Pişmanlık... Telafisi olmayan bir şeydi. Yaptığımız bir şey için sonradan pişman olmak aptallığın tekiydi. Aras'ın nefesi tam kulağımın arkasına çarpıyordu. Buraya geldiğim için pişman mıydım? Aslında gelmediğim için de sonradan pişman olacaktım. Çünkü Kerem ile Aras’ın bağını merak ediyordum.
Aras "O küçük aklınla beni takip edebileceğini mi sandın?" diye bağırdı. Boş koridorda sesi eko yapıp yüzüme çarptı. İlk gün beni tehdit ettiğinden daha sinirli gözüküyordu. Arkadaşları söylemiş olmalıydı. Bu detayı nasıl atlardım? Arkasından hemen çıkmıştım. Bunu herkes anlayabilirdi. Bana yaklaştı. Nefesi yüzüme çarparken ilk gün onu gördüğümde hissettiğim şeyler yine ortaya çıktı. Kalbim ağzımda atmaya başladı. Kalbimin içinde sanki atlı koşturup karşı tarafa atağa geçiyordu.
Aras düşman taraftı. Birini sevmek de buna benzemez mi? Kalbin en değerli varlığını birinin eline teslim etmek, kalenin anahtarını vermekle eş değer değil mi? Öyleydi. Kalenin anahtarını bilinmeyen birine teslim etmek, yenik düşmekti. "Sana o gün ne dedim ben? İşlerime karışma, dedim. Ama sen ne yaptın? Beni takip ettin." dedi, daha çok yaklaşırken. Ben konuşmayıp doğrudan yüzüne bakarken Aras sinirlenmiş olmalı ki "Cevap ver!" dedi sert bir sesle. Bakışlarımı yüzünden çektim.
Ne kadar ben onun kasları ve âdemelmasıyla bakıştım bilmiyorum. Sanki ikimiz de donmuştuk. Âdemelmasının etrafındaki damarlar sinirden belirginleşmeye başlamıştı. O an aklımdan geçen âdemelmasına dokunma arzusuydu. Ellerimi yumruk yaptım. "Cevap versene!" diye bağırınca kafamı kaldırdım hafifçe. Gözlerimiz yeniden birbirine değince konuşmak için ağzımı aralasam da konuşamadım. Dilim tutulmuştu. Kelimeler dilimin ucuna gelip geri kaçıyordu.
Ellerim titremeye başladı. Benim ellerim heyecandan titrerdi. O an fazla yakın olduğumuzu hissettim. "Çekil." dedim zor bela konuşarak. Aras da fazla yakın olduğumuzu hissetmiş gibi geri çekildi. Az önce sanki zaman durmuştu. Sadece o ve ben vardık dünyada. Aras bir süre sadece duvara baktı. Odaların bir tanesi açılınca Aras kısık sesle küfretti.
Odadan çıkan esmer, sakallı, uzun boylu adam "Vay, vay burada kimler varmış? Aras Soydan, hapisten çıkmış mı?" diye sordu. Söylediği şeyle donup kaldım. Aras hapiste miydi? Aras sinirlemişe benziyordu. Sanki onu benim öğrenmem daha çok sinirlendirmişe benziyordu. Adamın bakışları bana dönünce üsten aşağı beni süzdü. Bakışlarındaki kötü niyeti süzmüştüm. Rahatsızca kıpırdandım.
Yanımıza gelip "Kim bu güzellik? Yoksa bilmiyor muydu?" diye sordu. Aras ona yaklaştı. "Seni ilgilendirmiyor!" dedi, sert bir sesle. Ben ise "Biliyorum." dedim, meydan okuyan yüz ifadesiyle. Adamın bakışları yeniden bana döndü. Tek kaşını havaya kaldırdı. "Amcası ve halasını öldürdüğünü de biliyorsundur, o zaman." dediğinde donup kalmamak için kendimi zor tuttum. Aras birden adamın yakasını kavradı.
"Seni ve o şerefsiz patronunu bu dünyadan sileceğim. Anladın mı?"
Adam gülmeye başladı. "Çok korktuk! Benim mekanımda bana meydan okumak, deli cesareti var sende." dediğinde Aras'ın koluna dokundum. Aras bana öyle bir bakış attı ki elimi çekmek zorunda kaldım. Adam "Şimdi kızı da alıp buradan gidiyorsun! Bir daha da ikinizi burada görmeyeceğim." dedi, elini Aras'ın omzuna koyarak.
"Çek lan elini!" dedi adama sert bakışlarını yollarken. Adam sırıtarak elini çekti. Aras bana döndü ve kolumdan tutup sürüklemeye başladı. Secrecy denen yerden çıktıktan sonra beni dışarı ittirdi. Dengemi zor tutup ayakta kalabildim. Sert bir yüz ifadesiyle "Bok vardı, değil mi? Kızım hangi cesaretle yeni tanıştığın birini takip ediyorsun sen?"
"Ben seni takip etmedim!" diye homurdandım. Aras bana 'Ben salak mıyım?' bakışları yolladı. Ben bile kendime inanmamıştım. Secrecy'e de kafa bulmaya geldin zaten diyen iç sesime göz devirdim. Aras alayla bana baktı. "Yalan söylemeyi bile beceremiyorsun." dedi. Haklıydı, hemen yüzüm kızarırdı.
"Hiç de bile yalan söylemiyorum." diye diklendim.
Aras alayla güldü. "Az sonra burnun uzayacak."
Ellerim istemsiz burnuma gitti. Aras ya sinirli ya da alaylı bir tavırda konuşuyordu. Ne kadar dengesiz biri olduğunu belli etmişti. "Ne oldu? Sustun yeni kız." dedi alayla.
Göz devirdim. Şu çocuğa açık verdin ya Simay. Hem de daha ilk günden. Ondan özür dileyip buradan bir an önce gitmelisin Simay! "Özür dilerim. İçeride olanlardan dolayı." dedim pişmanlık kokan sesimle. Asla pişman değildim. Çünkü pişman olacağım bir şey yapmamıştım.
"Akıllı bir kız olup benden uzak duracaksın yeni kız. Yoksa bu işten zararlı sen çıkarsın. Duydun ben hapisten yeni çıktım." dedi duygusuz bir sesle.
Hapisten çıkması umurumda değildi. "Hapise girmen adamın söylediklerini yaptığın anlamına gelmez." dediğimde hafif şaşırsa da hemen o ifadeyi yüzünden sildi. "Seni ilgilendirmez! Şimdi evine gidiyorsun!"
Çevreme bakındım. "Buradan taksi geçer mi?"
Kaşlarını çattı. "Yürü arabaya!"
Çekingen bir şekilde arkasından yürümeye başladım. Aras, arabanın kilidini açıp şoför koltuğuna oturdu. Ben de yan tarafına geçip oturdum. Kemerimi takıp "Ehliyetin var mı?" diye sordum. Bana bir bakış attı. "19 yaşındayım." dedi. Kafamı salladım. "Bir yere uğrayacağım. Uslu uslu yanımda dur." diye de ekledi. "Usluyum, zaten."
Tek kaşını kaldırdı. Bir yetimhanenin önünde durduğumuzda soran gözlerle ona baktım. Arabadan indi. Ben de arkasından indim. Arabanın bagajını açıp içinden bir sürü poşet çıkarttı. Yarısını benim ellerime verdi. Aslında çok şaşırmıştım. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. İçeri girdiğimizde tüm çocuklar Aras'ın yanına koştu. "Aras abi!"
Hepsinin gözleri ışıldıyordu. Aras hepsine oyuncaklarını dağıtırken çok mutlu görünüyordu. İçlerinden birkaç kişi beni gördü. "Selam çocuklar!" diye bağırdım. Bir anda tüm hepsi yanıma koşup sarıldı. Düşmekten son anda kurtuldum. "Sen Aras abinin sevgilisi misin?" diye sordu bir kız.
Bakışlarım Aras'a uğradı. "Hayır." dedim. Kız "Ama Aras abime bir sevgili lazım. O çok üzgün. Bence sevgilisi olmalısın." dediğinde gülümsedim. Aras bakışlarını kaçırıp elleriyle oynadı. Kulağına doğru "Belki bir gün ha küçük kız." deyip yanağını öptüm. Çünkü Aras'la aramda bir şeyler olacak gibi hissediyordum. Çocuklarla oynadıktan sonra Aras'ın yanına gittim.
"Ben bağış yapmak istiyorum." dediğimde kafasını iki yana salladım. "Bağış yapmak yok. Çünkü bağış yaptığımızda bu çocuklara gitmiyor. O yüzden eksikleri almak daha iyi."
Kafamı salladım. Ne eksikti acaba? "Sen aslında çok iyisin. Sen asla katil olamazsın. Ben buna eminim. Sana yardım etmek istiyorum."
Aras'ın bakışları deliciydi. "Bu seni ilgilendirmez. Kendi işine bak!" diye kestirip attı.
***
Yetimhaneden çıktıktan sonra Aras beni bir taksiye bindirmişti. Kendisinin işi olmalıydı. Soramazdım. Öyle bir yetkim yoktu. Eve gitmeliydim. Birazcık uyuyup kendime gelmeliydim. Çünkü kafam karmakarışıktı.
Ben ne ara bu kadar şeyi düşünür olmuştum? Yaşım ilerledikçe sorunlar artıyordu. Ya da hayatım zorlaşıyordu. İnsan hep küçük kalmalıydı. Küçükken insana her şey toz pembe gelir ya büyüdükçe bunun sadece hayatımızda halının altına süpürdüğümüz tozlar olduğunu anlamaya başlarız. İşte o an toz pembe hayaller hakikate dönüşür.
Bazen hakikate ulaşmak için 'Benim bu dünyadaki görevim ne? Neden varım?" gibi sorular soruyordum. Cevabını alamıyor, sürekli çıkmaza varıyordum. Bir vasfımın olmaması beni üzüyordu. Her şeye sahiptim fakat gerçek mutluluk benimle değildi. Aslında insanın yegâne ihtiyacı mutluluktu. Mutlu olmayınca hayatındaki bütün eşyalar anlamsızlaşıyordu. İnsanın kendisi de anlamsızlaşıyordu. Ya da hiçlik hissi ile kavruluyordu.
Yunus Emre'ye biri adını sormuş 'Bilmem' diye cevap vermiş. Bilmem lafzını o kadar edinmiş ki kendini bile bilmeyecek hiçliğe ulaşmış. İnsan, hiçtir. Hiçliğin içinde boğulurken nasıl olur da hayatın anlamını sorgulamayız? Sorgulamak, sıkça tefekkür etmek gerekir. Bazen saatlerce tefekkür ederim hiçlik lafzını keşfetmeye çalışırım. Ama bu sıralar gerçekten kendimde miyim?
Ben bu hayattan sadece mutluluğu istiyordum. İnsan mutlu olursa aşk da gelir, huzur da.
ARDA'DAN
Aras'ın arkasından baktıktan sonra sınıfa girdim. Bir insan mutsuzsa mutlu olmak ona haramdı. Ne yaparsa yapsın mutlu olamıyordu. Mutsuzluk annemin ölümünden sonra hiç gitmedi. İnsanların tabiriyle delirdiğimde tefekkür edecek zamanım olmuştu. Benim bir amacım kalmamış gibi hissetmiştim. Hâlâ öyle mi hissediyorum?
İnsanın aklı ve kalbi tam tersi cevaplar verir. Kalp, Allah'a yakındır ve hisleri doğru çıkar. Akıl ise nefisle yakındır. Kalbimin sesini dinleyince yakında hayatımın anlamını bulacağını söylüyordu. Anlam demek; mutluluk demekti. O zaman mutsuz bile olsam aslında anlamımı bulduğum için mutlu olacaktım.
İnsanlar aslında anlamlarını buldukları için vazgeçemezler. Kimse vazgeçilmez değildir sözü gerçek ve doğru anlam için geçersizdir. İnsan doğru bir karardan yanlışa nasıl geçmezse bu da böyledir. Bir gün hayatımın anlamı beni bulacaktı. Bu İlah-i Yasa'nın bize sunduğu ve bildiğimiz bir yasaydı. Sadece o anlam geldiğinde işaretlerini iyi bilip anlamalıyız.
Her şey anlamadan ibaret aslında. Sınıfa doğru adımlarken bunları düşünüyordum. Sınıfa girdiğimde yeni kız çantasını kaptığı gibi giderken Defne "Nereye?" diye sordu. Defne'yi gördüğüm ilk an sanki İlah-i işaretimi görmüş gibi oldum.
"İşim var, geleceğim." dedi aceleyle. Bu kızın Aras'tan hemen sonra çıkması beni şüphelendirmişti. Şüphelerim genelde gerçek çıkardı. Aras'ın adını bulup aradım.
Aras aranıyor...
Aras "Alo." dediğinde "Aras yeni kız galiba seni takip ediyor."
Aras "Evet, farkındayım." dedi sinirle. Bu kızın amacı neydi? Belki de o da hayatının anlamını bulmaya çalışıyordu.
"Ben uyarayım, dedim."
"Sağ ol kardeşim. Ben icabına bakacağım." deyip kapattı. Telefonumu cebime sıkıştırdım. Doruk yanıma gelip "Kimdi?" diye sordu.
"Aras'la konuştum. Yeni kız onu takip ediyor."
Şaşkınca bana baktı. Bu şekilde bir şey beklemediği belliydi. Doruk "Yok ebenin nalı. Bu kız cesaret hapı mı kullanıyor?"
İçeri hoca girince konuşmamızı kestik. Hayatta herkesle karşılaşmamızın bir amacı varken konuşmak ayıptır. Doruk okuduğum kitaba bakarak "Valla başımıza filozof kesileceksin diye korkuyorum."
"Hastaneden kalan alışkanlıklar." dedim. Kitap okumak beni rahatlatan nadir olaylardan biriydi. Hocamız "Aras gitti mi?"
Kafamı salladım. Doruk da "Evet, hocam."
Baran "Simay da yok."
Hoca kafasını sallayıp yoklamayı aldıktan sonra sınıfta dolanmaya başladı. Hoca bana bakıp "Ee Ardacığım tatilde neler yaptın?" diye sordu. Bu sene ilk defa uzun süre sonra tatile çıkmıştık. Bunu hoca da biliyordu.
"Tatili Amerika'da geçirdim." dedim kısaca. Hoca dudağını büzdü. Ne bekliyordu? Ona anı anlatacağımı falan mı?
Doruk elini kaldırıp "Hocam ben yazın yaşadığımız komik bir anıyı anlatmak istiyorum." dedi. Hoca kafasını salladı. Sırıtarak bana baktıktan sonra "Biz sahildeyiz. Aras ve ben yüzüyorduk. Arda da güneşleniyordu. Bu salak güneşin altında uyumuş."
"Sakın!" diye tısladım. Simay için diyordum ama Doruk da cesaret hapı içmişti bence. Yoksa bu kadar cesaretli değildi Doruk. Ya da Aras olmadığı için özgüven depolamıştı.
Hoca "Arda karışma!"
Doruk bunun acısını senden çıkartacağım. Sinirle ona bakarken Doruk beni umursamadan anlatmaya başladı.
"Sonra ben denizden çıktım. Gidip yan şezlongumdaki kadından sütyen istedim. Yabancı olduğu için verdi. Türk olsaydı dayak yerdim kesin. Neyse sütyeni bunun göğüslerine koydum. Uyanınca bunu gördü. Çıkarttığında ne görsün çamaşır izi. Bir hafta tişörtle dolaştı."
Tüm sınıf kahkaha atmaya başladı. Defne'nin de güldüğünü görünce büyülenmişçesine ona baktım. Çok güzel gülüyordu. Elimi yanağıma koyup onu izledim. Bakışlarımız çakışınca yüzündeki gülümseme silindi. Bu kız benim anlamımdı...
Hoca "Başka anısı olan?"
Baran elini kaldırdı. Hoca "Evet, Baran." dedi heyecanla. Kadının işi gücü tatil anılarıydı. "Hocam yaz tatilinde arkadaşlarla toplanıp kampa gittik. Bir arkadaş vardı sürekli ormanda hayaletlerini olduğunu söyleyip kızları korkutuyordu. Biz de ona küçük bir oyun oynayıp gece yatarken çadırına girdik. Bizi görünce karı gibi çığlık atıp altına kaçırdı."
Sınıftan kıkırtılar yükseldi. Hoca şuh bir kahkaha attı. "Sonra ne oldu peki?" diye sordu merakla.
"Çocuk kampı terk etti."
Çok komikmiş gibi bir de şu şerefsizin anlattığına güldüler. Zil çalınca hoca sınıftan çıktı. Öğle tatiline girmiştik. Defne, Melis ve Baranla birlikte sınıftan çıktı. Ben de arkalarından çıktım.
Doruk "Arda nereye lan?" diye bağırıp bana yetişti. Baktığım yere bakınca sırıttı. "Yakışır kardeşime." deyip sırtıma vurdu.
Göz devirip kantine girdim. Onlara yakın olan bir masaya oturduk. Doruk sırıtarak bana baktı. "Lan bunlar iki kişi. Defne senin. Simay da Aras'ın. Bana kalmadı."
Ensesine şaplak attım. "Lan Aras duyarsa öldürür seni!"
Aras'ın da mutlu olmasını isterdim fakat onun odak noktası intikamdı. İntikam gerçekten mutlu eder miydi insanı?
Doruk omuz silkti. "Simay'a bakışlarını gördüm. Onlar olurlar." dedi bilmişçe.
"Aras'ın yanında sakın söyleme! Çocuğun ilişki düşünecek hali mi var?"
Doruk "Arda, belki de ona iyi gelecek şey bir ilişkidir. Görmüyor musun halini?" diye sordu üzüntüyle.
Kafamı salladım. "Belki de haklısın ama Aras bunu istemez. Herkesi kendinden uzak tutuyor. Bazen ben bile ona ulaşamıyorum. Tek düşündüğü intikam."
Aras'ın üzerine atılan suçlamalar gerçekten kötü suçlardı. Onun için de bu yaşta ağırdı. Onun tek istediği de bu suçlamanın gerçek katilini bulmak. Aslında belliydi fakat delil gerekiyordu.
Doruk "Arda seninki az önce buraya baktı." dediğinde heyecanla oraya baktım. Doruk kahkaha attı. Sinirle ona bakıp ensesine yeniden şaplak attım.
"Lan döveceğim seni ha!" diye tısladım sinirle. Doruk hâlâ gülerken "Bak hâlâ gülüyor!"
Doruk elini ağzına koyup fermuar çekermiş gibi yaptı. "Sustum kardeşim."
DEFNE'DEN
Kantinde Melis ve Baranla oturuyorduk. Baran "Bu lavuk niye sürekli bu masaya bakıyor?" dedi sinirle.
Melis "Kim?" diye sordu. Baran'ın baktığı yere döndüğümde bugün müdüre çakı çeken çocukla göz göze geldim. Bana mı bakıyordu? Simay da baktığını söylemişti.
Bakışlarındaki anlamı çözemedim. O günden sonra kendime bir söz vermiştim. Âşık olmayacaktım. Bunu biri bozamazdı. Yeniden âşık olup hayal kırıklığına uğramak istemiyordum. Yeniden acı çekmek istemiyordum. Yaşadıklarımın kırıntıları hâlâ geçmemişken yeniden yapamazdım. Bakışlarımı yemeğime döndürdüm. Melis "Defne'ye bakıyor." dedi bana göz kırparak.
Omuz silktim. "İlişki işleri bana göre değil." dediğimde Baran "Niye kız sen yoksa lezbiyen misin?"
Melis'le kahkaha attık. "Lezbiyen değilim. Sadece bu sene üniversite sınavı var. İlişki istemiyorum." diye açıkladım. İkisi de inanmışa benziyordu. İkisine gülümseyip yemeğime döndüm.
SİMAY'DAN
Çok düşünmek bazen iyi gelmiyordu. Bu yüzden duşa girip rahatlamalıydım. Duştan sonra giyinme odama gidip şortlu askılı pijamamı giydim. Odaya geçip ıslak saçlarımı kurutmaya başladım. Saçlarımın kuruduğuna kanaat getirdikten sonra kurutma makinesi kapattım. Yerine koyarken "Bir an hiç bitmeyecek sandım." diyen kişiyle çığlık atmaya başladım. Bir el ağzımı kapatınca çığlığım kesildi.
"Kızım bağırmasana benim! Kulaklarımı kanattın ya! Senin içinden nasıl böyle ses çıkabilir?" dedi, yüzünü buruşturarak.
Aras'ın benim odamda ne işi vardı? Eli hâlâ ağzımda olduğu için elimle itmeye çalıştım. Elini çekince "Senin burada ne işin var?" diye sordum.
"Aynı tepkiyi ben de vermiştim." dedi alayla.
"Ciddi bir soru sordum. Hem sen nasıl girdin bu odaya?" diye sordum.
Pencereyi işaret etti. "Bir ara hobi olarak tırmanıyordum." dedi koltuğuma yayılarak.
Cebinden bir şey çıkarttı. "Bu senin galiba." dedi elinde bilekliğimi sallarken. "Evet." dedim.
Bilekliği Can'dan gasp etmiştim. Eline uzanıp alacakken geri çekti. "O kadar kolay değil." dediğinde kaşlarımı çattım.
Bu çocuğun amacı neydi? "Amacın ne? Sen demedin mi bana benden uzak dur?" diye sordum.
"Söylediklerimin arkasındayım." dedi düz bir ifadeyle. O zaman benden ne istiyordu? Evet, onu takip etmiştim. Yine olsa yine yapardım ama konumuz bu değildi. "Ne istiyorsun?" diye sordum merakla. Burada neden olduğunu merak ediyordum. "Bilmem düşünmedim." dedi sinir bozucu bir ses tonuyla.
"Hem sen benim evimi nereden buldum?" diye sordum. Benim sorumu yanıtlamak yerine "Sinirlenince fazla çirkin oluyorsun. Göz zevkimin içine ettin."
"Ay kıyamam. Ben hemen çıkarım odadan." dedim alayla. Bu çocuk şimdi neden böyle davranıyordu? Ne değişmişti? Birkaç saat önce uzak dur diyen kendisiydi. Sözlerinin arkasındaysa burada ne işi vardı? "Farkındaysan burası benim evim rahatsızsan balkon orada!" diye cırladım. Elini karnına koyarak gülmeye başladı. Balkon orada nedir ya? Başta sinirli olsam da kendimi tutamayıp ben de gülmeye başladım.
Aras "Hayatımda hiç bu kadar gülmemiştim." dedi gülmesini zorlukla durdurarak. Gülümsemesi çok güzeldi. Gülümsemesi içimi ısıtmıştı. Mal mal ona baktığımın farkına varınca kendime geldim. "Ben artık gideyim balkondan." dedi gülerek.
"Bilekliğim." dediğimde "Yarın akşam partide vereceğim."
Arkasını dönüp gidecekken bana döndü. "Evini biliyorum, çünkü karşı evde oturuyorum. Çok dikizliyorsun ama dikkatsizsin. Bir dahakine çevrene iyi bakmayı öğren.”
Şaşkınca ona baktım. Biz komşu muyduk? O kum torbasını yumruklayan Aras mıydı? İşte bu beni aşırı şoke etmişti. Sonra da balkondan aşağı atladı. Arkasından balkona çıkıp baktım. Aşağıdaydı. Bu çocuğun özel güçleri falan mı vardı? "Sen vampir misin?" diye sordum.
Aras "Bilmem, olabilir." deyip bana göz kırptıktan sonra karşı evin bahçesine girdi. Ben komşu olduğumuzu nasıl anlayamamıştım? Ne dengesiz biriydi. Elimi kalbimin üstüne koydum. Yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Daha ilk günden tüm dengemi alt üst etmişti. Beş dakika sonra benim odamın karşısındaki odanın ışığı yandı. Penceredeki stor açıldı ve karşıma Aras çıktı.
Elim hâlâ kalbimin üzerindeydi. Farklı bir histi. Hoşuma gitmişti. Hiç böyle hissetmemiştim. Can haricinde hiçbir erkekle birlikte gülmemiştim. Bir süre birbirimize baktık. Bana ne oluyordu?
Aras elinde bilekliğimi sallarken gıcık gıcık gülüyordu. Bir an aklıma bugün onun hakkında öğrendiklerim geldi. O da bakışlarımdan hissetmiş olacak ki gülüşü yavaş yavaş silindi. Elindeki bileklik yere düştü. Sanki düşen bileklik değildi. Kalbiydi. O yaralıydı.
Burukça gülümsedim. Bu sana inanıyorum, demekti. O düz bir ifadeyle bana bakmaya devam etti. Bakışmamızı kesen telefonuma gelen mesajdı. Ona silah işaretiyle vuruyormuş gibi yaptım. Buna dudakları kıvrıldı. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Aklıma gelen şeyle sırıtıp içeri geçtim. Televizyondan Müslüm Gürses-İtirazım Var adlı şarkıyı açıp son sese verdim.
Balkona çıktığımda Aras’a bakıp söylemeye başladım. Sesim güzeldi. Aras öylece beni izliyordu, ama dudağının kenarı kıvrılmıştı. Daha sonra da Unutamadım çalmaya başladı. Aynı şekilde söylemeye devam ettim. Ben kendimi kaptırmışken karşıdan Asya ve orta yaşlı birinin beni izlediğini fark etmemiştim.
Asya benim fark ettiğimi anlayınca alkışlamaya başladı. Ben utançla onlara bakarken hiçbir şey söylemeyip içeri girdim. Televizyonu kapatıp yatağıma yattım. Ben az önce ne yaptım ya? Hem de Aras gülsün diye. Kafayı mı yiyorsun sen Simay? Yaptığım şey saçmalığın daniskasıydı.
Telefonuma mesaj gelince düşüncelerime ara verdim. Bilemezdim az önce düştüğüm durumdan daha kötü olacağımı. Mesajı açınca kaskatı kesildim. Bir süre sadece ekrana baktım.
053***-İstanbul'a gideceğinizden haberimin olmayacağını mı sandın, Simaycık. Benden kurtuluşunuz yok. Yaptıklarınızı unutmadım. Çok yakında görüşmek üzere! -Defne'nin tek erkeği.
Geçmiş bir gölge gibi tam ensemizde bizi takip ediyordu. Ne ben onu engelleyebiliyordum ne de o bizi bırakıyordu. Artık her şey daha kötü olacaktı. Defne bunu öğrenmemeliydi. Bunun için her şeyi yapardım.