Annemin biraz yüzünü ekşitmesine rağmen Akkız birkaç saati bizim balkonda geçirme muradına erdi. Annemin titizliği ve namaz kıldığı için onu evin içinde istemiyor olmasına bozulmuyordum. Eve adım atmasın diye daha annem kapıyı açmadan mahallenin maskotunu kucağıma almıştım. Annem kapıyı açıpta bizi öyle görünce, vaziyeti hemen çaktı ama ses etmedi. Kucağımda Akkız ile balkona geçip, hemen bir sigara yaktım. Yıllardır yaptığım gibi yine yere oturdum ama gözüm çaktırmadan sürekli aramın bozuk olduğu Füsun hanımın evinin camındaydı. Domuzluğu tutmuştu.. beni gördüğünü, sesimi duyduğunu çok iyi biliyordum ama cama yada çöp atmayı bahane gösterip dışarı çıkma girişiminde hiç bulunmadı. Aklınca bana edemediği sitemin ardından birde ders vermenin derdindeydi.
Küçük hanım onunla bu aralar ilgilenmediğimi, eskisi gibi mektupta yazmadığım için onu ihmal ettiğimi düşünüyormuş... utanmadan birde hayatımda başka biri olabilir diye düşünmeyide ihmal etmemiş. Necla'ya ağlaya zırlaya beni şikayet etmiş. Sen misin beni şikayet eden, bende inadına yazmadım. Üç gün boyunca eve girdiğim gibi üstümü değiştirerek, onun bana aldığı kokuyuda üstüme başıma sıktım ve dışarı çıktığımda bütün mahalleyi o kokuya boğdum.
Eve girdiğim andan itibaren onunda o mutfak tülünün ardından beni gözetlediğini çok iyi bildiğim için, sokağa çıktığımda hiç o tarafada bakmadım. Bu şımarıklığının ve güvensizliğinin bedelini şimdilik bu kadarıyla ödetiyorum.
Ben düşmüşüm ekmeğimin derdine, hanfendi de düşmüş kıskançlığın derdine...
Bir yanım ya bırak şu küslük hallerini, üç gün sonra zaten askere gideceksin ve daha onun bundan haberi bile yok diyor ama şu güvensizliğine o biçim illet oluyorum. Sigaramı içtim ve dönüp Akkız'a baktığımda onun uyuya kaldığını gördüm. İçeri geçmek için ayağa kalktığımda sokağa bakınca gördüğüm şey karşısında sanki mideme yumruk yemiş gibi oldum. Füsun, yanında ben yaşlarda bir herifle evine doğru yaklaşıyordu. Kim bu dallama diye düşünmeye başlamıştım ki, herifin bunu evin kapısına kadar getirdiğini gördüm ve aynı anda Füsun'da beni fark etti. Günlerdir hasret kaldığım o güzel yüzündeki anlık şaşkınlık, hemen ardından gelen korku emarelerini fark etmemem mümkün değildi. Gözlerimiz buluştuğunda, ona soru soran bakışlarımı fark edince gözlerini benden kaçırdı. İyice kıllandım. O herifle kapının üstünde ayak üstü bir şeyler konuştular ve herifçioğlu benimkini bırakıp gitti. Cinler tepeme toplanmaya başlamıştı. Füsun hiç oyalanmadan evine girdi. İçeri geçtiğimde artık kafamda bir sürü soru işareti mevcuttu. Neler oluyorduki ve bu nasıl bir cesarettir ki o herifle bu sokağa gelebilmiş, yetmemiş kendisini kapıya kadar bıraktırabilmişti?
Dönüp balkona baktığımda Akkız'ın uyandığını gördüm. Balkonun kapısına gidince oda hemen ayaklandı. Eğilip onu kucağıma aldım ve birlikte odadan çıktık. Annem mutfaktan çıktığında, "anne kapıyı açar mısın?" dedim. Yüzüm düşmüştü ve bu kez gözlerinde soru dolu bakışlar olan annemdi ama tek kelime etmedi. Açtığı kapıdan alelacele giyindiğim kösele ayakkabılarımla çıktım ve yere bıraktığım Akkız ile arka taşlığa yürümeye başladım. Onu etrafı tel örgülü, kulübesine bırakırken gözlerime küskün baktı. Ayak uçlarımda çömeldiğim yerde başını okşadım ve simsiyah burnunun ucuna bir öpücük bırakıp, yanaklarını sevdim. "evin burası babam, sonra seninle gezeceğiz tamam mı, uslu dur!" dedim ve onu yerinde bırakıp, kapısını açtığım küçük bahçesinden çıktım.
Kafam çok bozuktu. Taşlığı geçip, sokağın başına Köşem Sinemamıza doğru ilerlemeye başladığımda sokağın girişinde Necla ile karşılaştım. "Başımla yaptığım "gel" işaretini görünce saniye durmadı, yanımda bitti. "git şu Füsun'a sor! onu evine bırakan vatandaş kimmiş?" dediğimde şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Fazlasıyla gergindim ve oda bunun farkındaydı. "tamam aga!" demesiyle uçması bir oldu. Atmaca iki oldu buda başıma.
On dakika sonra geri geldi. "emmi oğluymuş aga, adı İhsan'mış. Okuldan çıkışta, Beyazıt'ta karşılaşmışlar. Saat geç oldu diye ben seni eve götürürüm demiş. Bizimki karşı çıkmış ama herif dinlememiş. Eve gelincede seninki annem babam evde yok diyince, kapıdan bırakıp geri dönmüş. Yoksa evede girip amcasını görmek istiyormuş. Olay bu!" dedi
Öğrendiklerimde aslında ters bir şey yoktu ama işte o ismi duyduğum anda tepem attı. Bu İhsan ismini beynime yıllar önce kazımıştım zaten ve herifin ne olursa olsun böyle rahat olması canımı sıkmıştı. Yinede bundan bir pislik çıkarmaya niyetim yoktu.
Yarın okul vardı yine ve bende onu elbette yakalayacaktım. Açıklama yapmam gereken bir konu, hemde içinde hasreti barındıracak bir konu vardı. Bu küslüğü daha fazla uzatamazdım.
Hay Allahım, düşüncelerimi nasılda değiştiriyor? Yarın ola, hayrola.... * * *
Atmaca'ya haber uçurunca sabah erkenden yanında Misket İbo ile eve gelip beni aldı. Caddede zulaya yattık ve benimkinin çıkmasını beklemeye koyulduk.
Yeni bir sigara yakmıştık ki, Füsun'un minübüs kuyruğuna girdiğini gördük. Biraz bekleyişin ardından minibüsün harekete geçtiğini gördüğümde Atmacama, "gazla aga!" dedim. Takip ettiğimiz minübüsün solu müsait olduğunda, Atmaca hemen araca yanaştı. Füsun başını çevirip camdan baktığında aracı fark etti ve gözlerimiz buluşunca ona, "in!" İşareti yaptım. İneceğinden pek emin değildim ama sözümü dinleyip, hemen ayaklandı. Biz biraz ilerde yolun sağına geçip onu beklemeye koyulduk. Minübüsün açılan kapısından indiğini gördüğümde hemen araçtan çıkıp, arka kapıyı açtım ama aynı anda gözlerimde etrafı tarıyordu. Bir tanıdığın bizi görmesi en son istediğim şeydi. Füsun, kapısını açık tuttuğum
arka koltuğa geçti ve bende hiç oyalanmadan hemen yanına oturup kapıyı hızla çektim. Gergindim ve Atmaca ile dikiz aynasında göz göze geldiğimizde, o gözlerinde, 'sakin ol, yapma aga!' bakışı vardı.
"Okulu kırsan olur mu?" diye sorduğumda hiç yüzüne bakmadım. "olur, sınav yok!" dedi buz gibi bir sesle. Dönüp ona tek kaşımı kaldırıp baktım. "o herif hangi akla hizmet seni evine bırakabiliyor?" diye bir anda kükrediğimde, boşta bulunan sevdiğim korkarak yerinde sıçradı. "itiraz ettim ama beni dinlemedi," dedi bana. "yok bide razı olsaydın Füsun hanım!" diyince ters ters, bu iyice tırstı.
"herifteki akılsızlığa bak ya! be pezevenk hiç mi düşünmezsin, bir genç kızın yanında onun sokağına geliyorsun, yetmiyor kapısına kadar bırakıyorsun... elalem ne düşünür diye hiç mi akıl etmezsin şerefsiz!"
Bas bas bağırarak söylediğim bu sözler karşısında Atmaca'da, Füsun'da, İbo,da sessiz kaldılar..
"aga ne yapacağız şimdi, nereye bırakayım sizi?" diye sorunca Atmaca, "Taksim'de sizden ayrılırız, Mesut abiye Nejat'ın işi vardı, gelemedi, özür diledi dersin, akşam beşte bizi bıraktığınız yerden alırsınız," dedim.
Yarım saat sonra Taksim'de bizi bıraktılar. Araçtan inince normalde hiç yapmadığım bir şey yaptım ve ona uzattığım elime bir an şaşırarak baktı ve sonra elimi tuttu. "kahvaltı yaptın mı?" soruma, "evet," diye cevap verdi. Sabah sabahta nereye gidilirdi hiç fikrim yoktu. "profetorol yiyelim mi?" diye sorunca kaşlarını çattı.
"o ne ki?"
Öyle tatlı sorduki, onu biraz daha yakınıma çektim. Kendime engel olamadım ve şakağına kaş göz arasında küçücük bir öpücük bıraktım. Yavru kedi gibi sevindi. "senin o ceylan gözlerine ölürüm ben," dediğimde o utanırken, benimde kızgınlığım biraz olsun geçmişti. Edepsiz, utanmalarıda bilirmiş. Yanaklarının kızardığını görmek çok hoşuma gitti. "bir tatlı türü sevdiğim, güzel bir şey," dedim ve İstiklal caddesinde ilk kez el ele yürümeye başladık.
İnci Profiterol'ün kapısından içeri girdik. İki porsiyon tatlıyı söyledim. Biraz sonra siparişlerimiz geldi ve Füsun bir tatlıya bir bana şaşırarak baktı. "afiyet olsun," dediğimde, "sanada," dedi. "Gerçekten bu tatlıyı hiç duymadın mı, okul arkadaşlarından kimse söylemedi mi yani?" diye sorunca, başını iki yana hayır der gibi salladı. Gözlerindeki bakıştan doğruyu söylediğini görebiliyordum. "Biliyorsun, babam öyle arkadaşlarla gezmeme izin vermez, bu konularda serttir.. ben sadece işte seninle," dedi ve sustu.
İşte benimle dediği ve sustuğu şey hiç buluşarak bir yere gidemeyişimiz, sadece okula birlikte gidip ve müsait olduğumda onu okuldan alarak eve dönüşümüzdü. Farkındayım bana hep olduğundan daha mesafeli ve bunun nedeni de benim onu aldatma ihtimalimini kafasına takıp boş yere bana kırılmış olması. Aslında böyle bir şey yapmayacağımı çok iyi biliyor ama işte en ufak bir ayrı düşmede aklına gelen ilk şeyde o olmuş. Eskiden gözlerimin içine derin bakışlar atarken, şimdi gözlerini kaçırıyordu. Düşündükçe yeniden sinirlenmeye başlamıştım bile. Aslında bu konuda onunla konuşmak hatta onu birazda azarlamak için fırsat kolluyordum ama tatlısını boğazına dizmekte istemiyorum.
Sabırla bekledim. Tatlılarımız bitince hesabı ödeyip ordan çıktık. Gümüşsuyu parkına gittik ve sakin bir yerinde, bankta oturduk. Çok sessizdi. "anlat bakalım, içine dert olan şey ne?" dedim. Bir an gözlerime baktı ve o gözler anında ıslandı.
Hay Allahım ya.. sorusu bile bu kızı hale getirdiyse, günlerdir içinde ne yaşıyordu.
"sevdiceğim, ben seni aldatmadım, aldatmamda.. biliyorsun, Mesut abinin yanında takılıyorum ve onunla olunca sürekli her şeye dikkat etmekteyim. Beni onun bir nevi koruması gibi düşün... gibisi fazla hatta. Çoğu zaman eve geç dönüyorum. Sana yazmaya da fırsat bulamıyorum." dediğimde, ben sana yazmaya fırsat bulmuştum ama hemde dört yıl boyunca ama sen benim adımı yazdırmadığın, daha doğrusu kimseden tek satır mektup istemediğin için benim yazdıklarımda hep geri geldi Necla ablaya.. şimdide kendimi tehlikeye atarak yazıyorum, tıpkı o yıllardaki gibi ama senden tek satır bile mektup yok!" dedi tüm acısına katık yaptığı öfkesiyle.. siteminde haklıydı ama geçmişten söz etmesi, hemde her anını şu anı yaşadığım gibi canlı, hiç eksiksiz hatırladığım, asla unutamadığım o günleri, o yılları hatırlatmasıyla beni sanki can evimden vurdu.
Ne diye şimdi beni oralara savurup attın ki? * * *