12. Kader

1294 Words
Taksiyle geldiği CTA kampüsü hatırladığından çok daha iyi durumdaydı. Geçen yıllar içinde ihtişamından hiçbir şey kaybetmemişti ve hâlâ nefes kesiciydi. Mike kardeşinin konuşmasını söylediği Bay Belmonte’nin odasını aradı ve onu Vekil Müdür olarak görmeyi beklemediğini fark etti. Aslında uzun zaman önce emekli olmalıydı. Odası da kendisini yansıtacak kadar demodeydi ve klasik bir ofiste bile bunu hissettirecek birkaç özel eşyası bulunurdu. “Tanrım, yetmişler biteli yarım asır oldu Belmonte.” Masasındaki Ford Mustang marka bir araba minyatürü ve The Beatles konserlerinden birinde çekilmiş bir fotoğraf çerçevesi vardı. Bunları Londra’ya gitmeden yıllar önce de görmüştü ve Belmonte’nin anılarına değer verdiğini görebiliyordu. Yaşlı adam gençlik hatıralarını yanında taşımaktan hoşnut, kendisine müzede sergilenmesi gereken bir antika gibi davranan Mike’a gülümseyerek “Yaşlılar anılarıyla yaşar evlat.” dedi. “Benim yaşıma geldiğinde anlayabileceğin şeyler için bugününü ziyan etmene gerek yok, sana darılmadım.” Belmonte henüz yarı yaşında bile olmayan Mike’a hoşgörüyle bakıp hâlâ dinç göründüğünü düşündü. Bu konuda Bay Rutherford’un hakkını vermeliydi. Çünkü kendi adayları fiziksel anlamda onun kadar kuvvetli sayılmazdı. Bir kadın olmasına rağmen Susanne Fisher, Joseph Anderson’dan daha kuvvetliydi. Richard Bishop ise daha sağlam bağlantılar kurmakla meşguldü. Fakat yine de Richard’ın fiziksel olarak Susanne karşısında Joseph’ten daha çok şansı olduğu kesindi. Onları Mike ile kıyaslayamıyordu bile. “AYP’nin personeli hakkında bakman gereken evraklar varmış. Tyler bütün gün kafa ütüledi. Bunlara baksan iyi olur.” Yeri geldiğinde kardeşinin Belmonte ile ters gitmesini yadırgayan Mike, Tyler’ın bu yaşlı adamla uğraşmakta ne bulduğunu merak ediyordu. Bu konuda ona az kızmıyor değildi ama Tyler biraz daha böyle davranmaya devam ederse kulaklarını çekmesi gerekecekti. Çünkü söz konusu kişi Belmonte’ydi. Kendilerine en az Bay Rutherford kadar yakın olan adam… Belmonte’nin verdiği kâğıtlara bakan Mike herkes için ayrı ayrı tutulmuş raporlar olduğunu fark etti. Neden bu kadar detaylı kayıtlar tutulduğunu da anlamamıştı. Mike’ın sorularını geçiştirmek için “Sen onlara bakarsın evlat, ben de birazdan ekibinle bir görüşme yapacağım. Belki sonra sen de bize katılırsın.” diyen Bay Belmonte ofisinden ayrılarak Mike’ı tek başına bıraktı. “Bu da neydi böyle?” Bay Belmonte’nin ani gidişine anlam veremeyen Mike onun kendisine verdiği kâğıtları karıştırdı. Altın Yıldız Projesi için şu an toplantıda bulunan personellerle ilgili yazılanları okudukça, yukarı doğru kalkan kaşları güçlükle eski haline gelebildi. Proje özünde çok fazla hedefi barındıran temeli sağlam bir çalışmaydı. Ancak yaşanan bir takım kötü hadiseler yüzünden ilk çalışanlarının neredeyse çoğu kaybedilmişti. AYP’nin eski liderlerinin de bu ölümlerden sonra herhangi bir başarılı icraatı olmadığı aşikârdı. Bay Rutherford’un yıkılmaya yüz tutmuş bir projeyi ayağa kaldırması için kendisini çağırmasına şaşmamalıydı. Eğer gelmeseydi çöpe gidecek değerli bir çalışma olan bu projenin kurtarılması konusunda kendisine güveniyordu. Mike şu anki çalışanlardan emin değildi ama hiç şüphesiz ölen arkeologların hepsi projenin bel kemiğini oluşturan kişilerdi. Şimdi yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılan proje tekrar eski parlak günlerine döner miydi bilinmez ancak önceki çalışanların eksikliğini gidermek için yeni personeller alınmıştı. Normalde CTA bünyesinde yürütülen çalışmalara alınacak personeller için dünya çapında bir araştırma yapılır ve akademik referanslarına göre uygun görülen kişilerle iletişime geçilirdi. CTA’nın personel alma prosedürü düşünülünce AYP gibi bir projeye kabul edilmek kolay olmasa gerekti. Çalışanlarla ilgili her detayı inceleyen Mike, biraz sonra Bay Belmonte’nin geri gelmesiyle, “Sanırım beni bekliyorlar.” dedi. Onu onaylayan Belmonte toplantı salonunu tarif ederek koltuğuna oturdu. Bay Rutherford’un Mike’ı çağırarak ekiptekileri kontrol altına alacağına emindi. Eğer patronunun tek amacı projeyi kurtarmak olsaydı bunu rahatlıkla başarabilecekti kuşkusuz, fakat maalesef bilim şu an uğraşmaları gereken en son konu bile değildi. Üstelik daha önce arkeologların ölümüyle sonuçlanan ciddi bir sabotajın varlığından kuşkulanırken yapabilecekleri en doğru şey, buna sebep olanları bulabilmekti ancak. “Kader…” diye düşündü yaşlı adam. İki ucu da sivri, keskin bir bıçak gibiydi. SFPD ve FBI ölümlerini aydınlatamadığı genç arkeologların davasını araştırmayı bırakalı çok oluyordu. Üstelik arkeologların ölümleriyle sonuçlanan bu olay sadece projedeki kişileri etkilememişti. Farklı işlerde çalışarak hem ailesini geçindirip hem de okumaya çalışan birkaç genç de hayatını kaybetmişti. Bazıları sıradan hayatları olan birkaç işçi, bazıları da ölseler bile kimsenin hatırlamayacağı birkaç taşralı ve hayatını bilime adayan genç arkeologlar; kaderin ördüğü ağlarla, hayatlarının kesiştiği tek bir noktada kaybolmuşlardı. Sonra koparıldıkları hayatın ardından yaslarını tutan insanlara, bir mezarları dahi olmadığı söylenmişti. Onlar da diğer her insan kadar önemliydi ve hepsinin hayatı değerliydi. Ancak onlar için sağlanamayan adalet yıllar sonra Kanada’nın en zengin aileleri arasında yer alan ve çokuluslu şirketlere sahip dünyaca ünlü S&R Holding’in kayıp kızlarının bulunmasıyla sağlanacaktı. Eğer Bay Rutherford araştırmalarında başarılı olursa çocuklarının akıbetini öğrenebilir ve böylece artık neredeyse unutulan bir davanın kurbanları için de beklenen adalet sağlanabilirdi. Belmonte yaşananları düşündükçe içinde bir sızı hissediyordu. Genç yaşta ölen arkeologlar neyin peşindeydi de acılı bir katliamın kurbanı olmuşlardı? Üstelik neyi bulmaya çalışıyorlardı da bunun gün yüzüne çıkmasını istemeyen birtakım insanlar tarafından ortadan kaldırılmak istenmişlerdi? Peki ya Rutherfordlar bu olayın neresinde kalıyordu? Kızlar ailece gittikleri bir festivalde görmemeleri gereken bir şey mi görmüşlerdi de birilerinden kaçmışlardı, yoksa onlar da genç arkeologlar gibi acılı bir ölümün pençesinde mi can vermişlerdi? Bu soruların cevabını şimdiye kadar kimse öğrenememişti fakat şimdi yaşananların açığa çıkması için ellerinde bir şansları varken bunu iyi değerlendirebilmeliydiler. Bay Rutherford’u ve onun yıllarca çocuklarının nerede olduğunu bilmeden yaşadığı acıları düşündü. Hiçbir insan çocuklarının hayatlarından endişe ederek yaşamak zorunda kalmamalıydı. Hayattalar mı, iyiler mi diye düşünerek çocukları için acı çeken güçlü bir adamın günden güne eriyişine tanıklık ediyordu yıllardır. Bay Rutherford gibi ailesine düşkün ve onlardan başka bir şey düşünmeyen dürüst ve şerefli bir adamın bunları yaşaması haksızlıktı. Konu eğer o canileri ortaya çıkarmaksa kendisi bile bilimi ikinci plana atabilirdi. Eğer hayattaysalar Bay Rutherford’un çocuklarını ve cesetleri bulunamadığı için akıbeti bilinmeyen genç arkeologları ya da diğer insanları bulmak öncelik haline gelmeliydi. Yıllar içinde edindiği tecrübe ve bazen içinden gelen bir hissiyat, bu olayın düğüm düğüm birbirine dolandığını ve bunların arkasındaki kişileri öyle kolayca bulamayacaklarını söylüyordu. Eğer Bay Rutherford’un söylediği gibi her şey arkeologlara bağlıysa o zaman onların daha önce ne üzerinde çalıştıklarını ve neler bulduklarını öğrenmek gerekiyordu. Tahminleri eğer gerçekse zaten arkeologlar buldukları şeyler yüzünden hayatta değildi. Önce bu konu aydınlatılırsa nereye bakmaları gerektiğini bilirler ve ona göre iz sürerlerdi. Mike’ın bu konuda şimdilik bir şey bilmemesi belki de bunu daha kolay öğrenmelerine yardımcı olurdu. Araştırmalarına başlamadan önce bilmediği her detayı irdelemek gibi bir huyu vardı çünkü. Bu olayın arkasındakiler kendilerini arayanlardan kolaylıkla saklanabilirdi ama korudukları her neyse arkeologları ölüme götürenle Bay Rutherford’un çocuklarının kaybolmasına sebep olanlar aynı şeylerdi. Eğer kapandığını sandıkları konular hakkında birilerinin tekrardan sorular sormaya başladığını öğrenirlerse bir kez daha saldıracakları muhtemeldi. Bay Rutherford gibi zeki bir adamın masum insanları onların önüne yem diye atmayacağına emindi. Onun Mike konusunda bazı planları olduğu da açıktı yoksa Mike’ı Londra’dan getirtmezdi. Ancak acılı bir babanın çocuklarını yeniden görebilmek için yapabileceklerinin bir sınırı var mıydı, bunu bilemiyordu. Bay Rutherford’un, kızları söz konusu olduğunda onlara zarar verecek kişilere neler yapabileceğini hayal dahi edemezdi. İnsanlar canları yandığında böyle gaddarlaşabiliyorlardı demek ki. Yaşlı adam az önce Mike’ın üzerinden yarım asır geçtiğini söylediği Ford Mustang marka minyatür arabayı eline aldı. Küçük oğlunu kaybettiğinde, oğlunun elindeki tek şey o sırada oynadığı Ford Mustang minyatür arabasıydı ve elinde olsaydı oğlunu hayattan koparan serseriyi kendi elleriyle öldürürdü. Küçük oğlunu düşünmediği tek bir an bile yoktu fakat en azından kendisi küçük Justin’in öldüğünü biliyordu ve onu ziyaret edebileceği bir mezarı vardı. Bay Rutherford’un şu ana kadar böyle bir şansı olmamıştı. Yalnızca kızlarının yaşadığı inancına tutunarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Onun için en azından bunu yapabileceğini düşündü yaşlı adam. Çünkü Justin’in katilini aradığı yıllar boyunca kendisi de bir bilinmezin içinde kalmıştı ve Bay Rutherford olmasaydı aradığı katil asla hapse girmezdi. Justin’in ölümünden sonra katilinin yaşamaması gerektiğini düşündüğü zamanlarda bile Rutherford onun bir yanlışa düşmesini engellemeyi başarmıştı ve bu yüzden kendisi de Bay Rutherford’un önünde bir set gibi durarak aynı şeyi yapacaktı. Katilleri bulmak için de önlerindeki engelleri kaldırmaya hazırdı. Çünkü Bay Rutherford’un kızları kadar genç arkeologlar da bir adaleti hak ediyordu. Hiçbirinin boşu boşuna ölmesine göz yumamazdı. Ölümlerinin neyi sakladığını, neleri açığa çıkaracağını kendisi de en az Bay Rutherford kadar öğrenmek istiyordu ve bunu başaracaklardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD