2. Bölüm / 1 Ay Sonra ADANA

2852 Words
2 Vedat 1 Ay Sonra Adana Zavallı kardeşimi öldürenlerden intikamımı elbette alacağım. Meral’in tek suçu kocasını sevmekti. Ama Uygur ailesi benim kardeşimi infaz etti. Dürüstçe bunu kabul etmek yerine şerefsizlik yapıp sonuna kadar inkar ettiler. Bir de çok lazımmış gibi kan davasına iş dönmesin diye o burnu havada kızlarını başıma attılar. Ama hepsini pişman edeceğim. Sadece kanıta ihtiyacım var, küçükte olsa bir kanıt bulabilsem gözlerinin yaşına bakmadan Uygur soyunu kurutana kadar içim soğumayacak. Elazığ’daki Halamın oğlu Rüzgar’ın aradığını görünce büyük deri koltukta geriye doğru yaslanıp telefonu kulağıma dayadım. “Alo,” dedim. “Nasılsın Vedat?” “İyi diyelim iyi olsun. Sen nasılsın?” “Meral için aradım. Olanları duydum, çok üzüldüm. Başınız sağ olsun.” “Dostlar sağ olsun.” “Katil bulunamamış dediler. Eğer yardım edeceğim bir konu olursa çekinme. Avukatlığını üstlenmeye hazırım.” “Bu saatten sonta adaletle, avukatla, hakla hukukla işim olmaz Rüzgar. Cana can… Kısasa Kısas… Bunu gayet iyi biliyorsun. Yapanların cezasını kendi elimle keseceğim.” Sinirden dişlerimi sıkmıştım. “Başını belaya sokma derim. Adalet elbet tecelli edecektir.” “Sonra? Kardeşim aramıza dönebilecek mi? Onlar hapiste sefa sürerken senin kuzenin toprak olacak… Adalet bu mu?” Rüzgar susmuştu. Ben de bu sessizlikten sonra telefonu kapatıp masaya bıraktım. Bu noktadan sonra bana kimse engel olamaz. Babam bile… Hana adamlarım girdi. Ellerinde de istediğim o paket vardı. Paketi önüme attılar. Sonra ağzını açtılar. “Benden ne istersin Vedat ağam,” diyordu önüme düşen pislik. Koltuğumdan kalkıp onun pis ağzına tekmeyi gömdüm. Bir de utanmadan bana hesap mı soruyordu? Adamın ağzı kan içinde kalmış halde yere savrulurken acıyla bağırdı. Bir dişi de ayağımın önüne yuvarlandı. “Sen ne yaptığını gayet iyi biliyorsun pezevenk! Bu sana sadece küçük bir uyarıydı. Eğer yine aynı şeyi yaptığını görür ya da duyarsam kendi mezarını kazar canlı canlı içine girersin! Bilmiş ol!” Adam başını hızla salladı. “Yapmam ağam, tövbeler olsun.” Sesi telaşlı ve korku doluydu. “Götürün bu iti atın çöplüğe!” “Emredersin ağam.” Adamlarım adamı paketleyip götürürken geriye yaslandım. Sinirden başım çatlamak üzereydi. Pezevenk hem çocuklara esrar satıyordu hem de safa yatıyordu. Benim bölgemde kimse çocukları zehirleyemez! Topuk sesleri koridordan gelirken kimin olduğunu tahmin etmek zor değildi. Sesler yaklaşırken parmaklarımı masaya ritmik vurmaya başladım. “Patroncum,” dedi dudaklarını büzerek. Sarı saçlarını omzundan yana vererek masanın ucuna oturup bacak bacak üstüne attı. “Gergin görünüyorsun.” “Ve şu an beni daha çok geriyorsun Deren. Neden geldin?” Deren yeşil lens takılmış iri gözlerini gözlerime dikerek “Adamlarını gördüm de, bana ihtiyacın olabileceğini düşündüm. Yanılıyor muyum?” dedi ağzını yayarak. “Yanılıyorsun Deren. Benim kimseye ihtiyacım yok! İşinin başına dön.” Deren masadan inerken yüzü asılmıştı. Deren çıkarken kapıda görmeyi hiç istemediğim, yüzünü görmeye dahi katlanamadığım o kadını gördüm. Deren’e dikkatle baktığını fark ettim. “Buyrun nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu Deren. “Siz bana yardımcı olamazsınız. Ama patronunuz olabilir!” Deren bana baktı. Ona çık dercesine kaşımla işaret verdim. Deren odadan çıkıp gittiğinde Gülay kapıyı kapatıp içeri girdi. Onunla dört duvar arasında yalnız olmak içimi sıkıyordu. Çünkü Meral’in intikamını Uygur soyadını taşıyan herkesten almak istiyordum. Bu müstakbel karım bile olsa… “Ne işin var burada?” “Konuşmaya geldim.” “İyi konuş.” Bana sormadan masanın önündeki iki koltuktan sağdakine geçip oturdu. Çantasından bir çek çıkardı. Karamel gözlerini gözlerime dikerek “Seninle evlenmek istemediğimi ve seninde benimle evlenmek istemediğini biliyoruz. Ben de o yüzden bir teklifle geldim,” dedi yüksek bir özgüvenle. Benimle pazarlık edebileceğini sanıyordu. “Devam et,” dedim düz bir sesle. “Bana bedeninden başka ne sunabilirsin ki?” Çeki masanın üstüne bıraktı. “Meral için kan parası getirdim. Bunu al ve mesele kapansın. Bedenimden başka sunabileceğim bir şey varmış demek ki!” “Kan parası, tabii ya ben bunu niye düşünemedim ki,” dedim ona bir böcekmiş gibi bakarken. Çeki masadan aldım. Yazdığı mevlaya baktım. “Benim kardeşimin canının karşılığı bu mu? 1 milyon mu?” “Evet, biliyorum yeterli değil. Ama bankada olan tüm param bu kadar. Eğer daha fazlasını istiyorsan çalışır veririm. Gider kredi çekerim. Ailemden isterim. Bir şekilde istediğin parayı denkleştiririm.” O çeki alıp avucumda yumru haline getirdim. Öfkeyle ayağa kalktım. Sert ve ağır adımlarla masanın etrafını turlayıp Gülay’ın tam önünde durdum. Sandalyenin iki kolluğuna ellerimi dayayıp onun gözlerinin hizasında durdum. İyice anlamasını istiyordum. Benimle böyle pazarlık yapamayacağını, istediği gibi ofisime gelip gidemeyeceğini idrak etmeliydi. “Benim Uygur köpeklerinin iki kuruşuna ihtiyacım mı var ha!” diye bağırdım. Sandalye de adeta küçülmüştü. Gözleri korkuyla titreşirken “Ama,” dedi ve sustu. Avucumda sıktığım kağıt yumrusunu Gülay’ın çenesini tutarak “Aç ağzını aç!” diye bağırdım. Gülay açmamak için diretince o kağıdı zorla ağzına tıkıştırdım. “Bir daha karşıma çıktığında bunu hatırla müstakbel karıcığım!” Gülay’ın sandalyesini itip bileğini tuttum. Bırakırsam sırt üstü düşecekti. Bıraktım. Yere sandalyeyle birlikte kapaklanırken tıpkı bu şekilde tüm Uygurları böcek gibi yerde sürünürken görmek istiyordum. Birini değil, katil ortaya çıkıp suçunu kabul edene kadar en masumu bile acı çekecekti. Gülay korkuyla yüzüme baktı. Ağzındaki kağıtları tükürürken gözümde bir paçavradan farkı yoktu. Deren elinde çay tepsisiyle içeri girdiğinde şaşkınlıkla yerdekine baktı. Deren tepsideki çayları masaya bırakırken sorarcasına gözlerime bakıyordu. İki kadını da aydınlatmak için “Müstakbel karımla tanış Deren,” dedim. Deren’in yüzü asıldı. Gülay ise kendi çabasıyla ayağa kalktı. Deren’in yanına gidip kolumu beline doladım. Deren’i dudaklarından Gülay’ın gözlerinin önünde öpüp “Ve sen de metresimle tanış Gülay,” dedim. İki kadın bana bakarken ben ise umursamazca koltuğuma geri döndüm. Deren biraz şaşkın biraz da mutlu görünüyordu. Onu ilk defa sıfata uygun bulmuştum. Metres olmak bile hoşuna gitmişe benziyordu. “Çayları tazele Deren.” Deren çayları alıp giderken Gülay öfkeli karamel gözlerini gözlerime dikmişti. “Senin bu yaptığına şerefsizlik denir!” “Bak! O küçük dilinle vedalaşmak istemiyorsan karşında Vedat Beyzade olduğunu unutma! Bir daha bana hakaret içeren bir cümle kurarsan sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın.” Gülay yumruklarını sıktı. Çekmeceden kredi kartımı çıkarıp masaya koydum. “Bu kart artık senin, düğün için ne lazımsa çekinmeden al. Beyzade’lere gelin olacaksın kıymetini bil.” Kartı aldı masadan ve yere bıraktı. Topuğuyla kartı ezerken adeta gözleriyle bana küfrediyordu. “Ben sana ne dedim!” “Hakaret içeren bir cümle mi kurdum?” dedi alaycı bir tınıyla. Yumruğumu masaya indirdim. Çene kaslarım sıkılmaktan patlayacak hale gelmişti. Kendini zeki sanıyordu ama tehlikeli sularda yüzdüğünün farkında bile değildi. “Evlenene kadar asilik yapmaya devam et bakalım. Düğünden sonra bakalım gözlerini yerden kaldırıp yüzüme bakmaya cesaret edebilecek misin!” Gülay çantasını alıp “O düğün asla olmayacak!” dedi. “Abinin, babanın, hatta Ahmet amcanla kuzenin Melik Şah’ın cenazesinde seni ağlarken hayal ettim de… Haklısın. Babamı siktir edip Uygur katliamı yapmam en doğrusu!” Gülay’ın çantası elinden pat diye düşerken gözleri hızla dolup “Yapamazsın…” dedi çatallaşan sesiyle. “Ben daha iki hafta önce koskoca Uygur yalısını basmadım mı? Şu kapısında güvenlik olan, Türkiye’nin en zengin iş adamları arasında gösterilen Ahmet Uygur’un yalısını adamlarımla doldurmadım mı? Zavallı abinin canını nerdeyse almıyor muydum? Sen hala kim olduğumu anlamadın mı? İnsan evleneceği adamı biraz olsun araştırır değil mi?” Karşımda yaprak gibi sallanıyordu. O sessizce titrerken “Bak şu kapıdan çıktığında sokakta gördüğün çocuğa bile sorsan beni sana anlatır. Ne denli merhametsiz olduğumu tahmin bile edemezsin. O yüzden karşımda pazarlık malı olduğuna bakmadan şuracıkta canını alırım. Duydun mu?” dedim sakin ama sert bir tonda. Gülay başını salladı. “Duydum,” dedi fısıltıyla. “Şimdi o ezdiğin kartı yerden al. Dilinle silip çantana koy!” Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. “Yapamam.” “Zorla mı yaptırayım? Sert mi seviyorsun? Bu yüzden mi böyle asilik ediyorsun?” Başını iki yana salladı. Kartı eğilip yerden aldı. O küçük dilini karta değdirdiği anda midesi bulanmış gibi yüzünü ekşitti. Aynı zamanda gözyaşları yanaklarından sicim gibi akmaya başlamıştı. Zavallı bu daha başlangıçtı. Benim karım olduğunda ayakkabımın altını yalasa bile nafile. Uygur soyundan olan kimseye asla acımayacağım! Gülay kartı iyice temizleyip çantasına koyarken öğürmeye başladı. Adeta koşarcasına ofisten çıkıp verenda da ağacın yanındaki çöpe kusmaya başladı. Ağzını elinin tersiyle silerken aralık kapıdan bana nefretle baktı. Öyle ki mümkün olsa beni gözleriyle öldürebilirdi. Kısa bir bakışmanın altından elinin tersiyle ağzını silip yere tükürdü. Bu sanki bana yapılmış bir hareket, bir tehdit gibiydi. Birinin mezarına öfkeyle tükürürsün ya aynen öyle… Onun imasını anlamıştım. Ama kim kimin mezarına tükürecek bunu ancak zaman gösterecek. *** Gülay gittikten bir süre sonra Deren taze çaylarla geri geldi. Onun çıktığını görmemiş olamaz. “Demek evleniyorsun,” dedi çayımı önüme koyarken. “Bildiğin şeyleri mi konuşmaya geldin?” Diğer çayı kendi önüne koyup yudumladı. “Bir gün evleneceğine hiç ihtimal vermezdim. Hele de böyle sıradan bir kadınla,” dedi kıskançlık dolu bir sesle. “Sadede gel Deren.” “Evlensen bile benden vazgeçmeyecek misin gerçekten?” Deren’e