4 Vedat
Doktor gözlerimi serum suyuyla yıkayıp “Geçmiş olsun,” dedi.
“O biraz zor,” dedim dişlerimin arasından.
“Yazdığım göz pomatlarını göz kapaklarınızın içine doğru düzenli sürerseniz kolayca geçer. Birkaç gün gözlerde kızarıklık olması normal, göz damlası da yazıyorum bu da faydalı olur.”
Doktordan reçeteyi alıp “Eyvallah,” dedim. Öfkeli ve sert adımlarla odadan çıktığımda kapıda bekleyen adamlara kızgın baktım.
“Neden dışarıda değilsiniz? Ben size kapıda bekleyin demedim mi?”
Adamlarımdan Cemal yanıma yanaşıp “Ağam hastaneye husumetli olduklarınızdan biri girdi. Ne olur ne olmaz diye kapıyı bekleyelim dedik,” dedi fısıltıyla.
Özel hastanenin koridorlarında yürürken “Kim?” diye sordum.
“Kemal ile adamları ağam.”
Kaşlarımı çattım. Bu tesadüf müydü? Yoksa benimle mi çatışmaya yer arıyordu köpek.
“Karşımıza çıkacak cesareti olmaz. Yine de hastaneye neden gelmiş araştırıp öğrenin.”
“Emrin olur ağam.”
“Mustafa sende şu reçete işini hallet.”
“Hemen ağam.” diyerek fırladı.
Celal de yanımızdan ayrıldığında ben de arabama atlayıp hastaneden uzaklaşmaya başladım. Gözlerim yanıyordu. Adamlara mı kullandırtsaydım. Gözlerimi sık sık kırpıştırmaktan kendimi alamıyordum.
Deren’i aradım. “Hazırlan geliyorum,” dedim.
“Bekliyorum.”
Deren’e tuttuğum villaya vardığımda arkamdan gelen adamların arabasını gördüm. İçerde beni rahatsız etmesinler diye kapıda bekledim.
Önce Mustafa gelip ilaçları teslim etti. Ardından Celal yetişti.
“Ağam, Kemal Karaca’nın bir yakını olsa gerek hastanede işe başlamış. Ona hayırlı olsuna gelmiş.”
“Kimmiş hastanede başlayan yakını?”
“Cerrahmış, adı Okan Karaca’ymış.”
“Bu Okan Karaca ile ilgili her şeyi yarına kadar masamda istiyorum. Düşmanımızın kedisini bile tanıyıp bilmemiz gerekir ki bize karşı gizli silah haline getiremesin.”
“Haklısın ağam. Ben gerekli araştırmayı başlatıyorum. Yarına hazır olur,” dedi.
Kimmiş bu Okan Karaca? Yoksa herkesten sakladığı bir oğlu mu var? Eğer öyleyse zayıf noktasını buldum demektir.
Kapıya daha varmadan Deren bahçe kapısına doğru hızlı adımlarla yaklaşıp “Nihayet geldin,” diyerek belime sarıldı.
“Geleceğimi söyledim ne bu laflar.”
Deren omuz silkti. “Ne yapayım elimde değil. Özlüyorum,” dedi.
Neyi özlediği bakışlarından anlaşılıyordu. İçeri girdiğimizde Deren içeri seslendi. “Deniz, gel hadi sahibimiz geldi.”
“Deniz kim?” diye sordum.
“Sürpriz,” dedi.
Deniz dediği üst kattan indiğinde kadını dikkatle süzdüm. Deren kadının elinden tutup yanıma getirdi.
“Ne bu?” diye sordum.
“Doğum günü hediyem. Bu gece ikimizi birden…” deyip elimi erkekliğime attı. “Becermeni istiyorum.”
Deren’in doğum günü müydü? Kendine layık bir hediye bulmuş.
“Siz gidin yukarda ne halt ederseniz edin. Uykum var.”
“Yaa ama çok eğleneceğiz.”
“Deren ne zamandan beri söylediğim sözün üstüne söz edecek hakka sahipsin?”
Deren başını eğdi. “Gidelim Deniz,” dedi.
İkisi yukarı çıkarken kalçalarını saran mini etek adeta patlayacak gibiydi.
Gülay’a öfkemden kadın düzecek halim kalmamıştı. Şu an o burada olsa onu sabaha kadar inim inim inletirdim. Yüzüme toprak atmak ne demekmiş o zaman anlardı.
Ama yanına kalmayacak. Elbette elime düşecek. O gün bakalım seni elimden kim kurtaracak.
Yukardan sesler gelirken salondaki aynanın karşısına geçip doktorun yazdığı ilaçları gözüme sürdüm. Kirpiklerime kadar her yer krem olmuştu.
“S.ktiğimin ilacı! Bana ne yazmış bu göt herif!” diye söylenip kremi yere fırlattım. Gözlerimi hepten kaybetmesem bari.
Elimle yüzümü yellerken gözlerime adeta yeniden kum atılmış gibi yanma başlamıştı. Lavaboya girip yüzüme hızla yıkadım. Aynaya baktığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü. Beni bu hale Gülay kaltağı getirmişti. Elbet bunun dönüşü olacak ona.
Salona döndüğümde Deren gevşemiş bir halde koltukta oturuyordu. Deniz denen kadın ortalıkta görünmüyordu.
“Hediyeni postaladın mı?”
“Evet. Çok şey kaçırdın. Kadın harikaydı. İşini çok iyi biliyordu.”
Sanki onun tuttuğu kadının beni memnun etmesine kalmışım gibi anlatıp duruyordu.
“Vedat, evlendiğinde beni bırakmayacak mısın sahiden?”
“Konunun seninle ilgisi yok Deren. O kadınla evleniyorum diye düzenimi yaşantımı değiştirecek değilim. Tabii düğüne kadar kaçıp gitmezse…” keşke kaçsa da ben de Uygur sülalesini haritadan silebilsem.
Zaten o Cihangir iti yüzünden yıllardır ona ve onun yaptıklarına göz yuman sülalesine garezim var. Bakalım ben aynısını onun kardeşine yaptığımda ne yapacak. İt herif.
***
Sabah uyandığımda Deren’e bakındım. Saat geç olduğu halde beni neden uyandırmıyor ki gerizekalı.
Hızlıca duş alıp aceleyle dolaptan siyah takım seçip giyindim. Salondan müzik sesi geliyordu. Müziğin ritmine uymaya çalışarak hem kahvaltı masası hazırlıyor hem de kalçalarını kıvırtıyordu. Eskiden olsa kahvaltıyı boş verip o masaya Deren’i yatırır salonu haykırışlarıyla doldururdum.
Ama kız kardeşim öldürüldüğünden beri hayata bakış açım değişmişti. Bana bu saatten sonra haz verecek tek şey Uygurların süründüğünü görmek olabilir.
“Ben çıkıyorum.”
“Ama kahvaltı yapar birlikte çıkarız diye düşündüm.”
Sinirle Deren’e yaklaşıp saçlarından kavrayıp geriye doğru çektim. “Bir daha benim yerime düşünme demedim mi! O küçük beynin bunu bile algılamakta zorlanıyorsa topla pılını pırtını siktir git!”
Deren’in gözleri dolmuştu. Saçımı bırak diye yakarmak yerine “Özür dilerim bir daha olmayacak affet beni,” diye yakarmaya başladı.
Saçlarını bırakıp ona iğrenerek baktım. Para aşkıyla gözü dönmüştü. Onu şu an tekme tokat dövsem, işkence etsem, ağzına sıçsam yine de bu villadan çekip gitmezdi. Aramızda hiçbir yağ yoktu. Onu burada tutan şey sadece bu lüks yaşam ve ona sunduğum imkanlardı.
Onu sevdiği villada bırakmadan önce “Bugün hana gelme,” dedim. Onu bir süre görmek istemiyordum.
Hana vardığımda işlere daha doğru dürüst bakamadan bağırış sesleri duydum. Ofisten çıkıp baktığımda dış kapıda bir curcuna vardı. Cemal telaşla bana doğru geliyordu.
“Ne oluyor Cemal?” diye sordum.
“Gazeteciler ağam, evleneceğinizi duymuşlar haber yapmak için geldiler. Laftan anlamıyorlar.”
“Tamam, git söyle beklesinler. Sen de o arada git Gülay’ı getir.”
“Emrin olur ağam.”
Cemal kapıya döndü. Gazeteciler sakinleşmiş geri çekilmişlerdi. Koltuğuma geçip oturdum.
Gülay bakalım basın önünde ne yapacak, çok merak ediyorum.
Mustafa kahvemi önüme koyarken “Ağam Deren hanım gelecek mi yoksa yerine birini mi ayarlayayım,” diye sordu.
“Deren işe gelmeyecek yerine kalifiye bir eleman ayarla. Bu defa işinde gücünde olsun.”
Muhterem babamı kızdırmaya gerek yok.
Gülay bir saate kızgın bir halde geldiğinde kapıyı çalmadan içeri girmişti.
“Kapıma adam gönderip aldırmakta ne demek? Varsa bir derdin arayıp davet et! Ama sen de nerede o ince düşünce!”
Bıkkınlıkla yüzüne baktığımda dikkatle yüzüme bakıp kahkaha attı. “Şu an iyi ki gelmişim diyorum. Ben bu halini bir ömür unutmam artık,” diyerek gülmeye devam etti.
Ayağa kalkıp kolundan tuttum. “Bunun bedeli olmayacak mı sanıyorsun?”
“Ne yapabilirsin ki? Yoksa sende benim gözüme toprak atıp ödeyecek misin?”
Sinirle dişlerimi sıktım. Resmen benimle dalgasını geçiyordu. “Şu andan itibaren sekreterliğimi yapacaksın! Senin cezan bu!”
“Metresine ne oldu?”
“Cadının biri metres olayını babama yumurtladığı için sekretersiz kalmış olabilir miyim?”
Gülay omuz silkti. “Bu benim sorunum değil. Senin yanında beş dakika bile durmaya katlanamıyorum sen bana sekreterlik diyorsun. İyice delirmişsin!”’
“O halde şu kapıdaki magazincilere evlilik haberini doğrularken bu işin nereden çıktığını da anlatmamı ister misin? Babanın seni nasıl bana peşkeş çektiğinden mesela…”
Öfkeyle yüzüme baktı. “Pisliksin!”
“Bilmediğim bir şey söyle müstakbel karıcığım. Hem bu evet mi demek?”
“Ne yazık ki evet ama sekreter bulduğun anda buradaki işim biter!”
“Ben istediğimde biter! Pazarlık yapacak durumda değilsin zavallı,” dediğimde gözleri kısıldı.
“Şimdi kozlar senin elinde, tadını çıkar.”
“Aynen öyle yapıyorum.”
Cemal kapıyı çalıp “Ağam gazeteciler sabırsızlanmaya başladı. Ne diyeyim?” dediğinde Gülay’a baktım.
“Beş dakika sonra müstakbel eşimle sorulara cevap vereceğimi ilet.”
***