3. Bölüm

1803 Words
3- Gülay Piç kurusu! Umurumda mısın sanki? Beni bu şekilde üzebileceğini mi sanıyor! Beyni kaslaşmış aygır… Düşünmekten aciz göt herif! Kızmıştım hem de çok. Bu yaptığı şey mide bulandırıcıydı. Ama izledim hem de her anını. Unutmamak için, onun nasıl bir yaratık olduğunu aklıma iyice kazımak için… Gün gelir de bana muhtaç olursa bugünü hatırlayıp tüm kapılarımı yüzüne kapatmak için yaptığı bu rezilliği seyrettim. Sabaha kadar bana yaşattığı bu utancı düşünüp sinirden elim ayağım titredi. Doğru düzgün uyuyamadım bile. Kader abla kapımı tıklatıp “Kahvaltı hazır Gülay’cım,” dediğinde yatakta uyuma savaşı vermektense ‘çok sevgili ailemle’ pazar kahvaltısı yapmak için yataktan çıktım. “Duş alıp geliyorum Kader abla.” Kader abla eskiden dedemin yanında çalışırmış. Dedem ölünce babam dedemin konağına yerleşip eski düzeni devam ettirmiş. Kader abla da o günden beri konakta çalışmaya devam etmiş. Duşa girdiğimde su üstümden akarken Vedat’ın da hayatımdan vücudumdaki kir gibi akıp gitmesini istedim. Böyle rezil bir adamın karısı olmak ölmekten beterdi. Babam ile Zelal’in olduğu sofraya baktığımda bu hayattan fazla beklentim olmaması gerektiğini iyice anladım. Hayatımın belki de en güzel zaman dilimi Ahmet amcamın yanında kalıp onunla birlikte çalıştığım zamanlardı. O günlere dönmem artık mümkün değildi. Adana bana acıdan, kederden başka bir şey sunmamıştı. Ben buradan kaçtıkça kaderim sanki buraya bağlıymış gibi beni yine Adana’ya getirtmişti. Hem de olabilecek en kötü şekilde. Babam Fırat Bey’e evindeki eşyasından bahseder gibi “Hangisini istiyor?” diye sorduğunda ilk başta benle Zelal’den bahsettiğini anlamamıştım. “Gülay’ı almaya karar verdi.” Fırat Bey’in söylediği sözden kastını anlamamıştım. “Uygundur.” Babam hiç tereddüt etmeden onay vermişti. İki yaşlı kurtun konuşmasına dahil olup “Bölüyorum ama konuyu anlayamadım. Kim beni ne için istiyor?” diye sordum. Babam yüzüme bile bakmaya gerek duymadan sanki evin önündeki çoban köpeğinden bahseder gibi “Cihangir’in canına karşılık seni Vedat’a eş olarak verdim gitti!” dedi. Kaskatı kesilmiştim. Beynim işlevini yitirmişti. Nefesim kesilirken kendimi güçlükle toplayıp “Ne diyorsun baba? Bu nasıl bir saçmalık?” dedim ağlamaklı bir sesle. Babam öfkeyle bağırıp “Abin ölsün mü istiyorsun? Kan davasına mı dönsün mesele? İki aile birbirine düşman olursa hiçbirimiz sağ kalmayız! Ölürüz! Öldürürüz! Tüm bunların, kan davasının önüne geçmek için elimizdeki tek koz evlilik!” dediğinde kalbim korkuyla çarpmaya başladı. Abim kimseyi incitmez. Cihangir öyle biri değil, ben bundan eminken babam nasıl abim katilmiş gibi konuşabiliyordu? “Ama abim Meral’i öldürmedi ki, neyin kanı bu? Neyin davası? Vedat pisliği abimi kaçırdı! Hapsi boylamayacak mı?” Babam söylediklerimi umursamadı. “Sen onu bunu geç. Ailen için bu fedakarlığı yapıp yapamayacağını söyle!” diye sorduğunda çaresizce bir çıkış yolu aradım. Amcam beni severdi. O beni korur, abimi de korur kollar. “Amca, bir şey demeyecek misin? Cihangir’i bulurum, kimseyle evlenmene gerek yok demeyecek misin?” dedim ağlamamak için kendimle savaşırken. “Üzgünüm, baban haklı. Olay herkesi aştı. Tek çözümü o adamla evlenmen.” Amcam böyle dediğine göre Meral’in ölümünden abim mi sorumluydu? Ya gerçekten Beyzade ile Uygur savaşına dönerse bu iş ve herkesi öldürürlerse? Tek yol bu evlilik miydi?! “Peki, o katille evleneceğim.” Bunu dediğim anda kaderime boyun eğdiğimi iliklerime kadar hissetmiştim. Meral mi kurbandı yoksa ben mi? Babam ayakta dikilip onlara baktığımı görünce “Otur hadi, neden öyle bakıp duruyorsun?” diye sordu. “Dalmışım.” Beni buraya getiren o kara günden zaten çıkamamıştım ki. “Çay soğudu hadi otur.” Sandalyeyi çekip oturduğumda Zelal elindeki telefonu babama gösterip “Babacım bana bundan alır mısın?” dedi. “Bu neymiş ki?” “Atv diyorlar. Arazi de falan çok kullanışlı. Öyle pahalı da değil. 10 bin dolarcık.” “İyi, söyle kahyaya birlikte gider alırsınız.” Zelal sevinçle el çırpıp babamın yanaklarını öpünce ben önüme baktım. Hiçbir zaman beni ya da abimi böyle sevmemişti. Zelal’i ise başka seviyordu. “Eee dersler nasıl?” “İyi babacım. İstediğim bölümü kazanabileceğimi düşünüyorum.” “Aferin. Savcı olsan çok iyi olur. Bari arkamızı sağlama alırdık.” “Sen iste savcı da olurum hakimde.” Babam gülümseyip “Aslan kızım,” dedi. İkisinin muhabbetini dinlemek daha fazla canımı sıkmıştı. “Baba,” dediğimde isteksizce yüzüme baktı. “Hı,” dedi. “Vedat’ın bana yaptıklarından haberin var mı?” diye sordum. Yüzü asılmıştı. “O it sana ne yaparsa yapsın evlenmek zorunda olduğunu biliyorsun. Tabii ailenin katledilmesini istiyorsan kapı orada, seni zorla nikah masasına oturtacak değilim.” Ayağa kalktım. “Ben doydum. Size afiyet olsun.” Tek lokma dahi yemeden sofradan kalkmıştım. Zelal peşimden gelip “Bana anlat, ben dinlerim,” dedi. Ona mı derdimi anlatacaktım? Babamın gayri meşru kızına… Hiç sanmıyorum. “Gerek yok.” Odama girip kapımı sertçe kapattım. Abimi arayıp anlatamazdım. Bana yaptığı şeyleri anlatsam delirirdi. Ortalık karışırdı. O babam gibi sus otur demezdi. Gözyaşlarım istemsizce akarken gerçek katilin düğünden önce bulunması için dua ettim. Tek kurtuluş yolum buydu. O mafya pisliğinden başka şekilde kurtulamazdım. *** Akşam üzeri seyisten atımı istedim. Seyis atımı getirdiğinde Doruk’un yüzünü okşayıp “Koşuya hazır mısın?” diye sordum. Adana’da şu anda tek sevdiğim canlıydı. Babamdan bile nefret ediyordum. Abim olmasa arada babamın canını düşünmezdim. Korkunç bir evlat mıyım? Belki… Ama o da asla bana babalık yapmadı ki… Atımın sırtına atlayıp Karataş’ın bayırlarında dört nala koşturmaya başladım. Atım koştukça kendimi daha iyi hissediyordum. Dönüş yolunda o piç kurusunun arabasıyla nerdeyse çarpışıyordum. Atımın dizginlerini sımsıkı tutmamış olsaydım şaha kalkan atımın üstünden düşmekten kurtulamazdım. Vedat arabadan inip bacağımdan kavradığında ona iğrenerek baktım. O iğrenç eli bacağımı sıkarken aynı zamanda atım kaçmasın diye atın dizginlerini de tutmuştu. “Atın üstünde çok seksi görünüyorsun.” “Çek elini üstümden!” dedim kızgınlıkla. Ayağımla göğsüne vurup onu kendimden uzaklaştırmaya çalışsamda nafile. “Rahatsız mı oldun?” Alaycıydı. Bakışları ve ses tonu rahatsız ediyordu. “Varlığınla beni rahatsız ettiğin doğru. Ekstra çaba göstermen gerekmiyor.” Sinirle gülümsedi. Hiç beklemediğim bir anda ata binip arkama yerleşti. Ne yaptığını anlayamadan belimden sımsıkı kavrayıp “Ata binmeyeli çok uzun zaman olmuştu,” dedi kulağımın dibinde. O iğrenç nefesi saçlarımın arasından boynuma değerken midemin bulandığını hissettim. “İn! Derhal!” dedim. “Biraz gezdikten sonra elbette ineceğiz müstakbel karıcığım.” Onun kollarının arasından kurtulmaya çalıştıkça bedenini bedenime daha sıkı kenetliyordu. “Kucak dansı yapsaydın bu kadar tahrik olmazdım vahşi kedi,” dediğinde kalçamdaki sertliği fark ettim. “Sapık! Bırak beni!” Belimdeki bir eli gömleğimin içinden göğüslerime doğru yükseldi. Ellerini tutup çekmeye çalışsamda başarılı olamıyordum. Göğsümü avucunda sıktığında “Çek elini dedim hayvan herif!” diye bağırdım. “Göründüğünden daha iyiymiş, sevdim.” “Pisliksin! Aşağılık pisliğin tekisin! Taciz derler buna! Duydun mu beni?” Kahkaha attı. Atın karnına ayaklarını vurup “Deehhh!” dedi. At dört nala koşarken dizginler onun elindeydi. Atın üstünde ikimiz sarsıldıkça kalçama sürtünen sertliği daha net hissetmeye başlamıştım. Konağa kadar atı deli gibi koşturdu. Konağa vardığımızda önce kendi indi. Sonra beni zorla çekip kollarının arasında tuttu. Onu göğsünden itip uzun zamandır delice yapmak istediğim şeyi yaptım. Var gücümle yanağına tokat atıp “Senden nefret ediyorum!” dedim öfkeyle. “Sakın bir daha bana dokunmaya cüret etme!” Yanağını parmak uçlarıyla sıvazlayıp beni baştan ayağa pis bir gülüşle süzdü. “Seni evcilleştireceğim vahşi kedi.” “Sen önce git kendini evcilleştir ruh hastası!” Alt dudağını dişlerinin alıp kıstırarak içine içine kemirdi. Ruh hastası işte! Pis mahlukat! Aniden kolumdan tutup “Sen daha ne gördün ki küçük şeytan,” dediğinde nefesi yüzüme çarptı. “Ne yapabilirsin en fazla? Bir canım var, ondan başka kaybedeceğim hiçbir şey yok! Göster hadi ne göstereceksen! Senden korkmuyorum Vedat Beyzade!” Vedat iki kolumdan tutup ayaklarımı yerden kesti. Beni boş bir çuval gibi geriye doğru fırlatırken toprak zemine sert bir şekilde savruldum. Canımın acısıyla inlerken önümde çömelip “Ben senin canını almayacağım müstakbel karıcığım! Ayaklarıma bile kapansan ‘beni öldür’ diye yine de o pis kanını dökmeyeceğim. Niye biliyor musun?” diye sordu. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. Avuçlarımın altındaki toprağı sıkıp nefretle “Çünkü psikopatsın!” dedim. Alayla dudakları kıvrıldı. Parmaklarını usulca saçlarımın arasından geçirip aniden sertçe boynumu geriye doğru bükerek saçımı çekti. Boynuma birden dilini sürtüp “Tadını beğenmedim,” diyerek hızla geriye çekildi. Yüzünde iğre Saç diplerim yanarken avucumda biriken toprağı Vedat’ın yüzüne savurdum. Toprak gözlerine girdiğinde elleriyle yüzünü kapatıp iğrenç bir küfür sarf etti. Babamın arabası geldiğinde Vedat’tan kaçmak için elime fırsat geçmişti. Yerden kalkıp babamın olduğu tarafa hızlı adımlarla ilerledim. Vedat arkamdan hala küfürlerini sıralamaya devam ediyordu. Babam arabadan indiğinde Vedat babama selam bile vermeden uzun adımlarla ve öfkeli bakışlarını bize sunarak çekip gitti. “Ne oluyor? Neden gelmiş?” “Bana hayatı cehennem etmeye gelmiş. Peki bu umurunda mı? Ya da benim yaşadıklarım seni ilgilendiriyor mu?” Babam gözlerini kaçırdı. “Zamanla birbirinize alışırsınız.” Ne güzel bir teselli sözüydü. Zamanla… Zamanla olacak tek şey Vedat’ın yanında kafayı üşütmek olur. Ya da onun gibi katil olurum. Tabii ilk ve son cinayetimin faili Vedat Beyzade olur. “Kesin öyle olur.” diye mırıldanıp Vedat’ın arkasından baktım. Hala gözlerini ovuyordu. Zelal ile Doğu’da teşrif edince babam güzel kızına dönüp “Eee aldınız mı Atv’yi?” dedi hiçbir şey olmamış gibi. Zelal koşup babama sarıldı. “Evet babacım, yarın teslim edecekler. Çok heyecanlıyım,” dedi. “Kahya,” diye seslendi Doğu’ya. Doğu arabanın kapısını kapatıp babama doğru yürüdü. “Buyrun Mehmet Bey,” dedi. “Çatıyı tadilat ettirmek lazım yağışlar başlamadan. Yarın bu işi hallet.” “Olmuş bilin.” Babam ile Zelal içeri girerken Doğu’nun yanına yaklaşıp “Gerçekten neden buradasın? Amcam seni neden buraya yolladı?” diye sordum. “Ahmet Bey size göz kulak olmamı istedi. Vedat denen adamın işi belli olmaz dedi. Eğer kendinizi tehlikede hissederseniz numaramı biliyorsunuz Gülay Hanım, hiç çekinmeden arayabilirsiniz.” Doğu daha yeni işe başlamıştı. Geldiğinden beri sormak istediğim ve merak ettiğim şey buydu. “Babam seni nasıl işe almayı kabul etti?” “Abinizin eşini kurtardığım için olsa gerek.” Babam minnet duymayı pek bilmezdi. Kendi canını düşündüğü için kapıya gözü pek birini koymak işine gelmiştir. “Anladım. İyi madem, içeri girelim. Babam şimdi ne konuştuğumuzu merak eder. Bir de ona hesap veremem.” Babam pencereden bize bakıyordu. Vedat’ın önüne beni bedel olarak atan babam şimdi karşıma geçmiş “Doğu ile aranda bir şey mi var?” diye soruyordu. “Doğu ile aramda ne olabilir?” Babam kaşlarını çatıp “Senin artık başın bağlı, erkeklerle öyle sohbet etmen yakışık almaz. Hareketlerine dikkat et,” dediğinde sabır çektim. “Bak aynı konuşmayı sevgili damadına yap, çünkü gözümün önünde sürtüklerle sevişecek kadar şuursuz! Ama ayak üstü beş dakka biriyle konuşunca yakışıksız hareket eden ben oluyorum! Bu mu senin babalığın?” dediğim anda yüzüme babamın tokadı patladı. Dudağım kanarken acı acı gülümsedim. “İşte senin babalığın bu.” Koşarak ayrıldım salondan. Merdivenlere yönelince Zelal ile çarpıştık. Zelal bana acıyarak bakarken bu konakta ve Adana’da olmaktan bir kez daha nefret ettim. Odama kapandığımda gözyaşlarım hızla akmaya başladı. O esnada telefonuma gelen mesajla bulanık görüşümle güçlükle mesaj atan numarayı okuyabildim. Bilmediğim bir numaradan mesaj gelmişti. Mesaj açılınca şaşkınlığım daha çok büyümüştü. “Gülay… Ben seni hala çok seviyorum. Senin için İstanbul’u bırakıp Adana’ya taşındım. Yarın görüşüp konuşalım, lütfen. Okan.” ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD