İki ay sonra...
Haziran 1984
Yeni bir sayfa...
İşsiz güçsüz geçen bir iki haftanın sonunda, çağrıldığımız Taksim'e gitmiş ve Mesut abi, bizden yapmayı düşündüğü bir işte yanında olmamızı istemişti ve biz bu iş teklifinin detaylarını dinledikten sonra, düşünmek için hepimizin adına izin istemiştim.
Günlerce Atmaca, Misket, cezaevinde tanıştığım ve çok sevdiğim, güvendiğim Serdengeçti Ahmet kendi aramızda fikir teatisi yaptık. Olur muydu, becerebilir miydik, getirisi götürüsü ne olur, tartıştık durduk. Kapı gibi sabıkalarımız, normal bir işe girip çalışmamıza en büyük engeldi, sırtımızda ağır yüktü ve onunda haricinde aslında dördümüzde asker kaçağı durumundaydık. Öyle mi yapalım, böyle mi yapalım diye konuşurken, Mesut abiden yeni haber geldi ve işin bir süreliğine ertelendiğini öğrendik ama yinede dördümüzünde yanjnda takılmamızı, biraz görüntü yapmamızı istedi. Kabul ettik ve bir süredir onunlayız ama oda bitecek. Geçenlerde yine kendi aramızda askerlik mevzusunu konuştuk ve sonuç olarak çocuklara, "böyle yaşanmaz, gidip şu askerliği halledelim, sonrası ne çıkarsa bahtımıza," dediğimde üçüde artık benimle aynı fikirdeydi.
Aldı yine beni hasret şimdiden.. üç güne kadar teslim olmamız lazım ve Füsun'a nasıl on sekiz ay yokum diyeceğim? Atmaca, arabanın motorunu susturunca, dönüp ona baktım. Onda da bir haller vardı ama çözemiyordum. "noldu olum, seni kim bekleyecek?" diye sorunca, başını çevirip meşhur balkona baktı. "ne, nasıl ne zaman ya?" diye ard arda soruları sıralarken şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. "nee bileeyiim yav oldu işte!" dedi canı sıkkın. "yaren siz kedi köpek gibiydiniz, e hani hiç
anlaşamıyordunuz, nasıl sevdalandınız lan birbirinize?" diye tüm merakımla sorunca, güldü. "yine geçinemiyoruz, paso kavga anasını satayım.. vallaha o çenesi, pis ağzı canımdan bezdiriyor bazen ama çok güzel seviyor bee yarenim,"
"valla mı? Necla, sümbül Necla hemde.. vay anasını bee! lan beni ayakta uyuttunuz be! helal olsun size.. çok sevindim ya!" dedimya, çocuk demek benden çekiniyormuş, nasıl mutlu oldu.
Ben bu duruma nadıl sevinmem ya? "cezaevine kaç kere ziyaretime geldi, işte o ara oldu ne olduysa," dedi. " iyi olmuş, çok güzel olmuş hemde.. tamam bacımızdı ama ulan yabancıya gitmesindense seninle olsun, içim rahat eder bari.. üzme diyecem kızı ama," dedim ve sustum. Birbirimize bakınca anladı tabii gözümden yuttuğum sözleri, birbirimize bakıp bakıp, sonunda bastık kahkahayı. Kimin kimi üzeceği çok belliydi çünkü.
"hadi inelim arabadan," dedim ve kendimi hemen dışarı attım.
Mesut abinin altımıza verdiği genç kız gibi sütlü kahve tonunda 74 model klasik Ford'dan çıkmaz olaydım.
"ya ben söylicem Neşat abime!" diye atılınca Ömer, pat diye kardeşinin kafasına bastı köteği abisi.
"İrfaaan!"
Sesimin yüksek, eh birde kızgın çıktığını duyunca İrfan, aklınca beni yumuşatacağını düşünerek gözlerimin içine en sevimli haliyle bakıp, tatlı tatlı gülümseyerek bu kez elini uzatıp az önce şamarı bastığı kafayı okşadı. Aslında o biçim tırstı ama belli etmiyor kendince. Hey Allahım! korku nelere kadir... gülmemek için zor tuttum kendimi.
"oğlum ben size her zaman ne diyorum, küçükleri büyükler korur, kollar, dövmez, sövmez... görmeyeyim bir daha İrfan.. külahları değişiriz sonra!" diye ufak yollu fırçalayınca başı öne eğildiya içim gitti içiim. Dayanamadım, çektim ikisinide yanıma, başlarından öptüm. Bilirim rencide edilmenin ne olduğunu, o küçücük yüreklerde nasıl büyük yaralar açtığını çok iyi bilirim.