göz ucuyla bakıp çayımdan bir yudum aldım. “Metresim olmaktan gocunmayacaksan benim için sıkıntı yok.” “Sen beni bırakma, ben senin için her şeye razı olurum.” “İyi. O halde gece güzel giyin. Ziyaretine geleceğim.” Deren’in gözleri ışıldadı. “Emredersin patron.” Kalçalarını sallaya sallaya ofisten çıkarken ben de boş gözlerle Deren’e baktım. Ne kadar acınasıydı kadınlar… Para için beş dakikalık zevk için sınır tanımaz hale gelebiliyorlardı. Hepsi aynıydı. Telefonum çalmaya başladığında dikkatimi toparladım. Arayan babamdı. “Alo, evladım. Akşama eve gel. Konuşacağız.” “Ne hakkında?” “Gülay kızı düğün öncesi biraz kızdırmışsın. Kapıma dayandı. Olanları anlattı. Akşam gel hep birlikte yemek yer kızın gönlünü alırız.” “Uğraşamam baba.” Babamın sesi aniden sertleşti. “Evladım! Sana gel dediysem geleceksin!” Sinirle gözlerimi kapattım. “Tamam!” dedim. Telefonu fırlattım duvara. Bundan nefret ediyordum. Emir almaktan… Babam bile olsa emir kipiyle konuşan dengem bozuluyordu. Ahizeye bastım. Deren’e “Yeni telefon getir,” dedim. Bu ilk parçaladığım telefon değildi. Sonda olmayacaktı. Gülay… Ahh Gülay… Senin suyun şimdiden ısınmaya başladı. Uygur dölü değil misin sen de aynısın. Kancık… Kaltaksın. Sefasını sür şimdi. Bakalım düğünden sonra o ağzını açıp tek kelime etmeye cesaretin olacak mı! *** Akşam yemeğine gitmek istemediğim halde muhterem Fırat ağanın zoruyla yola koyulmuştum. Ama bu Gülay’ın yanına kalmaz. İspiyonlamak neymiş ona göstereceğim. Kapıyı anahtarımla açıp içeri girdim. Hizmetlilerin gereksiz karşılamalarını çekecek durumda değildim. Büyük salona girdiğimde muhterem Gülay ile karşılıklı oturmuş sohbet ediyordu. “Benim zamanımda böyle miydi azizem, saygı vardı. Hürmet ederdik büyüklerimize… Şimdi ki nesil zıvanadan çıkmış, ne hadlerini bilirler ne de hürmet etmeyi.” Gülay beni fark etmeden “Oğlunuzda pek farklı değil Fırat Bey. Özellikle bana bugün yaptıklarından sonra kesinlikle tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum,” dedi. Sert bir şekilde “Öyle mi?” dediğimde Gülay korkuyla irkildi. Gülay ağzını açıp cevap veremezken “Geç otur evladım. Ev ahalisi gelmeden şöyle baş başa konuşalım,” dedi. “Dinliyorum.” Babam kaşlarını çatıp “Bugün Gülay kızımla nahoş şeyler yaşamışsınız. Kardeşinin ölümü benim içinde kolay değil ama Gülay’ın bunda bir suçu var mı?” diye sordu. “Uygur soyundan olması ondan nefret etmem için yeterli bir sebep.” Babam parmağını bana doğru sallayarak “Bir daha Gülay’ı üzdüğünü duymayacağım! Bizim ailemizin saygınlığını bozmayacaksın! O senin karın olacak, gereken özeni göstermek zorundasın! Sekreterinin önünde ya da başkasının yanında bir daha küçük düşürmeyeceksin!” dedi sert bir şekilde. Gülay araya girip “Sekreteri değil metresi,” diye babamı düzeltti. Babam bu defa bunun için de bana çıkışıp “O kadınla münasebetini derhal kesip Beyzade Han’ından göndereceksin! Metres falan bizim ailemize yakışıyor mu hiç?” dedi. Babama kızgınlıkla baktım. “Hayatıma bu kadar karışmaya hakkın yok! Bu kadın mı bana kadınlık yapacak? Baksana şuna, elinde olsa beni gözleriyle öldürecek!” “Bu evlilik bir oyun değil! Söz ağızdan bir kere çıktı! Gülay senin karın olacak! Bunu aklına iyice kazı!” Sinirle dudağımı kemirdim. Karım olacakmış, asıl kölem olacak haberi yok. “Benim de sözüm söz! Başka diyeceğiniz yoksa ben gidiyorum!” “Yemek yemeden nereye?” “Dışarda yerim.” Babam beni şaşırtıp “İyi Gülay ile birlikte yemeğe gidin, arayı düzeltmeden gözüme görünmeyin,” dedi. Cidden mi? Gülay panikle “Hiç gerek yok. Ben böyle iyiyim,” diye itiraz edince Gülay’a doğru yürüdüm. Koltukta huzursuzca oturan kadının elini tutup “Babam madem böyle uygun gördü: Hadi gidiyoruz,” dedim kibar olmaya gayret ederek. Gülay elini tutan elime endişeyle bakınca haksız sayılmazdı. Çünkü o tuttuğum eli sıkarak tüm kemiklerini paramparça etmek istiyordum. Gülay ayağa kalkıp elini ateşe dokunmuş gibi elimden çekti. “Dinlediğiniz için teşekkür ederim Fırat Bey, müsaadenizle.” Muhterem durumdan memnun bir edayla “Müsaade sizin,” diyerek ayağa kalktı. “Kahya! Çocukları geçir!” Kahya koşarak salona geldi. Bize kapıya kadar eşlik etti. Kapıdan çıktığımız anda Gülay hızlı adımlarla önden gitmeye başladı. Adeta benden kaçıyordu. Kendi arabasına binecekken birkaç uzun adımda onu belinden yakaladım. Elimi ince belinde okşarcasına gezdirip “Ne bu acele müstakbel karıcığım, yoksa benden kaçıyor musun?” diye sordum kulağının hizasına gelip fısıldayarak. Onu saran kolumdan kurtulmaya çalıştıkça bu sadece beni eğlendiriyordu. O küçük bedeniyle benimle başa çıkabileceğini mi sanıyordu? Aptal. Hem de kendini akıllı sanan bir aptal. “Bırak beni!” Gülay’ı arabasının kapısına yaslayıp yüzüne doğru eğildim. “Neden bırakacakmışım? Korkak gibi hemen arabana binip kaç diye mi?” Madem ona iyi davranayım diye babama kadar geldi. Ona istemediği kadar iyi davranacağım. Bakalım bu defa ne yapacak Uygur dölü. “Ben korkak değilim!” “İyi madem korkak değilsin beni takip et!” Gülay’dan uzaklaşıp önden yürümeye başladım. Gelip gelmediğini kontrol etmeme gerek yoktu. Biraz aklı varsa bu fırsattan istifade ederek kaçar gider. Ama deli cesareti olduğuna eminim. Ve yanılmadığımı arkamdan gelen topuk sesleriyle anlamıştım. Arabama bindiğimde Gülay’da gelip sert bir ifadeyle yan koltuğa oturdu. Onu şimdi alıp götürsem ve yüksek bir yerden itsem, kim bana ne diyebilir ki? Ödeşmiş olmaz mıyız? Ama benim derdim ödeşmek değil. Uygur soyunu bitirmek! Gülay ile birlikte nereye gidebilirim diye düşünürken aklıma gelen yerle gaza yüklendim. Oturup onunla romantik yemek yiyecek değildim. Zaten romantik olmak benim tabiatımda yok. Saate baktım. Gecikmiş sayılmazdım. Eski bir fabrikanın önünde durduğumda Gülay etrafa bakındı. Birçok araba vardı ama ortam çok sessiz ve terk edilmiş gibi bir hava vardı. Arabadan inmeden önce “Beni nereye getirdin böyle? Öldürmek için daha iyi seçenekler biliyorum,” dedi alaycı bir tınıyla. Arabadan inip onun kapısına kadar yürüdüm. Kapısını açıp emniyet kemerini çözerken nefesi ensemi okşamış ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Kemeri çözüp öfkeyle kolundan tutup çektim. Sendeleyip bana çarptığında “Seni öldürmek istesem emin ol çoktan adın nüfusta ölü olarak geçerdi. Ama yine de şansını zorlama,” dedim keskin bakışlarımı ona çevirerek. Gülay’ın bileğinden tutup peşimden çektim. “Nasıl bir yere getirdin beni?” diye sormaya devam ediyordu. “Görürsün şimdi.” Kapıları geçince içerdeki gizli bölmeden girdik. O kapıyı açınca kapıda iki adam bizi karşıladı. “Hoşgeldiniz Vedat Bey,” diyen adama döndüm. “Hanım efendi bensiz bu kapıdan çıkmayacak. Ona benim yerimi gösterin oradan seyretsin.” “Emriniz olur.” Gülay şaşkın bakışlarla “Ben hiç bir yere gitmiyorum!” dedi. “Sona fikrini sordum mu? Haa şehre kadar yürümek istersen şimdi çıkabilirsin.” Gülay dişlerini sıktı. “Allah’ın cezası,” diye mırıldansa da duymuştum. Gülay adamla giderken bende kafeslere doğru yürüdüm. Üstümdeki siyah gömleği çıkarıp attım. Kafesin içine girdiğimde karşımda oldukça iri kıyım bir adam vardı. Kendi yerime bakınca Gülay’ı bana bakarken gördüm. “Ooo Vedat, bu ne şeref!” “Birazdan konuşacak halin kalmayacak Sado, keyfini çıkar.” Sado sinirle üstüme gelirken yumruğu boşa çıktı. Kendimi yana verip karnına dizimi eş zamanlı geçirdim. Ondan sonrası çok hızlı olmuştu. Sado’yu devirmem en fazla beş dakika mı almıştı. Sado’yu adamlar kafesten çıkarırken iki direk dansçısı içeri girip kazandığımı duyurdular. Ödül olarakta ikisi birden benimle ilgilenmeye başladı. Sarışın olan kalçalarını erkekliğime sürterken esmer olan arkadan sarılmış göğüslerimi okşuyordu. Tüm bunlar olurken ben sadece Gülay’a bakıyordum. Nasıl bir evlilik hayatı olacağını bu gece çok daha iyi anlamıştır diye umdum. Onun gözlerine bakarak kucak dansı yapan kadının kalçalarında elimi gezdirdim. Sonra sertçe tokatladığımda seyirciler beni alkışlamaya başladı. Arkamdaki kadın beni öpmeye yeltendiğinde tiksinerek başımı geriye çektim. “Sınırı aşma,” dedim. Kadın sütyenlerini birden çıkarıp kafesten dışarı fırlattı. Orta yaşlı adam sütyeni koklayıp “Ben kaptım yavrum,” diye bağırdı. Genç kadın ellerimi tutup göğüslerine koyduğunda onları yoğurmaya başladım. Ben yoğurdukça kadın zevk alır gibi sesler çıkarmaya başlamıştı. Diğeri pantolonumun üstünden erkekliğimi okşuyordu. Normalde daha fazlasına izin vermezdim ama Gülay görsün diye bana yapacakları çoğu şeye izin verebilirdim. Kadın pantolonumun içine elini daldırdı. Sertleşmiş erkekliğimi dışarı çıkardığında alkışlar artmıştı. Önümde eğilip ağzına aldığında Gülay iğrenerek bana bakıyordu. Kadınların yüzüne boşalana kadar onları durdurmadım. Toparlanıp kafesten çıktığımda gömleğimi verdi görevli. Hızla toparlanıp Gülay’ı getirmelerini söyledim. Dışarı çıkıp sigaramı içerken Gülay’ın geldiğini gördüm. Tek kelime etmeden geçip arabaya bindi. Sigarayı yere atıp söndürdüm. Arabaya bindiğimde adeta gözlerinden fışkıran nefreti atmosferi boğuk hale getirmişti. “Ne oldu?” dedim alayla. “İğrenç bir pisliksin!” “Sana kötü mü davrandım? Eğer öyleyse git babama yine şikayet et. Hiç durma!” Gülay dişlerini bir müddet sıktı. “Şovunu yaptın. Bana ne kanıtladın? Güçlü olduğunu mu? Yoksa milletin içinde kadınları düzen bir puşt olduğunu mu?” dedi öfkeyle. Sinirle direksiyonu kavradım. Tek kelime etmeden gaza yüklendim. Hızdan korkmuyordu, bunu anlamıştım. Bana hakaret etmekten de çekinmiyordu bunu da anlamıştım. Muhterem babamı kızdırmamak için Gülay’a karşı sessizliğimi korudum. Onu kapısının önüne getirdiğimde kapısını açıp çıktıktan sonra kapıyı sertçe çarparak kapattı. Aslında o kapıyı vururken öfkesi banaydı. Bu ise hiç umurumda değildi. Evleneceği adamı görüp tanıması en iyisiydi. Benden beklentisi olmaması gerektiğini artık anlamıştır. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD