Armina, yatağında saklanırken kulağını dışarıdan gelen seslere açmış ve Püren'in okula gitmek için hazırlandığını duymuştu. Dün geceyle ilgili sorular sormasından ve anımsamasından deli gibi korkuyordu. Yatağında kıvrılıp, ince yorganı üzerine biraz daha çekerek uyuyor numarası yapmaya devam etti. Kimsenin onu kontrol ettiği yoktu ama yine de uyuyor gibi yapmaya devam etti. Yaklaşık iki saattir yataktan çıkmaya korkuyordu. Duyduğu tıkırtılar ve patırtılar devam ederken kaşınan bacağına yorganın altından tehditkâr bir bakış attı.
Serin bahar havasına rağmen lanet sivrisinekler hâlâ ortalıklarda cirit atmaya devam ediyordu. Bir sinek onu fena halde kızdırıyordu. Tıp fakültesini yarıda bıraktığından şüphelendiği sineğe, gözlerini kısarak baktı. Bacağına elli kere konmuş, bir düzine yerini ısırmıştı ama hâlâ bir damar bulup bir damla kan alamamıştı beceriksiz! Tek yaptığı, Armi'yi kaşındırmak ve yatakta tepinmesine sebep olmaktı. Bir diğeri de kulağının dibinde uçup duruyor ve psikolojik açıdan onu yıpratmaya çalışıyordu. Savaş stratejileri gelişmişti ama Armina tecrübeli bir generaldi. 5 yıldır buradaydı ve onların saldırılarına karşı yapması gereken atak ve savunma konusunda uzmanlaşmıştı. Bir hamlede sineği bacağında iğneyi geçirdiği noktaya mıhladı ve panikle elini bacağında dolaştırıp cesedi ortadan kaldırmaya çalıştı. Sinek ölüsü parmağına yapışınca, yorganı üzerinden atıp sinirli bir kaç sözcük savurdu.
O sırada dış kapı, her zamanki kulak tırmalayan gıcırtısıyla açıldığını belli etmişti. Önce İspir'in işe gitmek için evden çıkışını, "Kendine dikkat et" cümlesiyle duymuştu. Sonra da Püren'in ayakkabılığı döküp, ayakkabı arayış seslerini duymuştu. O da okula gidiyordu.
Armi, yataktan çıkabilmek için evde tek kalmayı bekliyordu ama ona pusu kurmuş sinekler yüzünden kamuflajından sıyrılmak zorunda kalmıştı.
Püren, okula giderken her sabah onun odasına gelip, onunla bütünleşmiş olan o güzel parfümünü bulmak ve bulursa aşırmak için geri dönmeye karar verene kadar, savaşta Armina üstünlük kurmuştu. Kapı açılıp sadece şortu ve tişörtü ile sinek öldürürken kuzenine yakalanana kadar elbette!
Şimdi kuzeni ile yüz yüzeydi ve onun geceye dair bir şeyler anımsamasından korkuyordu. Gözlerini sonuna kadar açmış, kolu bacağı şekillenmemiş bir heykel gibi odanın ortasında kalakalmıştı. Ressam çok usta çalışmıştı bu heykelde ancak kullandığı harç henüz kurumadan, iskele yıkılmış ve şaheser bir beton yığınına dönmüştü.
Armina, Püren ile göz göze çarpık bir pozisyonda bir kaç saniye kaldı. Bakıştılar. Sonra Püren'in kaşları yavaş yavaş yukarı kalktı ve dudağı büzüldü. Yanakları havayla doldu ve patlayan bir balon gibi gür bir ses çıkarttı. Şen kahkahası odanın içinde çınlamaya başladığında, Armina biliyordu ki minik merinos gece olanları hatırlamıyordu. En azından Armina'nın, "Bittin kızım! Senin yüzünden adamın teki beni öptü." deyişini anımsamıyordu. Rahatlayarak kastığı kaslarını gevşetti ve kolları iki yana düşerken, havaya kaldırdığı ayağını indirdi. Sınavda kopya çekerken, öğretmeni ile göz göze gelen öğrenci psikolojisinden sıyrılıp, yavuz hırsız moduna geçerek kuzenine döndü.
"Sen dersine geç kalmıyor musun? Hem benim odama girmeni yasaklamış mıydım kızım?" diyerek çatlamış heyecan dolu sesiyle bağırdığında, kapıya doğru gerileyen Püren'in yüzünde tüm dişlerini ortaya koyan bir gülüş belirdi. Şiddetli bir kuru kafa sırıtışı ile kapıya ulaşınca, midesine indirdiği yürekler yeni etki etmişçesine, "Bulacağım kızım o şişeyi görürüsün!" diyerek, koşar adım kapıya ulaştı. Onun gidişinin ardından Armina pes edip, yatağına oturdu ve bıkkın bir nefes salıverdi zarif dudaklarından.
Bir kaç kez Püren'in ısrarı ile onlarla birlikte üniversitenin bahar şenliklerine katılmıştı. Akşam konserlerine İspir izin vermediği ve dönecek araç sıkıntıları olduğu için gündüz yapılan gösteri ve eğlencelere katılmışlardı geçen yılda. O zamandan beri Püren, inatla Armina'nın odasında olmayan bir parfüm şişesi arıyordu. Armina'nın kendine has gül kokusunu parfüm zanneden ve ona öven arkadaşları yüzünden minik merinos, her fırsatta odayı arama izni olmadan delil arayan polis memuru gibi tarıyordu.
Armina, sırt üstü yatağa devrildikten sonra tavana bakarak saatler geçirmeye karar verdi. Aslında kararı bu yönde değildi ama aklında dolanıp duran fikirler bir türlü güzergâhlarına göre ok işareti ile gösterilen raylara geçemiyordu. Çünkü işaretler karışmış ve hiç biri doğru yolu işaret etmiyordu. Gitmesi gereken yer belliydi ama önünde bir sürü karmaşık ray döşeliydi. Hangisine giderse yolun sonu Aren'e çıkar, kestiremiyordu. Hangi yol tamamlanmıştı ve sağlamdı? Kafasında düşünceler dolanırken, yatağında doğruldu. İçi kıpır kıpırken, yatmak eziyet olmuştu. Fikirlerini sıralamaya başladı ardı ardına.
Dillere destan güzelliğim ile onu kendime âşık edebilirim! Mükemmel bir şekilde süslenir ve giyinirim, sonrasında karşısına çıkar ve cazibemi kullanarak onunla evlenmem için yalvarana kadar manken pozları takınırım.
"Güzelliğimden etkilense, şimdiye kadar çoktan okuldan peşime takılıp kapımızdan ayrılmayan diğerleri gibi İspirden dayak yemesi gerekirdi. Kapımda falan sabahlamadı." diye mırıldanarak ayaklandı ve duvara asılı boy aynasının önüne geçti. Tişörtünü çıkartıp yere attıktan sonra şortu ve sporcu sutyeni ile aynanın karşısında ilk defa objektif bir gözle bedenini ve yüzünü inceledi.
İnce uzun olmasına rağmen, orantılı bir vücudu vardı. Narindi ama kuru bir tahta gibi değildi. Aç kaldığı için zayıf değildi. Yediklerini sürekli harcadığı için zayıftı. Genetik olarak da biraz şanslıydı galiba. Kalçaları küçük ama sıkıydı. Belinde narin bir kavis kendini gösteriyor, karnında ince bir tabaka halinde kasları onun düzenli olarak spor yaptığını ortaya koyuyordu. Aslında pek sportif değildi ama İspir ile akşamları evde yaptıkları şakalaşma şeklinde başlayan ve sonrasında yumruklaşmaya dönüşen mini kavgalar yüzünden hep idmanlıydı. Şakanın ayarını kaçırdıkları ilk kavgalarından beri, eldiven kullandıkları için artık birbirilerinin yüzlerini dağıtmıyorlardı.
Armina, işten yorgun bir şekilde döndüğü akşamlar, 'Milion dolar Baby' filmindeki Hilary Ann Swank gibi ellerini bezle sarıp, omuzlarını esneterek artistik hareketler yapıp, bir gün kendinin de onun gibi milyarder olduğunu hayal eder ve İspir'in karşısına çıkardı. İşte bu maçların sonunda da filmin sonundaki gibi kendini yerde buluyordu. Çünkü İspir ile sıkletleri bir değildi. Karşısında bir kız olsa tek yumruğu ile yere kolayca devirebilecekken, İspir'in karşısında hiç şansı olmuyordu.
İspir'in kızlara kendini korumayı öğretme yolu buydu. İstanbul büyük bir şehirdi ve çok farklı insanları içerisinde barındırıyordu, kalabalık nüfusu. Sokaklarında da her gün yüzlerce suç işleniyordu. İşe giderken aklı kızlarda kaldığı için onlara az da olsa kendini savunmayı öğretmek istemiş ama Püren burun kıvırdığı için hevesli olan öğrencisi Armina'ya yoğunlaşmıştı.
Püren'e "Kick boks nedir?" dediğinde kız, "O ne, yeniyor mu? Ay ben öyle bilmediğim şeyleri yemem, sonra zehirlenirim falan... Ay istemem kalsın." şeklinde cevap verdiği için kesinlikle doğru yolda olduğundan emin olmuştu.
İspir, çocukluk hayali olan Gemi İnşaatı ve Makineleri Mühendisliği bölümünde okuyor ve bir yandan da özel bir şirkette çalışıyordu. Tam gün çalışamadığı için işinde iyi olsa da, üç kişiyi geçindirecek kadar iyi bir maaş kazanamıyordu çizimlerinden. Okula ara vermeden önce Armina'da Yeditepe Üniversitesi'nde tam burslu olarak tıp fakültesinde okuyordu. Birkaç talihsizlik yüzünden bursuna veda etmek zorunda kalınca, okulla yollarını ayırmıştı. "Dondurdum..." diyordu soranlara ama biliyordu ki bursu olmadan öğrenciliği hepten yanmıştı.
Sinirle onu geç kaldığı için sınava almayan öğretmenini anımsayıp, bir hışımla aynaya bakarak "Piç" dediğinde, aklına dün gece piç diye defalarca bağırdığı Aren geldi. İspir'in Armina'ya öğrettikleri bu kez hiçbir işe yaramamıştı çünkü rakip Armina'dan epeyce üstündü. İlk milli maçından, nakavt olarak ayrılmıştı.
Sinirleri yeniden gerilince odanın bir yerlerinde ısrarla çalan telefonuna cevap vermek için aynanın önünden ayrıldı. Yatağın altında bir yerlerde çalan telefonu alıp ekranda yazan Güzide yazısını görünce, anında aramaya cevap verdi.
"Kızım hemen bize gel." diye bağırdığında, Güzide ufak bir panik sorusu yağmuruna tutunca, üstün körü fikir alması için gerektiği kadar anlatıp ustalıkla ana konunun çevresinde bir iki tur atarak, onu eve gelmeye ve kimseye bir şey olmadığına ikna edebilmişti.
Bir saat kadar sonra elinde içmeyi unuttuğu kahvesi ile salonda giyinmiş bir şekilde ayağını yere vurup, saatin tik taklarını sayarak kapının çalmasını beklerken, görüntüsünün yemek verilmesi için sabırsızca bekleyen ama sahibinden komut almadığı için yerinden kımıldamayan köpeğe benzediğinden habersizdi. Kapı çaldığında, elindeki kahveyle birlikte farkında olmadan kapıya kadar koşturdu. Kapıyı fincanla açamayınca, elindekinin farkına vardı. Kahveyi koridordaki mini aynanın önüne bırakarak kapıyı açıp dönerken, beklemeden kendini gelen kişinin kucağına attı.