11. Michael Collins

1200 Words
(Bir Hafta Sonra) Haziran’ın İlk Günleri Uzun süreli yokluğunda, çehresi iyiden iyiye değişen bu şehirde bir müddet dolaşıp büyükannesinden miras kalan evin verandasına geldi. Yıllar içinde dökülmeye yüz tutan dış cephenin solan rengi parlatılmaya muhtaçtı. Tadilat yapılması gerekse de bunun için çok da bir acelesi yoktu. Eğer yeniden Londra’ya dönerse ya da şehirden ayrılırsa buraya harcayacağı emeğe değmeyeceğini düşünüyordu. Çünkü tadilat yaptırdığı bir evi öylece bırakıp gitmeyi değil orada yaşamayı isterdi. Evini sırf gelir elde etmek için birilerine kiralamayı ise hiç düşünmemişti. Kendisini acilen Kaliforniya’ya dönmesi için çağıran kardeşine eğer gelmesini istiyorsa bunun için tek bir şartı olduğunu söylemişti. O da on yıldır uğramadığı evini yaşanabilir bir hale getirmesiydi ve bunu kabul eden Tyler’ın şu an kendisine hiç de iyi duygular beslemediğine emindi. İçeri giren Mike beklediğinden daha iyi durumda olan evine beğeniyle bakarak “Tyler, iyi iş çıkarmış.” dedi. Bay Rutherford’un korumalığını yapan kardeşinin burada temizlik yaptığını düşünmek zordu. Holdingden temizlik için birilerini ayarlamış olmalıydı. Yine de burada başardıkları için kardeşine minnettardı. Londra’daki konforunu arayacaktı ancak eskiden de burada yaşadığını düşünerek bunu göz ardı edebilirdi. Mutfağa ilerleyen Mike dolu buzdolabını görünce gülümseyerek Tyler’dan bunu beklemediğini kendisine itiraf etti. O normalde evine pek uğramayan ve alışveriş yapmayı bile düşünmeyen biriydi. Kardeşine değil ama Bay Rutherford’a kendisini market alışverişi derdine düşmekten kurtardığı için minnettardı. Tyler’ı arayarak geçen hafta neden Londra’dan apar topar gelmesini istediğini öğrenmeliydi. Ağzına attığı birkaç çerezle mutfaktan çıkan Mike, kardeşini aradı. Birkaç kez çaldıktan sonra yanıt veren Tyler, “Londra’daki işlerini toparlayabildin mi?” diye sordu. Ağabeyini bir an önce gelmesi konusunda sıkboğaz ettikten sonra Mike’ın da Londra’da bir hayatı, her gün gittiği bir işi ve halletmesi gereken sorunları olduğunu anlaması gerekti. Üstelik birkaç günlüğüne gelmekten değil uzun süreli kalmaktan bahsediyordu. Bu yüzden orada yoluna koyması gereken işlerini halletmek için bir hafta beklemesi gerekmişti. “Daha da iyi kardeşim. Şimdi evdeyim.” Tyler her ne kadar kardeşi olsa da onu yıllardır görmemişti. Nadiren yapılan telefon görüşmeleri ve birkaç e-postadan ileri gitmeyen iletişimleri vardı. Bu, ikisinin de yoğun iş hayatından kaynaklanıyordu. Üstelik Mike farklı saat dilimlerinin olduğu ülkelerde, bazen internet ve telefonun çekmediği yerlerde, aylarca “medeniyetten” uzaktayken iletişim kurmakta zorlanabiliyordu. Fırsatını bulduğu ilk anda en azından yaşadığını söylüyor ve bir sonraki istikameti hakkında haber veriyordu. Böylece en azından birbirlerinin iyi olduklarını biliyorlardı. Ağabeyinin evde olduğunu duyan genç adam bir anda tıkanır gibi oldu ve telefondan tuhaf sesler geldi. Mike muhtemelen yediği bir şeyin Tyler’ın boğazında kaldığına dair bir hisse kapıldı. Ona bunun için zaman verip kendisine gelmesini bekledi. Kardeşi toparlandığı zaman dırdır ederek gününü zehir edecekti zaten. “Geliyorsun ve şimdi mi haber veriyorsun? Yola çıktığında neden haber vermedin?” Kardeşini şok etmenin verdiği hazla çerezlerini geveleyen Mike sonunda merakına yenik düşerek “Söyle bakalım. Beni Londra’dan temelli getirtmenin sebebi neymiş?” diye sordu. “Bay Rutherford gibi birinin isteklerini yerine getirecek onlarca çalışanı vardır. Benim gibi çamurda debelenen bir arkeologla nasıl bir işi olur diye düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla işim onun ilgi alanına giren bir konu da sayılmaz.” Kısa bir sessizlikten sonra Tyler, ağabeyine “Raflara bir bak. Oraya senin için bir dosya bıraktım. Onları incele.” dedi. Ağabeyinin, bunun neyle ilgili olduğunu ya da Bay Rutherford’un kendisini neden çağırttığını sormasına fırsat vermedi. “Bay Rutherford kısa bir süreliğine Ottowa’ya dönmek zorunda kaldı fakat yokluğunda işleri oğlu idare edecek. Bu yüzden o gelene kadar başına geçmeni istediği projeyle ilgili her detayı öğren. Dosyada proje ve araştırma çalışmaları hakkında bilgiler var.” Dosyadan birkaç sayfa doküman çıkaran Mike, tanıdık gelen terimleri ve kimi teknik ifadeleri son zamanlarda sıkça duymuştu. Latin Amerika’yı gösteren haritalar vardı, bir kısmında Güney Asya’dan Ortadoğu’ya kadar pek çok alan işaretlenmişti. Birkaç gömülü eserin numaralandırılmış