"hadi şimdi birlikte sakin sakin anlatın bakalım," dediğimde, ikisinide kol altlarından tutup, yerden ayaklarını kestim ve bayılarak baktıkları cillop gibi arabanın kaputuna oturttum. Günlük çikolatalarını da verdim ellerine. Atmaca da diğerlerine zar zor yedikleri kaliteli çikolataları dağıtıyordu.
Başladılar bir Ömer, bir İrfan anlatmaya...
?
Saatler öncesi...
"Falla billaha Neşat abi bisi öldüyecek yaf... neyeye gitti bu töpek yaa abii?" diye korkudan nerdeyse altına kaçıracak hale gelen kardeşine bakan abi İrfan, daha yedi yaşındaydı ve küçüğü de beş yaşına gireli birkaç gün olmuştu. Sözü edilen köpek ise, biraz sorumluluk öğrensinler, ağaç yaşken eğilir düstüruyla hareket eden Nejat'ın bir çöp kenarında bulduğu henüz daha yavru olan bir sokak köpeğiydi.
Nejat bir hafta öncesinde bulduğu köpeği ensesinden tutup, havaya kaldırmış ve göz göze geldiği o köpeğin namıdiğer Akkız'ın o tatlı yuvarlak gözlerindeki korkuyu gördüğünde, onu orda bırakmaya yüreği el vermemişti. "hay sıçayım ben böyle işin içine, böyle merhamete ya!" diye kendisine söylenirken, asıl sitem ettiği yaradanını, sanki görebilecekmiş gibi başını kaldırdı ve bebek mavisinin en tatlı tonundaki elbisesini giyinen gökyüzüne, grisi daha da koyulaşmış mavileriyle üzgün üzgün baktı.
"yaramaz ne bokuma çıktın caddeye, annen nerde senin?" diye kucağına alıp, bembeyaz yavrunun başını okşadığı sırada arkasından gelen, "araba çarptı birkaç gün önce," diye cevap veren tok sesin sahibine dönüp baktı. Refleksle belindeki silaha giden elini, yaşlı adama çaktırmadan geri çekti. "al götür evlat mahallene, sokağına burda birkaç güne telef olur hayvan," dedi adam.
Al başına belayı diye düşünsede, o yavruyu artık orada bırakamayacağını biliyordu.
Köpekle birlikte akşam saatlerinde sokağa girdiğinde, Atmacanın kullandığı aracın dikiz aynasından, arka koltukta huzur dolu bir uykunun kollarında uyuyan köpeğe baktı. "karnı doydu, oh yumuşak yeride buldu... bak nasıl uyuyor?" dediğinde, Atmaca'da gülümseyerek dikiz aynasından uyuyan cana baktı. "iyi oldu be.. sokağa bekçi yaparız!" dediğinde Atmaca, "başına bir kasket, ağzınada bir düdükte veririz be yaren!" dediğinde Nejat, önce birbirlerine baktılar, sonrasında gülmeye başladılar.
İlk gecesini Nejat'ın ısrarıyla, evlerinin balkonunda geçiren ve adı artık Akkız olan köpek, mahallenin maskotu olurken, onun sorumluluğuda sokağın miniklerine bizzat Nejat tarafından verildi. "kaybolursa hapı yuttunuz!" uyarısında bulunmaktanda çekinmedi.
Sokağın çocukları her sabah olduğu gibi Nejat'ın annesinin yaptığı yalı, arka taşlığın bir köşesine kulübesi yapılan Akkız'a götürmüşler, suyunu da tazeledikten sonra okulun yolunu tutmuşlardı. Öğlen olupta, kiminin bebe, kiminin köşeli okul yakaları, siyah naylon karışımı ucuz önlükleri, sıradan çanta ve mavili, kırmızılı beslenme çantalarıyla okuldan döndükleri gibi önce eve giderek hemen soyunup dökündükten sonra soluğu Akkız'ın yanında alan çocuklar, Akkız'ı etrafı telle çevrili kulübesinin içinde göremediler. Tel kapı açıktı ve çocuklar daha o anda korkmaya başladılar. Akşama kadar altı, yedi çocuk köpeği arayıp durdular ama sanki Akkız, yer yarılmıştıda, oda yerin dibine girmişti.
Uyanık ikizler Serhat ve Nihat, sokağa gelme saatlerini çok iyi bildikleri Nejat'tan azar işitmemek için hemen eve kaçtılar. Geriye kalanlar ise korku belasına Akkız'ı aramaya devam ettiler ama köpek yoktu. Şimdi elinde tuttuğu çikolataya bakan İrfan, başını kaldırıp Nejat abisine bakınca önce bir yutkundu. Köpek yok, kayıp nasıl denirdi ki? * * *
"eee ne var, siz niye öyle telaşlıydınız?" soruma karşılık, iki kardeş birbirlerine baktılar. Diğer çocuklarda yanımıza yanaşmış olsada biraz açıkta duruyorlardı ve onlarda tedirgindiler. Hepsinin yüzüne tek tek baktım, hiçbirinden tek bir ses çıkmadı. "söylesenize oğluum?" diye ufaktan kükreyince, Ömer'in önü ıslandı. Mesele vahim diye düşünmeye başlamıştım ki, dikkatimi çeken bir şey oldu. Arabanın motorunun sesini tanıyan ve bu saatlerde serbest dolaşan Akkız, hep yaptığı gibi koşup yanıma gelmemişti. "Akkız nerde?" dedim ve biraz açığımda duran çocukların en büyüğü olan on bir yaşındaki Vedat'a baktım. "aabiii!" dedi korkarak. "he abiim ne oldu?" diyince, "Akkız yook... çok aradık, bulamadık," dedi titreyen sesiyle.. anladım, oda su koyvercekti. Korkudan irileşen gözleriyle bana bakan çocuklara ne diyebilirim ki? ama sorumluluklarınıda bilmeleri gerekiyordu. "nasıl yok ya? sabah ben giderken burdaydı!" diye biraz daha sesimi yükseltince, çocuklar bir adım geri gittiler.
Gözlerim etrafı taramaya başladı. "Akkııız! gel kızıım!" diye bağırınca, Necla balkona çıktı. "Ne bağırıyosun ya, burda hayvancık! diye seslendi bana. Çocuklarla birlikte balkonun altına gittiğimde, oda yere eğilip kucağına aldığı Akkız'ı gösterdi. "atıyım mı len?" diye sorunca aldığı cevap, "atta bende yukarı çıkıp seni atayım o balkondan, sal hayvanı merdivenlerden gelsin deli!" dedim.
Akkız'ı gören çocuklar rahatlarken, yukardan bana dil çıkaran Necla'ya kaşlarımı çattım. Çoluğun çocuğun yanında yaptığı hareketlere bak.
"kızım sana kimse söylemedi mi hiç? küçük kalkar büyüğe bakar, ne de güzel örnek oluyorsun.. sal artık şu hayvanı, hem ne işi var sende?" diye sorunca, "senin veledleri biraz korkutmak istedim. Sabah tel kapıyı açık unutup gitmişler, bende annene gidecektim, bu senin zilliyi sokağın başında yakaladım.. durum bu!" dediğini duyunca, dönüp benim veledlere baktım. "bir daha dikkatsiz davranırsanız Akkız bu sokaktan gider," dedim. Koro halinde "tamam aabii!" dediler. "dağılın evlere hadi!" dediğimde saniye durmadılar, uçuşa geçtiler.
Atmaca elinde bir sürü dolu poşetle yanıma geldi ve, "aga bunları ne yapacağız?"'diye sordu. Başımı kaldırıp Necla'ya baktığımda, Akkız'da aşağıya inmişti ve beni her gördüğünde yaptığı gibi yine hiç geciktirmeden sevinçle olduğu yere işedi. Biraz büyümüş ve çok sevimli olmuştu.
Yukardan bize ama daha çok Atmaca'ya baksn Necla, "tamam anladım... iniyorum hemen,"'dedi ve az sonra artık yanımızdaydı. "naber moruk?" diye Atmaca'ya takılmadan yapamadı. "zıkkım!" dediğinde Atmaca yine hırlaşmaya başladılar. İkisi önde, birbirlerini ite kaka, laf saydıra saydıra, komşuların kapılarını çalıp, poşetleri dağıtmaya başladılar. Gülüyorfum hallerine. Akkız ile bende arabaya geri dönüp ev için aldıklarımın poşetlerine uzandım. Haftalık erzak, kasap işini hem evimiz, hem komşularımız için yapmıştık. Anca beraber, kanca beraber... başka türlüsünü düşünemezdim.
Akkız ile bizim taşlığa girince, kapının ağzında resmen yalvaran gözlerle bana baktı. "Ah zilli seni.. tamam ama anam beni şu yaşımda dövecek senin yüzünden," dedim. Kapıya vurduğumda annemin yeni terliklerinin sesinin yaklaştığını duydum. Tabanları çok ağrır olmuştu. Ceyo terlik almıştım ona. Utanıp, "giyemem ben bunu oğul, kimsede yok!" değince, aynı terlikten tüm annelere aldık, anca öyle ayağına giydi.