında ama sonradan çıkmış. Diğer dedem -annemin babası- da orada varmış.
Bu yönetim kurulunda bir de Gökhan Sönmez vardı. Bu sıralar Emir abinin gittiğini duymuştum, toplantılara. Bu karanlık dünya, sanıldığı gibi değildi. İyi insanlara dokunulmuyordu, kötüler infaz ediliyordu. Şimdiki hedef Secrecy’di. Orada yaşanan pislikler yönetim kurulunu çok rahatsız ediyordu. Bu yüzden onları bitirmek yönetim kurulunun hedefiydi. Doruk “Kimi arıyoruz?” diye sordu. “Pusat’ın bir numaralı adamı ve arkadaşı Kerem Kara.”
Kerem denen şerefsiz araştırmalara göre kimya okuyordu. Kimya okuduğu için de uyuşturucu üretimine katkı sunuyordu. Yönetim kurulundan gizli bu işlere kalkıştığım için babam bana kızacaktı fakat artık dayanamıyordum.
Ne çektiğimi sadece ben bilirdim. Kimse benim çektiğim acıyı çekmemişti. O yüzden de bunu yapmaya hakkım vardı. Arda “Bu şerefsiz Pusat’a yamuk etmiş,” dediğinde kaşlarımı çattım. “Nasıl? Nereden duydun bunu?” diye sordum. “Dün gece birilerini aradım. Bir kız için Pusat’ı satmış. Hepsi de kızdan çok hoşlandığını söylediler. Ama kız onun pislik olduğunu duymuş ve Kerem bu yüzden çok kötüymüş.”
Sırıttım. “Bu kızı çok merak ettim. Kerem asla Pusat’a yamuk yapmazdı, demek buna bir kız sebep oldu. O kızı bana bul, Arda,” dediğimde kafasını salladı. “Kimse adını bilmiyor, ama ben bulmaya çalışacağım. Neyse abi şu an araları iyiymiş ama Pusat ona çok güvenmiyormuş.”
Pusat onu asla affetmezdi, bu işin içinde bir şey vardı. Ya Kerem’in bildiği önemli bir şey vardı ya da o kız çok önemli bir piyondu. Kerem’i de kullanacaktı. Pusat plansız yaşayamazdı. Doruk “Kız kesin Türk değil,”
Arda bilmem dercesine kafasını salladı. “Kimse bilmiyor, ama öğreniriz.”
O kızı biz de piyon olarak kullanabilirdik. Kerem o kıza gerçekten bir şey hissetmeseydi Pusat’a ihanet etmezdi. O kız Pusat için de değerli olabilirdi. Kerem mekândan çıkınca sırıttım. “Özgüvene bak, yanında kimse yok.”
Doruk “Bu özgüven ona Pusat’tan geçmiş,” dediğinde kafamı salladım. Pusat hayatımda nefret ettiğim insanların başındaydı. Hayatını mahvetmek istediğim insandı. Sıra sıra yaklaşacaktım. Arabadan inip yavaş yavaş yanına ilerledim. O ise beni fark etmedi. Aracına binerken “Kerem Kara,” dedim ve bakışları bana döndü. “Aras Soydan,” dedi, tepkisizce. Ona yaklaştım. “Karşıma çıkman beni çok mutlu etti.”
Kerem hareketlerimi tartıyordu. Davranışım onu şüpheye düşürmüştü. Kerem “Ne istiyorsun, Soydan? Asıl olaya gel, ikimizde bir şeyler istediğini biliyoruz.”
Güldüm. “Zekisin zaten Pusat seni başka türlü yanında tutmaz. Sen şimdi patronun denen o şerefsize şunu ilet. Aras Soydan bir gölge gibi peşinizde ve bize göz açtırmayacak. Açığınızı kollayacağım ve asla sizi bırakmayacağım. Anlıyor musun? İstersen İngilizce de söyleyebilirim.”
Kerem tepki vermedi. “Aras, Aras… Sen bu dünyaya ait değilsin ve bunu da gayet iyi biliyorsun. Bu yüzden Vural Soydan seni değil, Pusat’ı seçti. Baban bile seni bu hayattan uzak tutmak için uğraştı, durdu. Şimdi gelmiş beni tehdit ediyorsun. Biz gerçek düşmanlardan tehdit alırız, seninki benim için sadece bir konuşma.”
Sinirle ona baktım. “Bu dünya artık benim, anlıyor musun? Beni bu dünyaya siz zorladınız. Pusat denen şerefsize söyle eski Aras yok, çünkü o öldü. Konuşmayı ciddiye alsan iyi edersin, Kara.”
Bir şey söylemesine fırsat vermeden arabaya bindim. Kerem’in hâlâ beni izlediğini biliyordum. Arabayla yanından geçerken camı araladım ve “Senin hoşlandığın kızdan ne haber?” deyip gizli gizli tehdit ettikten sonra camı kapattım. Yüzü alev aldı. Doğru yoldaydım. O kız çok değerliydi. Gaza bastım. Doruk “Aras Soydan is coming!” diye bağırdı. “Arda, bana o kızı bul, çünkü oyunu onun etrafında oynayacağız.”
Simay’dan
Diğer gün okula geldiğimizde Defne ile önce kantine gidip kahvaltı yapmıştık. Sabah evde bir şeyler yiyememiştim. Defne de yemediğini söyleyince tost ve çay alıp karnımızı doyurduk. Kantinde otururken Aras ve arkadaşları içeri girdi. Göz göze geldik. Bakışlarımı kaçırdım. Zil çalınca onlarla aynı anda ayaklandık.
Arda denen çocuk çıkmamız için bize yol verdi. “Teşekkürler,” dediğimde sadece baş sallamakla yetinmişti, onda da yüzüme bakmamıştı. Çünkü Defne’ye bakıyordu. Defne’nin koluna girdim. “Bu çocuğun bakışları da hep sende.”
Defne omuz silkti. “Simay!” diye uyarıda bulundu. Daha fazla bir şey söyleyemedim. Bu konuda çok hassastı. Sınıfa girdiğimizde bir kız ve Melis tartışıyordu. “Kızım, biz senin eski ezik hâllerini biliyoruz. Şimdi gelmiş bana ne diyorsun?” diyen kıza Melis “Söylediklerimin arkasındayım. Hâl ve hareketlerine dikkat et, Derin. Karşındaki ezik Melis değil,” dedi, sert bir sesle.
Yanına ilerledim. “Bir sorun mu var, Melis?” diye sordum. Derin denen kız “Sen karışma, yeni kız. Seni aşar bu durumlar.”
Kahkaha attım. “Ne beni aşıyor? Seni dövmem mi?” diye sordum. Derin bana yaklaştı. “Sen mi beni döveceksin? Yeni kız sen beni hiç tanımıyorsun,” dediğinde kafamı salladım. “Haklısın, canım seni tanımıyorum. Sen de beni tanımıyorsun. Fakat şöyle bir durum var, ben seni biraz önce tanıdım ya. Sen de gereksiz bir özgüven var. Bağırdığın kişi bu okulun sahibi, sendeki bu cesaret nereden geliyor?” diye sordum.
Derin sürtükçe güldü. “Ya sen Melis’in yeni avukatı mısın? Çok tatlı.” diye dalga geçti. “Şakacı kız. Bir daha Melis ile uğraşırsan karşında beni bulursun.”
Melis’in koluna girip sıramıza doğru götürdüm. Bütün sınıf bizi izlemiş. Aras da dahil. Melis “Neden böyle bir şey yaptın?” diye sorunca “Tabii sen bilmiyorsun, Demir abi benim abim gibidir. Hatta bizim aileler birbirine o kadar yakın ki bilemezsin. Emir Sönmez’i tanıyor musun?” diye sordum. Kafasını salladım. “Emir abi, abimin en yakın arkadaşı.”
“O benim abim. Ne kadar yakın olduklarını isimlerinden anlarsın. Onlar yakınsa biz de yakınız ve bundan sonra en yakın arkadaşlarımdan birisin,” deyip sarıldım.
***
Ders bittikten sonra Defne ve Melis lavaboya gitti. Bana da mesaj geldi.
Kerem-Aşağıdayım.
Şaşırmıştım. Pencereden dışarı baktığımda Kerem’in kapının önünde olduğunu fakat şapka ve gözlük taktığını gördüm. Burada ne işi vardı?
-Senin burada ne işin var? Hemen defol!
Kerem-Çok önemli, hemen aşağı gel!
Sinirle sınıftan çıkıp yanına gittim. Beni okulun arka tarafına sürükledi. “Neden geldin?” diye sordum. Kerem gözlüğünü çıkartıp “Simay, seni uyarmaya geldim.”
Güldüm. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun? O gün geldin şov yaptın. Sana daha inanmıyorum.”
Kerem elini omzuma koymaya çalıştı. “Dokunma!” deyip geri çekildim. Devam ettim. “Sen bir pisliksin! Ne yüzle geliyorsun, yanıma?”
Kerem “Ne söylesen haklısın. Bu dünyada olmak benim elimde olan bir şey değil. Lütfen, Simay dinle beni.”
Yalvarıyordu. Göz devirdim. “Ne yalan zırvalayacaksan söyle ve bir daha asla gelme.”
“Aynı sınıfta olduğunuzu biliyorum. Aras’tan uzak duracaksın!”
Aras ne alakaydı? “Aras ne alaka? Hem bundan sana ne!” dedim, sinirle. Kerem “Simay, ne diyorsam onu yap! O tehlikeli biri.”
“Sen de tehlikelisin. Sana neden inanacağım?” diye sordum. Ders zili çalınca Kerem “Simay, ondan uzak dur neden bunu istediğimi anlayacaksın.”
“Sakın bir daha buraya gelme!” deyip okula girdim. Sınıfa girerken Aras ve çetesinin konuşmalarına kulak misafiri oldum. Arda “Kerem aşağıdaydı.”
Şaşkınca kalakaldım. Onlar Kerem’i nereden tanıyordu? Kerem’i benimle konuşurken görmüşler miydi? Aklımda bin bir soru varken Aras “Ne işi varmış burada?”
Arda “Bilmiyorum, ama o kız bu okulda olabilir.”
Hangi kızdan bahsediyorlardı? Kerem’in bana sözleri olan ne demek istediğimi anlayacaksın kulağımda çınladı. Doruk “Bu okulda olması imkânsız. Bence bize göz dağı vermeye geldi.”
Onlar Kerem’i nereden tanıyordu? Olayı anlamaya çalışıyordum. Peki, Kerem neden beni uyarmıştı? Bahsettikleri kızın benim olmam olasıydı fakat benim Kerem ile ne alakam vardı?
Aras "O işi ben hallederim. Zaten büyük abiye gidiyordum,” dediğinde Arda "Dikkatli ol. Büyük abi de Kerem’de pek tekin değil. Bir şey olursa ara bizi, hemen geliriz.
Aras sıkıntılı bir sesle "Tehlikeliyse tehlikeli. Biliyorsunuz ona ulaşmadaki tek kapı bu piç."
Bunlar neyden bahsediyordu? Bu çocuktaki gizemli tavırlar beni meraklandırmıştı. Aras arkadaşlarının omzuna dokunup merdivenleri inmeye başladı. Fırsat mı fırsat öğrenebilirdim. Hadi Simay! Ya fark ederse diyen iç sesimi duymazdan geldim. Merakım daha ağır basmıştı. Kerem ile bağını da çözmüş olurdum.
Sınıfa girip çantamı alıp çıkarken Defne "Nereye?" diye sordu. Aras'ı takip edeceğim diyemezdim. "İşim var geleceğim." deyip ben de hızla merdivenleri indim. Aras'ı otoparkta arabasına binerken gördüm. O okuldan çıkınca ben de taksiye atlayıp aracı takip etmesini istedim. Aras'ın neler karıştırdığını anlayacaktım. Arkasından onu takip etmeye başladım. İnşallah anlamazdı. Anlarsa biterdim. Bugün beni müdürün odasından çıkarken tehdit etmişti.
İnşallah başıma bela almazdım. İleriden dar bir sokağa girince ben de hemen o yola saptım. Sokak fazla ürkütücü görünüyordu. Tıpkı onun gibi... Bir kulübün önünde durunca arabayı durdurttum. Aras beni görmemeliydi. Arabadan inip bir adamla erkeksi bir şekilde selamlaştı.
Sonra adamla birlikte kulübe girdiler. Gözden kaybolduklarında arabadan inip girdiği mekânın önüne ilerledim. Kocaman harflerle Secrecy yazıyordu. Gizli anlamına gelen kelime tam olarak Aras'ı anlatıyordu. Çocuğun takıldığı mekânlar bile kişiliğine uyuyordu. Kapının önünde kimse yoktu. Yavaşça kapıyı aralayıp içeri girdim. Yukarı çıkan merdivenleri görünce oraya doğru ilerledim. Burası nasıl bir yerdi böyle?
İnşallah Aras'ın gizemli kimliğini merak ederken başıma iş açmazdım. Koridoru geçince bir sürü oda dikkatimi çekti. Kesin o iş için kullanılıyordu. Yüzümü buruşturup ilerlemeye başladım. Neredeydi bu çocuk? Koridorun sonuna giderken boynumda nefes hissettim. "Beni mi arıyorsun?" diyen Aras'ın öfkeli sesiyle korkuyla titredim. İşte böyle bir şey beklemiyordum.