fotoğrafları vardı. “Vay be, Bay Rutherford gerçekten de arkeolojiyle ilgileniyormuş.” “Mike bu çok ciddi bir konu. Önce onlara bakıyorsun sonra işe giderek birlikte çalışacağın personeller hakkında bilgi alıyorsun. Bay Rutherford dönene kadar ekipte otoriteni sağlamlaştırmaya bak.” “Peki, o dönene kadar neden burada olduğum konusunda beni bilgilendirecek misin yoksa sen de bu konuda bir şey bilmiyor musun?” Ağabeyini bu konuda yanıtsız bıraktı Tyler. Çünkü Mike, on yıldan uzun bir süredir evde yoktu ve Rutherfordların yaşadığı zor günlerden tamamen habersizdi. Bu yüzden Tyler, bunun telefonla konuşulamayacak kadar hassas bir konu olduğunu düşündü. Üstelik San Francisco Polis Departmanı şu ana kadar somut bir kanıt bulamamıştı. Hal böyleyken kendi araştırmalarını yapmak istemeleri gayet doğaldı. Ancak araştırmaları sırasında yasadışı şeyler yaparlarsa bugüne kadar yanlarında olan adalet o zaman karşılarına dikilirdi. Bu olasılıkları düşünerek telefonda dikkatli konuşmayı alışkanlık haline getirmişti ve bundan sonra da bu şekilde devam edecekti. Mike ile yüz yüze konuşma fırsatı bulduğunda ona her şeyi detaylı şekilde anlatırdı. Fakat o zamana kadar telefon bunları konuşmak için tehlikeliydi. “Senin de dediğin gibi Mike bizim değil ancak senin ilgi alanına giren bir konu varken arkanı dönüp gidecek misin?” Elindeki Ming Hanedanlığı dönemine ait vazo ve Sui Krallığı dönemine ait hançer fotoğraflarını bir kenara koydu. Samuray kılıçlarıyla yapılan bir görsel şölen aklını kurcalarken diğer pek çok kültüre ait tarihi eser, Tyler’ın dediği şekilde arkasını dönüp Londra’ya dönmesini zorlaştırıyordu. Üstelik çalışmaya başlamak için gerçekten heveslendiğini itiraf etmek istemese de kardeşi kendisini aradığı için memnundu ve araştırmalar hakkındaki belgeleri görene kadar bundan emin bile değildi. Şimdi bildiği tek bir şey varsa o da çalışmaya başlamak için çoktan birkaç gün kaybetmişti ve eğer haberi olsaydı daha önceden bu araştırmaya dâhil olurdu. “Hayır kardeşim. Bugün işe giderim.” Mike’ın saklayamadığı heyecanını tebessümle dinleyen Tyler, Bay Rutherford’un karavana atış yapmadığına şaşırmadı. Bay Belmonte’nin raporuna en seçme kişileri koyduğuna emindi, yine de Bay Rutherford onları değil ağabeyini seçmişti. Burada özgeçmişleri yıldız gibi parlayanlara karşı Mike’a öncelik vermesinin, onu tanımasıyla bir ilgisi vardı mutlaka. Belmonte’nin önerdiği kişiler, Rutherfordların aile sırlarını öğrendikten sonra bunu koruyabilirler miydi ki? Bunu bilmek imkânsızdı. Kendisi gibi Mike da Rutherford ailesine çok yakındı ve neredeyse aileden sayılırlardı. Bay Rutherford onları kendi ailesinin bir parçası gibi gördüğünü söylediği zamanlardan beri Collins kardeşlere çok güvendiğini her fırsatta dile getirmeyi ihmal etmezdi. Nitekim kendisi de ağabeyi de Bay Rutherford’un güvenine ihanet edecek değillerdi. Üstelik o, kendilerine ailelerinden daha yakın ve bir babadan bile öteyken… “Tamam Mike. Alexander geldiğinde sana haber veririm. Bay Rutherford gelene kadar oğlu senin projenle ilgilenecek. Şimdi yapman gereken CTA’ya gidip Vekil Müdür Bay Belmonte ile görüşmek. Projen ve çalışanlarla tüm detayları ondan öğrenirsin. Kapatıyorum.” “Tamam, sonra görüşürüz Tyler.” Kapanan telefonun ardından kendisini heyecanlandıran projeyi en ince ayrıntısına kadar inceleyen Mike, Bay Rutherford’un kendisine mesleği hakkında güvenmesine minnettardı. Bu, hayatını adadığı bilimin saklı maden cevherlerini keşfetmek gibiydi. Hem farklı kültürlere karşı duyduğu merak onu hep kendine çekmemiş miydi? Sürekli seyahat ederek geçirdiği hayatından memnundu ve yeniden dünyaya gelecek olsa bunu asla değiştirmezdi. Bir gezgin gibi yaşamaktan epey hoşnuttu. Tavan arasında olduğunu hatırladığı eski evrak çantalarından birine belgeleri koydu. Çapraz bir şekilde astığı çantasıyla lise ya da üniversite yıllarına geri dönmüş gibi hissetti. Bunu özlediğini inkâr etmeyecekti ama artık o kadarda genç sayılmazdı. Yine de eski hayalperestliğinden bir şey kaybetmiş değildi. Projeyle ilgili konuşmak için CTA’ya gitmesi gerekiyordu ve orada Bay Belmonte ile görüşecekti. Ondan, beraber çalışacağı personelle ilgili detayları öğrenir öğrenmez başına geçeceği proje için gerekli çalışmaları başlatabilirdi. Fakat önce projenin ne olduğunu tam olarak öğrenmeliydi. “Tanrı aşkına Tyler, beni dünyanın bir ucundan çağırdığın projenin adını söylemek hiç mi aklına gelmedi kardeşim?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD