Fazlamı ileri gittim bilmiyorum ki! Yüzümde gezinip, son durak olarak seçtiği gözlerime diktiği gri-mavilerinde beliren tuhaf bir bakış, adeta o gözlerine karanlık bir gölge gibi yapışıp kaldı. Tek kelime etmeden, hemen bir sigara yaktı. Derin nefesleri ard arda çektiğine göre canını çok sıkmış olmalıyım. Amacım onun canını sıkmak değildi ki.. beni anlamasını, onu nasıl özlediğimi bilmesini, habersiz bıraktığında onun için ne kadar endişelendiğimi bilmesini istedim. Evet, çokta kıskanıyorum onu. Nerelere, kimlerin yanına gidiyor hiç bir bilgi verdiği yokki. Az önce ilk defa kısada olsa bir açıklama yaptı ama şimdi kafam iyice bulandı. Mesut abi dediği adam kim ki ve niye korunmaya ihtiyacı var? Ancak başı kanunla dertte olursa yada düşman sahibiyse bir insan korunmak ister ve benim hukuk okuduğumu unutuyor olmalı.
Aramıza işiyle ilgili ördüğü bu duvara durmadan tosluyormuşum ve yönümü bulamıyormuşum gibi hissediyorum.
Başını çevirip başka yere bakıyor olması ve iyice sessizleşmesi hiç hayra alamet değil. "Nejaat," dediğimde, dönüp bana baktı. Gözlerinde şimdi sanki birazda kırılmışlık var ve bu kalbimi çok acıttı. "yanlış bir şey mi söyledim?" diye sorunca, derin bir iç çekti. "o mektupların her birini tek tek okudum Füsun ve her okuduğum mektupla hem çok mutlu oldum, hemde kahroldum," dedi ve sustu. Hemde öyle derin sustu ki dibi olmayan bir kuyuda boğuluyormuşum gibi hissetmeye başladım. O bana dokunmakta imtina ettiği için, çok istediğim halde uzanıp elinide tutamıyordum. Üst üste üç sigara içti ve ayağının altında izmariti öfkeyle ezdikten sonra ayağa kalktı. "hadi kalk gidelim," dediğinde hemen kolumdaki saate baktım. Üçü çeyrek geçiyordu ve zamanın nasıl geçip gitti hiç anlamadım. Yan yana yürümeye başlamıştık ki birden durunca, bende durmak zorunda kaldım. "benim sana söylemem gereken bir şey var," dediya, kalbim resmen tekledi.
Yoksa bana?... * * *
Bana bakan o gözlerinde öyle bir korku varki, dayanamadım asla yapmam dediğim şeyi yaptım ve onu kuytuda kendime çekip, sımsıkı sarıldım.
"vallahi, billahi, tallahi kimse yok senden başka ne şu yürekte, nede seninle meşgul olan şu aklımda... ceylan gözlüm, ben iki gün sonra askere gitmek için şubeye teslim olacağım," dedim tek nefeste. Kollarımın arasında öylece sessiz, hiç hareket etmeden duruyordu. Sonrasında derinden gelen o hıçkırığını duydum. Onu kendimden uzaklaştırmak istediğimde, sımsıkı sarıldı bana ve artık tüm bedeni sarsılarak ağlıyordu.
Dolan gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. İçim kan ağlıyordu ama ikimiz içinde sakin ve güçlü olmalıydım. Yavaş yavaş sakinleştiğinin farkındayım ve en son burnunu çekerek, bedenini benden uzaklaştırdı. "yine payımıza hasret mi düştü?" dedi ve o gözyaşları birbirini kovalarcasına yanaklarından aşağıya doğru süzülmeye devam etti. "teslim olmazsak asker kaçağı sayılacağız.. vatan borcu gülüm bu... yokmuş gibi yada sorumluluk duymuyormuşum gibi yapamam ki!" dediğimde, şimdiden yalnız kalmış gibi başını önüne eğdi. "bu kez bana istediğin gibi mektup yazarsın," dedim ve o hiç beklemeden omuz silktiğini gördüğümde, onu bile isteye kızdırmak için hemen atladım.
"o ne şimdi kız, ne yani yazmayacak mısın bana?"
"niye yazayım ki? şimdide sen bekle dur beni!" demesin mi? Harbi tutuldum bir anda ona. "kız senin o dilin çok mu uzadı yoksa bana mı öyle geliyor... ağır gel, karşında ben varım!" dediğimde sesim oldukça sert çıktı.
Gözlerimi talan eden o gözleri yine korkuya ev sahipliği yapıyordu. Kalbimin sızladığını hissederken, deniz gibi bir anda kabaran öfkem yavaş yavaş beni terk etmeye başladı.
Yüzüme yayılan tebessümümü görünce, tuttuğunu son anda fark ettiğim o kıymetli nefesini bırakıverdi. Yüzüm gülerken kaşlarımı çatmaya çalıştım ve, "harbi yazmayacan mı bana?" diye sorunca oda güldü. "böyle aniden bana kızıp aklımı elime vermezsen, yazacağım söz," dedi.
Edepsize bak hele! bana şart koşuyor birde utanmaz!
"kızdırma o zaman sende beni gülüm ya, sanki hala huyumu öğrenmemiş gibi bazen öyle bir laf ediyorsun ki çileden çıkmamak için zor tutuyorum kendimi," diye kendimce haklı sitemimi etmedende duramadım. O yeşil gözleri yine hüzüne teslim olurken, "tamam," dedi. "hadi sevdiceğim, gidelim artık... Atmaca ile Misket düşmüşlerdir aynı yere, anca yürürüz," dedim ve elini çok istesemde bir gören olur diye tutamadım. Hemde ona dokunmaya ar ediyordum. Birlikte git gide hızlanan adımlarla parktan çıkıp, araç yoluna doğru ilerlemeye başladık. İkimizde suskunduk ve çok iyi biliyorum ki onunda kalbi şimdiden hasrete gebe... * * *
Birkaç saat sonra....
Eve girdiğim anda, anamın oturma odasından gelen ah eden sesini duydum ve olduğum yerde kalakaldım. Annem yalnız değildi, bunu kapıda gördüğüm renk renk Ceyo terliklerden anlamıştım.
"elleri kırılsın inşallah, kırılsında yanına düşsün, bir daha da hiç kalkmasın inşaallaah!"
Bu bedduayı edende yarenimin annesi Bergüzar teyzeme aitti.
"hay senin o kafanın taaa içine sıçayım Selma emi? git pavyonda sarhoş çilesi çek, sonrada kazandığın üç kuruşu o abin olacak pezevenge ver," diye azarı basan Nimet teyze, "ay nolur ablam deme öyle... ben o parayı vermek istemediğim için bu haldeyim zaten," diyende ve ağlayanda Selma ablaydı.
Bütün bedenimin öfkeyle kasıldığını hissettim. Oturma odasının kapısında bir anda beni gören kadınlar, hemen lafı değiştirip günlük muhabbete geçiş yaptılar.
Selma ablam, uzun saçlarıyla yüzünü örtmeye çalışırken, telaşlanan annem, "erken geldin oğlum," dedi. Onu duymazdan gelerek, hiç yapmadığım şeyi yaptım ve soluğu Selma ablanın önünde aldım.
Başı önündeydi ve saçları yüzünü gizliyordu. "abla yüzüme bak!" diye resmem emrettim. "aaa noluyo be evladım sana, niye yüzüne bakacakmışım?" dediğinde başı hala önündeydi. "ablaaa!" diye kükreyince ben, başını kaldırmak ve yüzüme bakmak zorunda kaldı. Gördüğüm yüz sanki başkasına aitti.. hatta bu baktığım şey bir surat değildi.
İki gözününde altı, üstü şişmiş, kızarmış ve hatta morarmaya başlamıştı. Çenesinin etrafıda aldığı darbelerle çoktan morarmaya başlamıştı. Dudaklarının her iki yanıda patlamıştı ve boynunda sıkıldığına dair izler vardı.
"siktiğimin o pezevengi bu kez çok ileri gitti.. bu ne hal haa bu ne haal? sahipsiz misin sen haa sahipsiz misin sen ablaaaa? Bırakmadın şunun elini ayağını kırayımda kıçına sokayım!"
Tüm kızgınlığımla bağırarak söylediğim bu sözler karşısında Selma ablam, hemen ayağa fırladı. Hem ağlıyor hemde bana yalvarıyordu.
"annem nolur sen karışma bu işe.. ben halledeceğim söz bak! vallahi de billahide halledeceğim!"
Peki ben onu dinleyecek miydim tabii ki hayır! Sadece ona duymak istediklerini söylemek için, "tamam abla.. sen sakin ol ama bu işi hallet, yoksa gerçekten ben halledeceğim," dedim ve odadan çıkmakla kalmadım, anamı da tedirginliği ile başbaşa bırakarak evden siktir olup gittim.
Soluğu Atmaca'nın evinin önünde aldım. Kapıyı tıkladığımda, beni karşısında görünce hemen bir şeylerin ters gittiğini anlafı tabii ve "bekle geliyorum," dedi.
Eski alışkanlıkla kapının önünde öfkeli adımlarla volta atmaya başladım. Durmadan içe doğru kıvrık işaret parmağımla şakağımı kaşıyor, bir günlük traş olmadığım sakalımı sıvazlıyordum. İçimde yanardağlar patlıyordu sanki. Kanım kaynamaya başlamıştı bile. O götelek ibne bizim abla diye göğsümüze bastığımız ablamızı dövecek ve bende buna seyirci kalacağım öyle mi? Adamı öyle bir becerirler ki nerden geldiğini şaşırtırlar ve bende onu şu dünyaya geldiğine pişman etmezsem adam değilim.
Atmaca kapıya çıkarken, bir yandanda ceketini giyinmeye çalışıyordu. "dolu musun?" diye sorunca, "ne istersen var be yaren! sen kim olduğunu söyle yeter," dedi. "Selma ablanın sikik abisi!" dediğimde bir an öylece yüzüme baktı. Şaşırmıştı. "hayırdır ya?" diye sorunca, "kadının yüzünün haritasını değiştirmiş... bu işte bşr iş var Atmaca.. bana kalırsa bunu o pavyona satan ablanın rahmetli kocası değil, bu işi yapan abisi.. önce bunu öğreneceğiz, sonrasına bakarız," dedim. Atmaca, "Misket ve Serdengeçti'yide alalım aga," diyince, başımla onu onayladım.
Yarım saat sonra arabada dört kişi Beyoğlu'nun ara ve arka sokaklarına giden yoldaydık. O pezevengin takıldığı pavyonları dolaşmaya başladık. Kimseye hiçbir şey sormuyorduk. Bu alemde kuş çok olur.. anında haber uçururlardı. Atmaca ağzına içki koymazken, biz birer kadeh rakıyı ağır ağır içmeye başladık. Biraz daha düzgün bir kulüpe girdiğimizde, Mesut abi ve Jilet Halil ile karşılaştık. Mesut abi soru soran gözlerini benden çekmezken, halimden ters giden bir şeylerin olduğunu hemen anlamıştı. Koluma girdiği gibi, "gelsene sen şöyle," dedi ve beni kulüp patronunun odasına soktu. İçerdeki şatafat midemi bulandırdı. Kırmızı neon ışıklarının aydınlattığı vitray camda seks yapan bir kadın ve erkek resmedilmişti.
"ne oluyor oğlum, sen hayatta sevmezsin böyle yerleri, kimi arıyorsun?" diye merakla sorunca, "sikilmiş kepçe Niyazi'yi abi," dedim.
"Oğlum o şimdi Dolapdere'dedir.. birazdan yer altına kumara, barbuta iner, ne iş böyle?"
"tahmin ettiğim kadarıyla o pezevenk bizim sokakta oturan kız kardeşini pavyona satmış ve kadından nemalanıyor... ablamda parayı vermek istemeyince yüzünün haritasını değiştirmiş," dedim dizginlemeye çalıştığım öfkemle.
Mesut abinin yüzü düşerken, "hangi pavyon bu?" diye sordu. "Ayna," dedim hiç beklemeden.
"vay ibnee! tamda yerine satmış! senedi sepeti vardır elbet! siz Dolapdere'ye, ben Ayna'ya gideyim, ibnenin dizlerini beyzbol sopası ile parçalayın, sakat kalsın! gerisinide bize bırakın, bizim depoyu biliyorsun, oraya götürün! bende senedini almaya çalışacağım... ah be oğlum baştan söyleseydin ya şunu!" dediğinde gerçekten oda hem çok kızgın hemde üzgündü.
Bizi bekleyen gecenin nelere gebe olduğunu az çok biliyordum ama Mesut abinin şu senetleri alabilmesini her şeyden çok istiyordum.
Allahım yüzümüzü kara çıkarma! * * * * *